¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

MÜNTAZER TÜRKÖNE, İŞTE O SENSİN

Aşağa gitmek

MÜNTAZER TÜRKÖNE, İŞTE O SENSİN Empty MÜNTAZER TÜRKÖNE, İŞTE O SENSİN

Mesaj tarafından GökBörü C.tesi 29 Ara. 2012 - 13:18

Mümtazer Türköne,

15 ŞUBAT 2011 tarihli “Vaka-i Hayriye” başlığını taşıyan köşe yazınızda; Yeniçeri Ocağı lağvedildikten sonra, 6 bin Yeniçeri’nin öldürüldüğünü ve 20 bininin de sürüldüğünü hatırlatıyorsunuz ve “ Bu tarihten sonra ülke çapında ‘baldırı yanık’ avı başlamıştır. ‘Baldırı yanık’ olmak, kısa şortlarından dolayı güneşte kararan baldırları yüzünden Yeniçeri Ocağı’na mensup olmak demekti.

163 muvazzaf ve emekli subayın, Balyoz davası kapsamında tutuklanması, bir ‘baldırı yanık’ avı değil. Türkiye bir hukuk devleti ve hukuk içinde kalarak eşkıya yöntemlerini tasfiye ediyor. Tarih tekerrür etmiyor. Sadece önümüze, tecrübe edildiği için çok sağlam duran ölçüler koyuyor” diyorsunuz.

Ayrıca “Yeniçerilerin Kabakçı Mustafa önderliğinde 1808′de ayaklanmasının faturası çok ağır olmuştur… Türkiye’de bundan yedi sene önce, iddia edildiği gibi bir Kabakçı Mustafa vakasının patlak verdiğini farz edelim. Yani Balyoz, sadece planlanmakla kalmasaydı, üstüne icra edilseydi? Şu sorunun dehşeti karşısında bu ülkeyi seven herkesin, başta askerlerin titremesi gerekmez mi?” senaryosunu ortaya atıyorsunuz.

Bay Türköne ,

Anadolu’da bir insanı övmek istedikleri zaman, kısaca “UTANMASINI BİLİYOR” derler.

“UTANMASINI BİLMEK” önemli bir olgudur.

Bir akademisyen veya gazeteci “iktidara, şeyhine, şıhına, hocasına, hoca efendisine, ağasına veya para babasına” kendisini, kalemini ve vicdanını sattığı zaman YALAN SÖYLER.

Böylece, sadece basın ahlak ilkelerine sadakatini, topluma saygısını, dürüstlüğünü ve Allah korkusunu değil, öyle anlaşılıyor ki UTANMA DUYGUSUNU da kaybediyor.

Utanmadan ve arlanmadan kendinizi “hem polis, hem savcı ve hem de yargıç yerine koyuyor” ve “ tutuklanan 163 muvazzaf ve emekli subay suçlu olup katli vaciptir” kararını veriyorsunuz.

Hayâsızca verdiğiniz bu karar üzerine; tüm insani, dini ve hukuki kuralların öngördüğü “masuniyet karinesini hiçe sayarak” konuyu “Kabakçı Mustafa isyanına” benzetiyor ve “ Balyoz, sadece planlanmakla kalmasaymış, üstüne icra edilseymiş” gibi akla ve mantığa aykırı “…MIŞLI BİR FARAZİYE” üzerine hayali korku senaryoları üretiyorsunuz.

Böylece, aklınızca “ hem adaleti etkilemeye, hem millet nezdinde Türk Ordusuna karşı kin ve nefret tohumları ekmeye, hem iktidara yaranmaya ve hem de biat ettiğiniz tarikat çevrelerine yaranmaya çalışıyorsunuz.”

Bay Türköne,
Daha önceki bazı yazılarınızdan dolayı size 2 adet e-posta göndermiştim. Söz konusu e-postaları da bu yazıya ek olarak size tekrar gönderiyorum. Hepsini üst üste koy ve baştan sona kadar tekrar oku. Ortaya çıkan insancık karakterine iyi bak. İşte o sensin.

EKLER:

1. DAHA ÖNCE GÖNDERİLEN 1NCİ E-POSTA:

Sayın Prof. Dr. Mümtazer Türköne,

Bu milletin ( siz ve aileniz dâhil) can ve mal güvenliği için, canını dişine takarak PKK terörüyle mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetleri ve onun onurlu mensupları hakkında;

v “Askerler en iyi siyaseti bilirler. Borsayı iyi takip ederler, bir de emlak işini iyi bilir. Ama askerliği pek bilmezler… Geçmişte bu ülkenin en ileri kurumu orduydu, bugün ise en geri, en ilkel ve en kaba kurumu ordudur.”

v “Ordumuz bu savaşı kaybetti; çünkü bu savaş yanlış bir savaştı… Bir ordu kendi halkına savaş açar mı? Kendi halkına savaş açan ordunun, işgal ordusundan ne farkı kalır? Silahının parasını, maaşını, askerini aldığı halkı düşman ilan eden bir ordunun zafer kazanma ihtimali olur mu?

v “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatanı ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne karşı, bugüne kadar ortaya çıkartılmış en ciddi tehdidin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinden geldiğini gösteriyor… Türk askerinin şerefini, ülkemizin güvenliğini, Türkiye’nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için bu “kurumsal yapı”ya son vermemiz ve yeni bir ordu kurmamız lâzım… Bizim bir Nizam-ı Cedit ordusuna ihtiyacımız var…” diyorsunuz.

Sayın Türköne, isminizin başında PROFESÖR unvanı, diğer bir deyimle BİLİMADAMI sıfatı taşıyorsunuz. Ama:

Ø Hakem heyeti denetiminden geçerek yayımlanmış uluslar arası doğru dürüst bilimsel makaleniz bile yok.

Ø Uluslar arası hiçbir bilim adamı, sizin görüşlerinize değer verip alıntı yapmamış ve atıfta bulunmamış.

Şimdi, aynen sizin kelimelerinizi kullanarak, ben de diyorum ki;

v Bilimsel niteliği ve değeri olmayan bazı profesörler (Dikkat edin, sizin gibi genelleme yapmıyorum) nemalanacakları siyaset borsasını iyi takip ederler.

v Yalakalık yapacakları iktidar kapısını iyi bilirler.
v Ama bilim üretmeyi pek bilmezler.

v Geçmişte bu ülkenin en değerli aydınları profesörlerdi. Bugün ise en geri, en ilkel ve en kaba sözde aydınları, bazı profesörlerdir. ( Dikkat edin, sizin gibi genelleme yapıp tüm profesörleri ve üniversite kurumunu toptan kastetmiyorum. Eğer bir gün bilim üretmeye heveslenirseniz, ortaokul talebesinin bile bildiği acele genelleme yapmamayı öğrenmelisiniz. Çünkü bu en basit mantık kuralıdır.)

v Bilim adamı niteliği kalmamış çakma profesörler bu savaşı kaybetti. Çünkü bu savaş yanlış bir savaştı. Bir bilim adamı kendi ordusuna karşı savaş açar mı? Kendi ordusuna karşı savaş açan sözde bilim adamlarının PKK’dan ne farkı kalır?

v Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatanı ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne karşı, bugüne kadar ortaya çıkartılmış en ciddi tehdidin, nemalandıkları efendilerine uşaklık yapan, miktarı az ama sesleri fazla çıkan bazı profesörlerden geldiği görülüyor.

v Ülkemizin güvenliğini, Türkiye’nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için, bu gibi kokuşmuş profesörlerden üniversitelerimizi, gençliğimizi ve medyamızı kurtarmamız lazım… Bizim Nizam-ı Cedit ( bilime gönül vermiş yepyeni) profesörlere ihtiyacımız var…

Sayın Türköne,
1990 yılında, KANADA’NIN Toronto Kentinde, ortak bir keko toplantısı düzenlendi. Bu toplantıda şu hususlarda görüş birliğine varıldı:

Ø “keko davasının en önemli eksiği, davamızı haklı çıkaracak tarihi bilgi ve belgelerin yok denecek kadar az olmasıdır. 1915’lerde Ermeniler tarihe belge bırakırken bizler uyuduk. 1nci toplantıda Jalal Melahaji’in söylediği gibi “Ermenilere dönüp bakmalı ve onların tecrübelerinden yararlanmalıyız.”

Ø Bu maksatla dünyada ve Türkiye’de kamuoyu oluşturabilecek etkinlikte bilim adamı, medya mensubu, yazar, sanatçı ve kanaat önderlerinden uygun olanları Ermenilerin yaptığı gibi bir şekilde satın almak zorundayız. Türkiye aleyhine kitap, makale ve bilimsel incelemeler yazdırmalıyız. Demeçler verdirmeliyiz. Televizyon programları ve filimler yaptırmalıyız. Bunlar, bugün için bir anlam ifade etmeyebilir. Ama yakın gelecekte keko davamızı inceleyenlere birer tutamak ve TARİHİ BELGE olacaktır.

Ø keko aydını Hasan BİLDİRİCİ de, 13 Mart 2006 tarihli “ keko Konferansları” isimli yazısında; “Türkiye’de bu tür konferanslar bir rant kültürüne dönüştürülmüş. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Kim kimi niye çağırdı o da belli değil… El, cep ilişkilerinin karıştığı bu alanlarda çok saf olduğumuzu biliyoruz. Etkili yerlerden saf düşündüğümüze dair uyarılar almıyor değiliz. Hatta bu tür işler karşısında yaramaz bir çocuk gibi durduğumuzu söyleyenler de var. Doğru, safız. Ama aptal değiliz. Bu ilişkilerin enini ve boyunu az çok kestirebiliyoruz” demek suretiyle parasal ilişkilere dikkat çekiyor.

Ø Bu konularda İsmail BEŞİKCİ ise; “Görünen o ki, keko Meselesi “para etmeye” başladı. Birçok gazeteci ve aydın, kitaplarının satışını artırmak için de olsa, keko Sorunun dillendirmeyi çıkarları için önemli görüyorlar” diyor.

Sayın Türköne,

Bilim üretme kabiliyetinden yoksun bazı profesörler ile bilimini, kalemini ve vicdanını satmış bazı hainlerin, efendilerinin talimatına uyarak TARİHE BELGE BIRAKMAYA ÇALIŞTIKLARINI ve Hasan Bildirici ile İsmail Beşikci’nin söylediği gibi EL-CEP İLİŞKİLERİ içinde olduklarını anlıyoruz. Buna ne diyorsunuz?

HİKMET YAVAŞ (İZMİR)

hikmetyavas@gmail.com

2. DAHA ÖNCE GÖNDERİLEN 2NCİ E-POSTA:

Sayın Türköne,

11 TEMMUZ 2010 tarihli köşe yazınızda; “PKK REFERANDUMU BOYKOT EDİYOR. ELBETTE EDECEK. ANAYASA’NIN 145. MADDESİ DEĞİŞİR DE, YARGISIZ İNFAZ YAPAN ASKERLER ÜZERİNDEKİ “ASKERÎ YARGI ZIRHI” KALKARSA, TÜRKİYE HERKESİN ADALETE HESAP VERDİĞİ BİR ÜLKE HALİNE GELİRSE PKK NEREDEN EKMEK YİYECEK? DEVLET İÇİNDE KANUN DIŞI İŞLER OLMADAN, KENDİ İLLEGAL DURUMUNU NASIL TEMELLENDİRECEK? ELİNDEKİ SİLAHA NASIL GEREKÇE BULACAK?” diyorsunuz.

Hiç şaşırmadım. Herzaman olduğu gibi, yine bir Türköne klasiği döktürmüşsünüz. Uluslar arası arenada bilimsel ürünler veremeyen bazı profesörlerin, tamamen yalan ve iftiraya dayalı klasik yöntemlerini bu millet kanıksadı, yutmuyor artık. İleriye sürdüğünüz iddialar hem yalan ve hem de mantık hatalarıyla dolu. Örneğin;

Ø Yargısız infaz yaptığı mahkeme kararıyla kanıtlanmış bir tek askeri personel gösteremezsiniz. Hata yapan belki olmuştur, ama yargısız infaz yapan asla olmamıştır.

Ø Askerler üzerinde “ASKERİ YARGI ZIRHI” olduğunu iddia ediyorsunuz. Hukuk fakültesi birinci sınıf talebesi bile, Askeri Ceza Kanununun Türk Ceza Kanunundan çok daha ağır cezaları kapsadığını bilir. Hatta Türk Ceza Kanununun suç saymadığı pek çok fiil, Askeri Ceza Kanunu’na göre suçtur. Askeri savcı ve hâkimlerin, sivil meslektaşlarına göre çok daha bağımsız olduklarını ve hatta kendi Kuvvet Komutanlarını bile yargıladıklarını, cümle âlem biliyor.

Ø “ASKERİ YARGI ZIRHI KALKARSA, TÜRKİYE HERKESİN ADALETE HESAP VERDİĞİ BİR ÜLKE HALİNE GELİR” diyorsunuz. Bir profesör ve sözde bir bilim adamı olarak böyle bir yalanı nasıl söyleyebiliyorsunuz. Kalkmasını istediğiniz Anayasa’nın 145nci maddesi yerinde dururken ve olduğunu iddia ettiğiniz “ ASKERİ YARGI ZIRHI” varken, askerler onurlu bir şekilde yargı önüne çıkıp, atılan iftiralara karşı kendilerini savunup hesap veriyorlar. Demek ki, askerler üzerinde bir zırh yokmuş. Ama muhterem eşiniz dâhil bütün milletvekillerinin ve bakanların DOKUNULMAZLIK ZIRHLARI var. Ayrıca, siyasal iktidarın yalakası haline gelmiş bazı bürokratların, işledikleri fiillerden dolayı yargılanmalarına izin verilmeyerek, söz konusu DOKUNULMAZLIK ZIRHININ genişletildiğini de herkes görüyor. Bunlardan hiç bahsetmiyorsunuz. HANİ TÜRKİYE, HERKESİN ADALETE HESAP VERDİĞİ BİR ÜLKE HALİNE GELECEKTİ.

Sayın Türköne,

Sizin niyetiniz hak, hukuk, adalet ve demokrasi değil. Siz, kendinizi cin, milleti aptal yerine koymayın. Çünkü siz;

v Bu milletin ( aileniz dâhil) can ve mal güvenliği için, hayatını ortaya koyarak mücadele eden askerlerin, teröristleri etkisiz hale getirmesini YARGISIZ İNFAZ olarak nitelendiriyorsunuz.

v Teröristler yerine askerlerin yargılanmasını istiyorsunuz.

v Habur’da teröristlerin kahramanlar gibi karşılanmasını, ayaklarına Türk hukukunda olmayan seyyar mahkeme gönderilmesini, pişman olmayan teröristlerin pişmanlık yasasından yararlandırıp serbest bırakılmasını DEMOKRATİK AÇILIM olarak yutturmaya çalışıyorsunuz.

v Abant toplantısında da; “BEN, ASKERİ VESAYET DEĞİL, SİVİL VESAYET İSTİYORUM” diyorsunuz. Gerçek demokrat, bir vesayetten kurtulmaya çalışırken, başka bir efendinin vesayeti altına girmek ister mi? Hem, askeri vesayet olduğunu nereden uyduruyorsunuz? Eğer, askeri vesayet olsa, siz günde üç öğün askere küfür ve hakaret edebilir misiniz? Hukukun tam bağımsız olduğu gerçek demokrasilerde, ettiğiniz küfür ve hakaretlerin binde birini size söyletmezler.

Sayın Türköne,

Belirli çevrelere yaranmak için elinizden geleni yapıyorsunuz. Ama sonunda size madalya takmayacaklar. Eğer, ders almayı biliyorsanız, size sonunuzun nasıl olacağını gösteren gerçek ve somut bir örnek vereceğim:

Ø Doç. Dr. Önder Aytaç, Taraf Gazetesi yazarı. Bilgi Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Polis Akademisi ve Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde öğretim üyesi.

Ø Taraf’taki köşesinde, aynen sizin yaptığınız gibi, askere söylemediğini bırakmamasıyla dikkat çekti.

Ø Hükümetin ve emniyetim has adamıydı. İkinci cumhuriyetçilerin kankansıydı. Bölücü ve liberal aydınlar O’na sempatiyle bakıyordu. Televizyon programcıların gözdesiydi.

Ø Ama geçtiğimiz günlerde bir TV kanalında; Abdullah Öcalan için, “Bu terörü bitirmezsen, seni asarım. Bakın bakalım o zaman bu olayların hepsi bitmiyor mu?” deyiverdi.

Ø Sadece işte bu bir tek cümlecik, Önder Aytaç’ın sonunun başlangıcı oldu;
v Öncelikle Ahmet Altan, kanıkası Önder Aytaç’ı Taraf Gazetesinden attı.
v Hükümet yandaşı ve açılım yanlısı gazete ve köşe yazarları topa tuttu.
v İkinci cumhuriyetçiler verdi veriştirdi.
v Hükümet, çaktırmadan aforoz etti.
v BDP ve PKK tehdit etti.
Ø Askerlere posta atan, cesur, anlı şanlı kahraman Önder Aytaç, bak nasıl ağlıyor;

“Onlarca tehdit mail’i geldi. Sokağımda bekleyen insanlar görüyorum. Eşimden ayrıyım. Çocuklarımı yurtdışına gönderdim. Polisevinde kalmaya başladım. Üç-dört polis sürekli yanımda. Aracımı kullanan arkadaşımın beline tabanca verildi. Bana, “Tabancanı boş gezdirme, karşına çıkan olursa gözünü kırpmadan vur” dediler. Kapımın önünde metalik gri bir otomobil gördüm. Bana olacak muhtemel bir şey, Emniyet, MİT ve askeriyenin ayıbıdır. Bu ayıbı Türkiye kaldıramaz. İngiltere’ye gidip bir yıl öğretim üyeliği yapabilirim.”

Sayın Türköne,

v Kullanma miadı dolan uşakların, bazı çevreler tarafından kullanıldıktan sonra, paçavra gibi çöpe atıldığını görüyor musun?

v Çok cesur ve kahramanlar kahramanı Önder Aytaç’ın neden ödü kopuyor? Çünkü bir zamanlar hizmet ettiği efendilerinin, gözünün yaşına bakmadan YARGISIZ İNFAZ yapmalarından korkuyor.

v Pekiyi, son çare olarak, günde üç öğün hakaret ettiği askerlerden neden medet umuyor? Çünkü her şeye rağmen askerlerin YARGISIZ İNFAZ YAPMAYACAKLARINI, adaletli ve bağışlayıcı olduklarını O da biliyor.

v Benim size önerim; kullanılma miadınız dolduğunda ( hiç şüpheniz olmasın, o gün mutlaka gelecektir) ve ödünüz koptuğunda, gelip ASKERLERE SIĞININ:

Ø Çünkü askerler “ YARGISIZ İNFAZ YAPMAZLAR”
Ø Çünkü askerler “ HUKUKA SAYGILIDIR”
Ø Çünkü askerler “ BAĞIŞLAYICIDIR”
Ø Çünkü askerler “ İNSANDIR”

Sayın Profesör,

Son olarak Size bazı şeyleri hatırlatmakta fayda görüyorum:

v PKK elinde silah dağda olduğu ve terör yaptığı sürece asker operasyon yapar. Bu YARGISIZ İNFAZ değil, devlet olmanın en doğal zorunluluğudur. Kimse PKK elinde silah dağda gezerken ordu operasyon yapmasın diyemez. Bunu dünyanın hiçbir devleti kabul etmez.

v Dünyanın her tarafında, etnik ve din temelli politikalar ve kışkırtmalar, eninde sonunda ülkeleri iç savaşa götürmüştür. Allah göstermesin tetiğe basıldığında siz de üzerinde yaşayacak vatan bulamazsınız, kadrini bilin… Ve canınızı kurtarmak için sığınma hakkı isteyeceğiniz hiçbir ülke TV’sinde, gazetesinde sizlere etnik ve din temelli ayrıştırma tartışmaları yapmanıza, askere hakaret ve iftirayı sürdürmenize asla izin vermezler.

v Ülkesinin haritasını tartışmak kimsenin haddine değildir. Sözde bazı aydınların, profesörlerin ve politikacıların muzaffer orduların komutanları edasıyla ülke haritamızı masaya koyup, demokratik açılım yutturmacısıyla bu ülkenin bölünüp parçalanmasına zemin hazırlayamaz. Bunun için, kalemleri ve televizyonlarıyla hiç kimse harita çizmeye kalkmasın.

v Ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlükten, bu Cumhuriyetin kuruluş felsefesinden, üniter yapıdan, ulus devletten, kardeşlikten ve yurttaşlıktan bahsedenleri FAŞİST ilan etme densizliğine kapılanlar, öncelikle Önder Aytaç’ın durumuna bakarlarsa, GERÇEK FAŞİSTLERİN hizmetine girdikleri kendi efendileri olduğunu göreceklerdir.

Saygılarımla.

HİKMET YAVAŞ ( İZMİR)

hikmetyavas@gmail.com
GökBörü
GökBörü
.::Tengri::.


.::Tengri::.


MÜNTAZER TÜRKÖNE, İŞTE O SENSİN Azerba10
MÜNTAZER TÜRKÖNE, İŞTE O SENSİN Gencat10
MÜNTAZER TÜRKÖNE, İŞTE O SENSİN Pro10
Yaş Yaş : 43
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Azerbaycan
Lakap Lakap : kaan
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 13/09/80
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Türk Ülküsü
İletiler: İletiler: : 1035
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 16/06/11
MÜNTAZER TÜRKÖNE, İŞTE O SENSİN Pro1010
MÜNTAZER TÜRKÖNE, İŞTE O SENSİN 617300
MÜNTAZER TÜRKÖNE, İŞTE O SENSİN Ile10

https://www.teknoloji-gunlugu.com/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz