¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Ömer Faik Numanzade | Gardaş Kömeği mecmuası | Mayıs 1917

Aşağa gitmek

ok Ömer Faik Numanzade | Gardaş Kömeği mecmuası | Mayıs 1917

Mesaj tarafından erzurumlu25 Çarş. 6 Haz. 2012 - 9:42

Zamanımızda, yani din ve ubudiyetten sonra, cins ve milletliğin hüküm sürdüğü böyle bir çağda, insan öz soy ve milletini tanımamak, daha doğru, özünü bilmemek en büyük günahlardan, silinmez lekelerden biridir.

Lakin bu leke tezlikle giden lekeye de benzemiyor. Bu leke yaman lekedir. Bu, leke suretinde öyle yılancık (kangren) yarasıdır ki, milletimiz vücudunu, Türklük varlığını yavaş yavaş kemiriyor, yok ediyor.

Bugün hem de küçük milletlerin, hususiyle mahkûm milletlerin öz varlıklarını, öz hukuklarını saklamak iddiası ile bu kadar kan dökülen bir vakitte, bizim özümüzü tanımamazlık belası, derin düşünülürse, kara yaradan da, taun çıbanından da daha acılı ve daha zehirlidir.

Herkes öz milletini tanıyıp onun yolunda ağladığı, onun uğrunda gözünü kör ettiği böyle bir hengâmede biz öz milletimizi sevmek değil, onun hatta kuru adını da bilmeyip ortada şaşıp kalmışız. Çoktan çürümüş akideler, tarikatlar tiryakisinin beynimize verdiği sersemlikle harlanıp duruyoruz.

Bu hâl ile kim için ve neden ötürü çalışacağımızı da, tabiî yitirmişiz. Yitirmesek bile, bilinmeyen ve bilinmediği için de sevilmeyen bir millet için kim delidir ki, can yandırsın?

Kim olursa olsun insan bir nefer, bir millet veya bir fikrî emel uğrunda o vakit can yandırır ki, ona o zaman âşık olur ki, onu yakından tanıyıp yürekten sevsin; yoksa kuru ve yalancı gösterişlerle arada muhabbet, aşk değil, bayağı dostluk bile olmaz.

Ben iddia etmek değil, yüce sesle bağırıyorum ki, biz özümüzü tanımıyoruz, biz öz milletimizin boş adını bile bilmiyoruz.

Ne oldu, niye dudağını büzdün? Görülüyor ki, söylediklerimden şüphen var? Çok güzel, buyur beraber konuşalım. Kimdir o?

- Marağalı Meşedî Eliesger.

- Bu kim?

- Şamahılı Abdülgafar.

- Öbürü?

- O da Erzurumlu Dursun ağa.

Bunların birincisinden soruşalım:

- Meşedi, siz ne cins ve ne millettensiniz?

- İranlı ve Şii mezhebim.

- Abdülgafar ağa, sen?

- Ben de Kafkaslı Babîyim.

- Dursun ağa, sen biraz okumuşa benziyorsun; gerek ki soyunu, milletini tanıyasın.

- Ben de Osmanlı ve Sünnîyim.

- Daha başka?

- Başka hiç!

Siz çok da deyiniz ki, “Sünnîlik, Şiilik, Babîlik bir mezhep ve akidedir; cins ve millet ise başkadır.

Dünyada en küçük bir böceğin, en yaramaz bir otun soyu ve cinsi bellidir; ya bu kadar büyük bir insan yığınağının bir cinsi yok mu?

İşte belâ da burasındadır ki, hem var, hem de yoktur. Vardır, onun için ki, biz de başkaları gibi insanız. Bir de tabiî, bir millet soyundanız. Yoktur, çünkü varlığımızı bilmeyiz ki soyumuzu da bilelim!

……

Ey Kafkaslı Türk, sen çoktan İslâm gayretini çekersin ve bu gayretle hatta öz varlığını, öz adını da yitirmiştin. Sen İslâm uğrunda o kadar çalışmış, akide kavgalarında o kadar zarar çekmiş, o derece yorulmuşsun ki, neticede bugün onların adlarını anmak istemeyip sadece Müslüman olmak hayâline düşmüşsün.

Lâkin azizim, o kadar korkma. Yine aldanma ki, mârifet olan yerde akide ihtilâfı zahmet değil, rahmettir.

Ey Türk, dinî akideler kavgasından artık korkma. Korkma ki, onların hükmü geçmeğe, onların yerlerini şimdi siyaset-i maişet ve siyaset-i beşeriye akide ve meslekleri tutmağa başlıyor.

Ey Türk, sen çok da rahatsız olma ve şüpheye düşme; dinî olsun, dünyevî olsun, akideni gizleme. Senden sordukları zamanda ki, “Din ü akiden nedir?” sen de hemen söyle, “Şiiyim, Sünnîyim, Babîyim ve Müslümanım.”

Ey Türk, senin başına çok işler gelmiştir, çok akideler dolmuştur. Çok şeyler bilmişsin ve bu gün de çok cahil değilsin. Birçok ediplerin, muallimlerin, mühendislerin, doktorların, avukatların, mekteplerde yüzlerce talebelerin var.

Ey Türk, çok şey biliyorsun. Sana artık sırf cahil, hayır ve şerrini bilmeyen denilemez.

Sen, ey Türk! Zamanın birçok icatlarını, yeni fikirlerini, hatta birçok modalarını da öğreniyorsun; hatta dinî akidelerin çürümeye yüz tuttuğunu sezip dünyevî akidelere iman etmeğe de başlıyorsun.

Evet, çok şeyler, emeller, fenler bilmeğe çalışıyorsun. Birçok hünerler de öğrenmişsin. Göklere çıkıp, yıldızların ne olduğunu yakından bilmek, yerin içerilerine girip mahiyetini anlamak istiyorsun. Ancak, bir hususta cahilsin. O konuda hiçbir şey bilmiyorsun. Her şeyi öğrenmek istediğin hâlde sana gereken, senin için birinci derecede elzem olan olan vazifeden haberin yok...

Ne var, niye canın sıkıldı? Niye yine can sıkıntısının acısını bıyıklarından, dudaklarından almağa başlıyorsun?

Doğrusu, tütün çekenlerden olsaydım, burada mollaların salâvatı gibi bir sigara çekmeği tavsiye ederdim.

Evet, ey Türk! İster canın sıkılsın, isterse karıh! Yakandan el çekecek değilim. Sen her şeyi öğrenmek istediğin hâlde niye bir tek şeyi, yani özünü bilmek istemiyorsun? Niye öz varlığından, öz vücudundan, öz soy ve neslinden haberin yok? Niye sana “Kimsin?” dedikleri zaman hakiki cevabından aciz kalıyorsun? Niye sadece diyemiyorsun ki, “Ben Türk’üm!” Niye diyemiyorsun ki, Şiilikten, Sünnîlikten, Babîlikten evvel sen Türk’tün; şimdi de Türk’sün ve bundan sonra da Türk olarak kalacaksan!

Senin bu Türklüğüne ne Şiilik, ne Sünnîlik, ne de dinsizlik mani olamaz!

Sen ey Türk, ne akidede, ne meslekte olursan ol, her zaman Türk’sün. Sen bilmelisin ki, dünyada hâlâ Şii, Sünnî, Babî, Şeyhî adları yokken sen vardın. İslâmiyet Arabistan kumsallıklarında doğmadan evvel sen Altay’ın etrafında dünyanın güzelliklerine temaşa eyleyip zevk alırdın. Orada uzun seyir ve seyahatlere hazırlanırdın.

Ey özünden habersiz Türk! Medeniyet eserleri, nizam, idare, asayiş usulü “yasak” kanunları henüz Bağdat, Şam, Paris ve Londra’da yokken, senin yurdunda vardı.

Seni öz tatlı dilinin çığırından çıkarıp bugünkü acınacak hâle getiren Arap elifba ve yazısından evvel senin gökçek elifban ve yazın vardı.

Ey özünü yitirir, unudur derecede misafirperverlik, özgelere hürmet gösteren Türk! İyi hatırla ki, senin ruhun, senin kanın, senin düşüncen, senin varlığın henüz senin özündeyken, sen bugünkü gibi dilsiz, yazısız, yani millî nişanesiz değildin.

Ey saf yürekli Türk! Dün, bugün öz varlığını, öz medeniyetini gösterebilip, şimdi sana köhne “barbar” gözüyle bakıp bugünkü medeniyetlerin haksızlıklarına bakıp incinme. Seni lazım geldiği kadar tanımadıklarını bilip incinme.

Yok, yok, sen çok da insafsız bulunma, öz-özünü hâlâ tanımadığın bir zamanda, başkalarından çok da incinme.

Ümit ki, tez vakit olur, yüzde doksanı hâlâ yeraltlarında kalıp gizlenen eski medenî nişanelerin, eski eserlerin yavaş yavaş dünya yüzüne çıkar. Sen de ol vakit artıklığı ile yüze çıkarsın, gelecekte daha güçlü yaşamak istidadını gösterirsin.

Yeter, yeter, ey Türk, biraz ayıl. Ayıl da, birçok toz topraklarla dolan, ağırlaşan dinî akide perdesini gözlerinin üstünden kaldır. El ayağını biraz kıpırdat. Vücudunu, varlık ağacını saran, örten dikenleri, sarmaşıkları, yabanî ağaçların yapraklarını kır, at, kurtul. Vücuduna Allah’ın güneşi, havası değsin. Başını biraz yukarı kaldır. Öz varlığının, öz vücudunun kıymetini bil.

Şimdiye kadar yabancılar için, başka varlıklar ve vücutlar için kendini helâk etmişsin; bari bundan sonra olsun ayıl, bir kendine gel, kendi halkına çalış.

Ey Türk, zamanımız başka zamandır. Eğer bundan sonra da özümüzü tanımayıp kalırsak, korkarım ki, geç ayıldığımız vakit sağalıp, yiğitce yaşamağa vücudumuzda kuvvet ve takat kalmamış ola.

Ey Türk, geçmişlerden ibret al; hâlâ vücudun sağlamken, yaşamağa istidadın varken, fırsat eldeyken, vücudunun tam kadrini anla.

Ey Türk, iyi bil ki, bugünkü meşherin Sûr-i İsrafil’i ilme, millî ittihada davet ediyor.

Şimdinin siyasî felsefesi, terakkiyi milletçilikte görüyor. Zamanın şevket ve satvet binası milletçilik temeli üzerinde kuruluyor.

Asrın ruhu azat milletçilikle besleniyor, büyüyor. Geçmiş asırların, geçmiş siyasî akidelerin çizdiği coğrafya serhatlerini şimdiki etnografya yavaş yavaş bozuyor.

Geçmiş asırlarda taşıp etrafa yayılan millet selleri yavaş yavaş küçülüp öz kaynağına veya çoktan yatak eylediği yerlere çekiliyor.

Vaktiyle başkalarının sıkıştırılmasıyla veya cihangirlik deliliği ile yerlerinden fırlayıp âlemi rahatsız eden millet ordularına şimdi “Her kes öz milleti yerinde” kumandası veriliyor.

Bugün iyiden iyiye anlıyorum ki, dinî akideden sonra insanda doğan dünyevî akidelerin birincisi milletperverlik akidesidir; içtimaî felsefenin başı, özünü tanımak akidesidir, milletini bilmek ilmidir.

Milletperestlik akidesi, diğer akidelerin merhalesi, geçididir.

Vakta ki, insan bâtıl ve hurûfat esirliğinden kurtulup özünü, özünün hukukunu bilmeye başladı; ondan sonra muhit ve ihtiyacın tesiriyle her ne şekle girerse girsin, bu hâlde ki, mevkiimize, muhitimize, ilmimize, ihtiyacımıza uygun gelen en birinci akidemiz, milletperestlik akidesi olmalıdır.

Şimdi gelelim asıl maksada.

Ey Şii, ey Babî, Sünnî Türk kardeşlerim, dirliğimizin millî birlikte olduğunu bildikten sonra daha revâ görmemeliyiz ki, milletimizin kütlesini meydana getiren azanın bir kısmı Anadolu’nun izsiz, şenliksiz, dağılmış, korkunç bucaklarında yalnız başlarına bırakılıp aç, çıplak telef olalar.

Ey pak yürekli Türk! Bu milletçilik zamanında her millet öz nüfusunu artırmak ve o nüfusla öz nüfuz ve kudretini büyütmek için yüz türlü tedbirler, fedakârlıklar ediyor. İnsaf değil ki, biz hazır elimizde olan binlerce nüfusumuzun, - hem de en genç ve kavi bir kuvvetin- yardımsızlıktan bir lokma ekmek bulamamalarından telef olmalarına özümüz bile bile sebep olalım.

Ey yüce, merhametli Türk! Senin eski merhametin, ihsanın, nişanelerin - o büyük camiler, medreseler, köprüler, hastahaneler, çeşmeler, hâlâ senin ecdadını hürmetle yâd ettirirler. Şimdi sana ne oldu ki, milyonlarla vücuda gelen eserlerden değil, açlıktan, çıplaklıktan, ölümden beter bir hâle düşen öz kardeşini, kurtarmak merhametinden aciz görünüyorsun? Yazık, yazık...

Ömer Faik Numanzade | Gardaş Kömeği mecmuası | Mayıs 1917
erzurumlu25
erzurumlu25
.::Tengri::.


.::Tengri::.


Ömer Faik Numanzade | Gardaş Kömeği mecmuası | Mayıs 1917 Turkey10
Ömer Faik Numanzade | Gardaş Kömeği mecmuası | Mayıs 1917 Gencat10
Ömer Faik Numanzade | Gardaş Kömeği mecmuası | Mayıs 1917 Pro10
Yaş Yaş : 45
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Erzurum
Lakap Lakap : Vatan delisi
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 22/04/79
İletiler: İletiler: : 757
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 29/12/09
Ömer Faik Numanzade | Gardaş Kömeği mecmuası | Mayıs 1917 Pro1010
Ömer Faik Numanzade | Gardaş Kömeği mecmuası | Mayıs 1917 910
Ömer Faik Numanzade | Gardaş Kömeği mecmuası | Mayıs 1917 Ile10

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz