¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Selçuklularda Kültür ve Medeniyet

Aşağa gitmek

Selçuklularda Kültür ve Medeniyet Empty Selçuklularda Kültür ve Medeniyet

Mesaj tarafından TRABZON61 Paz 8 Kas. 2009 - 6:38

Selçuklularda Kültür ve Medeniyet

Türkler sadece İslâm dinine girmekle kalmamışlar, İslâm dünyasını en kudretli savunucuları, İslâm medeniyetinin de en büyük temsilcileri olmuşlardır. Daha Halife Me'mun (813-833) zamamnda kurulmaya başlayan Türk hassa ordusu ve başlarında bulunan Türk komutanları, Abbasi-İslâm İmparatorluğu'nun iki asır süre ile iç ve dış tehlikelere karşı başarıyla savunmuşlardır. (1) Fakat Türk komutanlarının imparatorluk içinde nüfuzlarını gittikçe artırmaları, halifelerin güvensizliğini mucib olmuş ve böylece Türk komutanları ile halifeler arasmda başlayan iç mücadele, müsbet hizmet safhasının kesilmesine yol açmıştır. XI. yüzyıla gelindiğinde, sadece Bağdad ve çevresine hükmeden Abbasi iktidarı, İslâm dünyasını korumak şöyle dursun, kendisini bile korumakta acze düşmüştür.
Başta temellerine kadar sarsılmış olan Abbasi iktidarını ayakta tutmak üzere, birliğini kaybetmiş, bölünmüş, parçalanmış, maddeten ve manen çökmüş İslâm dünyasını koruyacak ve savunacak taze kuvvetlere ihtiyaç vardı. Bu durumu tam zamanında idrak etmiş olan Abbasi Halifesi Kaim bi -Emrillah (1031-1075), Horasan'da yeni bir Türk devleti kurmuş olan Tuğrul Bey'i (1040-1063) Bağdad'a davet edip, dünyevî yetkililerini büyük Türk hükümdarına bırakmakta tereddüt etmemiştir. (2) Bu surette Türkler, Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşundan tam 15 yıl sonra İslâm dünyasının kaderine tamamen hâkim olmuşlar ve onu iç ve dış tehliklere karşı başarıyla korumaya ve savunmaya başlamışlardır. Böylece, büsbütün sönmeye yüz tutmuş olan İslâm medeniyeti de Selçuklular'ın mükemmel devlet idaresi, kurdukları sosyal ve kültürel müesseseler, (3) sağladıkları huzur ve emniyet dolayısıyla tekrar canlanmış ve onların şahsında yeni bir hamle kudretine kavuşmuştur.
SOSYAL HAYAT
Eski Türk toplumu, beyler ve halk olmak üzere iki tabakadan meydana geliyordu. Beyler toplumun siyasî askerî ve idarî sorumluluğunu üzerinde taşıyan kesimi idi. Devlet teşkilâtının dışında kalan bütün kitle is&, halkı temsil ediyordu. Toplumda kesin hatlı sınıflaşma yoktu. Büyük Selçuklu Devleti sınırları içinde yaşayan Arap ve Fars toplumu ise, tamamen farklı bir sosyal yapıya sahipti. İslâm'ın eşitlik ilkesine rağmen, her iki toplum da birinden ötekine geçilmesi güç sınıflara ayrılmıştı. Hattâ, meslek ve makamlar bile irsi idi; yani babadan oğula geçiyordu.
1. Türk Toplum Anlayışı
Selçuklular'ın içinden çıktıkları Oğuzlar, sınıfsız, kaynaşmış ve demokratik bir toplum yapışma sahipti. (4) Özellikle, mevki ve servet toplumda sınıf farkı yaratmıyordu. Ayrıca, soy asaletine dayanan bir sınıf da yoktu. Selçuklular, bu sınıfsız toplum anlayışlarını, Orta ve Yakın Doğu'ya hâkim olduktan sonra öteki İslâm topluluklarına da aynen uyguladılar: Onlar, soy ve servetten gelen asilliğe bakmaksızın devlet kadrolarına yerli halktan bol bol eleman aldılar. Hattâ aşağıdan yukarıya doğru yükselme yolunu açarak, son derece durgun olan İslâm toplumunda hareketlilik yarattılar. (5)
Böylece, gerekli azim, irade, zekâ, kaabiliyet, cesaret, mertlik, teşkilâtçılık ve fizikî güç gibi özelliklere sahip olan herkes, hiçbir engelle karşılaşmaksızm en yüksek mevkilere kadar yükselebiliyordu. Meselâ, "gulam" (köle) olarak saraya giren bir Türk, gerekli meziyetlere sahipse, 10-15 yıl içinde ordu komutanı olması daima mümkündü. Aynı şekilde, idarî kadroya basit bir memur olarak alman yerli halktan bir kimse de, belirli bir süre sonra sivil valilik makamına (amidlik) kadar çıkabiliyor du. (6)
2. Meslek Grupları
Askerî ve sivil teşkilâtın dışında kalan geniş halk kitleleri ise, kendi arasında birtakım meslek gruplarına, yani sosyal tabakalara ayrılıyordu. Bunların başında, aydın kitlenin temsilcisi olarak bilginler, din adamları ve tarikat mensupları geliyordu. İdareci kesimle daima ilişki içinde olan bu gruplar, aynı zamanda halk arasında en yüksek tabakayı oluşturuyorlardı. Bundan başka, genellikle şehirlerde oturan kalabalık tüccar ve zanaatkar grupları bulunuyordu. Bunları, tarımla uğraşan köylüler ve işçiler takip ediyordu.(7)
3. Türk Toplum Hayatı
Türk topluluklarının bir kısmı yukarıda belirtilen meslek grupları içinde yer alıyorlarsa da, Türkmen (Oğuz) adını alan önemli bir kısmı da, boy düzeni içinde eski hayatlarını devam ettiriyorlardı. Yani onlar, başlarında boy beyleri olduğu halde, konar-göçer bir hayat sürüyorlar ve genellikle hayvan besliyorlardı. Türk toplumunda, büyük-küçük, kadın-erkek herkes günlük hayatında ya "yarışma" ya da "yardımlaşma" halinde idi. Meselâ, erkekler, ortaya birşey koyarak veya koymadan kendi aralannda ok atma, at yarışı v.s. yaparlarken, kadınlarda meselâ, ana ile kız ip eğirmede, ya da süt sağmada birbirleriyle yarış ediyorlardı. Böylece, kaabiliyeth insanlar kendilerini gösterme fırsatı buldukları gibi, toplum da bütünüyle ilerleme ve gelişme imkânına kavuşuyordu. Yardımlaşma ise toplumda dayanışmayı sağlıyordu. İşte, Türk toplumumun tarihin her devrinde dinamik ve sağlıklı bulunuşunun sırrı burada idi.(8)
B. EKONOMİK HAYAT
Ekonomik hayat ile Türk devlet anlayışı arasında çok sıkı bağ vardır. Türk devlet anlayışına göre, halkı beslemek, hattâ bütünüyle refah içinde yaşatmak ve zengin etmek, devletin başında bulunan hükümdarın başlıca görevidir. (9) Ünlü siyaset kitabı Kutadgu Bilig'de, bu anlayışın bir gereği olarak, hükümdarın ve devlet adamlarının servetlerini kendilerine birşey kalmaymcaya kadar halka dağıtmaları tavsiye edilir. Tolunoğullarından itibaren İslâm dünyasında kurulmuş bütün Türk devletleri, tıpkı toplum anlayışında olduğu gibi, yukarıda belirtilen devlet anlayışını hükmettikleri topluluklara soy, din ve kültür farkı gözetmeksizin uygulayarak, ekonomik hayatta da canlılık ve hareketlilik yarattılar. Özellikle Selçuklular, Türk devlet anlayışının uygulanmasından ibaret olan bir dizi ekonomik tedbir aldılar. Meselâ, onlar, gümrük ve alım-satım vergilerini kaldırarak, ticareti teşvik ettikleri gibi, daha önce alınmakta olan miras vergisinden de vazgeçerek, halkı büyük bir yükten kurtardılar. (10)
Selçuklular, bazı vergileri kaldırma tedbirine sadece ticareti teşvik ve halkın yükünü hafifletmek için değil, harap şehirlerin gelişmesini sağlamak için de başvuruyorlardı. Meselâ, Tuğrul Bey, ele geçirdiğinde harap bir vaziyette olan İsfahan'ı 3 yıl vergiden muaf tutarak, bu şehrin kendini toparlamasını sağlamıştır (11) Selçuklular, ticaretin engelsiz yürümesi, yani düzgün gitmesi için de türlü tedbirler alıyorlardı Meselâ, on¬lar, ekonominin altyapısını oluşturan yolları devamlı kontrol altında tutarak, ticaret kervanlarının güvenlik içinde gidip gelmelerini temin ediyorlardı. Ayrıca, kervanlarının soyulması halinde de, soyguncular üzerin de seferler düzenliyorlardı. (12) Selçuklular tarımı da ihmal etmiyorlardı. Özellikle, Melikşah (1072-1092) ve Sancar (1118-1157) zamanlarında Irak, Horasan ve Hazerm'de açtırılan sulama kanalları vasıtasıyla ziraî üretim son derece artmış, bolluk ve zenginlik köylere kadar yayılmıştır (13)
Türk devlet anlayışının etkileri imar faaliyetlerinde de kendini gösteriyordu: Tolunoğlu Ahmed (ölm. 884), Mısır'da Fustat yakınlarında çeşme, hamam, cami, hastane, eczane gibi medenî ve sosyal tesislerle donatılmış mükemmel bir şehir kurdurmuştu. Fakirler hastanelerde parasız tedavi ediliyordu. (14) Öte yandan, Karahanlı hükümdarları da Kaşgar ve Balasagun gibi devletin önemli merkezlerinde cami, medrese, türbe, yol ve köprü türünden birçok eserle zengin vakıflar bırakmışlardır. (15) Aynı imar faaliyetleri Gazneliler ve Selçuklular ile devam etmiştir. Sultan Mahmud (999-1030), devletin merkezi olan Gazne için büyük paralar harcayarak, burasını zamanın en mamur şehri haline getirmiştir. Tuğrul Bey de harap bir vaziyette olan Isfahan şehri için bir defada 500 bin dinar harcayarak, yüksek binalar, köşkler, mescidler yaptırmıştır. (16) Aynı Selçuklu Sultan'mn Bağdad yakınlarında kendi adına kurduğu, 'Tuğrul Bey şehri" de (I7) kısa sürede gelişerek, öteki şehirlerin seviyesine ulaşmıştır.
ILIM
Türkler, İslâm dünyasında bir taraftan ilmî faaliyetlere katılarak dehalarım gösterirlerken, diğer taraftan ilmî faaliyetlerin altyapısmı oluşturan müesseseler, yani medreseler açarak, dinî ve müsbet ilimlerin gelişmesini sağlıyorlardı.
Türk-İslâm Kültür Çevresinde Yetişen Bilginler
Türk soyunun yetiştirdiği bilginlerin başında Farabî (ölm.950) gelir. Hemen hemen bütün ilimler üzerinde önemli ağırlığı olan Farabî, matematik, fizik, astronomi, mantık, psikoloji ve siyaset gibi ilimlere dair 160 kadar eser ve makale yazmıştır. Aristo'nun fikirlerini çok iyi yorumlayıp, açıkladığı için İslâm dünyasında "Muallim-i sanî" (ikinci öğretmen) lakabı ile tanınmıştır. Eserlerinin birçoğu daha sonra Latince'ye çevrilerek Batı üniversitelerinde okutulmuştur .(18) Farabî'den sonra, Türk-İslâm kültür çevresinin yetiştirdiği en büyük filozof ve tıp bilgini olan İbn Sina (ölm. 1037), mantık, tıp, biyoloji, fizik, ahlâk ve dinî ilimlerde 220 civarında eser vermiştir. Onun tıp sahasında yaptığı buluşlar, bugün dahi geçerliliğini korumaktadır. Eserleri Doğu'da ve Batı'da büyük etki yapmış ve özellikle tıp ile ilgili olanları Latince'ye çevrilerek, yüksek öğretim kurumlarında okutulan ders kitapları arasında bunlara da yer verilmiştir. (I9)
Farabî'nin temelini attığı, İbni Sina'nın geliştirdiği Türk-İslâm felsefesi yolunda daha birçok bilgin yetişmiştir: Ömer Hayyam, Muhammed Gazzalî, Muizzî, Mahmud Harezmî, Abdürrezzakü't-Türkî bunların başlıcalarıdır. Gazne sarayı Türk kültürü çevresinde yetişen bilginlerin başında da el-Birunî (ölm. 1051) gelir. 110'dan fazla eser veren Birunî, coğrafya, geometri, fizik, trigonometri gibi ilim dallarında buluşlar yapmış ve bu sahalarda kendinden sonra gelen ilim adamlarına rehberlik etmiştir. (20) Öte yandan, büyük bir İran milliyetçisi olan Firdevsî de, Sultan Mahmud'un sağladığı imkanlarla dünyanın en büyük destanlarından biri olan Şehnâme'yi yazmıştır.
Selçuklu devrinde de, özellikle matematik ilminde büyük ilerleme kaydedilmiştir. Ömer Havyam ve Muhammed Beyhakî bu sahanın en güçlü temsilcileri olmuşlardır. Ayrıca İsfizarî, Vasıtî ve Ömer Hayyam gibi astrologları, Sultan Melikşah adına' Takvim-i Celâli" isminde bir takvim düzenlemişlerdir. Bu takvim, günümüzde kullanılan Milâdî takvimden birçok bakımdan daha doğru eseslara dayanıyordu. (21)
Eğitim Kurumlan
Karahanlılar'dan itibaren Türk-İslâm devletlerinde birçok medrese (üniversite) kuruldu. Fakat, yüksek öğretim daha çok, maddî imkânları olanların üstesinden geleceği pahalı bir işti. Selçuklular, ilk defa bu meseleyi bir sistem içinde ele aldılar. Müstakil binası ve ihtisas kütüphanesi olan ve vakıflarla işleyen yatılı-burslu ilk medrese, Sultan Alp Arslan'ın emri ile Bağdad'da kuruldu (1067). "Nizamiye" adım taşıyan bu medreselerin benzerleri, devletin diğer önemli şehirlerinde de açılarak, bu eğitim kurumu kısa sürede yaygınlaştırıldı. Böylece, kabiliyetli olup da sırf maddî imkânsızlıklar yüzünden okumayamayacak durumda olan gençler, topluma ve insanlığa büyük adam olarak kazandırıldı. Nizamiye medreselerinde, dinî ilimlerin yanında felsefe, matematik, geometri, filoloji gibi ilimler de okutuluyorduk (22)
DİL ve EDEBİYAT
Karahanlılar'da devlet, halk ve edebiyat dili Türkçe idi. Gazneli ve Selçuklu Devletlerinin saray ve ordularında da Türkçe konuşuluyordu. Fakat, İslâm kültürünün etkisiyle Arapça, Farsça'ya karşı daha Karahanlılar zamanında başlayan ilgi, Gazneliler ve Selçuklular devrinde yerli halkı idare etme zarureti ile birleşince, bu dillerin devlet, edebiyat ve ilim dili olarak kabul edilmesi sonucunu verdi. Öte yandan, Göktürkler ve Uygurlar zamanında doruk noktasına ulaştırılmış olan Türkçe, Karahanlılar hükümdarlarının himayesi sayesinde, devrin yazar ve düşü-nürleri tarafından edebî örneklerini vermeye devam etmiştir. "Hakaniye Tükçesi" adıyla anılan bu dilin ilk edebî örneği, Yusuf Has Hacib'in 1069 yıllında yazarak Karahanlı hükümdarı Tamgaç Buğra Han'a sunduğu "Kutadgu Bilig" (kut'a eriştiren, kutlu kılan bilgi)' dir. Uygur harfleriyle Türkçe yazılmış olan Kutadgu Bilig", Türk devlet, adalet, hâkimiyet, siyaset anlayışını, daha doğrusu bütünüyle Türk kültürünü yansıtan bir şahaserdir. (23)
Karahanlı kültür çevresinde Uygur harfleriyle yazılmış bir diğer Türkçe eser de "Atabetü'l Hakayık" dır (XII. yy.). Yüknekli Edip Ahmed tarafından kaleme alınmış olan bu eser, daha çok ahlâkî nasihat türünden bir kitaptır. Öte yandan, Ahmed Yesevî de, "Hikmet" adını verdiği Türkçe şiirleriyle, sadece kendi çevresinde değil, ay¬nı zamanda Anadolu Tasavvuf Edebiyatı üzerinde de derin ve sürekli bir etki yaratmıştır. (24) Kaşgarlı Mahmud da, Türkler'in İslâm dünyasında¬ki hâkimiyetine paralel bir hâkimiyeti Türk dilinde sağlamak amacıyla "Divan-ı Lügati't-Türk" adında büyük bir ansiklobedik sözlük yazmıştır (1074). (25)
Kaşgarlı Mahmud, bütün Türk lehçelerini incelediği bu eserinde, Türkçe'nin zamanın en güçlü dili olan Arapça ile "atbaşı beraber gittiğini" ileri sürmüştür. Bununla da yetinmeyen Kaşgarlı, Türkler'in hâkimiyetlerinde bulunan bütün yabancılara Türkçe'yi öğretmek amacıyla bir gramer kitabı da kaleme almıştır. (26) Aynı şekilde, Hüsameddin Asımî Türçe'nin diğer diller arasında "sıhhat" bakımından kudretini belirtirken, (27) Fahreddin Mubarekşah da Türk dilinin Hindistan istikametinde gittikçe yayıldığını söylemiş ve eserlerinde Türkçe mısralara yer vermiştir. Ayrıca, o, devrin dilleri hakkında hüküm verirken, Türk dilini "heybetli" bir dil olarak vasıflandırmıştır.(28)
SANAT
Mimari X. yüzyıldan itibaren topluca İslâm medeniyeti dairesi içine giren Türkler, Türkistan, Harezm, Horasan, Afganistan, Kuzey Hindistan, Iran, Irak, Suriye, Azerbeycan ve Anadolu'da cami, mescid, minare, türbe kümbet, saray, medrese, hastane, han, hamam, şadırvan, çeşme, kale ve köprü gibi birçok mimari eser meydana ge-tirmişlerdir. Bunların birçoğu zamanın yıpratıcı etkisi ve istilâlar yüzünden harap olmuş, ancak pek azı bize ulaşabilmiştir. "Karahanlılar zamanında temeli atılan Türk-İslâm mimarisi, Gazneliler ve Selçuklular ile gelişerek devam etmiş, Osmanlılar tarafından da doruk noktasına ulaştırılmıştır.
Türk-İslâm mimarisinin en belirgin özelliği kubbedir. İlhamını Türk çadır tipinden olan kubbe, başta türbeler olmak üzere cami ve medrese gibi mimari eserlerde hâkim görünüm kazanmıştır. Özellikle, kubbe-eyvan birleşmesi de, daha önce görünmeyen Türkler'e özgü bir mimari stildir. Birbiriyle güç kaynaşan unsurları bir araya getirip, bunları bir senteze ulaştırmada son derece başarı gösteren Türkler, kubbelerle birleştirilmiş dört eyvanlı birçok medrese ve cami inşa etmişlerdir. (29) Ayrıca, silindirik ve ince minareler de, Türk-İslâm sanatının emsalsiz örnekleri olarak kabul edilmektedir. Türk-İslâm mimari eserlerinin birçoğu çinilerle kaplı olup, stilize bitki ve geometrik motiflerle süslüdürler. Sekizgenlerden meydana dörtlü düğümler ve bunların ortasında oluşan yıldız şekilleri, Türk-İslâm sanatının değişmez motifi olarak hemen hemen bütün önemli eserlerde görülür.
Resim
Türk-İslâm devletlerinde resim İslâm dininin etkisiyle hemen hemen yok denecek kadar azdır. Gazneliler'e ait Leşkeri Bazar sarayının duvarlarına çizilmiş birçok figür bulunmuştur. Uygur fresklerinin devamı niteliğinde olan bu figürler, giyim ve kuşamlarıyla birlikte eski Türk tipinin bütün özelliklerini yansıtmaktadır. (30) Öte yandan, son derece dindar olmakla birlikte Tuğrul Bey de, Abbasi Halifesini kızı ile evlenirken, düğün hatırasına bastırdığı madalyanın üzerine kendi resmini koydurmuştur. (31)
Müzik
Türk-İslâm devletlerinde hükümdarların kendilerine ait birer orkestraları vardı. Bunlar, âdet gereğince günde beş defa saray kapısının önünde konser verirlerdi. "Nevbethane" adı verilen bu orkestrada, başta davul ve zurna olmak üzere çeşitli sazlar bulunuyordu. Ayrıca, Orta Çağ Türk toplumunda "Kopuz, ozan, yatağan, burgu, eğrikeman, balaban, yantambur, sıdırgu, bağlama" gibi daha birçok çalgı aleti vardı. (32)
SONUÇ
Orta ve Yakın Doğu'ya hâkim olarak yeni bir Türk devleti kuran Selçuklular, burada Arap ve Fars olmak üzere, kendilerini yutmaya hazır, iki güçlü kültür ile karşı karşıya geldiler. Onlar, bu kültürler karşısında ya varlıklarını koruyacaklar, ya da Çin'e, Orta Avrupa'ya ve Hindistan'a giden soydaşları gibi eriyip tarih sahnesinden tamamen silineceklerdi. Hemen belirtelim ki, onlar, bu kültürlere bütünüyle teslim olmadılarsa da, siyasî üstünlüklerine denk, kültürel bir üstünlük kuramadılar. Özellikle, sarayda, orduda ve kendi aralarında Türkçe konuştukları halde, devrin geleneğine uyarak, devletin resmî dilini Farsça olarak kabul ettiler.
Öte yandan, Farsça şiirler yazacak kadar bu dili iyi öğrenen Selçuklu Sultanları, kendi dillerini de ihmal etmiyorlardı: Sultan Tuğrul Bey, Bağdad'ta Abbasi Halifesi ile görüşürken ona sadece Türkçe ile hitap etmiştir (1055). Aynı Selçuklu Sultanı, kendi düğününde soydaşlarıyla birlikte Türkçe neşeli şarkılar söylemiş ve oyunlar oynamıştır. (33) Sultan Melikşah, bir taraftan Farsça şiirler yazarken, diğer taraftan dostlarına Türkçe mektuplar yazıyordu. (34) Çünkü, onların, Arapça ve Farsça'ya ihtiyaç duyulmayacak kadar Göktürk, Uygur ve Karahanlı çağlarında geliştirilmiş, mükemmel bir kültür dilleri vardı.
Selçuklular, sadece dillerini değil, bütüncüyle Türk-lüklerini koruyorlar, İslâm topluluklarının içinde âdeta Orta Asya'daki eski hayatlarım yaşıyorlardı. Gittikçe artan İran kültürü istilâsı ise satıhta kalıyor, Türk toplum hayatının derinliğine nüfuz edemiyordu. Özellikle, doğum, düğün ve ölüm olaylarında eski' Türk âdet gelenekleri hâkimdi. Düğünlerde Türkçe şarkıların söylenmesi ve millî oyunların oynanmasından başka gelinin cehizi zamanımızda olduğu gibi sergileniyordu. Zamanımızda çok sevilen bir gelenek olarak hâlâ devam eden "saçı" da, ihmal edilmiyor, türlü vesilelerle icra ediliyordu. Ayrıca ölüm olaylarında, yerli müslümanları hayretler içinde bırakan ağır yaslar tutuluyordu. (35)
Öte yandan, Selçuklu Sultanlarının birçok Türk geleneğini korumakta gösterdikleri titizliğe bakılırsa, Iran kültürünün saray hayatı üzerinde de etkisinin şeklî olmaktan öte bir anlamının bulunmadığı anlaşılır. Meselâ, Selçuklu Sultanları, Türk devlet anlayışının bir gereği olarak sık sık halka açık toylar veriyorlar ve bu ziyafetlerin sonun-da yemek takımlarını yağmalatıyorlardı. (36) Selçuklu Türkleri'nin kıyafetleri de, İranhlar'ın ve Araplar'ın kıyafetlerinden farklı idi. Arap düşünürü el-Cahiz'in dediği gibi, İslâm topluluklarını birbirinden kıyafetleriyle ayırmak imkânsz ise de, her nerede olursa olsun, Türkleri kıyafetlerinden tanımak mümkündü. (37) Meselâ, büyük Türk bilgini Farabî ile Büyük Selçuklu Sultanı Sancar, ömürlerinin sonuna kadar Türk kıyafetiyle dolaşmışlardır. (38) Bu örnekleri daha da artırmak, şüphesiz her zaman mümkündür.
Doç. Dr. Salim KOCA
Türkyurdu Dergisi, sayi 49.
DİPNOTLAR:
(1) Daniel Pipes, Turks in Early Müslim Service, Journal of Tur-kish Studies, II, (1978), s. 85-96; 1 Kafesoğlu, Abbasiler, Zamanında Türkler, Türk Dünyası El Kitabı, Ânk., 1976; H.D. Yıldız, İslamiyet ve Türkler, İst., 1976; aynı yazar, Türklerin İslâm Devleti Hizmetine Girmeleri, MK, S.3, (1977), S. 32-38; E. Mainz, Die Türken in der klasischen arabischen Literatür, Der islam, XXI, (1933), s. 279-285; R Şeşen, Eski Araplar'a Göre Türkler, TM,Z^ (1968), s. 11-36.
(2) Geniş bilgi için bkz. M. A. Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ank., 1963, s. 168-205; aynı yazar, Tuğrul Bey ve Zama¬nı, İst.1976, $.34-46.
(3) Ayrıntılı bilgi için bkz., MA. Köymen, "Alp Arslan Zamanı, "Alp Arslan Zamanı, Kültürel Müesseseleri" kısmı, II, Ank. 1983, s. 363-411.
(4) Çğuzlar, işlerini meşveretle hallediyorlardı. Onlar, devlet ve memleket meselelerini "kengeş" adını verdikleri bir çeşit kurultayda görüşüp karara bağlıyorlardı. Öte yandan, kurultayın kararı, herhangi bir Oğuz'un itiraz etmesiyle bozulabiliyordu. Bu da, Oğuz toplumunun son derece demokratik bir yapıya sa¬hip olduğunu gösterir. (İbn Fazlan Seyahatnamesi, trc, İst.
1975, s. 30, 39 vd.).
(5) MA. Köymen, "Alp Arslan ve Zamanı, s. 291-298.
(6) MA. Köymen, "Tuğrul Bey ve Zamanı, İst., 1976 s. 116
(7) MA. Köymen, a.g.e. s. 292; A.K.S. Lambton, Aspects of Saljuq-Ghuzz Settlement in Persia, İslamic Civilization, , 950-1150, ed. D.H. Richards, 1973, s. 108; E. Mercii Kirman Selçukluları, İst. 1980, s. 236-240.
(8) MA. Köymen, a.g.e. s. 298; 345-361, Yardımlaşma ruhu, Türk toplumunda ölmemiştir; buğun "imece" şeklinde aynen devam etmektedir.
(9) Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig hakkındaki ünlü eserinde bu anlayışın veciz bir ifadesi olarak şöyle der: "Ey devletli hükümdar, eğer kuldan fakir adını kaldırmazsa, o nasıl bir bey olur?" s. 220, b. 2983.
(10) MA. Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s.124 vd.
(11) Nasr-ı Husrev, Sefernâme, trc, İst. 1985, s. 144.
(12) Hüseynî Ahbâru'd -Devleti's - Selçukiyye, trc. Ank., 1943, s. 24; Ahmed bin Mahmud, Selçuknâme, haz. E. Mercii, I, İst. 1977, s. 59, 77 vd.
(13) O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İst., 1980, s. 342vd;A.K.S. Lambton, a.g.m., s. 115-120.
(14) Ş. Altundağ, Tolunlular, İA.
(15) Mohamed Khadr, Deux actes de Waqf d'un Qarahanide d'Asie Centrale, JA, CCLV/3-4, (1967), s. 305-334.
(16) MA. Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s. 122
(17) G. Makdisi, The Taporaphy of Eleventh Century, Arabica, V.
(18) I. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Ank., 1977, s. 327.
(19) I. Kafesoğlu, a.g.e., s. 328.
(20) İ. Kafesoğlu, a.g.e.,5. 329 vd.
(21) İ. Kafesoğlu, a.g.e., s. 333.
(22) MA. Köymen, "Alp Arslan ve Zamanı, s. 363-412; aynı yazar, Selçuklu Devrinin Özellikleri, Atsız Armağanı, İst. 1976, s.368vd.
(23) İ. Kafesoğlu, Kutadgu Bilig Kültür Tarihimizdeki yeri TED, /, (1970) S. 1-38; R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, İst. 1981: H İnalcık, Kutadgu Bilig'rfe Türk ve İran Siyaset Nazariye ve Gelenekleri, R.R: Arat qin,Ank., 1966, s. 259-271.
(24) F. Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ank. 1976, s. 27-180.
(25) Yusuf Has Hacib, Yüknekli Edip Ahmed, Ahmed Yesevî, Kaşgarh Mahmud ve eserlerinin dil Özelliklerine dair bilgi için bkz. A. Caferoğlu, Türk Dili Tarihi, //, İst., 1974
(26) S. Koca, Selçuklular'da Hâkimiyet ve Kültür Mücadeleleri, MK, S. 59, (1987), s. 62.
(27) V.V. Barthold, İslâm Medeniyeti Tarihi, Ank., 1973, s. 125.
(28) Fahrettin Mubarekşah Tarih, nşr. D. Ross, London, 1927, s.44.
(29) O. Aslanapa, Türk Sanatı, İst., 1989, s. 67.
(30) O. Aslanapa, a.g.e., s. 47-50.
(31) İ. Artuk, Abbasiler Devrinde Sikke, Belleten, XXW/93, s. 36,43.
(32) O. Turan, a.g.e., s. 395 vd.
(33) MA. Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s. 199.
(34) O. Turan, a.g.e., s. 344; CI. Cahen, Pre-Ottoman Turkey, London, 1968, s. 36
(35) F. Sümer, Oğuzlar, Ank., 1972, s. XI; Ahmed bin Mahmud, Selçuknâme, I, s. 140.
(36) MA. Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s. 199, Nizamü'l Mülk, Siyasetnâme, s. 137; trc. s. 163; Hüseynî, Ahbâr, s. 38; Ahmed bin Mahmud, a.g.e., I, s. 115.
(37) el-Cahiz, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türkler' A Faziletleri, trc. Ank., 1967, s.77; Cl. Cahen, a.g.e., s. 153.
(38) Cl. Cahen, a.g.e., s. 36.
TRABZON61
TRABZON61
.::Otağ Yetkilisi::.


.::Otağ Yetkilisi::.


Selçuklularda Kültür ve Medeniyet Turkey10
Selçuklularda Kültür ve Medeniyet Gencat10
Selçuklularda Kültür ve Medeniyet Pro10
Yaş Yaş : 40
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Trabzon
Lakap Lakap : ¤ۣۜ..¤ ¤ۣۜ..¤ ¤ۣۜ..¤ ¤ۣۜ..¤ ¤ۣۜ..¤
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 01/11/84
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Çanakkale´ye yürüyüş
İletiler: İletiler: : 1325
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 12/04/09
Selçuklularda Kültür ve Medeniyet Pro1010
Selçuklularda Kültür ve Medeniyet 910
Selçuklularda Kültür ve Medeniyet Ile10

https://www.teknoloji-gunlugu.com/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz