Alparslan, Malazgirt ve Türk Ordusu
1 sayfadaki 1 sayfası
Alparslan, Malazgirt ve Türk Ordusu
Anavatan Orta Asya'nın dışına çıkarak, dünya tarihinde başlıca rol oynamış olan Türk toplulukları, ne fethettikleri ülkelerin tamamını Türk vatanı haline getirebilmişler ve ne de varlıklarını bütünüyle koruyabilmişlerdir. Bu durumun tek istisnası vardır ki, bunu da Oğuzlar (Türkmenler) gerçekleştirmişlerdir. Çok eski ve parlak bir geçmişe sahip olan Oğuzlar, hem Anadolu'yu fethedip kendilerine vatan yapmışlar, hem de bugüne kadar siyasî varlıkarını ve kültürlerini bütünüyle korumuşlardır. Ne yazık ki, Uz adıyla tanınan bir grup, X. yüzyılda Oğuz ana kitlesinden ayrılarak, Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlar'a inip, başlıca rol oynadıktan sonra yeni çevrenin şartlari içinde eriyip gitmiştir.
1. Oğuzlar'ın (Türkmenler) Yeni ve Ebedî Bir Yurt Arayışları
X. yüzyılın ikinci yarısı dolaylarında, başlarında Selçuk adında bir beyin bulunduğu Oğuzlar'dan bir kitle, kendi kavmi ile düştüğü siyasî ihtilâf yüzünden Seyhun nehri ötesindeki yurtlarını terkederek, İslâm ülkelerinin sınırında bulunan Cend şehrine gelip yerleşti. Burada Müslüman olan bu Oğuz kitlesi, bundan böyle İslâm dünyasında "Türkmen" adı ile tanınmaya başladı. Öte yandan, bölgedeki Fars kökenli Samanoğulları Devleti ile Karahanlı Devleti arasında olan mücadeleyi kendi lehine değerlendirmesini bilen Selçuk, yanında yer aldığı Samanoğulları'ndan Maveraünnehir'de yeni yerler ve otlaklar elde ederek, topraklarını artırdı. Fakat, Karahanlılar'ın 999 yılında Samanoğulları Devletini ortadan kaldırıp Maveraünnehir'e el koymaları ve bu arada Gazneliler'in de Horasan'ı ele geçirmeleri, kuvvetler dengesinin bozulmasına, Selçuk'un da bu iki güçlü Türk devleti arasında sıkışıp kalmasına yol açtı.
Bundan sonra Selçuk ve sırasıyla onun yerine alan oğlu Arslan Yabgu ve Selçuk'un torunları Tuğrul ve Çağn kardeşler için, başlarında bulundukları Türkmen kitlelerine emin bir yurt sağlamak, Karahanlı ve Gazneli Devletlerine karşı varlıklarını korumak, hayatlarının en önemli meselesi haline geldi. Zira, hem Karahanlılar, hem de Gazneliler Türkmenler'in Maveraünnehir'de gittikçe güçlenen varlıklarından rahatsız oluyorlar ve kendi aralarında onları ortadan kaldırmayı planlıyorlardı. Bu iki Türk devletinden önce Karahanlılar, bu düşünceyle harekete geçerek, arka arkaya vurdukları darbelerle Türkmenler'e ağır kayıplar verdirdiler. Karahanlılar'ın amansız takibi ve vurdukları ağır darbeler yüzünden Maveraünnehir'de uzun süre varlıklarını devam ettiremeyeceklerini ve kendilerini savunamayacaklarını anlayan Türkmen beyleri Tuğrul ve Çağrı kardeşler, başlarında bulundukları Türkmen kitlelerine emin bir yurt bulmak ve dayanılmaz ölçülere varmış olan ekonomik sıkıntılarına çare bulmak amacıyla Anadolu üzerine bir keşif seferi yapmaya karar verdiler.
Tuğrul Bey, kadınları, çocukları, yaşlıları ve obalarının bütün ağırlıklarını alıp çöle çekilirken, Çağrı Bey de 3 bin kişilik bir altı birliğin başında Anadolu'ya yöneldi (1018). İran kıtasını ve Azerbaycan'ı geçerek Van gölü civarından Anadolu toprak-larına giren Çağrı Bey, buradan Kafkaslar'a kadar hiçbir ciddi engelle karşılaşmadan ilerledi. Bölgede uzun saçları ve yayları ile yerli halkın dikkatini çeken Türkmen akıncıları, (1) bol ganimetlerle tekrar Maveraünnehir'e döndüler. Bu akın sonucunda ekonomik durumlarını düzeltmiş olmaları, Türkmen beylerine Maveraünnehir'de yeni bir mücadele azmi kazandırdı. Fakat, bir taraftan Tuğrul ve Çağrı Beylerin amcaları olan Arslan Yabgu'nun Gazneliler Devleti hükümdarı Sultan Mahmud tarafından hile ile tutsak alınıp Hindistan'daki Kalencer kalesine hapsedilmesi (1025), diğer taraftan Karahanlıların
Türkmenler'e üst üste ağır darbeler vurmaya başlamaları, Türkmen beylerini tekrar sıkıntıya soktu. Yersiz yurtsuz Maveraünnehir'de dolaşmaya başlayan Türkmen beyleri, bir devlete sahip olamamanın en büyük sıkıntısını işte bu sırada çektiler. Sonunda onlar Maveraünnehir'i terketmeye karar verdiler. Türkmen beyleri Anadolu üzerine yapmış bulundukları akın sonucunda bu ülkenin kendileri için uygun bir yurt olduğunu anlamalarına rağmen; (2) önce Anadolu'ya değil, Horasan'a gitmeyi tercih ettiler. Zira, onlar kendilerini testekleyebilecek kalabalık bir Türkmen kitlesinin daha önce Horasan'a geçmiş olduğunu biliyorlardı.
2. Türkmen Beylerinin Horasan'da Kendi Devletlerini Kurmalari
Bilindiği gibi, Horasan, bölgenin en güçlü devletine sahip olan Gazneliler'e aitti. Gazneliler Devleti hükümdarı Sultan Mahmud, daha önce Horasan'a geçmiş olan Türkmen kitlelerine dokunmayarak, onlarla iyi geçinme yolunu tutmuştu. Fakat, Sultan Mahmud, onların bölgede dengeyi bozacak şekilde güçlenmelerine de izin vermemişii. Bu defa Horasan'a geçen Türkmenler öncekilere benzemiyordu. Onlar, Karahanlılar Devletine karşı çetin bir mücadelenin içinden çıkıp gelmişlerdi. Üstelik başlarında, amaçlarına ulaşmak hususunda sarsılmaz bir inanca sahip olan iki yetenekli lider bulunuyordu. Tuğrul ve Çağrı adlarındaki bu iki liderin amaçları ise kendi devletlerini kurmaktı.
Tuğrul ve Çağrı Beylerin Gazneliler Devleti ile 1035 yılında Horasan'da yaptıkları ilk savaşın zaferle sonuçlanması, o zamana kadar aleyhlerine olan tarihin akışını birden değiştirdi. Artık, tarihin akışı Gazneliler'in aleyhine, Türkmenler'in ise lehine akmaya başladı. Zira, bu zafer, Türkmen beylerine Horasan'da kendi devletlerini kurma imkanının bulunduğunu göstermişti. Nitekim, onlar, aynı devlete karşı 1038 yılında kazandıkları ikinci zaferden hemen sonra teşkilatlanma yoluna gittiler. Fakat, 1035 ve 1038 yılarında kazanılan zaferler ne Horasan'ın ve ne de Türkmenler'in kaderini kesin olarak tayin edici birer zafer olamadılar.
Sonunda taraflar, kader tayin edici savaş için 1040 yılında Dandanakan Hisarı önünde karşı karşıya geldiler. Savaşı Türkmen beyleri Tuğrul ve Çağrı kardeşler kazandılar. Böylece, dede Selçuk ile başlayan, oğul Arslan Yabgu ve özellikle torunları Tuğrul ve Çağrı Beyler ile devam eden yüz yıllık mücadele, zaferle sonuçlandı ve tarihçilerin "Büyük Selçuklu Devleti" adını verdikleri devletin kuruluşu tamamlandı (3). Bundan sonra, savaşın geçtiği yerden itibaren doğu, batı ve güney istikametlerinde fetih hareketine girişen Selçuklu beyleri, Türk, İslam ve dünya tarihinde başlıca rol oynamaya başladılar.
3. Türkmenler'in Anadolu'ya Olan İlk Akınları
Çağrı Bey'in Anadolu üzerine 1018 yılında yaptığı ilk akına, Türkmenler 20 yıl sonra aynı gaye ile devam ettiler: 1038 yılında, Horasan'da Selçuklu beylerinin idaresi altına girmek istemeyen bir grup Türkmen, Anadolu istikametinde ilerleyerek, Azerbaycan'a ulaştı. Fakat, bu Türkmen grubu, bölgedeki yerli hükümdarların ihanetine ve saldırılarına maruz kalarak dağıldılar. Bunlardan bir kısmı, İran'ın Hemedan şehri çevresine giderken, bir kısmı da Hakkari üzerinden Kuzey Suriye'ye indi. Kuzey Suriye'de de aynı güçlüklerle karşılaşan Türkmenler, yerli hükümdarlar ile yaptıkları savaşlarda başarı sağlayamayarak dağıldılar.
Hemedan şehri çevresinde toplanmış olan Türkmenler ise, Tuğrul Bey'in 1040 yılından sonra batı yönünde başlattığı fetihlere paralel olarak harekete geçtiler ve Kuzey Suriye'ye gelip yerleştiler. Türkmenlerin bölgedeki varlıklarından rahatsız olan yerli hükümdarlar, Abbasî Halifesine ve Tuğrul Bey'e başvurarak, onların buradan uzaklaştırılmasını istediler. Tuğrul Bey de Türkmenler'e Azerbaycan'a gitmelerini ve buradan Kafkaslar'a ve Anadolu'ya gaza yapacak olan Selçuklu beylerine ve komutanlarına katılmalarını emretti. Türkmenler de Tuğrul Bey'in bu son derece isabetli olan emrine uyarak, Azerbaycan'daki Selçuklu ordularına katıldılar (4).
4. Büyük Selçuklu Devleti'nin Anadolu Üzerine Düzenlediği Seferler ve Akınlar
Büyük Selçuklu Devleti'nin Anadolu üzerine düzenlediği seferler ve akınlar üç koldan yürütülmüştür: 1. Tuğrul Bey ve Alp Arslan gibi Büyük Selçuklu hükümdarlarının düzenledikleri seferler ve akınlar. 2. İbrahim Yınal ve Kutalmış gibi Selçuklu hanedanından beylerin çıktıkları seferler ve akınlar. 3. Dinar, Salar-ı Horasan, Samuh, Gümüştekin, Ahmed-şah, Afşin ve Sanduk gibi Selçuklu komutanları ve Türkmen beylerinin yaptıkları seferler ve akınlar. Şimdi bunları sırasıyla ele alalım:
a. Tuğrul Bey Zamanında Yapılan Seferler ve Akınlar
Tuğrul Bey'in emri ile hareket eden İbrahim Yınal ve Kutalmış, Azerbaycan üzerinden Anadolu'ya girdiler ve Erzurum'a kadar ilerlediler; burada Gürcü ve Abhaz birlikleriyle destekli 50 bin kişilik bir Bizans ordusu ile karşılaştılar. Selçuklu beyleri bu çarpışmada parlak bir zafer kazandılar (Pasinler Savaşı, 1048). Başta Gürcü kralı Liparit olmak üzere binlerce esir ve yüzlerce araba yükü ganimet alındı.
Yeni bir savaş için kendinde güç bulamayan Bizans İmparatoru, Tuğrul Bey ile anlaşma yolları aradı. Fakat, İmparator, Tuğrul Bey'in anlaşma için ileri sürdüğü şartlardan yıllık vergiyi ödemeye yanaşmadı. Buna karşılık o, İstanbul'daki Abbasiler zamanından kalan yıkık caminin onarılıp ibadete açılmasını ve Tuğrul Bey adına hutbe okunmasını sağladı. Tuğrul Bey de büyüklük göstererek, Gürcü kralı Liparit'i fidye almaksızın serbest bıraktı. Selçuklu beylerinden sonra Anadolu akınlarını bizzat Tuğrul Bey ele aldı. 1054 yılında Van gölü civarından Anadolu topraklarına giren Tuğrul Bey, Muradiye (Bergiri) ve Erciş'i aldıktan sonra Malazgirt'i kuşattı. Tuğrul Bey, burada ordusunu üç kola ayırarak, Kars, Erzurum ve Erzincan'a kadar uzanan geniş bir akın hareketinde bulundu. Geri döndüğünde Malazgirt'i tekrar kuşattıysa da, kışın yaklaşması üzerine devletin merkezine geri dönmek zorunda kaldı.
Bundan sonra akınlara Selçuklu beyleri ve komutanları devam ettiler: Dinar adında bir beyin komuta ettiği Selçuklu akıncıları, 1057 yılında Tuğrul Bey'in bıraktığı yerden hareket ederek, Kemah ve Şebinkarahisar'a ulaştılar. Bundan sonra Erzincan üzerinden Malatya'ya indiler. Bölgenin en zengin şehirlerini birer birer ele geçirdiler. Bir çarpışma sırasında Dinar şehit düşünce, başsız kaldılar ve süratle geri döndüler. Anadolu akınları 1059 yılında Selçuklu beyleri ve komutanları tarafından bir kere daha tekrarlandı: Sâlâr-ı Horasan komutasındaki bir Selçuklu akıncı birliği Doğu Anadolu'dan Güney Doğu Anadolu'ya inerken, Samuh idaresindeki başka bir akıncı birliği de Doğu Anadolu'dan Orta Anadolu'ya ilerlemeye başladı. Bu akınların sonunda Salar-ı Horasan Urfa'yı, Samuh da Sivas'ı ele geçirdi.
Tuğrul Bey zamanında Anadolu üzerine yapılan sefer ve akınlardan çıkan sonuç şudur: Türkmenler'in Anadolu üzerine yönelmeleri, özellikle kendilerine uygun bir yurt, sürülerine de yeni otlaklar bulmak düşüncesinden kaynaklanıyordu. Selçuk hükümdarının, beylerinin ve komutanlarının düzenledikleri seferlerde ve akınlarda ise, daha çok gaza, fetih ve ganimet elde etmek fikri ağır basıyordu. Bu akınlar bir fetih hareketi değildi. Bunun için pek fazla sınır değişikliği olmadı. Fakat, Bizans'ın mukavemet gücü büyük ölçüde kırıldı ve daha sonra yapılacak fetihlere uygun bir zemin hazırlanmış oldu. Daha da önemlisi, bu akınlar sonucunda Türkler Anadolu'yu daha iyi tanıma fırsatı buldular.
b. Sultan Alp Arslan Zamanında Anadolu Üzerine Yapılan Seferler ve Akınlar
Anadolu Sultan Alp Arslan zamanında Türk akınlarının başlıca hedefi haline geldi. Alp Arslan, özellikle ilk seferini Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya yaptı. O, bu seferinde, Anadolu'nun kilit noktalarından biri olan Ani şehrini ve kalesini kuşatarak aldı (1064). Böylece, Anadolu'ya olan Türk akınları fethe dönüşerek, yeni bir gelişme dönemine girdi. Öte yandan, Selçuklu beyleri ve komutanları da Alp Arslan zamanında akınlarını artırdıkları gibi, hareketlerini de Bizans başkentine dayanacak kadar ileri götürdüler. Özellikle Gümüştekin, Afşin ve Ahmed şah gibi Türkmen beyleri Doğu Anadolu'dan başlayarak Kuzey Suriye'ye kadar uzanan geniş bir akın hareketinde bulundular. Buradan tekrar Anadolu'ya dönen Afşin, Malatya civarında bir Bizans ordusunu yendikten sonra Kayseri'yi ele geçirdi ve Toroslar üzerinden Halep hareket üssüne döndü. (1067) Diğer taraftan, Ahlat'ı kendilerine hareket üssü edinen Er-basgan ve Sanduk gibi beyler de Anadolu üzerine düzenli akınlar yapmaya başladılar.
Buna karşılık Anadolu'da bulunan Bizans orduları Türk akınlarını durduramıyor, ancak zayıf bir savunma gösterebiliyordu. Bütün bu akınlara son vermek üzere Bizans İmparatorluğu tahtına çıkarılan Romanos Diogenes, vakit kaybetmeden harekete geçti (1067). İmparator, Kayseri üzerinden Kuzey Suriye'ye indi ve Menbic'i ele geçirdi (1068). Bu arada, Ahlat üssünden harekete geçmiş olan Afşin, Niksar'ı vurduktan sonra yıldırım hızıyla İç Anadolu'ya geçerek Amuriyye'ye (Amorium) ulaştı. Öte yandan süratle geri dönen İmparator, Afşin'in yolunu kesmek istediyse de, bunda başarılı olmamadı. Yolunu değiştiren Afşin, ahlat'a değil, Halep üssüne döndü. Bizans imparatoru ertesi yıl (1069) tekrar sefere çıktı. Çünkü, Selçuklu akınları artan bir hızla devam ediyordu. Ordusu ile Kayseri'ye gelen imparator, buradan Harput'a yöneldi. Bu arada, Selçuklu akıncılarının Malatya'da bulunan Bizans komutanını yendikeri, ayrıca Konya'yı ele geçirdikleri haberi geldi. İmparator hemen geri döndüyse de, onları yakalayamadı. Selçuklu beyleri, İmparatorun ordusu ile çarpışacak kadar büyük kuvvete sahip olmadıkları için geri çekilmişlerdi.
Daha doğrusu onlar, kuvvetlerin eşit olmadığı bir savaşta boşuna birliklerini kırdırmaktansa, İmparatorun karşısına çıkmamayı tercih etmişlerdi. Böylece, İmparator, bir şey yapamadan, gururu incinmiş olarak Bizans başkentine dönmek zorunda kaldı. İmparatorun ardından tekrar Anadolu'ya giren Afşin, Denizli dolaylarında geniş bir akın hareketinde bulunduktan sonra, ilerleyerek Marmara sahillerine ulaştı. Bizans, Afşin'in hareketine en ufak bir direnişte bile bulunamadı. Bundan sonra Azerbaycan'a dönen Afşin, durumu Alp Arslan'a bildirdi ve onun Bizans'a karşı tutumun kuvvetlendirdi (5). Bütün bu gelişmelerden sonra, Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Alp Arslan ile Bizans İmparatoru Romanos Diogenes'in Anadolu'nun kaderini tayin için karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz oldu.
5. Anadolu'nun Kaderini Tayin Eden Savaş: Malazgirt Meydan Savaşı (26 Ağustos 1071)
Alp Arslan, 1071 .yılı içinde Mısır Fatimî Devletine karşı sefere çıkmış bulunuyordu. O, yolu üzerindeki Malazgirt kalesini zaptettikten sonra Kuzey Suriye'ye inmişti ki, tam bu sırada Bizans İmparatorunun büyük bir ordu ile üzerine gelmekte olduğu haberini aldı. Bunun üzerine 4 bin kişilik hassa birliği ile süratle Azerbaycan'daki Hoy şehrine dönen Alp Arslan, kısa sürede hazırlığını tamamlayarak, Anadolu'ya doğru hareket geçti. Akıncı beyleri de birer birer gelip, birlikleriyle birlikte Alp Arslan'a katıldılar (6). Öte yandan, Sivas'ta topladığı savaş meclisinde Selçuklu Devleti'nin merkezine yürüme kararı almış olan Bizans İmparatoru Romanos Diogenes, doğuya doğru ilerlemesine devam ederek Erzurum'a ulaştı ve buradan güneye inip, pek az bir kuvvetle korunan Malazgirt kalesini ele geçirdi.
Buna karşılık, Selçuklu ordusunun öncü birlikleri komutanı olan Sanduk, hiç beklenmedik bir anda Ahlat önlerinde göründü ve burada karşısına çıkan Bizans ordusunun öncü birlikleri komutanını yenerek, ilk zaferi kazandı. Üstelik, Bizans öncü birlikleri komutanını da esir aldı (7). Diğer taraftan, süratle hazırlığını tamamlayarak Azerbaycan'dan Anadolu'ya dönen Alp Arslan, Malazgirt'in ilerisindeki yüksekliklere sırtını vererek, stratejik mevkileri tuttu. Bizans İmparator ise, Selçuklu ordusunun karşısında, Zehra adı verilen yerde karargâhını kurmuş bulunuyordu. Artık, Bizans ordusu ile Selçuklu ordusu karşı karşıya gelmişti. Alp Arslan, âdet gereğince barış teklifinde bulundu (8). Zaferinden emiıi gözüken mağrur İmparator, Alp Arslan'm barış teklifini alaycı bir ifade ile reddetti.
Nitekim, o, daha şimdiden Merv, Rey, Şam, Irak ve Horasan gibi Selçuklu Devleti'nin önemli şehirlerini ve ülkelerini kendi komutanları arasında paylaştırmıştı (9). Daha da kötüsü, İmparator, "Türkler'in Rum ülkesine yaptıklarını İslâm ülkesine yapmak" gibi bir intikam duygusuna kendini kaptırmış bulunuyordu. Bizans ordusu, çoğu piyade olmak üzere 100 bin kişi civarındaydı. Rum, Ermeni, Gürcü, Abhaz, Rus, Uz (Oğuz), Peçenek, Kuman (Kıpçak) ve Hazar (10) gibi çeşitli kavimlerden meydana getirilmiş olan bu orduda tam bir birlik yoktu. Aynı dinden olan Ermeniler ve Rumlar bile birbirlerinin can düşmanıydılar. Komutanlar arasında da savaş tecrübesi olan pek azdı. Hemen hemen tamamı atlı olan Selçuklu ordusu ise, 40 bin kişiden ibaretti. Başında bulunan komutanından en küçük rütbeli askerine kadar bu ordunun her kademesinde tam bir uyum vardı. Aynı uyum ve birlik bütün İslâm dünyasına da hakimdi. Nitekim, İslâm ülkelerinin her tarafında camilerde okunan hutebeler de Alp Arslan'ın zaferi için dualar ediliyordu (11).
Taraflar, 26 Ağustos Cuma günü sabahtan itibaren ordularını savaş düzenine sokmaya başladılar: İmparator, ordusunun düz bir hat üzerinde sağ kol, sol kol ve merkez olmak üzere üç kısım halinde tertipledi. Alp Arslan ise, ordusunu dört kısma ayırdı. Bunlardan ikisini savaş meydanının yanlarındaki tepelerin arkasına gizlice pusuya yatırdı. Bir grubu da, Bizans ordusunu arkadan çevirmek üzere ilerdeki bir tepenin arkasına gönderdi (12). Dördüncü grubun başına da kendisi geçti. Alp Arslan çatışma saatini öğleye kadar geciktirdi. Cuma namazını ordusu ile birlikte kıldı. Beyaz bir elbise giydi; beyaz bir ata bindi. Atının kuyruğunu kendi eli ile bağladı. Okunu ve yayını bırakarak, eline yakından savaş silahları, yani kılıç ve topuz aldı. Bundan da anlaşılıyordu ki, Alp Arslan bütün büyük Türk komutanları gibi en önde savaşacaktı.
Bundan sonra Alp Aslan ordusuna kısa, fakat son derece etkili bir nutukta bulundu. O, bu nutkunda, şehit düşerse vurulduğu yere gömülmesini, geri kalanların da oğlu Melikşah'a tâbi olmalarını vasiyet etti. Ayrıca, bir hükümdar gibi değil, bir er gibi din ve devlet uğrunda savaşacağını belirtti. Savaştan korkanların da çekip gitmekte serbest bulunduklarını ilan etti. Alp Arslan, şehit olanların cennete gireceklerini, kalanların da dünya nimetlerine gark olacaklarını söyleyerek, konuşmasını tamamladı (13). Bu nutuk Selçuklu ordusunu coşturdu. Savaş Alp Arslan'ın işareti ile başladı. 70 ilâ 200 kişiden oluşan müstakil birlikler, yıldırım hızı ile Bizans safları üzerine oklarını boşalttıktan sonra, aynı süratle geri çekiliyordu. Geri çekilen birliklerin yerlerini yeni yeni birlikler alıyordu. Böylece, bizans ordusu bir süre yıpratıldı. Bundan sonra Alp Arslan'ın emri ile bu birlikler yavaş yavaş çekilmeye başladılar.
Bunu kaçış sanan İmparator, karşısında savaşacak ordu safları bulmak üzere boşuna ilerledi (14). Akşama doğru, başında İmparatorun bulunduğu Bizans ordusu pusuların kurulduğu yere çekilmiş bulunuyordu. Artık savaşın son safhasına gelinmişti. Alp Arslan'ın emri ile pusudaki birlikler harekete geçirilerek, Bizans ordusu çember içine alındı. İmparator hatasını anladığında iş işten geçmişti. Karanlık bastığında, Türk çemberi içine sıkışıp kalan Bizans ordusu tamamen imha edilmiş bulunuyordu. Bu arada İmparator ile bütün kurmay heyeti de esir alınmıştı. Böylece, Türk savaş taktiğini büyük bir ustalıkla uygulayan Alp Arslan, Türk tarihinin en parlak ve en büyük zaferini kazanmıştır. Daha savaşın başında Uz (Oğuz) ile Peçenek Türkleri'nin konuşmalarından ve kıyafeterinden soydaşları olduklarını anladıkları Selçuklular'ın tarafına geçmeleri (15), Bizans ordusunun maneviyatını kırarken, Selçuklu ordusunun maneviyatını ise son derece yükseltmişti.
Öte yandan, tarafların taşıdıkları gayeler de savaşın sonucunu etkilemiştir. Alp Arslan, dini ve devleti korumak gibi yüce bir gaye uğruna savaşa girerken, İmparator ise Büyük Selçuklu Devleti'ni yıkmak ve Türkleri geldikleri yere atmak gibi tecavüzî bir gayenin peşindeydi. Şurasını unutmamak gerekir ki, tecavüzî gaye güdenlerle dini ve devleti savunmak gibi yüce gaye güdenler hiçbir zaman aynı psikolojide olamazlar. Türk insanlık anlayışının emsalsiz bir örneğini gösteren Alp Arslan, İmparatora esir değil, misafir muamelesi yaptı. Onunla uzun uzun konuştu ve gönlünü aldı. Sonunda büyüklük göstererek onu affetti. Halbuki, İmparator affedilmeyi değil, çok ağır bir şekilde cezalandırılmayı bekliyordu.
6. Malazgirt Savaşının Sonuçları
Savaşın geçtiği meydanda Alp Arslan ile Bizans İmparatoru Romanos Diogenes arasında bir barış antlaşması yapılmıştır. Alp Arslan'ın isteği doğrultusunda kaleme alınan antlaşma metninin mahiyeti şöyledir: İmparator, serbest bırakılmasına karşılık 1,5 milyon altın verecektir. Ayrıca, o her yıl 360 bin altın vergi olarak ödeyecektir. Bizans'ın elinde bulunan bütün Müslüman esirler serbest bırakılacaktır. Bizans, ihtiyaç duyduğu zaman Selçuklular'a yardımcı kuvvet gönderecektir. Malazgirt, Urfa, Menhiç ve Antakya şehirleri ve çevreleri Selçuklu Devleti'ne terkedilecektir.
Bu şartların bir an önce yerine getirilebilmesi için Romanos Dieogenes bir muhafız birliğinin refakatinde İstanbul'a gönderildi. Diogenes daha yolda iken İstanbul'da bir darbe ile iktidar değişikliği meydana geldi; VII. Mikhael kendini imparator ilan etti. Yeni İmparator, gönderdiği bir ordu ile Diegenes'i yolda yakalatarak, gözlerine mil çektirdi. Bundan sonra bir manastıra kapatılan diogenes, kalan ömrünü acı ve üzüntü içinde geçirdi. Böylece, Alp Arslan ile Romanos Diogenes arasında yapılan antlaşma geçerliliğini yitirdi.
7. Anadolu'nun Türk Vatanı Haline Gelişi ve Türkleşmesi
Malazgirt zaferi, Anadolu'nun fethinde ve Türk vatanı haline gelmesine bir dönüm noktası teşkil eder. Çünkü, bu zaferden sonra Anadolu'nun kapıları Türkler'e ardına kadar açılmıştır. Nitekim, Alp Arslan, Diogenes ile yaptığı antlaşmanın hükmünü yitirdiğini görünce, başta Kutalmış oğulları (Mansur, Süleymanşah, Alp İlek, Dolat/ Devlet) Selçuklu beylerine ve komutanlarına Anadolu'nun fethi emrini vermiştir. Bundan sonra, tarihin akışı Bizans'ın aleyhine, Türklüğün ise lehine hızla akmaya başladı: Selçuklu beyleri ve komutanları sistemli bir şekilde Anadolu'nun fethine koyuldular. Sınırlarda toplanmış olan Türkmenler de sel halinde akarak, bütün Anadolu'ya yayıldılar. İkinci safhada, Selçuklu beyleri ve komutanları, Malazgirt savaşının geçtiği yerden itibaren Ahlatşahlar, Sal-tuklular, Mengücekliler, Artuklular ve Anadolu Selçukluları adları altında Türk devletleri kurdular. Türkmenler ise, Anadolu'da kendileri için uygun buldukları yaylalara, ovalara, şehirlere, kasabalara yerleştiler. Bundan dolayı, Malazgirt zaferi M. A. Köymen'in belirttiği gibi "devlet ve vatan kuran zafer" olarak vasıflandırılabilir. Öte yandan, sürekli savaşlar, istilâlar ve Bizans'ın kötü yönetimi yüzünden Anadolu'nun yerli nüfusu çok azalmıştı (16).
Bir çok bölge boş ve ıssız bir vaziyetteydi. Türk akınları ve fetihleri başlayınca da, yerli halkın büyük bir kısmı Balkanlara ve adalara göçmüştü. Diğer taraftan, Bizans, VII. yüzyıldan itibaren Balkanlara ve Orta Avrupa'ya inmeye başlayan Avar, Bulgar, Peçenek, Kuman ve Uz (Oğuz) lardan oluşan büyük bir Türk kitlelerini Anadolu'ya geçirerek, onları çeşitli yerlere yerleştirmişti (17). Bu Türk unsurları da kısa zamanda Türkmenlerle birleşip kaynaşarak islâmlaştılar. Anadolu'nun Türkleşmesi birden değil, uzun bir tarih içide gerçekleşmiştir. Çünkü, Türkler'in hepsi Anadolu'ya aynı zamanda gelmemişlerdir. Göç dalgası zaman zaman büyük kitleler halinde devam etmiştir. Meselâ, Sultan II. Kılıç Arslan zamanında (1155-1192) ve Moğol istilası (XIII. yy.) sırasında Anadolu'ya büyük Türkmen kitleleri gelmiştir. Nitekim, bir Arap gezgini XIV. yüzyılın başlarında Denizli civarında 200 bin, Kastamonu civarında 100 bin ve Ankara civarında 30 bin çadırlık Türkmen kitlelerine rastlanmıştır (18).
Anadolu'ya Türk topluluklarının hemen hemen hepsinden kitleler gelmiş olmakla birlikte bunların çoğunluğunu Oğuz (Türkmen) boyları teşkil ediyordu. Bunlar Anadolu'da yerleştikleri yerlere kendi boy adlarını vermişlerdir. Bu hususta yapılan bir araştırmaya göre, XVI. yüzyılda Anadolu'da Oğuzlar'ın boy adlarını taşıyan 890 kadar köy tespit olunmuştur. Bunların birçoğu bugün de ayna adlar ile varlıklarını korumaktadırlar (19). Daha XII. yüzyılda "Türkiye" adını alan Anadolu, 900 yıllık tarih içinde toprağıyla ve insanıyla bütünleşerek, tam bir Türk vatanı haline gelmiştir. Bütün gayretlerine rağmen ne Bizans, ne Haçlılar, ne Moğollar ve ne de Batılılar bu bütünlüğü bozup yok edebilmişlerdir.
Doç. Dr. Salim KOCA
Türkyurdu Dergisi, sayi 72.
Türkyurdu Dergisi, sayi 72.
DİPNOTLAR:
(1) Urfali Mateors, Vekayiname, trc. H. D. Andereasyan, Ank., 1962. s. 48.
(2) Gregory Ebû'l-Ferec, Ebû'I-Ferec Tarihi, trc. Ö. R. Doğrul, I, Ank., 1945, s. 293.
(3) Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşuna dair geniş bilgi için bkz. M. A. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, I, Kuruluş Devri, Ank., 1984; aynı yazar, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ank., 1963, s. 23-55; aynı yazar, Tuğrul Bey ve Zamanı, İst., 1976, s. 1-18; O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İst., 1969, s. 30-69; F. Sümer, Oğuzlar,Ank., 1972, s. 61-91; İ. Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İst., 1972, s. 3-27; Mevdudî, Selçuklular Tarihi, trc. A. Genceli,Ank., 1971.
(4) M. A. Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, s. 160. vd.
(5) İ. Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s. 51; Cl, Cahen, Türklerin Anadolu'ya İlk Girişi, Belleten, LI, 201, (1987), s. 1397; M. A. Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, s. 263; aynı yazar, Alp Arslan ve Zamanı, İst. 1972, s. 46.
(6) Kaynaklar vasıtasıyla Gevherayin, Savtegin, Aytegin, Sanduk v e Afşin gibi Selçuklu beylerinin ve komutanlarının Malazgirt savaşına kesin olarak katıldıkları tespit olunmaktadır. Ayrıca, Artuk, Tutak, Dimlaçoğlu Muhammed, Arslantaş, Duduoğlu, Saltuk, Çavlı, Çavuldur, Caka ve Mengücek gibi Selçuklu beylerinin ve komutanlarının da aynı savaşa kalmış olmaları kuvvetle muhtemeldir. Bkz. F. Sümer, Malazgirt Savaşına Katılan Türk Beyleri, SAD, IV, (1975), s. 197-207.
(7) F. Sümer-A. Sevim, İslâm Kaynak-larına Göre Malazgirt Savaşı, Ank., 1971, Arapça metin, s. 16 vd., 45; trc. s, 19, 52.
(8) Alp Arslan, Bizans İmparatoruna barış teklifini Abbasi Halifesinin elçisi vasıtasıyla yapmıştır. Halifenin elçisinin yanında, Bizans ordusunun durumun ince¬lemekle görevlendirilmiş ünlü Selçuklu komunatın Sav-tegen de bulunuyordu.
(9) F. Sümer-A. Sevim, a.g.e., m. s. 30; trc. s. 35.
(10) F. Sümer-A. Sevim, a.g.e., m. s. d vd., 43 vd.; trc. s. 7 vd., 49 vd.
(11) F. Sümer-A. Sevim, a.g. e., m. s. 6, 16, 22, 45; trc. s. 7, 19, 24, 51.
(12) F. Sümer-A. Sevim, a.g.e., m. s. 18; trc. s. 21.
(13) F. Sümer-A. Sevim, a.g.e., m. s. 12, 22, 29 vd., 51; trc. s. 14, 25, 34, 57 vd.
(14) F. Sümer-A. Sevim, a.g.e., m. s. 18, 46 vd.; trc. s. 21, 53.
(15) Urfalı Mateos, a. g. e., s. 143; Michel Attaliates, Fr. trc. Xavier Jacob, Les Turcs au Moyen-Ağe, Ank., 1990, s. 42.
(16) Cl. Cahen, Pre-Ottoman Turkey, London, 1968, s. 143; aynı yazar, La Turquie Pre-Ottomane, İs., Paris, 1988, s. 101.
(17) M. Eröz, Hıristiyanlaşan Türkler, Ank., 1983, s. 17-29; A. G. C. Savvides, Byzantium in Near Est, Selanik, 1981, s. 172; Cl. Cahen, Pre Ottoman Turkey, s. 316; P. Wittek, Menteşe Beyliği, trc. D. Ş. Gökyay, Ank., 1986, s. 13; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İst., 1971, s. 509.
(18) Cl. Cahen, Ibn Sa'id sur L'Asie Mineure Seldjuqide, Turco-Eyzantina et Oriens Christianus, London, 1974, s. 42, 44, 48.
(19) F. Sümer, Oğuzlar, s. 211-215, 461.
(2) Gregory Ebû'l-Ferec, Ebû'I-Ferec Tarihi, trc. Ö. R. Doğrul, I, Ank., 1945, s. 293.
(3) Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşuna dair geniş bilgi için bkz. M. A. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, I, Kuruluş Devri, Ank., 1984; aynı yazar, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ank., 1963, s. 23-55; aynı yazar, Tuğrul Bey ve Zamanı, İst., 1976, s. 1-18; O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İst., 1969, s. 30-69; F. Sümer, Oğuzlar,Ank., 1972, s. 61-91; İ. Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İst., 1972, s. 3-27; Mevdudî, Selçuklular Tarihi, trc. A. Genceli,Ank., 1971.
(4) M. A. Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, s. 160. vd.
(5) İ. Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s. 51; Cl, Cahen, Türklerin Anadolu'ya İlk Girişi, Belleten, LI, 201, (1987), s. 1397; M. A. Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, s. 263; aynı yazar, Alp Arslan ve Zamanı, İst. 1972, s. 46.
(6) Kaynaklar vasıtasıyla Gevherayin, Savtegin, Aytegin, Sanduk v e Afşin gibi Selçuklu beylerinin ve komutanlarının Malazgirt savaşına kesin olarak katıldıkları tespit olunmaktadır. Ayrıca, Artuk, Tutak, Dimlaçoğlu Muhammed, Arslantaş, Duduoğlu, Saltuk, Çavlı, Çavuldur, Caka ve Mengücek gibi Selçuklu beylerinin ve komutanlarının da aynı savaşa kalmış olmaları kuvvetle muhtemeldir. Bkz. F. Sümer, Malazgirt Savaşına Katılan Türk Beyleri, SAD, IV, (1975), s. 197-207.
(7) F. Sümer-A. Sevim, İslâm Kaynak-larına Göre Malazgirt Savaşı, Ank., 1971, Arapça metin, s. 16 vd., 45; trc. s, 19, 52.
(8) Alp Arslan, Bizans İmparatoruna barış teklifini Abbasi Halifesinin elçisi vasıtasıyla yapmıştır. Halifenin elçisinin yanında, Bizans ordusunun durumun ince¬lemekle görevlendirilmiş ünlü Selçuklu komunatın Sav-tegen de bulunuyordu.
(9) F. Sümer-A. Sevim, a.g.e., m. s. 30; trc. s. 35.
(10) F. Sümer-A. Sevim, a.g.e., m. s. d vd., 43 vd.; trc. s. 7 vd., 49 vd.
(11) F. Sümer-A. Sevim, a.g. e., m. s. 6, 16, 22, 45; trc. s. 7, 19, 24, 51.
(12) F. Sümer-A. Sevim, a.g.e., m. s. 18; trc. s. 21.
(13) F. Sümer-A. Sevim, a.g.e., m. s. 12, 22, 29 vd., 51; trc. s. 14, 25, 34, 57 vd.
(14) F. Sümer-A. Sevim, a.g.e., m. s. 18, 46 vd.; trc. s. 21, 53.
(15) Urfalı Mateos, a. g. e., s. 143; Michel Attaliates, Fr. trc. Xavier Jacob, Les Turcs au Moyen-Ağe, Ank., 1990, s. 42.
(16) Cl. Cahen, Pre-Ottoman Turkey, London, 1968, s. 143; aynı yazar, La Turquie Pre-Ottomane, İs., Paris, 1988, s. 101.
(17) M. Eröz, Hıristiyanlaşan Türkler, Ank., 1983, s. 17-29; A. G. C. Savvides, Byzantium in Near Est, Selanik, 1981, s. 172; Cl. Cahen, Pre Ottoman Turkey, s. 316; P. Wittek, Menteşe Beyliği, trc. D. Ş. Gökyay, Ank., 1986, s. 13; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İst., 1971, s. 509.
(18) Cl. Cahen, Ibn Sa'id sur L'Asie Mineure Seldjuqide, Turco-Eyzantina et Oriens Christianus, London, 1974, s. 42, 44, 48.
(19) F. Sümer, Oğuzlar, s. 211-215, 461.
Similar topics
» Türk Ordusu’nu Terör Örgütü Gibi Göstermek Vatana İhanettir
» Türk Kara Ordusu Ne Zaman Kuruldu
» Erdoğan ‘Türk ordusu işgalci değildir diyemedi!
» Türk Ordusu Kerkük’e Girmelidir / Necdet SEVİNÇ
» Atatürkün asker ve Türk ordusu hakkındaki sözleri
» Türk Kara Ordusu Ne Zaman Kuruldu
» Erdoğan ‘Türk ordusu işgalci değildir diyemedi!
» Türk Ordusu Kerkük’e Girmelidir / Necdet SEVİNÇ
» Atatürkün asker ve Türk ordusu hakkındaki sözleri
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz