“Marshall yardımı” adı altında ABD emperyalizmini
1 sayfadaki 1 sayfası
“Marshall yardımı” adı altında ABD emperyalizmini
1948 te yürürlüğe konan yeşil kuşak projesi kapsamında yaşanır “Marshall yardımı” adı altında ABD emperyalizmini
1950 den sonra iktidar direksiyonuna geçen Celal Bayar ve Adnan Menderes hükümetleri tarafından hazırlanan ortam sayesinde, başta Petrol ve madenler olmak üzere iğneden ipliğe bir ekonomik ketenpereye ve zapturapta dönüşmüştür.
1950 yılında başlayan Amerika’ya Dönüşme Rüyası Amerika; Marshall yardımı kapsamında özellikle ilkokullarda dağıtılmak üzere, Canım Yurduma “halis muhlis” süttozlarını sevk etmiştir ki necip Türk Milletinin necip evlatları bu dünya nimetinden mahrum kalmasınlar…
Okullarda çocukları süttozları ile beslenen necip Türk milletinin; sabah kahvaltılarında yine ABD ekonomik yardım paketinden çıkan “eritme peynirler” ile karın doyurmaları uzun vadede canım Yurdumun ekonomisine ve bilahare de siyasetine sirayet eden bir düşüncesizlik kaynağı olmuştur. Yuvarlak teneke kutular içerisinde evlerine ulaşan, tadı hiçte alışık olmadığı bir tat olan, bu turuncu renkli peynirler, “bedava sirke baldan tatlıdır” şiarı ile beyinlere nakşedilince de, artık elin “conisi” pek te bir sevimli gelmeye başlamıştı.Çocuklar okullarda bu tadı rezil süttozunundan üretilen sütü içmemek için çeşitli numaralar çevirirken ebeveynler evlerde şenlik yapıyorlardı, ne de olsa bedava süt, bedava peynir, bedava balıkyağı idi söz konusu olan… Bunların ambalajlarının hepsinin üstünde, birinde Türkiye bayrağı, diğerinde Amerika bayrağı bulunan tokalaşan 2 el bulunurdu, daha ne olacaktı, akşam yenilen hurmaların ertesi gün ilgili organları tırmalaması dışında…
Okul hayatı ve mutfak çalışmaları için bu kadar kolaylık yaratmış olan muktedirler, “bedava sirke baldan tatlıdır” şiarını edinmişlerin sevindirik olmaları üzerine, bunların okullarına da Amerikan dilini öğretmek üzere kendilerine “Barış gönüllüleri” denen bir eğitim ve öğretim ordusu ihdas edilmesi, yağlı yemek üstüne bol şıralı tatlı gibi olacaktı. Ne gam ne tasa, o gün bunların CIA ajanı olduklarını iddia edenlerin mapuslarda çürütülmüş olması küçük bir topluluk dışında kimsenin görmediği bir olay olmuş, belgelerin gizlilik süreleri dolup ta ortalığa saçılması ile de her şey herkes tarafından öğrenilmiştir ama o gün alkış tutanlar dut yemiş bülbül numarasına yatıyorlardı artık…
Okul hayatı ve mutfak çalışmaları için bu kadar kolaylık yaratmış olan muktedirler, “bedava sirke baldan tatlıdır” şiarını edinmişlerin sevindirik olmaları üzerine, bunların okullarına da Amerikan dilini öğretmek üzere kendilerine “Barış gönüllüleri” denen bir eğitim ve öğretim ordusu ihdas edilmesi, yağlı yemek üstüne bol şıralı tatlı gibi olacaktı. Ne gam ne tasa, o gün bunların CIA ajanı olduklarını iddia edenlerin mapuslarda çürütülmüş olması küçük bir topluluk dışında kimsenin görmediği bir olay olmuş, belgelerin gizlilik süreleri dolup ta ortalığa saçılması ile de her şey herkes tarafından öğrenilmiştir ama o gün alkış tutanlar dut yemiş bülbül numarasına yatıyorlardı artık…
Sabah kahvaltı da ABD peyniri, okulda ABD süttozundan süt, okullarında “barış gönüllüsü” öğretmenler olurda, okul dışı insanların eğitimsiz bırakılması mümkün olur mu, asla, kütüphane de her akşam kısa metrajlı ABD yapımı ve ABD tarımını ve hayvancılığını dolayısıyla da özendirmek adına Amerikan sosyal hayatını öven filmler gösterilmelidir. Büyük hayranlıklarla izlediğimiz bu filmler sayesinde, çalışkan ABD köylüsünün ne yaman ve işbilen olduğunu görür, hayatında yüzlerce ineği bir arada ve büyük damlarda fenni şartlarda görmemiş, uçsuz bucaksız tarlalarda yetişen muhteşem buğdayların hasatı insanımıza izletilir ve hayranlığımızın kalıcı olması temin edilmeye çalışılırdı ve ne yazık ki bu komedi 1970 li yılların ortasına kadar da sürmüştü. Artık utançlarından mı yoksa ihtiyaç kalmamasından mı bilinmez daha fazla sürdürülmemiştir.
Dönemin yandaş ve candaş gazeteleri de, özgürlüğün ve demokrasinin beşiği ülke betimlemeleri ile Amerikan güzellemelerini durmaksızın beyin yıkama ritüelleri olarak yaparlardı, bugünkülerin öncülleri olarak… Hani konu sanki Menderes ve yönettiği Demokrat Parti tarafından da tam hız ve gazla sürdürülen bu politikaları, Diğer taraftan, Amerikan yardımları alınırken “Amerika’ya karşı çıkmak komünistliktir” diyen dönemin muktedirleri, Amerika’nın kendilerinden artık hizmet almayacağı beyanına müteakip hiç öyle olmamasına rağmen yandaşları tarafından bize “Amerika’ya karşı geldiler diye başlarına gelmedik kalmadı” diye sunulmaları da, olsa olsa kara mizahtır…Bilindiği üzere tüm bu trajikomik yaşananlar ve başımıza gelenler, II. Paylaşım (Dünya) Savaşı sonrasında, 1948 te yürürlüğe konan yeşil kuşak projesi kapsamında yaşanır ve başta Türkiye ve Yunanistan’ın bulunduğu 16 ülkenin gizli işgalini hedefleyen ABD’nin dönem itibariyle dışişleri bakanı George Marshall’ın adını taşıyan “Marshall yardımı” adı altında yürütülen bir operasyonun parçalarıdır. 16 Ülke arasında Marshall yardım planına kendi isteğiyle katılan, hatta bir hayli fazla kapı eşiği aşındırarak dâhil olmanın başarıldığı dersek ayıp ve yanlış yapmayız ve ABD’nin yeni sömürgecilik prensipleriyle teçhiz ettiği işte bu paket canım Yurdumun artık bir daha asla ve kata kurtulamayacağı bir bağımlılığın başlangıç noktasıdır. Başlarda ABD emperyalizmini Ancak artık iş işten geçmiş, halkın üretim ve tüketim alışkanlıkları değişmiş ve yaratılan işbirlikçi siyaset erbabı vasıtasıyla da canım yurdum dizlerinin üstüne çökertilmiştir.
Diğer taraftan; mezkûr dönemde dağıtılan bu sütlerin, peynirlerin tüketilmesi halinde da insanların şakayla karışık boylarının kısa kalacağı iddia edilmiş idi, ancak boylarda bir kısalma gözlenmemiştir ama beyin diye taşıdığımız organa çok ciddi şekilde dikkat kesilmeliyiz. Amerikan yardımlarının kendini, süttozu, peynir, balıkyağlarıyla gösterdiği yıllarda, canım Yurdumun, damızlık hayvanları ve tohumları ile karakterinin tamamen değiştirilme çabasındaki tarımının ve yukarıda kısaca değindiğim yardımlar ile de siyasi ve kültürel yapısının Amerikalılaştırılmaya çalışılmasını hicveder burada yazar… Ve bu ahlaksız teklif ve yaklaşımlara direnilemeyen canım yurdumda, siyasi ve ekonomik yatırımların uzun yıllar sonra sonuçları şimdi gözümüzün önündedir, Amerikanperverlere hayırlı uğurlu olsun…
Son söz; küçük Amerika olacağız de, sonra da git Türkmenistan’a benze, tam bizim meşrebe uygun bir durum.
1950 den sonra iktidar direksiyonuna geçen Celal Bayar ve Adnan Menderes hükümetleri tarafından hazırlanan ortam sayesinde, başta Petrol ve madenler olmak üzere iğneden ipliğe bir ekonomik ketenpereye ve zapturapta dönüşmüştür.
1950 yılında başlayan Amerika’ya Dönüşme Rüyası Amerika; Marshall yardımı kapsamında özellikle ilkokullarda dağıtılmak üzere, Canım Yurduma “halis muhlis” süttozlarını sevk etmiştir ki necip Türk Milletinin necip evlatları bu dünya nimetinden mahrum kalmasınlar…
Okullarda çocukları süttozları ile beslenen necip Türk milletinin; sabah kahvaltılarında yine ABD ekonomik yardım paketinden çıkan “eritme peynirler” ile karın doyurmaları uzun vadede canım Yurdumun ekonomisine ve bilahare de siyasetine sirayet eden bir düşüncesizlik kaynağı olmuştur. Yuvarlak teneke kutular içerisinde evlerine ulaşan, tadı hiçte alışık olmadığı bir tat olan, bu turuncu renkli peynirler, “bedava sirke baldan tatlıdır” şiarı ile beyinlere nakşedilince de, artık elin “conisi” pek te bir sevimli gelmeye başlamıştı.Çocuklar okullarda bu tadı rezil süttozunundan üretilen sütü içmemek için çeşitli numaralar çevirirken ebeveynler evlerde şenlik yapıyorlardı, ne de olsa bedava süt, bedava peynir, bedava balıkyağı idi söz konusu olan… Bunların ambalajlarının hepsinin üstünde, birinde Türkiye bayrağı, diğerinde Amerika bayrağı bulunan tokalaşan 2 el bulunurdu, daha ne olacaktı, akşam yenilen hurmaların ertesi gün ilgili organları tırmalaması dışında…
Okul hayatı ve mutfak çalışmaları için bu kadar kolaylık yaratmış olan muktedirler, “bedava sirke baldan tatlıdır” şiarını edinmişlerin sevindirik olmaları üzerine, bunların okullarına da Amerikan dilini öğretmek üzere kendilerine “Barış gönüllüleri” denen bir eğitim ve öğretim ordusu ihdas edilmesi, yağlı yemek üstüne bol şıralı tatlı gibi olacaktı. Ne gam ne tasa, o gün bunların CIA ajanı olduklarını iddia edenlerin mapuslarda çürütülmüş olması küçük bir topluluk dışında kimsenin görmediği bir olay olmuş, belgelerin gizlilik süreleri dolup ta ortalığa saçılması ile de her şey herkes tarafından öğrenilmiştir ama o gün alkış tutanlar dut yemiş bülbül numarasına yatıyorlardı artık…
Okul hayatı ve mutfak çalışmaları için bu kadar kolaylık yaratmış olan muktedirler, “bedava sirke baldan tatlıdır” şiarını edinmişlerin sevindirik olmaları üzerine, bunların okullarına da Amerikan dilini öğretmek üzere kendilerine “Barış gönüllüleri” denen bir eğitim ve öğretim ordusu ihdas edilmesi, yağlı yemek üstüne bol şıralı tatlı gibi olacaktı. Ne gam ne tasa, o gün bunların CIA ajanı olduklarını iddia edenlerin mapuslarda çürütülmüş olması küçük bir topluluk dışında kimsenin görmediği bir olay olmuş, belgelerin gizlilik süreleri dolup ta ortalığa saçılması ile de her şey herkes tarafından öğrenilmiştir ama o gün alkış tutanlar dut yemiş bülbül numarasına yatıyorlardı artık…
Sabah kahvaltı da ABD peyniri, okulda ABD süttozundan süt, okullarında “barış gönüllüsü” öğretmenler olurda, okul dışı insanların eğitimsiz bırakılması mümkün olur mu, asla, kütüphane de her akşam kısa metrajlı ABD yapımı ve ABD tarımını ve hayvancılığını dolayısıyla da özendirmek adına Amerikan sosyal hayatını öven filmler gösterilmelidir. Büyük hayranlıklarla izlediğimiz bu filmler sayesinde, çalışkan ABD köylüsünün ne yaman ve işbilen olduğunu görür, hayatında yüzlerce ineği bir arada ve büyük damlarda fenni şartlarda görmemiş, uçsuz bucaksız tarlalarda yetişen muhteşem buğdayların hasatı insanımıza izletilir ve hayranlığımızın kalıcı olması temin edilmeye çalışılırdı ve ne yazık ki bu komedi 1970 li yılların ortasına kadar da sürmüştü. Artık utançlarından mı yoksa ihtiyaç kalmamasından mı bilinmez daha fazla sürdürülmemiştir.
Dönemin yandaş ve candaş gazeteleri de, özgürlüğün ve demokrasinin beşiği ülke betimlemeleri ile Amerikan güzellemelerini durmaksızın beyin yıkama ritüelleri olarak yaparlardı, bugünkülerin öncülleri olarak… Hani konu sanki Menderes ve yönettiği Demokrat Parti tarafından da tam hız ve gazla sürdürülen bu politikaları, Diğer taraftan, Amerikan yardımları alınırken “Amerika’ya karşı çıkmak komünistliktir” diyen dönemin muktedirleri, Amerika’nın kendilerinden artık hizmet almayacağı beyanına müteakip hiç öyle olmamasına rağmen yandaşları tarafından bize “Amerika’ya karşı geldiler diye başlarına gelmedik kalmadı” diye sunulmaları da, olsa olsa kara mizahtır…Bilindiği üzere tüm bu trajikomik yaşananlar ve başımıza gelenler, II. Paylaşım (Dünya) Savaşı sonrasında, 1948 te yürürlüğe konan yeşil kuşak projesi kapsamında yaşanır ve başta Türkiye ve Yunanistan’ın bulunduğu 16 ülkenin gizli işgalini hedefleyen ABD’nin dönem itibariyle dışişleri bakanı George Marshall’ın adını taşıyan “Marshall yardımı” adı altında yürütülen bir operasyonun parçalarıdır. 16 Ülke arasında Marshall yardım planına kendi isteğiyle katılan, hatta bir hayli fazla kapı eşiği aşındırarak dâhil olmanın başarıldığı dersek ayıp ve yanlış yapmayız ve ABD’nin yeni sömürgecilik prensipleriyle teçhiz ettiği işte bu paket canım Yurdumun artık bir daha asla ve kata kurtulamayacağı bir bağımlılığın başlangıç noktasıdır. Başlarda ABD emperyalizmini Ancak artık iş işten geçmiş, halkın üretim ve tüketim alışkanlıkları değişmiş ve yaratılan işbirlikçi siyaset erbabı vasıtasıyla da canım yurdum dizlerinin üstüne çökertilmiştir.
Diğer taraftan; mezkûr dönemde dağıtılan bu sütlerin, peynirlerin tüketilmesi halinde da insanların şakayla karışık boylarının kısa kalacağı iddia edilmiş idi, ancak boylarda bir kısalma gözlenmemiştir ama beyin diye taşıdığımız organa çok ciddi şekilde dikkat kesilmeliyiz. Amerikan yardımlarının kendini, süttozu, peynir, balıkyağlarıyla gösterdiği yıllarda, canım Yurdumun, damızlık hayvanları ve tohumları ile karakterinin tamamen değiştirilme çabasındaki tarımının ve yukarıda kısaca değindiğim yardımlar ile de siyasi ve kültürel yapısının Amerikalılaştırılmaya çalışılmasını hicveder burada yazar… Ve bu ahlaksız teklif ve yaklaşımlara direnilemeyen canım yurdumda, siyasi ve ekonomik yatırımların uzun yıllar sonra sonuçları şimdi gözümüzün önündedir, Amerikanperverlere hayırlı uğurlu olsun…
Son söz; küçük Amerika olacağız de, sonra da git Türkmenistan’a benze, tam bizim meşrebe uygun bir durum.
Kayseri Tayyare THK Uçak Fabrikası THK fabrikaların kapatılması
Kayseri Tayyare THK Uçak Fabrikası THK fabrikaların kapatılması/Bir Dönem Nasıl Kapanıyor?
Türkiye’nin ilk uçak fabrikası paylaşmak istedim. okurken, bolca düşünce jimnastiği yapmanızı tavsiye ederim. Bu canım fabrikanın sonunu 1950'de Marshall yardımları getirmiştir. 1950 yılında başlayan Amerikan Marshall Yardımı Programı kapsamında uçak fabrikası kapatıldı. Fabrika ve tesisleri, uçak bakım ve onarımı için kullanılmaya başlandı. Kayseri Hava İkmal ve Bakım Merkezi oldu.
İşte bir zamanlar kendi uçağımızı ürettiğimiz eski fabrikada, yeni bakım merkezi sahasında,
Genç Cumhuriyet’in kurucusu büyük önder Mustafa Kemal, güçlü olmanın yolunun teknolojiye ayak uydurmadan geçtiğini çok iyi biliyordu. Çünkü Birinci Dünya Savaşı ve daha sonra Kurtuluş Savaşı süresince uçak sanayimizin bulunmayışı büyük sıkıntılara sebep olmuştur. Bu sıkıntılar kimi zaman öyle boyutlara ulaşmıştır ki, malzemesizlik ve bakımsızlıktan uçaklar onarılamaz hale gelinmiştir.
Bu durumu bizzat yasayan büyük önder Atatürk, savunma ve harp sanayi konusundaki son teknolojiyi temsil eden havacılık sanayinin kurulması için Cumhuriyet'in ilanından sonra direktif vermiştir.
Bunun üzerine ülke yöneticileri arayış içine girdiler. Yapılan çalışmalar sonunda yüzlerini Almanya’ya çevirdiler. Çünkü Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan antlaşma gereği Almanya’da savaş uçağı yapımı yasaklanmıştı. Bu nedenle Alman Junkers firması yurtdışında arayışlara başladı. Bunun neticesi olarak Ruslarla birlikte Moskova yakınındaki Fili kasabasında bir uçak üretim tesisi kuruldu. Bu şirketle Türk Hükümeti de temasa geçti. Yapılan ön görüşmeler sonunda, şirket genç Türkiye ile anlaşma sağladı.
Çalışmaların sonucunda, Türk Tayyare Cemiyeti ile alınan uçak üreticisi Junkers Flugzeugwerke A.G. arasında 15 Ağustos 1925 tarihinde yapılan anlaşma gereğince, Türkiye'de uçak ve motorlarını imal etmek amacıyla Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi (TOMTAS) kurulmuştur. Fabrikanın Merkezi Ankara'da olan şirket ilk olarak Eskişehir'de küçük bir tesis kurarak Hava Kuvvetlerinde bulunan Junkers uçaklarının küçük onarım işlerini yapmaya başlamıştır. Ayrıca Hava Kuvvetlerinde bulunan Junkers uçaklarını geniş çaplı bakımlarını yapmak ve üretimini gerçekleştirmek amacıyla Kayseri'de bir fabrika kurulması kararlaştırılmıştır. Bu fabrikanın Kayseri'de kurulmasında, etrafı dağlarla çevrili bir ovadaki şehrin stratejik konumunun ve havacılık için birinci derecede önemli olan, şehrin güney kesimindeki geniş ve düz bir alanın varlığı önemli birer etken olmuştur.
Kurulacak fabrika için her türlü teçhizat Almanya'dan getirilmiştir. Gerekli malzemeler Hamburg'dan Mersin'e kadar denizyolu ile Mersin'den Ulukışla'ya kadar trenle, Ulukışla'dan Kayseri'ye dek ise zamanın en çok kullanılan ulaşım aracı kağnı ve develerle taşınmıştır. Tamamını çelik konstrüksiyon olan 11 liangarm temeli atılmış, bunların 6'sının inşaatı 1 yıl içinde tamamlanmış ve tezgahlar monte edilmiştir. Fabrikanın kurulmasında ve işletmeye açılmasında kalifiye insan gücü ihtiyacı, Almanya'dan getirilen 5 mühendis, 120 Alman işçisinin yanı sıra 240 Türk isçisi ile karşılanmıştır.Fabrika 6 Ekim 1926'da Milli Müdafaa Vekili Recep PEKER, TOMTAS İdare Meclisi Baskanı Refik KORALTAN ve Kayseri Belediye Reisi İbrahim SEFA tarafından açılmıştır.
Fabrikada 6 hangarda, birisi 100 Kw'hk, ikisi de 200 Kw olan dizel motorlarından enerji elde edilerek, 170 personel ile faaliyete başlanmıştır. Böylece şehirde modern tarzda ilk büyük sanayi tesisi üretime geçmiştir. Aynı zamanda fabrikadaki Türk işçileri, daha doğrusu Kayseri halkı da makine, motor ve metalle tanışmıştır.
Fabrikanın açılmasıyla birlikte, JUNKERS A 20, F 13 ve G-23 uçaklarının bakım, onarım ve revizyon işlemlerine başlanmıştır. Fabrikada çalışan Alman isçi ve mühendislere verilen yüksek ücretlerin bakım ve onarım maliyetlerini artırması, Alman ve Türk personel arasında huzursuzluğa yol açan ücret farkı, anlaşma gereği yükümlülüklerden bazılarının yerine getirilmemesi gibi sebeplerden dolayı anlaşmazlık çıkmış ve şirket 28 Haziran 1928 tarihinde kapatılmıştır.
1930 yılında Tayyare Cemiyeti, şirketi hesabına tasfiye ederek fabrikayı Milli Müdafaa Vekaleti'ne devretmiş ve yıl sonuna doğru tekrar uçakların bakım ve onarımına devam edilmiştir. Mevcut tesisler 1932 yılında Tayyare Fabrikası adım atmıştır. 1932 yılında Milli Müdafaa Vekaleti ile Amerikan ilie Curtiss Aeroplane and Motor Company mc. Firması arasında yapılan anlaşma sonucu, Curtiss Hawk ve Fledgllng uçaklarının üretimine başlanmıştır. Toplam 33 adet Curtiss Hawk ve 8 adet Fledgling uçağı imal edildikten sonra bu uçakların üretimine son verilmiştir. Fabrikada imal edilen Fledglinglerden birisi Yzb. Enver AKOLU (Emekli General) tarafından Tahran'a götürülerek Türk Devletinin hediyesi olarak İran'a verilmiştir.
Fabrikada imal edilen ve revizyonu(yenileme) yapılan uçaklar iniş ve kalkış için fabrikaya 5 km. mesafede, şehrin batısında bulunan Çorakçılar Mevkiine şehrin caddeleri dar olduğu için kanatları sökülüp atlı arabalarla çekilerek götürülüp getirilmiştir. Tecrübe uçuşlarını genç Türk pilotları gerçekleştirmiştir.
1933 ortalama doğru fabrika tümüyle Milli Müdafaa Vekaleti'ne devredilerek yeniden bir açılış yapılmıştır. 1935 yılında 3 ayrı tipte toplam 50 adet planör, Türkkuşu adına imal edilmiştir. 1933-1934 yıllarında fabrika sahasındaki meydan uçuşa açılmıştır. 1936 yılında Alman uçak üreticisi Gothear Waggoii Fabrik A.G. ile lisans anlaşması yapılarak 1937 yılından itibaren Gotha 145 uçaklarının, üretimine başlanmış ve bu uçaklardan toplam 45 adet imal edilmiştir.
Yine 1936 yılında Polonya'nın Panstwowe Zaklady Ionicze firması ile lisans anlaşması yapılarak 1937 yılından itibaren PZL- 24A -24C uçaklarının imalatına başlanmıştır. Bu uçaklardan da toplam 24 adet üretilmiştir. 1940 yılında ise İngiliz Philhips And Powis Aircraft Ltd. firmasıyla lisans anlaşması yapılarak Magister imalatına başlanmıştır. Bu uçaktan toplam 24 adet imal edilmiştir. Yaklaşık 10 yıl içerisinde 5 farklı tipte toplam 134 uçak üretilmiştir. Ayrıca 1937-1947 yılları arasında 24 tip uçak fasbatı ve 14 tip motor revizyonu gerçekleştirilmiştir. 1950 yılından itibaren Tayyare Fabrikası'nın adı kaldırılarak Hava ikmal Merkezine dönüştürülmüştür. Tesis, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na ait pervaneli uçakların, onarım ve fasbatların, muhtelif tip taşıt araçları ile yer teçhizatı onarım ve revizyonlarını üstlenmiştir.
Dış kaynaklardan yedek malzeme temini güçleştikçe, Hava Kuvvetlerinin ikmal, bakım ve onarım gücünün devam için fabrika geliştirilerek bir kısmı malzemenin üretimine geçilmiştir. Türkiye'deki üç ikmal merkezinden biri olan Kayseri İkinci Hava İkmal Bakımı Merkezi'nde günümüzde yüksek teknolojik sistemlerle Hava Kuvvetlerinin ihtiyaçları yönünde üretim yapılmaktadır.
Kayseri’de üretilen Gotha Go-145 Uçakları
İkinci Dünya Savaşı sonrasında; 1948 -1952 yılları arasında ABD hükümetinin, Marshall Planı adı altında, Türkiye’ye uyguladığı ekonomik yardım çerçevesinde uçak ve motor vermesi THK Uçak ve Motor Fabrikaları’nın üretim faaliyetlerini sekteye uğratmıştır. THK fabrikalarının yeterli sipariş alamamasında dönemin yöneticilerinin yerli üretime olan güvensizliği büyük rol oynamıştır. 1952’de uçak fabrikası, 1954’te uçak motoru fabrikası Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’na devredilmiştir, yani kapatılmıştır. Türkiye’nin uçak fabrikası macerası, vahşi kapitalizmin hışmına uğramıştır. Şu anda genellikle dışa bağımlı montaj sanayi şeklinde çalışmaktadır.
Faydalanılan Kaynaklar
1-Havacılık Tarihinde Türkler ( Yavuz KANSU, Sermet ŞENSÖZ, Yılmaz ÖZTUNA)
2-Türkiye'nin İlk Uçak Fabrikasını Kuran Adam Nuri DEMİRAĞ ( Semih İNCEÖZ )
3-Aksiyon Dergisi; 15 - 21 Haziran 1996 Türk Havacılık Sanayii ( H. Nadir BIYIKOĞLU )
4-Ankara; 1991 Etimesgut Uçak Fabrikası ve Endüstrimiz ( Şükrü ER )
Arşivden:İlk Türk Savaş Uçağı ve Kayseri
1975 yılında başlanan denizaltının adı TCG Yaldıray'dır.
1975- İlk Türk denizaltısının yapımına Gölcük Tersanesi'nde başlandı.
Türkiye’nin ilk uçak fabrikası paylaşmak istedim. okurken, bolca düşünce jimnastiği yapmanızı tavsiye ederim. Bu canım fabrikanın sonunu 1950'de Marshall yardımları getirmiştir. 1950 yılında başlayan Amerikan Marshall Yardımı Programı kapsamında uçak fabrikası kapatıldı. Fabrika ve tesisleri, uçak bakım ve onarımı için kullanılmaya başlandı. Kayseri Hava İkmal ve Bakım Merkezi oldu.
İşte bir zamanlar kendi uçağımızı ürettiğimiz eski fabrikada, yeni bakım merkezi sahasında,
Genç Cumhuriyet’in kurucusu büyük önder Mustafa Kemal, güçlü olmanın yolunun teknolojiye ayak uydurmadan geçtiğini çok iyi biliyordu. Çünkü Birinci Dünya Savaşı ve daha sonra Kurtuluş Savaşı süresince uçak sanayimizin bulunmayışı büyük sıkıntılara sebep olmuştur. Bu sıkıntılar kimi zaman öyle boyutlara ulaşmıştır ki, malzemesizlik ve bakımsızlıktan uçaklar onarılamaz hale gelinmiştir.
Bu durumu bizzat yasayan büyük önder Atatürk, savunma ve harp sanayi konusundaki son teknolojiyi temsil eden havacılık sanayinin kurulması için Cumhuriyet'in ilanından sonra direktif vermiştir.
Bunun üzerine ülke yöneticileri arayış içine girdiler. Yapılan çalışmalar sonunda yüzlerini Almanya’ya çevirdiler. Çünkü Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan antlaşma gereği Almanya’da savaş uçağı yapımı yasaklanmıştı. Bu nedenle Alman Junkers firması yurtdışında arayışlara başladı. Bunun neticesi olarak Ruslarla birlikte Moskova yakınındaki Fili kasabasında bir uçak üretim tesisi kuruldu. Bu şirketle Türk Hükümeti de temasa geçti. Yapılan ön görüşmeler sonunda, şirket genç Türkiye ile anlaşma sağladı.
Çalışmaların sonucunda, Türk Tayyare Cemiyeti ile alınan uçak üreticisi Junkers Flugzeugwerke A.G. arasında 15 Ağustos 1925 tarihinde yapılan anlaşma gereğince, Türkiye'de uçak ve motorlarını imal etmek amacıyla Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi (TOMTAS) kurulmuştur. Fabrikanın Merkezi Ankara'da olan şirket ilk olarak Eskişehir'de küçük bir tesis kurarak Hava Kuvvetlerinde bulunan Junkers uçaklarının küçük onarım işlerini yapmaya başlamıştır. Ayrıca Hava Kuvvetlerinde bulunan Junkers uçaklarını geniş çaplı bakımlarını yapmak ve üretimini gerçekleştirmek amacıyla Kayseri'de bir fabrika kurulması kararlaştırılmıştır. Bu fabrikanın Kayseri'de kurulmasında, etrafı dağlarla çevrili bir ovadaki şehrin stratejik konumunun ve havacılık için birinci derecede önemli olan, şehrin güney kesimindeki geniş ve düz bir alanın varlığı önemli birer etken olmuştur.
Kurulacak fabrika için her türlü teçhizat Almanya'dan getirilmiştir. Gerekli malzemeler Hamburg'dan Mersin'e kadar denizyolu ile Mersin'den Ulukışla'ya kadar trenle, Ulukışla'dan Kayseri'ye dek ise zamanın en çok kullanılan ulaşım aracı kağnı ve develerle taşınmıştır. Tamamını çelik konstrüksiyon olan 11 liangarm temeli atılmış, bunların 6'sının inşaatı 1 yıl içinde tamamlanmış ve tezgahlar monte edilmiştir. Fabrikanın kurulmasında ve işletmeye açılmasında kalifiye insan gücü ihtiyacı, Almanya'dan getirilen 5 mühendis, 120 Alman işçisinin yanı sıra 240 Türk isçisi ile karşılanmıştır.Fabrika 6 Ekim 1926'da Milli Müdafaa Vekili Recep PEKER, TOMTAS İdare Meclisi Baskanı Refik KORALTAN ve Kayseri Belediye Reisi İbrahim SEFA tarafından açılmıştır.
Fabrikada 6 hangarda, birisi 100 Kw'hk, ikisi de 200 Kw olan dizel motorlarından enerji elde edilerek, 170 personel ile faaliyete başlanmıştır. Böylece şehirde modern tarzda ilk büyük sanayi tesisi üretime geçmiştir. Aynı zamanda fabrikadaki Türk işçileri, daha doğrusu Kayseri halkı da makine, motor ve metalle tanışmıştır.
Fabrikanın açılmasıyla birlikte, JUNKERS A 20, F 13 ve G-23 uçaklarının bakım, onarım ve revizyon işlemlerine başlanmıştır. Fabrikada çalışan Alman isçi ve mühendislere verilen yüksek ücretlerin bakım ve onarım maliyetlerini artırması, Alman ve Türk personel arasında huzursuzluğa yol açan ücret farkı, anlaşma gereği yükümlülüklerden bazılarının yerine getirilmemesi gibi sebeplerden dolayı anlaşmazlık çıkmış ve şirket 28 Haziran 1928 tarihinde kapatılmıştır.
1930 yılında Tayyare Cemiyeti, şirketi hesabına tasfiye ederek fabrikayı Milli Müdafaa Vekaleti'ne devretmiş ve yıl sonuna doğru tekrar uçakların bakım ve onarımına devam edilmiştir. Mevcut tesisler 1932 yılında Tayyare Fabrikası adım atmıştır. 1932 yılında Milli Müdafaa Vekaleti ile Amerikan ilie Curtiss Aeroplane and Motor Company mc. Firması arasında yapılan anlaşma sonucu, Curtiss Hawk ve Fledgllng uçaklarının üretimine başlanmıştır. Toplam 33 adet Curtiss Hawk ve 8 adet Fledgling uçağı imal edildikten sonra bu uçakların üretimine son verilmiştir. Fabrikada imal edilen Fledglinglerden birisi Yzb. Enver AKOLU (Emekli General) tarafından Tahran'a götürülerek Türk Devletinin hediyesi olarak İran'a verilmiştir.
Fabrikada imal edilen ve revizyonu(yenileme) yapılan uçaklar iniş ve kalkış için fabrikaya 5 km. mesafede, şehrin batısında bulunan Çorakçılar Mevkiine şehrin caddeleri dar olduğu için kanatları sökülüp atlı arabalarla çekilerek götürülüp getirilmiştir. Tecrübe uçuşlarını genç Türk pilotları gerçekleştirmiştir.
1933 ortalama doğru fabrika tümüyle Milli Müdafaa Vekaleti'ne devredilerek yeniden bir açılış yapılmıştır. 1935 yılında 3 ayrı tipte toplam 50 adet planör, Türkkuşu adına imal edilmiştir. 1933-1934 yıllarında fabrika sahasındaki meydan uçuşa açılmıştır. 1936 yılında Alman uçak üreticisi Gothear Waggoii Fabrik A.G. ile lisans anlaşması yapılarak 1937 yılından itibaren Gotha 145 uçaklarının, üretimine başlanmış ve bu uçaklardan toplam 45 adet imal edilmiştir.
Yine 1936 yılında Polonya'nın Panstwowe Zaklady Ionicze firması ile lisans anlaşması yapılarak 1937 yılından itibaren PZL- 24A -24C uçaklarının imalatına başlanmıştır. Bu uçaklardan da toplam 24 adet üretilmiştir. 1940 yılında ise İngiliz Philhips And Powis Aircraft Ltd. firmasıyla lisans anlaşması yapılarak Magister imalatına başlanmıştır. Bu uçaktan toplam 24 adet imal edilmiştir. Yaklaşık 10 yıl içerisinde 5 farklı tipte toplam 134 uçak üretilmiştir. Ayrıca 1937-1947 yılları arasında 24 tip uçak fasbatı ve 14 tip motor revizyonu gerçekleştirilmiştir. 1950 yılından itibaren Tayyare Fabrikası'nın adı kaldırılarak Hava ikmal Merkezine dönüştürülmüştür. Tesis, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na ait pervaneli uçakların, onarım ve fasbatların, muhtelif tip taşıt araçları ile yer teçhizatı onarım ve revizyonlarını üstlenmiştir.
Dış kaynaklardan yedek malzeme temini güçleştikçe, Hava Kuvvetlerinin ikmal, bakım ve onarım gücünün devam için fabrika geliştirilerek bir kısmı malzemenin üretimine geçilmiştir. Türkiye'deki üç ikmal merkezinden biri olan Kayseri İkinci Hava İkmal Bakımı Merkezi'nde günümüzde yüksek teknolojik sistemlerle Hava Kuvvetlerinin ihtiyaçları yönünde üretim yapılmaktadır.
Kayseri’de üretilen Gotha Go-145 Uçakları
İkinci Dünya Savaşı sonrasında; 1948 -1952 yılları arasında ABD hükümetinin, Marshall Planı adı altında, Türkiye’ye uyguladığı ekonomik yardım çerçevesinde uçak ve motor vermesi THK Uçak ve Motor Fabrikaları’nın üretim faaliyetlerini sekteye uğratmıştır. THK fabrikalarının yeterli sipariş alamamasında dönemin yöneticilerinin yerli üretime olan güvensizliği büyük rol oynamıştır. 1952’de uçak fabrikası, 1954’te uçak motoru fabrikası Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’na devredilmiştir, yani kapatılmıştır. Türkiye’nin uçak fabrikası macerası, vahşi kapitalizmin hışmına uğramıştır. Şu anda genellikle dışa bağımlı montaj sanayi şeklinde çalışmaktadır.
Faydalanılan Kaynaklar
1-Havacılık Tarihinde Türkler ( Yavuz KANSU, Sermet ŞENSÖZ, Yılmaz ÖZTUNA)
2-Türkiye'nin İlk Uçak Fabrikasını Kuran Adam Nuri DEMİRAĞ ( Semih İNCEÖZ )
3-Aksiyon Dergisi; 15 - 21 Haziran 1996 Türk Havacılık Sanayii ( H. Nadir BIYIKOĞLU )
4-Ankara; 1991 Etimesgut Uçak Fabrikası ve Endüstrimiz ( Şükrü ER )
THK fabrikaların kapatılması/Bir Dönem Nasıl Kapanıyor?
Tayyare Fabrikasından bir fotoğraf, dedemin makinasıyla çekilmiş. Mutemelen 50 li yılların başı... Fabrika dolusu işçilerin gözlerindeki ifade hep heyecanlandırır beni. Bir hedefe yürüdüklerini biliyorlar...İyiki bu günleri görmüyorlar... Onların fabrikaları tarihi eser oldu... Onların Tayyare Fabrikası , Ana Tamir ambarı oldu...
Arşivden:İlk Türk Savaş Uçağı ve Kayseri
KAYSERİ UÇAK FABRİKASINA KAĞNILARLA MALZEME TAŞINIRKEN 1927
THK Etimesgut Uçak Fabrikası, Etüt Bürosu (AR-GE) 1941-1950 (Şükrü ER arşivi)
1950 yılından itibaren Tayyare Fabrikası'nın adı kaldırılarak Hava ikmal Merkezine dönüştürülmüştür. Tesis, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na ait pervaneli uçakların, onarım ve fasbatların, muhtelif tip taşıt araçları ile yer teçhizatı onarım ve revizyonlarını üstlenmiştir.Dış kaynaklardan yedek malzeme temini güçleştikçe, Hava Kuvvetlerinin ikmal, bakım ve onarım gücünün devam için fabrika geliştirilerek bir kısmı malzemenin üretimine geçilmiştir. Türkiye'deki üç ikmal merkezinden biri olan Kayseri 2. Hava İkmal Bakini Merkezi'nde günümüzde yüksek teknolojik sistemlerle Hava Kuvvetlerinin ihtiyaçları yönünde üretim yapılmaktad
THK-15 “UĞUR” Başlangıç Eğitim Uçağı, 1949 (Şükrü ER arşivi)
THK–5 Ambulans Uçağı, T.H.K. Uçak Fabrikası, 1946 (Şükrü ER arşivi)
THK-1, 3, 4, 7, 9, 13 planörleri ile THK-2, 5 ve 10 tiplerinde eğitim, sağlık ve nakliye uçakları üretildi.
UCAK_UTHK Etimesgut Uçak Fabrikası, Etüt Bürosu (AR-GE) 1941-1950 (Şükrü ER arşivi)
Türk Hava Kurumu, Etimesgut Uçak Fabrikası, 1939-1950 (Şükrü ER arşivi)Bir Dönem Nasıl Kapanıyor?
Türk Hava Kurumu, Etimesgut Uçak Fabrikası, Havacılık günü sergisi, 1949 (Şükrü ER arşivi)
THK-1, 3, 4, 7, 9, 13 planörleri ile THK-2, 5 ve 10 tiplerinde eğitim, sağlık ve nakliye uçakları üretildi.
THK–16 “Mehmetçik” Jet Motorlu Eğitim Uçağı, 1950 (Modelleme: Özkan Türkler)
THK-1, 3, 4, 7, 9, 13 planörleri ile THK-2, 5 ve 10 tiplerinde eğitim, sağlık ve nakliye uçakları üretildi.Ülkemizde küçük atölyelerin yaptığı motor imalat denemeleri bir tarafa bırakılırsa, ilk motor fabrikasının THK tarafından Gazi Orman Çiftliği'nde kurulduğunu söyleyebiliriz. Bu fabrikanın çalışmaları 1951 yılına kadar sürdü ve dönemin getirdiği koşullar nedeniyle aynı yıl Makina ve Kimya Endüstrisi'ne devredildi. Bu fabrika 1952'de tamamen kapatıldı
Kayseri Tayyare THK Uçak Fabrikası
Bugün ülkemizde samanı ithal eden devletimizin yöneticileri; Atatürk`e laf ederken onun neler başardığını biliyorlarmı acaba? 12 yıllık iktidarları döneminde tek bir fabrika açmayan bu ülkenin yöneticileri hiç düşünmüyorlarmı Atatürk`ü bu ülkeden silmeye çalışırlarken kimi silmeye çalıştıklarını.. Buyrun Atatürk`ün kurduğu Kayseri Tayyare Fabrikası..
Buyrun Atatürk`ün kurduğu Kayseri Tayyare THK Uçak Fabrikası
THK Uçak Fabrikası
Kayseri Tayyare THK Uçak Fabrikası(1930)
1950 yılında başlayan Amerikan Marshall Yardımı Programı kapsamında uçak fabrikası kapatıldı. Fabrika ve tesisleri, uçak bakım ve onarımı için kullanılmaya başlandı. Kayseri Hava İkmal ve Bakım Merkezi oldu.
İşte bir zamanlar kendi uçağımızı ürettiğimiz eski fabrikada, yeni bakım merkezi sahasında, başkalarının ürettiği, parayla satın aldığımız uçak için şenlik düzenliyoruz. Ne için alındığını, ne işe yarayacağını, parasını nasıl ödediğimizi bilemesek de “Vatana, millete hayırlı olsun” demekten başka yapacağımız bir şey yoktur.
DİPNOT;
Amerika ile ittifak yapılınca, o zamanki Demokrat Parti hükümeti, bütün silâhlarımızı nasıl olsa Amerika verecek gerekçesiyle, Kırıkkale ve Kayseri'deki askerî fabrikaları traktör fabrikası haline getirmiş, böylece iktisadî kalkınmaya katkıda bulunuyoruz diye tarihin affetmeyeceği bir hatâ yapmıştı.
Amerika bir mendeburdur. Köksüz bir haydut topluluğudur. Belâsını bulacaktır. Biz ise 30 yüzyıllık tarihin hâsılası olan ve birçok insanî erdemleri bulunan bir millet olarak bu aşağılıklarla her türlü ilişiğimizi kesmeliyiz.
5 Ağustos 1975 Ötüken, 1975, Sayı: 8
Hüseyin Nihâl ATSIZ
Amerika ile ittifak yapılınca, o zamanki Demokrat Parti hükümeti, bütün silâhlarımızı nasıl olsa Amerika verecek gerekçesiyle, Kırıkkale ve Kayseri'deki askerî fabrikaları traktör fabrikası haline getirmiş, böylece iktisadî kalkınmaya katkıda bulunuyoruz diye tarihin affetmeyeceği bir hatâ yapmıştı.
Amerika bir mendeburdur. Köksüz bir haydut topluluğudur. Belâsını bulacaktır. Biz ise 30 yüzyıllık tarihin hâsılası olan ve birçok insanî erdemleri bulunan bir millet olarak bu aşağılıklarla her türlü ilişiğimizi kesmeliyiz.
5 Ağustos 1975 Ötüken, 1975, Sayı: 8
Hüseyin Nihâl ATSIZ
1974 te gölcük tersanesinde 2 havuzda türk mühendislerinin marifetiyle 2 havuzdada ülkemin insanları savaş gemisi inşa ediyordu işte yalan söyleyenlerin durumu
1975 yılında başlanan denizaltının adı TCG Yaldıray'dır.
1975- İlk Türk denizaltısının yapımına Gölcük Tersanesi'nde başlandı.
Kayseri Tayyare THK Uçak Fabrikası(1930)
“1971: İlk refakat gemimizi, Gölcük Tersanesi'nde inşa ettik.
1975: İlk denizaltımızı, Gölcük Tersanesi'nde inşa ettik.
1978: İlk hücumbotumuzu, Taşkızak Tersanesi'nde inşa ettik.
1988: İlk fırkateynimizi Gölcük Tersanesi'nde inşa ettik.
1990: Bir fırkateynimiz, Ertuğrul Şehitlerini anma Törenleri için Japonya'daydı.
1978: İlk hücumbotumuzu, Taşkızak Tersanesi'nde inşa ettik.
1988: İlk fırkateynimizi Gölcük Tersanesi'nde inşa ettik.
1990: Bir fırkateynimiz, Ertuğrul Şehitlerini anma Törenleri için Japonya'daydı.
Yıllar sonra, 1988’de, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Türk Silahlı Kuvvetleri ortak projesi harekete geçirildi. Tuzla’da, “Askeri Jeep (jip) Üretimi”… Ve Tuzla Jeep Fabrikası, 1990’da seri üretime geçti. 15 yıldan fazla sürede, yerli 13 bin kadar askeri jip üretti, çeşit çeşit; her ihtiyacı karşılayan… Sonra, 2006’da, üretim durduruldu, hiçbir açıklama yapılmadan!.. “İhtiyaç yok” denildi. Artık ihtiyaçlar daha pahalıya gelen ithal araçlarla gideriliyor…
'Türkiye'de hiç bir başarı cezasız kalmaz...' Türk Malı Jeep'in Gizem
Yıllar sonra, 1988’de, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Türk Silahlı Kuvvetleri ortak projesi harekete geçirildi. Tuzla’da, “Askeri Jeep (jip) Üretimi”… Ve Tuzla Jeep Fabrikası, 1990’da seri üretime geçti. 15 yıldan fazla sürede, yerli 13 bin kadar askeri jip üretti, çeşit çeşit; her ihtiyacı karşılayan… Sonra, 2006’da, üretim durduruldu, hiçbir açıklama yapılmadan!.. “İhtiyaç yok” denildi. Artık ihtiyaçlar daha pahalıya gelen ithal araçlarla gideriliyor…
Yerli malı kullanmalı” ise... Tamamı yerli olan Tuzla Jeep’lerinin üretimine neden son verildi, bilen var mı?
Yerli malı kullanmalı” ise... Tamamı yerli olan Tuzla Jeep’lerinin üretimine neden son verildi, bilen var mı?
Tuzla üretimi askeri araçlar halen TSK’da kullanılıyor. Bu üretimlerin ayrıntıları, “askeri proje” olması nedeniyle saydamlıktan uzak tutuldu. Üretimin neden durdurulduğunu değil kamuoyu ve basın; projede görev alan askeri ve sivil uzmanlar dahi anlayamadı, açıklayamadı. Tuzla’da Jeep’lerin üretildiği fabrika, 1954 yılında, “Türk Willys Overland” adıyla kurulmuştu. Türkiye’nin ilk otomotiv fabrikası sayılan bu yerde, ABD’den getirilen parçalar yerli parçalarla montajlanarak sivil ve askerî amaçlı Jeep, kamyonet üretiliyordu. Fabrika daha sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’ne devredildi. 1986 yılından itibaren ‘T Model’ adıyla jiplerin yerlileştirilmesi çalışmalarına geçildi. 1990’lı yıllarda da yüzde yüz yerli GT ve GTD Model olarak askerî jip üretimine başlandı. Araçlara ait marka tescili, 1995’te Türk Patent Enstitüsü tarafından ‘Tuzla 1013’ adı ve ‘T’ logosuyla yapıldı. Ayrıca, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Sanayi Genel Müdürlüğü’nden araç tip onay belgeleri alınarak, ihracat için gerekli şartlar elde edildi.
NE OLDU ? NEDEN OLDU?
“Tuzla Jeep Fabrikası’nda üretime neden son verildi?” sorusunu, bu işin içinde olan kime sorarsak soralım, yüzlerinde anlamlı, hüzünlü bir ifade gördük. Yanıt hep aynı: “Bilmiyorum. Anlamadım.” Ama sanki biliyorlar, anlıyorlar da söyleyemiyorlar gibi… Bu konuda, en açık konuşan ve bilgilendiren isim, Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rahmi Güçlü. Kendisi, Tuzla Fabrikası’nda yerli jip üreten ekibin içinde yıllarca görev üstlenmiş bir mühendis ve akademisyen… “Neler oldu? Neden oldu? Tuzla Jeep Fabrikası’nın yerli üretimi neden durduruldu?” sorusuna yanıt verirken, “Bu konuyu yetkililer de bilmiyor. Yanıtı ancak üst düzey makam ve yetkililer verebilir, onlara sormak lazım. Ordu’nun bir konsept değişikliği yapacağı, imalat sektöründen çıkacağı, farklı bir konsepte gireceği şeklinde bir düşünce ifade ediliyordu. Bu fabrikada üretimin durdurulacağı, hatta fabrikanın kapatılacağı zaten sürekli konuşulan bir şeydi. Birileri bu işten memnunken, birileri de rahatsız olmuş olabilir” diyerek söze başlayan Prof. Güçlü şöyle devam ediyor: “İmalat kolay iş değil. Yatırım, risk gerektirir. Herkes bunu göze alamıyor. Çoğu sanayici bundan kaçınıyor, ithalat kolaya geliyor. TSK da bugün ithal ediyor… Bizim yapmaya, gerçekleştirmeye çalıştığımız; yerli olarak ürettiğimiz ama her seferinde içeriden ve dışarıdan önümüzün kesildiği onlarca proje var. Devrim arabaları bir örnek… Benzin unutuldu diye proje iptal edilir mi? Buna kim inanır? Türkiye uçak yapıp Hollanda’ya ihraç ettiği zaman da proje durduruldu. Dış güçler engel oluyor ama tabii içerden de onlara destek olanlar çıkıyor.”
“Tuzla Fabrikası, Türkiye’nin yerli malı ilk seri üretim otomotiv fabrikasıdır. Burada 4 x 4 yerli askeri arazi araçları üretildi, 15 farklı model… Komutan aracı, personel aracı, mobil silah araçları, ambülans… Ben kesin cümlelerle şunu ifade edeyim: Bu projede geldiğimiz noktada ürettiğimiz araçlar, teknolojik açıdan, yurtdışından ithal edilen araçlardan çok daha üstündü. İthal taşıtların tırmanamadığı eğime bizimkiler tırmanır…”
SORUŞTURMA İHTİYACI
Türkiye’nin ilk ulusal yer gözlem uydusu Göktürk-2 projesinde de yer alan Prof. Dr. Rahmi Güçlü, 2006 sürecini “üzücü bir nokta” olarak nitelendirirken ve “Yetkililer tarafından araştırılması, niye böyle olduğunun soruşturulması, sorgulanması gerekir” derken, mevcut sistem ve altyapının farklı bir açıdan ele alınabileceği, üretime tekrar başlanabileceği mesajını veriyor: “Bugün milli uydumuz Göktürk-2’nin üretilmesi ne kadar önemliyse, 1990’lı yıllarda yerli bir askeri araç tasarlamak ve üretmek de o kadar önemliydi, bugün de halen çok önemli. Bu projenin kahramanları var: Ben o zamanlar Yıldız Teknik Üniversitesi Araştırma Görevlisi olarak ekipteydim. Bir avuç Türk mühendisin ve komutanın örnek gösterilecek başarısıdır bu. Ders kitaplarına, tarihe not düşülecek bir konudur. TSK açısından stratejik önemi çok büyük bir proje ve üretimdi. Ben inanıyorum ki bugün bile böyle bir yerli üretim olanak ve teknolojisine sahip fabrika pek yoktur. O tarihte vites kutusu hataları, orada kurduğumuz deney setiyle tespit edilebiliyor ve böylece tüm vites kutusu hatalı diye çöpe atılmıyordu. Her ihtiyaç ya fabrikada üretildi veya iç piyasadan temin edildi. Üretilen araçların maliyeti, ithal edilenlerin maliyetinin çok altındaydı.”
İRADE MESELESİ
“Yurtdışına, ithalata harcanan paranın çok daha az bir bölümü bu projenin yürütülmesine ve geliştirilmesine harcansaydı bugün dünya markası jiplerimiz olurdu” diyen Prof. Rahmi Güçlü şöyle konuşuyor: “Böyle bir kabiliyet var, böyle bir başarı yakalanmış. Memleketi, ulusal çıkarları düşünen komutanların başlattığı bir proje… İrade meselesi… Bu araçları tatbikatlarda gören, satın almak isteyen İran, Pakistan gibi ülkeler oldu. O dönemde mevzuat elvermedi. Üretim devam etseydi, sivil ihtiyaçlara yönelik talepler de karşılanabilirdi. Üretim durduruldu ama fabrika yerinde… Parça üretiliyor, mevcut askeri araçlara lojistik destek sürüyor. Orası daha verimli hale nasıl gelir, imalat yapılabilir mi, gözden geçirmek lazım. İnsanımız çalışkandır, beyin gücümüz de var. İrade ve teşvik gerekiyor. Bu ülkenin başaramayacağı hiçbir şey yok. Tuzla Jeep Fabrikası’nda Jeep üretiminin durdurulması, ülkemize yapılan en büyük kötülüklerden biri olup soruşturulması gereken bir husustur.”
GİZLİ KALAN BAŞARI
“Ülkemizde, Tuzla’da üretilmiş askeri jiplere ilişkin başarı gizli kalmıştır. Türkiye’de yerli araba üretimi denilince, ilk akla gelen Devrim otomobilleridir. Daha sonra da, Anadol’ların kısa macerası hatırlanır. Devlet yetkililerimiz dahil birçok kişi yerli otomobil yapacak babayiğitler aramaktadır. Ne yazık ki bu araçları üretmiş babayiğitleri bilen yok” diyen Prof. Güçlü şöyle devam ediyor: “Oysa, Türkiye’de, 1988-2006 yılları arasında, YTÜ işbirliğiyle, Kara Kuvvetleri Komutanlığı 1013. Ordu Donatım Ana Tamir (Tuzla Askeri Jip) Fabrikası’nda “Tuzla 1013” markasıyla on bin’in üzerinde yerli askeri jip tasarlanmış ve seri olarak üretilmiştir. Yani bu jip projesinin yönetimi, tasarımı ve imalatı tamamen ülkemize aittir. Türkiye için övünç kaynağı olan bu başarı hikayesini, ne yazık ki Ordumuzun içerisindeki küçük bir grubun ve otomotiv sektöründeki bazı duayenlerin dışında kimse bilmemektedir. Daha da acısı, bu yerli jiplerin üretimi 2006 yılında anlaşılmaz bir şekilde durdurulmuştur. Dolayısıyla, ‘Yerli araç üretemiyoruz’ iddiaları yanlıştır.” “Bu askeri jiplerin geliştirilmesi projesinde üniversite-sanayi işbirliği kapsamında görev aldım. Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin envanterinde, 10 binden fazla yerli askeri jip ve mobil silah yer alıyor; hâlâ kullanılmakta olan bu araçları kışlalarda ya da törenlerde görebilirsiniz. Bugüne kadar bu jiplerin kamuoyu tarafından bilinmemesi, askeri bir proje olmasından kaynaklanıyor.” “Hem yerli araç olarak, hem de üzerine yerleştirilen farklı silah platformlarıyla mobil silah olarak, askeri açıdan büyük stratejik öneme sahip Tuzla jiplerinin başarısı ve kalitesi, gerçekleştirilen testlerle ve yapılan bilimsel çalışmalarla kanıtlandı. Yurtdışından ithal edilen emsal araca göre teknik açı- dan daha üstün ve çok daha ucuza mal olmasına rağmen, üretimin neden durdurulduğunun yetkili makamlarca araştırılması gerekiyor.”
FARKLI MODEL
Bu askeri jiplerin ve mobil silah platformlarının geliştirilmesi projelerinde, Fabrikanın komutanlarından Tuğgeneral Rumi Özyalçın, mühendislerden Albay Sabahattin Ergönenç, Bnb. Hamdi Akgül, Yzb. Tevfik Zengin, Yzb. Mevlüt Yerlikaya, Yzb. Süleyman Yangınlar, birçok subay, astsubay ve sivil personel ile YTÜ’den Prof. Necati Tahralı öncülüğünde, kendisiyle birlikte, YTÜ Rektörü Prof. Dr. İsmail Yüksek, Prof. Dr. Ahmet Topuz, Prof. İrfan Yavaşlıol ve Makina Müh. Bölümü’nden bazı öğretim elemanlarının yer aldığını ve halen hayatta olduklarını belirten Prof. Dr. Rahmi Güçlü, asker ve sivil Türk mühendislerin başarılarıyla, 15 farklı model yerli askeri aracın üretildiğini vurguluyor. Özellikle, Tuzla 1013 markalı GT Model Jip’in vites kutusuyla ilgili çalışmaların kendi doktora tezi konusu olduğunu, süspansiyon sistemiyle ilgili çalışmaların da Prof.Dr. İsmail Yüksek’in doktora tez konusu olduğunu ifade eden Güçlü, “Devrim arabasının başına gelenlerin Tuzla askeri jiplerinin de başına geldiğini ve aynı kaderin yaşandığını” belirtiyor. Tuzla Askeri Jiplerini Geliştirme Projesi’nde, motor dahil tüm parçaların Türkiye’de üretildiği, özellikle vites kutusu, arazi dişlileri, diferansiyel mekanizması, şaftları ve diğer aktarma organları, şasi, kaporta, iç ve dış tüm aksamın K.K.K. 1013. Ordu Donatım Ana Tamir Fabrikası’nda yerli olarak üretildiği belirtiliyor.
Prof. Güçlü, “3, 4 ve 5 vitesli bu araçlar, sadece komuta kontrol aracı olarak değil, savunmaya yönelik silahlı mobil araç haline dönüştürülerek, üzerine havanlar, tanksavarlar ve çeşitli tip silahlar yerleştirilerek de kullanılmıştır. Bunlarla birlikte, bu araçlara radar sistemleri ve haberleşme amaçlı sistemler de monte edilmiştir. Bu araçlar, şasileri büyütülerek, personel taşıyıcı, ambulans ve cenaze araçları olarak da tasarlanmış ve üretilmiştir. Bu tip araçlar, Ordumuzun talebine göre üretilerek hem ihtiyaç karşılanmaya, hem de yurt dışına bağımlı olmaktan kurtulmaya çalışılmıştır” diyor.
MALİYET
Prof.Dr. Rahmi Güçlü, “Yurtdışından ithal edilen araçlarla, Tuzla 1013 markası ile üretilen araçlar arasında bir karşılaştırma yapıldığında, Türkiye’de teknik özellikleri ve kabiliyetleri açısından çok daha üstün bir araç üretildiği görüldü. Bu araçların maliyeti, ithal edilen araçların maliyetinin, modeline göre, yaklaşık dörtte biri veya beşte biriydi. Büyük bir tasarruf sağlanmıştı. Bu jiplerle ilgili yapılan projelerin ve testlerin sonuçları, gerek üniversitede hazırlanan lisansüstü tezleriyle, gerekse Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde, bilimsel konferanslarda ve basın yayın organlarında yayımlanan makale ve yazılarla belgelendi. Bu bilgi ve belgeler, Tuzla Askeri Jip Fabrikası’nda mevcuttur” diyor ve ekliyor: “Benzin konulmasının unutulduğu söylenerek yapımı durdurulan Devrim arabalarına niçin daha sonra benzin konularak çalıştırılmadığını milletçe anlayamadığımız gibi, binlerce adet üretilen Tuzla askeri jiplerinin üretiminin durdurulmuş olmasını da anlayabilmiş değiliz. Bugün farklı bir isim (K.K. Lojistik Komutanlığı 7. Bakım Merkezi Komutanlığı Fabrikası) ve işlevle çalışmakta olan bu askeri fabrikada, o günün şartlarında bir avuç azimli ve vatansever insanın her türlü riski göze alarak elde ettiği, bu içimizi burkan başarı hikayesi, tarih ve ders kitaplarına girecek ve gençlere örnek gösterilecek kadar önemlidir. Devrim Arabası’nın filmini sinemada içimizi burkarak seyretmiştik ama bu fabrikada içimizi binlerce kez burkacak ve çok sayıda film yapılabilecek gerçek hikayeler mevcuttur. Bu fabrikada var olan yüzde yüz yerli askeri araç ve mobil silah üretimi yeteneğimizi kaybederek yeniden yurtdışına bağımlı hale gelmemiz, ülkemiz adına çok büyük bir kayıptır.”
Fabrikanın Milli Savunma Bakanlığı ya da Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nca ele alınıp, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na devredilmesinin ya da TSK Güçlendirme Vakfı’nın TUSAŞ ve ASELSAN örneklerinde olduğu gibi, yerli sanayici ile birlikte otomotiv endüstrisine ve ekonomiye kazandırılmasının uygun olacağını belirten Prof Güçlü, “fabrikaya sahip çıkılırsa” gerekli revizyonlarla, bu araçların üretimine tekrar başlanabileceğine dikkat çekiyor. Prof.Dr. Rahmi Güçlü, “Türkiye ve TSK için stratejik açıdan da çok büyük önem arz eden Tuzla askeri jiplerinin tasarım ve üretiminin nasıl başarıldığının ve neden durdurulduğunun araştırılması gerektiğini” belirterek, “bu durumdan, Türkiye’nin savunma sanayindeki hedefleri ve geleceği adına önemli dersler çıkarılarak, aynı akıbetin, çalışmalarında yer aldıkları Sakarya Arifiye’deki Askeri Fabrika’da üretilen Fırtına Obüs gibi diğer başarılı projelerin de başına gelmemesi” temennisinde bulunuyor.
Kaynak: http://www.anadolu.eu/Dergi/jeep.pdf
Patatesler geldi. Tarım ülkesi Türkiye patates ithal etti.
İthal patatesler Türkiye topraklarında….
Gözünüz aydın..Tarım ülkesi ne halde
İthal patatesler Türkiye’ye geldi.. Pazarlarda, marketlerde bunları tüketeceksiniz. Yerel patateslerin yüzüne bakan yok. Cips alacak çocuklarınız. Bu gemilerle köylü nasıl rekabet edecek? Köylünün an itibari ile durumu” Kahraman bakkal Süpermarketlere Karşı” idi..!!!! Artık Gemilerce ithal Mala karşı.. Bunlar “YERLİ” olacak.. Şimdi “yerli” ile “yerel” in anlamı daha net olarak gözümüzün önünde… Patateste Eylül, ekim ayına kadar köylü/çiftçinin malı para etmeyecek. Sanayici yine kazandı.
Ne üretmesi Herşey dışarıdan gelmekte...Sömürü bu işte
Hayvancılık; - Bırakın angusu, ineği, kurbanlık koyunu artık samanı bile dışarıdan ithal eder hale geldik.Bu konu da çok fazla söze hacet yok. İbadetimiz için keseceğimiz kurbanlığı bile dışarıdan, Avustralya’dan, Ukrayna’dan alır hale getirildik.
Ülkemizi bu noktaya getiren sürecin, uygulanan yanlış tarım ve hayvancılık politikalarının normalmiş ve bir zorunlulukmuş gibi kabul edilmesidir.
Tarımda; kendi kendine yetebilen bir ülke den buğdayını Kanada’dan, princini kuru baklagilleri dışarıdan temin eden bir ülke haline getirildik. Tarımın vazgeçilmezi ve adeta bel kemiği olan tohumculukta tamamen İsraile bağımlı hale getirildik.
Sanayide; Teknolojide, Müstemleke modeli tercih edilmiştir. Yerli otomobil ile tamamen tribüne oynanıyor. Yerli otomobil ve yerli kalkınmayı esas alanlar uyguladıkları ekonomik modelle yerli üretimi durdurmuştur. Maalesef Ülkemiz tamamen fason imalat ile Çin ürünlerine açık pazar haline getirildi. Yerli otomobil üretme gibi bir derdi olan ülke kendi sanayicisini, imalatçısını ayakta tutar dış rekabete karşı onları korur. İşte geçen haftalar da gördüğümüz acı hakikat canımızı yaktı içimizi acıttı.
Allah akıl fikir versin. Çorak toprakta yetişen patatesi bile dışardan getirmeye başladılar. Monsanto topumuzu zehirliyor GDO ile sen hala Allaha çok şükür diyorsun. Yuh!
Mecburi Çalışıyor ne bıraktılar ki.Tütün bırakmadılar , Domates bırakmadılar, Pamuk bırakmadılar napsınlar..Yani Herşeyi satılar elimizden aldılar milleti buralara köle yaptılar kısaca
Manisa / Soma / Milletimizin de bunun farkında olması lazımdır.
Gözünüz aydın..Tarım ülkesi ne halde
İthal patatesler Türkiye’ye geldi.. Pazarlarda, marketlerde bunları tüketeceksiniz. Yerel patateslerin yüzüne bakan yok. Cips alacak çocuklarınız. Bu gemilerle köylü nasıl rekabet edecek? Köylünün an itibari ile durumu” Kahraman bakkal Süpermarketlere Karşı” idi..!!!! Artık Gemilerce ithal Mala karşı.. Bunlar “YERLİ” olacak.. Şimdi “yerli” ile “yerel” in anlamı daha net olarak gözümüzün önünde… Patateste Eylül, ekim ayına kadar köylü/çiftçinin malı para etmeyecek. Sanayici yine kazandı.
Ne üretmesi Herşey dışarıdan gelmekte...Sömürü bu işte
Hayvancılık; - Bırakın angusu, ineği, kurbanlık koyunu artık samanı bile dışarıdan ithal eder hale geldik.Bu konu da çok fazla söze hacet yok. İbadetimiz için keseceğimiz kurbanlığı bile dışarıdan, Avustralya’dan, Ukrayna’dan alır hale getirildik.
Ülkemizi bu noktaya getiren sürecin, uygulanan yanlış tarım ve hayvancılık politikalarının normalmiş ve bir zorunlulukmuş gibi kabul edilmesidir.
Tarımda; kendi kendine yetebilen bir ülke den buğdayını Kanada’dan, princini kuru baklagilleri dışarıdan temin eden bir ülke haline getirildik. Tarımın vazgeçilmezi ve adeta bel kemiği olan tohumculukta tamamen İsraile bağımlı hale getirildik.
Sanayide; Teknolojide, Müstemleke modeli tercih edilmiştir. Yerli otomobil ile tamamen tribüne oynanıyor. Yerli otomobil ve yerli kalkınmayı esas alanlar uyguladıkları ekonomik modelle yerli üretimi durdurmuştur. Maalesef Ülkemiz tamamen fason imalat ile Çin ürünlerine açık pazar haline getirildi. Yerli otomobil üretme gibi bir derdi olan ülke kendi sanayicisini, imalatçısını ayakta tutar dış rekabete karşı onları korur. İşte geçen haftalar da gördüğümüz acı hakikat canımızı yaktı içimizi acıttı.
Allah akıl fikir versin. Çorak toprakta yetişen patatesi bile dışardan getirmeye başladılar. Monsanto topumuzu zehirliyor GDO ile sen hala Allaha çok şükür diyorsun. Yuh!
Mecburi Çalışıyor ne bıraktılar ki.Tütün bırakmadılar , Domates bırakmadılar, Pamuk bırakmadılar napsınlar..Yani Herşeyi satılar elimizden aldılar milleti buralara köle yaptılar kısaca
Manisa / Soma / Milletimizin de bunun farkında olması lazımdır.
Basın, bas bas bağırıyor... Londra'da 100 milyar barillik petrol bulun
Basın, bas bas bağırıyor...Londra'da 100 milyar barillik petrol bulunmuş.
Aklıma -mekânı cennet olsun- Necdet Sevinç'in "Yazarını Kurşunlatan Yazılar" ı geldi.
Menderes hükümetlerinden itibaren, ülkemizde bulunan her petrol kuyusunu BP (British Petroleum) ya da Shell satın alıyor. 60 yıllığına kirasını şak diye ödüyor...
Bizim yiyici devlet adamlarımız da sorgusuz sualsiz satıveriyor..
Satın alıyorlar ama bir damla petrol çıkarmıyorlar.
Satın almış oldukları için bizim avarel devletimiz de çıkaramıyor.
"Bizim kuyumuz hemşerim" diyorlar...
Mekânı cennet olsun, bir gariban Necdet Sevinç, bir gariban "Bizim Anadolu" gazetesinde ha bire yazıyor bunları.
Öyle boşu boşuna da değil...
"Gençler" diyor !
"Bunları okuduktan sonra temaslarınıza başlayın" !
Kulak ardı etmeyin, gereğini yapın diyor !
Necdet Sevinç BP'ye, Shell'e kök söktürüyor, Mıgırdiç Şellefyan gibi hain ermenileri himaye edenleri, devlet görevi verenleri deşifre ediyor, yaptıkları kirli ticaretleri gün yüzüne çıkarıyor ama...
Karşısına bir bitli komünist dikilip, halkların bilmem nesi, sınıfların bilmem ne karın ağrısı zırıltısıyla basıyor tetiğe...
Bitli komünist işte, 10 mermi atsa, 1'i belki denk geliyor...
Necdet Sevinç, henüz kan revan içinde ameliyata girerken yapıştırıyor yazısını...
***
Londra'da 100 milyar barillik petrol bulunmuş...
Bu vampir köpoğlular, bu yeryüzünün şeytanları, insanlığın yüz kiri emperyalist hayvanlar, başkasının elindekine bakmaktan kıçlarının altına bakmaya fırsat bulamamışlar !
Şu kadar yıl geçmiş !
Divane gibi, müptezel gibi dünyanın her yerine ordular göndermişler !
Gözünün bütün kılcal damarları kanlı, aç vampirler gibi tecavüz, işgal, katliam yapmadık, insan sıfatını kirletmedik coğrafya bırakmamışlar...
Meğer, uğruna kendi milletlerinin piçlerini ziyan ettikleri, kendi ülkelerinin gayri meşru çocuklarını cepheye sürdükleri petrol, götlerinin altındaymış.
Hem de 100 milyar baril !
Umarım daha çok çıkar !
Umarım o yüzyılların kirinin ve pisliğinin üst üste koyulmasından oluşmuş, çürümüş ceset kokulu şehriniz petrol denizine batar, içinde boğulursunuz !
O milyar yıllık çürümüş cesetlerin fosili, petrol karası fahişe haysiyetinize mezar olur da belki gözünüz doyar...
***
-Mekânı cennet olsun- Necdet Sevinç de keşke görseydi bu günü...
Gençlerden umudunu kesmişti belki ama yüreğimizin en kalın telini titreten bir küfür ederdi...
Caner KARA
Aklıma -mekânı cennet olsun- Necdet Sevinç'in "Yazarını Kurşunlatan Yazılar" ı geldi.
Menderes hükümetlerinden itibaren, ülkemizde bulunan her petrol kuyusunu BP (British Petroleum) ya da Shell satın alıyor. 60 yıllığına kirasını şak diye ödüyor...
Bizim yiyici devlet adamlarımız da sorgusuz sualsiz satıveriyor..
Satın alıyorlar ama bir damla petrol çıkarmıyorlar.
Satın almış oldukları için bizim avarel devletimiz de çıkaramıyor.
"Bizim kuyumuz hemşerim" diyorlar...
Mekânı cennet olsun, bir gariban Necdet Sevinç, bir gariban "Bizim Anadolu" gazetesinde ha bire yazıyor bunları.
Öyle boşu boşuna da değil...
"Gençler" diyor !
"Bunları okuduktan sonra temaslarınıza başlayın" !
Kulak ardı etmeyin, gereğini yapın diyor !
Necdet Sevinç BP'ye, Shell'e kök söktürüyor, Mıgırdiç Şellefyan gibi hain ermenileri himaye edenleri, devlet görevi verenleri deşifre ediyor, yaptıkları kirli ticaretleri gün yüzüne çıkarıyor ama...
Karşısına bir bitli komünist dikilip, halkların bilmem nesi, sınıfların bilmem ne karın ağrısı zırıltısıyla basıyor tetiğe...
Bitli komünist işte, 10 mermi atsa, 1'i belki denk geliyor...
Necdet Sevinç, henüz kan revan içinde ameliyata girerken yapıştırıyor yazısını...
***
Londra'da 100 milyar barillik petrol bulunmuş...
Bu vampir köpoğlular, bu yeryüzünün şeytanları, insanlığın yüz kiri emperyalist hayvanlar, başkasının elindekine bakmaktan kıçlarının altına bakmaya fırsat bulamamışlar !
Şu kadar yıl geçmiş !
Divane gibi, müptezel gibi dünyanın her yerine ordular göndermişler !
Gözünün bütün kılcal damarları kanlı, aç vampirler gibi tecavüz, işgal, katliam yapmadık, insan sıfatını kirletmedik coğrafya bırakmamışlar...
Meğer, uğruna kendi milletlerinin piçlerini ziyan ettikleri, kendi ülkelerinin gayri meşru çocuklarını cepheye sürdükleri petrol, götlerinin altındaymış.
Hem de 100 milyar baril !
Umarım daha çok çıkar !
Umarım o yüzyılların kirinin ve pisliğinin üst üste koyulmasından oluşmuş, çürümüş ceset kokulu şehriniz petrol denizine batar, içinde boğulursunuz !
O milyar yıllık çürümüş cesetlerin fosili, petrol karası fahişe haysiyetinize mezar olur da belki gözünüz doyar...
***
-Mekânı cennet olsun- Necdet Sevinç de keşke görseydi bu günü...
Gençlerden umudunu kesmişti belki ama yüreğimizin en kalın telini titreten bir küfür ederdi...
Caner KARA
Similar topics
» Cenaze Yardımı Memuru üzdü
» 400 BİN TÜRKMEN KUŞATMA ALTINDA
» SARIKAMIŞ “KİRLER” ALTINDA
» ÇAPRAZ ATEŞ ALTINDA...
» AKP SİYASETİNİN NE MAL OLDUĞUNU ÇEVRENİZE ANLATMALISINIZ.
» 400 BİN TÜRKMEN KUŞATMA ALTINDA
» SARIKAMIŞ “KİRLER” ALTINDA
» ÇAPRAZ ATEŞ ALTINDA...
» AKP SİYASETİNİN NE MAL OLDUĞUNU ÇEVRENİZE ANLATMALISINIZ.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz