Tarih, Türk Tarihi ve Atatürk 1
¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤ :: [Türkçülük] ve [Turancılık] :: Türk'ün Son Başbuğu: Atatürk
1 sayfadaki 1 sayfası
Tarih, Türk Tarihi ve Atatürk 1
Atatürk, mensubu olmakla iftihar ettiği Türk milletinin “millî ve medenî varlığının” sağlam delillerle ortaya konulmasını istiyordu. Bu da ancak “sistemli ve devamlı tarih araştırmaları ile” mümkün olabilirdi. İşte bu sebeple Türk Tarih Kurumu kuruldu. Cumhuriyet kurulduktan sonra Atatürk’ün rehberliği ve himayesinde sürdürülen tarih çalışmalarının merkezi, Türk Tarih Kurumu olmuştur.
“Tarih” kelimesi Yahudi dili olan İbranice’de “ay” manasına gelen “yareks” kelimesinde gelmektedir.(1) Tarih, çok geniş bir kavram ve ilimdir. Her şeyin tarihinden bahsetmek mümkündür. “Hadiselerin seyrinden, hatta madde ve eşyanın mazi ve hâlinden bahseden her hikâye tarihtir.” Fakat burada söz konusu edilen tarih, insanlığın geçmişi olan tarihtir. Bu manada tarih, “İnsanlığın fîil ve fikirlerinin gelişmesini takip eden bilgi”dir. Tarih ilmi, “zaman” ve “mekân” kavramlarına bağlı olarak insanlığın geçmişini araştırır. Yunanca “historia” kelimesi de bu manada araştırma demektir.(2) Tarih ilminin araştırma sahası, “yüzyıllar boyunca insan topluluklarında vuku bulan olayların yorumlanması ve olayların günümüze yansıyan tesirlerinin değerlendirilmesidir.” Tarihçi, bu değerlendirmeleri yaparak geçmişi günümüze bağlar. Onun gayesi, “kaybolmuş medeniyetleri umumî manzarasıyla, tabiî hayat şekli ile, münferit ve müstesna vak’aların ehemmiyetini hakikî derecesine indirerek yaşatmaktır.”(3)
İnsanlarda “tarih şuuru din duygusu kadar eskidir.” Ancak insanlık, bugün sahip olduğu “tarih duygu ve şuuruna” birdenbire ve kolayca ulaşamamıştır. Buna bağlı olarak tarih araştırmaları da bugünkü seviyesine, her ilim sahasında olduğu gibi uzun çalışmalar sonucunda gelebilmiştir. Fakat her şeye rağmen basit ve asılsız olaylara, inançlara, efsanelere dayansa bile bir tarih şuuru ilk çağlardan beri vardır.
Tarih, insanlığın ve milletlerin hafızasıdır. Bu sebeple, bilhassa milletlerin hayatında tarih bilgi ve şuuru önemli bir yer tutar. “Tarihini bilmeyen ve şuurunu taşımayan milletler hafıza ve idraklerini kaybetmiş şaşkın kimselere benzer. Böyle bir durumda milletlerin yükselmeleri veya millet vasfını muhafaza etmeleri ve hattâ dağılmamaları zordur. Beşeriyetin tekâmülünde bu derece ehemmiyeti olan tarih medeniyetin yükselmesi ile paralel olarak ilerler ve milletlerin istikbalini hazırlamakta yardımcı olur.”(4)
Milletlerin kendilerini tanımaları, kendilerine gelmeleri açısından son derece önemli rol oynayan tarih, pek çok sahada olduğu gibi ilmî şeklini Batı’da bizden önce almıştır. Milletimizde tarih duygu ve şuuru çok eski olmakla beraber, modern ilim olarak gelişmesi yenidir. Modern ilim anlayışına dayanan tarihçilik memleketimizde 19. yüzyıl ortalarından sonra gelişmeye başlamıştır. Ahmet Cevdet Paşa, eski tarih anlayışından yeni tarih anlayışına geçişin öncülüğünü yapan ilk tarihçimiz sayılabilir.
Memleketimizde modern tarih anlayışının yaygınlaşması “Batılılaşma-yenileşme” hareketlerine paralel bir gelişme göstermiştir. Eski tarih anlayışı, olaylar arasında ilgi kurarak, tenkitler yaparak hüküm vermeyip; olayları hikâyeler şeklinde sıralayarak, tasvir etme esasına dayanıyordu. Bu tarih anlayışına sahip tarihçilerimiz, eserlerinde sadece Selçuklu ve Osmanlı devirlerine yer verirler, diğer devirler ve milletlerle pek ilgilenmezlerdi. Selçuklu ve Osmanlı devirleri, İslâm tarihinin bir bölümü olarak düşünülür ve o çerçeve içinde mütalâa edilirdi. Tanzimat devrinden itibaren yaygınlaşmaya başlayan yeni tarih anlayışından sonra ise, olaylar arasındaki münasebetler araştırılıp, diğer devir ve milletlerin tarihine de yer verildi.
Türk tarihçiliğinde İslâm ve Osmanlı sınırlarını aşıp, Türk tarihinin diğer devirlerine açılan ilk eser, Şıpka Kahramanı Süleyman Paşa’nın “Tarih-i Âlem” adlı eseridir. Süleyman Paşa’nın çalışmalarının yanında Ahmet Vefik Paşa da Türk tarihi araştırmalarını İslâm ve Osmanlı sınırlarının dışına çıkarıp genişleten öncülerdendir. Ahmet Vefik Paşa, Ebûlgazi Bahadır Han’ın “Şecere-i Türkî” adlı eserini Doğu Türkçesi’nden Batı Türkçesi’ne (Türkiye Türkçesi) çevirerek, millî tarihimizin Osmanlı devri ile başlamayıp Orta Asya’ya uzandığını göstermiştir. Ayrıca “Lehçe-i Osmanî” adlı eserinin “Türk” maddesinde Türk tarihinin hicretten beş bin yıl önce başladığına işaret etmiştir. Toplu olarak bir Türk tarihi yazmaya teşebbüs eden ilk tarihçimiz ise ünlü Türkçü Necip Âsım Bey’dir.(5) Necip Âsım Bey, Leon Cahun’ün “Asya Tarihine Giriş” adlı eserinden faydalanarak bütün Türk tarihini içine alacak bir “Türk Tarihi” hazırlamaya başlamışsa da sadece birinci kısmını yayımlayabilmiştir.
Millî tarihimizi, modern tarihçilik esaslarına göre araştırma çalışmaları, Batılılaşma- Yenileşme hareketleri ile başlamış ve “Türkçülük”(Türk milliyetçiliği) akımıyla birlikte ve o nispette gelişmiştir. Türk tarihçiliği çalışmaları, Batıdaki “milliyet” ve “milliyetçilik” kavramlarının Türkler arsında yaygınlaşıp gelişmesini sağlamıştır. Bu durum, tarih şuurunun millî şuurla birlikte yürüdüğünü, tarih şuurunun millî uyanıştaki rolünü gösterir. Zaten Türkçülük-milliyetçilik fikrinin iki temel hareket ve ilham kaynağı dil ve tarihtir.
Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerinde tarih ve dil çalışmaları oldukça yaygınlaşmasına rağmen, yeterli ve tatmin edici bir seviyeye ulaşamadığından bu devrelerde Türk tarihi ve kültürünü öğrenmek isteyen aydınlarımız, genel olarak Deguignes’in “Türk Tarihi” ve Leon Cahun’ün “Asya Tarihine Giriş” adlı eserlerini okumuşlardır.
İkinci Meşrutiyet’ten sonra, tarih ve bilhassa edebiyat tarihi sahasında yetişen ilk büyük ilim adamımız Mehmed Fuad Köprülü’dür. Büyük Türkçü fikir adamımız Ziya Gökalp, 1923’te yayımladığı“Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde “Fuad Köprülü, Türkoloji sahasında büyük bir bilgin ve âlim oldu. İlmî eserleri ile Türkçülüğü aydınlattı” diyerek onun değerini anlatmaktadır. Türk Edebiyatı Tarihi ve Türk Tarihi sahalarında modern ilim metodlarına dayanarak yaptığı çalışmalarla Batılı ilim adamlarını hayran bırakan Köprülü, asıl eserlerini Cumhuriyet devrinde vermiştir. 1923’te yayımladığı“Türkiye Tarihi” adlı eseriyle Atatürk’ün de takdir ve methettiği Fuad Köprülü, memleketimizde ilmî tarihçiliğin, modern tarih ilminin kurucusu olmuştur.
Tanzimat devrinden Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar giderek gelişen bir seyir takip eden Türk tarihçiliği, 1930’dan sonra Atatürk’le beraber, yeni bir şevk ve anlayışla ele alınmıştır. Cumhuriyet devrinde Türk tarihi, Türk dili, kısaca Türk kültür ve medeniyet sahasındaki çalışmalara Atatürk’ün öncülüğü ile devlet eli uzanmıştır. Böylece, devlet imkânları ile beslenen modern Türk tarihçiliği derinlik ve genişlik kazanmıştır.
“Tarihe karşı okul sıralarında iken büyük bir sevgi ve ilgi duyan Atatürk, 1928 yılından sonra millî Türk kültürünün temelini atacak Türk tarihine büyük bir merak ve ilgi ile eğilmiş”tir.(6) “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” diyen Atatürk’ün, Türk tarihi konusuna eğilmesi kadar tabiî bir şey olamazdı. Yakup Kadri, onun tarih konusuna eğilmesini ve Türk Tarih Kurumu’nu kurdurmasını şöyle izah ediyor:
“Bence Atatürk’ün böyle bir müesseseyi (TTK) kurup ona her türlü teşebbüsün fevkinde bir kıymet ve ehemmiyet verişinin, ölüm yatağında bile onun devam ve bekasını düşünüşünün başlıca saiki münhasıran ilmî bir hareketi teşvik kaygısından ziyade, millî şuuru, millî gururu ve Türk milletinin kendi nefsine emniyet ve itimadını takviye etmek endişesidir.”(7)
Aynı konuda Fuad Köprülü de şöyle diyor:
“(Atatürk) maddî ve siyasî istiklâle kavuşturduğu milletini manevi ve ruhî istiklâle de kavuşturmak için, memlekette tarih tetkiklerinin inkişafına büyük bir ehemmiyet verdi.(8)
Cumhuriyet’le birlikte “millî bir devlet”e sahip olan Türk milletinin, “millî ve medenî varlığı”nın ortaya konulması elzemdi. Çünkü Cumhuriyet’le birlikte “millîleşme” ve “millîleştirme” hamlemiz başlamıştı. Millî varlığımızın sağlam olması Cumhuriyetimizin teminatı demekti. Atatürk bu konudaki fikrini “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur” cümleleriyle ifade etmiştir. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, devletin ve millî varlığımızın temeli, millî şuurdur. Millî şuur ise tarih ve dil şuuru ile beslenir. Bunu iyi bilen Atatürk, “Millî şuurun ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz” diyor. Atatürk’ün tarih ve diğer millî kültür konularıyla çok yakından değil, doğrudan ilgilenmesinin sebebi budur. Onun tarih çalışmalarını ve tarih anlayışını bu açıdan değerlendirmek şarttır.
Atatürk, mensubu olmakla iftihar ettiği Türk milletinin “millî ve medenî varlığının” sağlam delillerle ortaya konulmasını istiyordu. Bu da ancak “sistemli ve devamlı tarih araştırmaları ile” mümkün olabilirdi. İşte bu sebeple Türk Tarih Kurumu kuruldu. Cumhuriyet kurulduktan sonra Atatürk’ün rehberliği ve himayesinde sürdürülen tarih çalışmalarının merkezi, Türk Tarih Kurumu olmuştur.
İlk adı “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” olan Kurum’un çekirdeği “Türk Ocağı” dır. Türk Ocağı, 12 Mart 1912’de kurulmuştur. İlk başkanı, Şair Mehmet Emin (Yurdakul)dir. Devrin Türkçü-Milliyetçi aydınlarının kurduğu bu derneğin gayesi tüzüğünde şöyle belirtilmiştir:
“Madde- 2 Cemiyetin maksadı: İslâm kavimlerinden başlıcası olan Türkler’in millî terbiyesinin ve ilmî, iktisadî ve içtimaî seviyesinin terakki ve itilâ eylemesine ve Türk Dili’nin kemal bulmasına çalışacaktır.”
Görüldüğü gibi Türk Ocağı, Türk kültürünün ortaya konulması için çalışmalar yapan bir dernektir.(9) İşte bu derneğin 23 Nisan 1930’da toplanan genel kurulunda Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarının teklif ve isteği ile “Türk Ocakları Merkez Heyeti”ne bağlı “Türk Ocakları Türk Tarihi Tetkik Heyeti” adıyla bir komisyon kurulmuştur. Bu heyet kurulduktan hemen sonra çalışmalarına başlamış ve ilk iş olarak aydınlarımıza kaynak eser olması düşüncesiyle “Türk Tarihinin Ana Hatları” adıyla bir kitap hazırlayıp bastırmıştır. Bu eserin ön sözünde yayımlanma sebebi şöyle açıklanmıştır:
“Bu kitapta hedef alınan asıl gaye, olgun bütün dünyada tabiî mevkiini istirdad eden (geri isteyen, lâyık olduğu yeri almak isteyen) ve bu şuurla yaşayan milletimiz için zararlı olan bu hataların (tarihî yanlışlıklar, milletimizin dünya tarihindeki rollerinin küçümsenmesi vb) tashihine çalışmaktır. Aynı zamanda bu son büyük hadiselerle ruhunda benlik ve birlik duygusu uyanan Türk milleti için millî bir tarih yazmak ihtiyacı önünde atılmış ilk adımdır. Bununla milletimizin yaratıcı kabiliyetinin derinliklerine giden yolu açmak, Türk deha ve seciyesinin esrarını meydana çıkarmak, Türk’ün haysiyet ve kuvvetini kendine göstermek ve millî inkişafımızın derin ırkî köklere bağlı olduğunu anlatmak istiyoruz.(10)
İşte bu ön sözde, Atatürk tarafından başlatılan tarih çalışmalarının gayesi ve hareket noktası açıkça belirtilmiştir. Bundan sonraki çalışmalar, bu gayenin gerçekleşmesi istikametinde sürdürülmüştür. Bugün de aynı gaye için çalışmak Türk tarihçilerinin millî vazifeleridir.
“Türk Ocakları Türk Tarihi Tetkik Heyeti” teşkil edildikten bir yıl sonra, 10 Nisan 1931’de toplanan olağan üstü Genel Kurultay’da Türk Ocağı’nın Cumhuriyet Halk Fırkası’na iltihakına (katılmasına) karar verildi. 15 Mayıs 1931’de de “Türk Tarihi Tetkik Heyeti” “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” adını alarak dernekler kanununa göre yeniden düzenlendi. Sonradan “Türk Tarih Kurumu” adını alacak olan bu yeni derneğin kuruluş gayesi tüzüğünde şöyle tespit edilmiştir:
Madde 3: Cemiyetin maksadı, Türk tarihini tetkik ve elde edilen neticeleri neşir ve tamim etmektir.
Madde 4: Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti maksadına erişmek için aşağıdaki vasıtaları kullanır:
a- Toplanıp ilmî müzakerelerde bulunmak;
b- Türk tarihi menbalarını araştırıp bastırmak;
c- Türk tarihini aydınlatmaya yarayacak vesaik ve malzemeyi elde etmek için icabeden yerlere taharri (araştırma), hafir (kazı) ve keşif heyetleri göndermek;
d- Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti mesaisinin semerelerini her türlü yollarla neşre çalışmak,(11)
DİPNOTLAR
1. Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidî Togan, Tarihte Usul, Enderun Kitabevi, İst. 1985, I. Bl.S.2
2. A.g.e., s.2
3. Prof. Dr. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, Ank, 1966, s.9
4. Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi C. I, İst. 1969, s. 2
5 Prof. Mükrimin Halil Yınanç, ‘Tanzimattan Meşrutiyete Kadar Bizde Tarihçilik” Tanzimat-I, 1940 içinde, s. 585- Yusuf Akçura, Türkçülük-Türkçülüğün Tarihî Gelişimi, Haz. Sakin Öner, İst, 1978, s. 117
6. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz. Türk Dilinin Tarihî Akışı İçinde Atatürk Dil ve Devrimi, Ank, 1963, s. 50
7. Yakup Kadri, -Atatürk Bir Tahlil Denemesi-İst. 1981, s. 106.
8. Fuad Köprülü, Bir Hatıra, Belleten, C. III. Sayı 10. 1939
9. İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, 2. Baskı, İst. 1975’e bakınız.
10. Türk Tarihinin Ana Hatları, İst. 1930. Önsöz.
11. İkinci Tarih Kongresi Zabıtları, İst. 1937. s. 53.
“Tarih” kelimesi Yahudi dili olan İbranice’de “ay” manasına gelen “yareks” kelimesinde gelmektedir.(1) Tarih, çok geniş bir kavram ve ilimdir. Her şeyin tarihinden bahsetmek mümkündür. “Hadiselerin seyrinden, hatta madde ve eşyanın mazi ve hâlinden bahseden her hikâye tarihtir.” Fakat burada söz konusu edilen tarih, insanlığın geçmişi olan tarihtir. Bu manada tarih, “İnsanlığın fîil ve fikirlerinin gelişmesini takip eden bilgi”dir. Tarih ilmi, “zaman” ve “mekân” kavramlarına bağlı olarak insanlığın geçmişini araştırır. Yunanca “historia” kelimesi de bu manada araştırma demektir.(2) Tarih ilminin araştırma sahası, “yüzyıllar boyunca insan topluluklarında vuku bulan olayların yorumlanması ve olayların günümüze yansıyan tesirlerinin değerlendirilmesidir.” Tarihçi, bu değerlendirmeleri yaparak geçmişi günümüze bağlar. Onun gayesi, “kaybolmuş medeniyetleri umumî manzarasıyla, tabiî hayat şekli ile, münferit ve müstesna vak’aların ehemmiyetini hakikî derecesine indirerek yaşatmaktır.”(3)
İnsanlarda “tarih şuuru din duygusu kadar eskidir.” Ancak insanlık, bugün sahip olduğu “tarih duygu ve şuuruna” birdenbire ve kolayca ulaşamamıştır. Buna bağlı olarak tarih araştırmaları da bugünkü seviyesine, her ilim sahasında olduğu gibi uzun çalışmalar sonucunda gelebilmiştir. Fakat her şeye rağmen basit ve asılsız olaylara, inançlara, efsanelere dayansa bile bir tarih şuuru ilk çağlardan beri vardır.
Tarih, insanlığın ve milletlerin hafızasıdır. Bu sebeple, bilhassa milletlerin hayatında tarih bilgi ve şuuru önemli bir yer tutar. “Tarihini bilmeyen ve şuurunu taşımayan milletler hafıza ve idraklerini kaybetmiş şaşkın kimselere benzer. Böyle bir durumda milletlerin yükselmeleri veya millet vasfını muhafaza etmeleri ve hattâ dağılmamaları zordur. Beşeriyetin tekâmülünde bu derece ehemmiyeti olan tarih medeniyetin yükselmesi ile paralel olarak ilerler ve milletlerin istikbalini hazırlamakta yardımcı olur.”(4)
Milletlerin kendilerini tanımaları, kendilerine gelmeleri açısından son derece önemli rol oynayan tarih, pek çok sahada olduğu gibi ilmî şeklini Batı’da bizden önce almıştır. Milletimizde tarih duygu ve şuuru çok eski olmakla beraber, modern ilim olarak gelişmesi yenidir. Modern ilim anlayışına dayanan tarihçilik memleketimizde 19. yüzyıl ortalarından sonra gelişmeye başlamıştır. Ahmet Cevdet Paşa, eski tarih anlayışından yeni tarih anlayışına geçişin öncülüğünü yapan ilk tarihçimiz sayılabilir.
Memleketimizde modern tarih anlayışının yaygınlaşması “Batılılaşma-yenileşme” hareketlerine paralel bir gelişme göstermiştir. Eski tarih anlayışı, olaylar arasında ilgi kurarak, tenkitler yaparak hüküm vermeyip; olayları hikâyeler şeklinde sıralayarak, tasvir etme esasına dayanıyordu. Bu tarih anlayışına sahip tarihçilerimiz, eserlerinde sadece Selçuklu ve Osmanlı devirlerine yer verirler, diğer devirler ve milletlerle pek ilgilenmezlerdi. Selçuklu ve Osmanlı devirleri, İslâm tarihinin bir bölümü olarak düşünülür ve o çerçeve içinde mütalâa edilirdi. Tanzimat devrinden itibaren yaygınlaşmaya başlayan yeni tarih anlayışından sonra ise, olaylar arasındaki münasebetler araştırılıp, diğer devir ve milletlerin tarihine de yer verildi.
Türk tarihçiliğinde İslâm ve Osmanlı sınırlarını aşıp, Türk tarihinin diğer devirlerine açılan ilk eser, Şıpka Kahramanı Süleyman Paşa’nın “Tarih-i Âlem” adlı eseridir. Süleyman Paşa’nın çalışmalarının yanında Ahmet Vefik Paşa da Türk tarihi araştırmalarını İslâm ve Osmanlı sınırlarının dışına çıkarıp genişleten öncülerdendir. Ahmet Vefik Paşa, Ebûlgazi Bahadır Han’ın “Şecere-i Türkî” adlı eserini Doğu Türkçesi’nden Batı Türkçesi’ne (Türkiye Türkçesi) çevirerek, millî tarihimizin Osmanlı devri ile başlamayıp Orta Asya’ya uzandığını göstermiştir. Ayrıca “Lehçe-i Osmanî” adlı eserinin “Türk” maddesinde Türk tarihinin hicretten beş bin yıl önce başladığına işaret etmiştir. Toplu olarak bir Türk tarihi yazmaya teşebbüs eden ilk tarihçimiz ise ünlü Türkçü Necip Âsım Bey’dir.(5) Necip Âsım Bey, Leon Cahun’ün “Asya Tarihine Giriş” adlı eserinden faydalanarak bütün Türk tarihini içine alacak bir “Türk Tarihi” hazırlamaya başlamışsa da sadece birinci kısmını yayımlayabilmiştir.
Millî tarihimizi, modern tarihçilik esaslarına göre araştırma çalışmaları, Batılılaşma- Yenileşme hareketleri ile başlamış ve “Türkçülük”(Türk milliyetçiliği) akımıyla birlikte ve o nispette gelişmiştir. Türk tarihçiliği çalışmaları, Batıdaki “milliyet” ve “milliyetçilik” kavramlarının Türkler arsında yaygınlaşıp gelişmesini sağlamıştır. Bu durum, tarih şuurunun millî şuurla birlikte yürüdüğünü, tarih şuurunun millî uyanıştaki rolünü gösterir. Zaten Türkçülük-milliyetçilik fikrinin iki temel hareket ve ilham kaynağı dil ve tarihtir.
Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerinde tarih ve dil çalışmaları oldukça yaygınlaşmasına rağmen, yeterli ve tatmin edici bir seviyeye ulaşamadığından bu devrelerde Türk tarihi ve kültürünü öğrenmek isteyen aydınlarımız, genel olarak Deguignes’in “Türk Tarihi” ve Leon Cahun’ün “Asya Tarihine Giriş” adlı eserlerini okumuşlardır.
İkinci Meşrutiyet’ten sonra, tarih ve bilhassa edebiyat tarihi sahasında yetişen ilk büyük ilim adamımız Mehmed Fuad Köprülü’dür. Büyük Türkçü fikir adamımız Ziya Gökalp, 1923’te yayımladığı“Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde “Fuad Köprülü, Türkoloji sahasında büyük bir bilgin ve âlim oldu. İlmî eserleri ile Türkçülüğü aydınlattı” diyerek onun değerini anlatmaktadır. Türk Edebiyatı Tarihi ve Türk Tarihi sahalarında modern ilim metodlarına dayanarak yaptığı çalışmalarla Batılı ilim adamlarını hayran bırakan Köprülü, asıl eserlerini Cumhuriyet devrinde vermiştir. 1923’te yayımladığı“Türkiye Tarihi” adlı eseriyle Atatürk’ün de takdir ve methettiği Fuad Köprülü, memleketimizde ilmî tarihçiliğin, modern tarih ilminin kurucusu olmuştur.
Tanzimat devrinden Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar giderek gelişen bir seyir takip eden Türk tarihçiliği, 1930’dan sonra Atatürk’le beraber, yeni bir şevk ve anlayışla ele alınmıştır. Cumhuriyet devrinde Türk tarihi, Türk dili, kısaca Türk kültür ve medeniyet sahasındaki çalışmalara Atatürk’ün öncülüğü ile devlet eli uzanmıştır. Böylece, devlet imkânları ile beslenen modern Türk tarihçiliği derinlik ve genişlik kazanmıştır.
“Tarihe karşı okul sıralarında iken büyük bir sevgi ve ilgi duyan Atatürk, 1928 yılından sonra millî Türk kültürünün temelini atacak Türk tarihine büyük bir merak ve ilgi ile eğilmiş”tir.(6) “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” diyen Atatürk’ün, Türk tarihi konusuna eğilmesi kadar tabiî bir şey olamazdı. Yakup Kadri, onun tarih konusuna eğilmesini ve Türk Tarih Kurumu’nu kurdurmasını şöyle izah ediyor:
“Bence Atatürk’ün böyle bir müesseseyi (TTK) kurup ona her türlü teşebbüsün fevkinde bir kıymet ve ehemmiyet verişinin, ölüm yatağında bile onun devam ve bekasını düşünüşünün başlıca saiki münhasıran ilmî bir hareketi teşvik kaygısından ziyade, millî şuuru, millî gururu ve Türk milletinin kendi nefsine emniyet ve itimadını takviye etmek endişesidir.”(7)
Aynı konuda Fuad Köprülü de şöyle diyor:
“(Atatürk) maddî ve siyasî istiklâle kavuşturduğu milletini manevi ve ruhî istiklâle de kavuşturmak için, memlekette tarih tetkiklerinin inkişafına büyük bir ehemmiyet verdi.(8)
Cumhuriyet’le birlikte “millî bir devlet”e sahip olan Türk milletinin, “millî ve medenî varlığı”nın ortaya konulması elzemdi. Çünkü Cumhuriyet’le birlikte “millîleşme” ve “millîleştirme” hamlemiz başlamıştı. Millî varlığımızın sağlam olması Cumhuriyetimizin teminatı demekti. Atatürk bu konudaki fikrini “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur” cümleleriyle ifade etmiştir. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, devletin ve millî varlığımızın temeli, millî şuurdur. Millî şuur ise tarih ve dil şuuru ile beslenir. Bunu iyi bilen Atatürk, “Millî şuurun ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz” diyor. Atatürk’ün tarih ve diğer millî kültür konularıyla çok yakından değil, doğrudan ilgilenmesinin sebebi budur. Onun tarih çalışmalarını ve tarih anlayışını bu açıdan değerlendirmek şarttır.
Atatürk, mensubu olmakla iftihar ettiği Türk milletinin “millî ve medenî varlığının” sağlam delillerle ortaya konulmasını istiyordu. Bu da ancak “sistemli ve devamlı tarih araştırmaları ile” mümkün olabilirdi. İşte bu sebeple Türk Tarih Kurumu kuruldu. Cumhuriyet kurulduktan sonra Atatürk’ün rehberliği ve himayesinde sürdürülen tarih çalışmalarının merkezi, Türk Tarih Kurumu olmuştur.
İlk adı “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” olan Kurum’un çekirdeği “Türk Ocağı” dır. Türk Ocağı, 12 Mart 1912’de kurulmuştur. İlk başkanı, Şair Mehmet Emin (Yurdakul)dir. Devrin Türkçü-Milliyetçi aydınlarının kurduğu bu derneğin gayesi tüzüğünde şöyle belirtilmiştir:
“Madde- 2 Cemiyetin maksadı: İslâm kavimlerinden başlıcası olan Türkler’in millî terbiyesinin ve ilmî, iktisadî ve içtimaî seviyesinin terakki ve itilâ eylemesine ve Türk Dili’nin kemal bulmasına çalışacaktır.”
Görüldüğü gibi Türk Ocağı, Türk kültürünün ortaya konulması için çalışmalar yapan bir dernektir.(9) İşte bu derneğin 23 Nisan 1930’da toplanan genel kurulunda Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarının teklif ve isteği ile “Türk Ocakları Merkez Heyeti”ne bağlı “Türk Ocakları Türk Tarihi Tetkik Heyeti” adıyla bir komisyon kurulmuştur. Bu heyet kurulduktan hemen sonra çalışmalarına başlamış ve ilk iş olarak aydınlarımıza kaynak eser olması düşüncesiyle “Türk Tarihinin Ana Hatları” adıyla bir kitap hazırlayıp bastırmıştır. Bu eserin ön sözünde yayımlanma sebebi şöyle açıklanmıştır:
“Bu kitapta hedef alınan asıl gaye, olgun bütün dünyada tabiî mevkiini istirdad eden (geri isteyen, lâyık olduğu yeri almak isteyen) ve bu şuurla yaşayan milletimiz için zararlı olan bu hataların (tarihî yanlışlıklar, milletimizin dünya tarihindeki rollerinin küçümsenmesi vb) tashihine çalışmaktır. Aynı zamanda bu son büyük hadiselerle ruhunda benlik ve birlik duygusu uyanan Türk milleti için millî bir tarih yazmak ihtiyacı önünde atılmış ilk adımdır. Bununla milletimizin yaratıcı kabiliyetinin derinliklerine giden yolu açmak, Türk deha ve seciyesinin esrarını meydana çıkarmak, Türk’ün haysiyet ve kuvvetini kendine göstermek ve millî inkişafımızın derin ırkî köklere bağlı olduğunu anlatmak istiyoruz.(10)
İşte bu ön sözde, Atatürk tarafından başlatılan tarih çalışmalarının gayesi ve hareket noktası açıkça belirtilmiştir. Bundan sonraki çalışmalar, bu gayenin gerçekleşmesi istikametinde sürdürülmüştür. Bugün de aynı gaye için çalışmak Türk tarihçilerinin millî vazifeleridir.
“Türk Ocakları Türk Tarihi Tetkik Heyeti” teşkil edildikten bir yıl sonra, 10 Nisan 1931’de toplanan olağan üstü Genel Kurultay’da Türk Ocağı’nın Cumhuriyet Halk Fırkası’na iltihakına (katılmasına) karar verildi. 15 Mayıs 1931’de de “Türk Tarihi Tetkik Heyeti” “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” adını alarak dernekler kanununa göre yeniden düzenlendi. Sonradan “Türk Tarih Kurumu” adını alacak olan bu yeni derneğin kuruluş gayesi tüzüğünde şöyle tespit edilmiştir:
Madde 3: Cemiyetin maksadı, Türk tarihini tetkik ve elde edilen neticeleri neşir ve tamim etmektir.
Madde 4: Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti maksadına erişmek için aşağıdaki vasıtaları kullanır:
a- Toplanıp ilmî müzakerelerde bulunmak;
b- Türk tarihi menbalarını araştırıp bastırmak;
c- Türk tarihini aydınlatmaya yarayacak vesaik ve malzemeyi elde etmek için icabeden yerlere taharri (araştırma), hafir (kazı) ve keşif heyetleri göndermek;
d- Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti mesaisinin semerelerini her türlü yollarla neşre çalışmak,(11)
DİPNOTLAR
1. Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidî Togan, Tarihte Usul, Enderun Kitabevi, İst. 1985, I. Bl.S.2
2. A.g.e., s.2
3. Prof. Dr. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, Ank, 1966, s.9
4. Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi C. I, İst. 1969, s. 2
5 Prof. Mükrimin Halil Yınanç, ‘Tanzimattan Meşrutiyete Kadar Bizde Tarihçilik” Tanzimat-I, 1940 içinde, s. 585- Yusuf Akçura, Türkçülük-Türkçülüğün Tarihî Gelişimi, Haz. Sakin Öner, İst, 1978, s. 117
6. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz. Türk Dilinin Tarihî Akışı İçinde Atatürk Dil ve Devrimi, Ank, 1963, s. 50
7. Yakup Kadri, -Atatürk Bir Tahlil Denemesi-İst. 1981, s. 106.
8. Fuad Köprülü, Bir Hatıra, Belleten, C. III. Sayı 10. 1939
9. İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, 2. Baskı, İst. 1975’e bakınız.
10. Türk Tarihinin Ana Hatları, İst. 1930. Önsöz.
11. İkinci Tarih Kongresi Zabıtları, İst. 1937. s. 53.
Tarih, Türk Tarihi ve Atatürk 2
Tarih, Türk Tarihi ve Atatürk 2
28 Eylül 2011 Çarşamba, 16:15 tarihinde UQUS tarafından eklendi
Atatürk’ün isteği ve öncülüğü ile kurulan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, kuruluşundan bir süre sonra, 14 Şubat 1932’de Atatürk’ün isteği üzerine daha önce ‘Türk Tarihi Tetkik Heyeti tarafından hazırlanıp bastırılan ‘Türk Tarihinin Ana Hatları’ adlı kitabı tekrar bastırmaya ve bir tarih kongresinin toplanmasına karar vermiştir.
Atatürk’ün tarih araştırmalarına büyük önem vermesi ve Türk Tarih Kurumu’nu kurdurması iki gayeye yöneliktir:
1- Türk milletinin başlangıçtan itibaren millî ve medenî varlığı araştırılarak, insanlık tarihine katkıları ve değeri ortaya konacaktır. Böylece Türkler’in şerefli tarihi bütün dünyaca görülecek, yeni yetişen Türk çocukları atalarının büyüklüğünü öğrenecek, onlarla öğünecek ve aşağılık duygusundan kurtulacaklardır. Diğer taraftan tarih şuuru, millî şuuru kuvvetlendirecek ve muasır medeniyet seviyesine ulaşmada büyük ilham ve kuvvet kaynağı olacaktır. Tarih çalışmalarının asıl gayesi ve beklenen sonuç budur.
2- Türklere barbar gözüyle bakan ve Anadolu’dan atmaya çalışan Avrupalılar’a cevap vermek. Zira o sıralarda Haçlı ruhunun bir işareti olan “Türkler Anadolu’ya sonradan gelen bir millettir, geldikleri yere dönmelidirler” fikri Avrupalılar arasında oldukça yaygındı.(12)
Türk milletinin eski, büyük ve medenî bir millet olduğuna âdeta iman etmiş olan Atatürk, bu inancının sağlam belgelerle ortaya konulmasını istiyordu. Ancak bu yapılabildiği takdirde “Türklüğün unutulmuş medenî vasfı” ortaya çıkacak ve Avrupalılar’ın iddiaları çürütülecekti. Böylece Türklük, dünya milletleri arasındaki şerefli yerini alacak, Türk gençleri, Avrupa’nın üstünlüğü karşısında aşağılık duygusuna kapılmaktan kurtulacaklardı. Atatürk’ün bu fikirleri şu cümlelerde ifadesini bulmuştur: “Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şumullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
Gerçekten, tarih milletlerin hafızası ve ilham kaynağıdır. Millî şuuru uyandırmanın yolu dil ve tarih şuurunu uyandırmaktır. Çünkü “milletler ancak tarihlerini bilmek suretiyle, millî şuura sahip olurlar. Bir millete mensup olmak onu bilmek demek değildir. Millî şuur adı üstünde “şuur” demektir. Şuur ise, bilmek, farkına varmak manasına gelir. Milletinin tarihini bilmeyen, kelimenin gerçek manası ile “millî şuur”a sahip olamaz.
Milletlerinin tarihini bilmeyen nesiller, içlerinde milletlerine karşı canlı bir ilgi ve sorumluluk duygusu da hissetmezler. Böylelerinin yabancı tesirlere kapılması ve yabancılara köle olması çok kolaydır.(13)
Atatürk, büyük bir Türk milliyetçisi olarak kendisinin sahip olduğu “millî şuur”un bütün millete mal olması için çalışıyordu. Çünkü ona göre “Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, bütün Türk çocukları kendileri için lâzım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabilecektir. Bu tarihten Türk çocukları istiklâl fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir.(14)
Türk tarihi çalışmalarında yakınında bulunmuş olan Afet İnan, Atatürk’ün tarih ve tarihçilerden ne beklediğini, neler düşündüğünü şöyle anlatıyor: “Bilhassa eski çağlara kadar gidebilen yeni tarih ufuklarının bizim kavmimiz için de açılmış olması lâzımdır. Tarihî devirlerde çeşitli coğrafî bölgelerde bir varlık göstermiş olan Türk kavimlerinin daha eski devirlere giden köklerinin olmaması imkânsız görülüyor. Bugün millet mefhumu altında teşekkül etmiş bir Türk varlığının, kavim olarak yaşadığı devirler elbette olmuştur. İşte Atatürk, bu devirlerdeki Türk kavminin tarihî çağlarda olduğu gibi, ana yurttan yayılma izlerini belgelere dayanarak tarihçilerin incelemesini istedi.(15) Yine Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulduğu zaman onun başına getirilen ünlü TürkçülerdenYusuf Akçura da Birinci Türk Tarih Kongresi’nde yaptığı konuşmada şunları söylüyor: “Türk Tarihi Tetkik Cemi-yeti’nin önüne konmuş büyük problem, umumî tarihe Avrupalıların rüyet zaviyelerinden bakmayıp, onu sırf hakikat nokta-i nazarından görmek ve -bu görüş sayesinde Türk kavminin tarihte hakikî mevkiini tayin etmek, yani Türklerin beşer tarihinde oynadıkları ve fakat hasımlarının gizlemeye çalıştıkları büyük rolü meydana çıkarmak ve bu suretle Türk kavimlerine tarihî hakkını vermektir.(16)
Eski tarih anlayışının bir ifadesi olarak Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi’nde, “Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten” diyordu. Atatürk ise, bir aşiretten cihangirâne bir devlet’in çıkmasının mümkün olmadığını, böyle bir devleti kurmayı başaran Türk Milletinin tarihin “büyük ve medenî vasfı unutulmuş bir milleti” olduğunu düşünüyordu. Bu fikrini belgelerle doğrulamayı da tarih ilmine ve tarihçilere bırakıyordu: “Türkler bir aşiret olarak Anadolu’da imparatorluk kuramaz. Bunun başka türlü bir izahı olmak lâzımdır. Tarih ilmî bunu meydana çıkarmalıdır.(17)
Atatürk’ün tarih çalışmalarının birinci gayesinin, Türk tarihinin bütün devirlerinin aydınlatılmasına yönelik olduğunu; ikincisinin ise, Avrupalılar’ın haksız ve asılsız iddialarına cevap vermek esasına dayandığını daha önce ifade etmiştik. Atatürk, bu ikinci gaye için bir Türk tarih tezi geliştirmeyi düşündü. Bu teze göre, “Türk ırkı Anadolu’da ilk devlet kuran bir millettir. Bu ırkın kültür yurdu, ilk zamanlarda iklimi müsait Orta Asya idi. İklimi daha sonra değişti. Yüksek bir ziraat hayatına geçen, madenlerin kullanılmasını bulan bu topluluk göç etmek zorunda kaldı; Orta Asya’dan doğuya, güneye, batıda Hazar Denizinin kuzey ve güneyinde olmak üzere yayıldı; gittikleri yerlere yerleşerek bildiklerini oralara yaydılar ve geliştirdiler; bazı yerlerde yerli halk ile karıştılar. Irak, Anadolu, Mısır ve Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal ırkın temsilcileridir. Biz bugünkü Türkler de onların çocuklarıyız.(18) Yeni geliştirilen bu tezi Afet İnan da şöyle özetliyor:“Dünyada yüksek kültürün ilk beşiği Orta Asya’daki Türk anayurtlarıdır. O kültürü kuranlar ve bütün dünyaya yayanlar da Türklerdir.(19)
Buraya kadar yapılan izahlardan anlaşılacağı gibi, Atatürk, Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan Türk tarihini bir bütün olarak düşünmüş, dolaylı olarak da Anadolu’nun eski tarihi ile ilgilenmiştir. Onun Türk Tarih Tezi olarak geliştirdiği çalışmalarının gayesi, Anadolu’nun Türk vatanı oluşundan önceki tarihini araştırmak değil, Türk tarihini bütünüyle araştırmaktır. Buna bağlı olarak da Türkiye Cumhuriyeti’ni üzerinde kurduğu Anadolu’da bulunmamızı haklı gösterecek delilleri bulmaktır. Anadolu’da kurulan eski medeniyetlere dayanarak hak iddia edenlere karşı manevî bir savunma silâhı hazırlamaktır. Bazılarının zannettiği veya iddia ettiği gibi Atatürk, Orta Asya Türk tarihine göz yumarak, Türklüğün tarihini Anadolu’nun eski kavimlerine (Etiler,Hititler vs.) bağlamaya çalışmamıştır. Aksine Anadolu’nun eski medeniyetleri ile Türk tarihini birleştirme esasına dayanan tarih tezi, Anadolu Türklüğünü de Orta Asya Türklüğüne bağlama gayesine yöneliktir. Bilindiği gibi Atatürk’ün dil ırkçılarına karşı geliştirdiği “Güneş Dil Teorisi” de Orta Asya kaynağına dayanıyordu. Kısaca Atatürk’ün Dil ve Tarih tezleri, aynı anlayışın eseridir.
Her şeyin açık seçik ortada olmasına rağmen, aklın ve ilmin hâkim olamadığı Türkiye’de pek çok konu gibi, Atatürk’ün tarih anlayışı da gayesinden saptırılmaya çalışılmış ve çalışılmaktadır.“Anadolu’da kurulmuş eski medeniyetlerde Türklüğün hakkı vardır. Çünkü bütün yüksek kültürler, medeniyetler Orta Asya’dan çıkmıştır. Orta Asya’nın yerli kavmi de Türkler’dir” anlayışı, tersine çevrilerek âdeta “Türkler’in ataları eski Anadolu kavimleridir; Orta Asya Türklüğü ile bir ilgileri yoktur. Varsa bile Anadolu’ya geldikten sonra, yerli kavimlerle karışarak melez bir millet ortaya çıkmıştır. Biz onların devamıyız.” şekline getirilmiştir.
Türkiye Türklüğü veya Anadolu Türklüğünün Orta Asya Türklüğü ve kaynağı ile bağlarını koparmaya yönelik tarih görüşü, “Anadolu’nun Türkleştiğini reddeden Mavi Anadolucu görüştür.” Mavi Anadolucu görüş, Türkiye’nin veya Anadolu’nun, mozaik olduğu anlayışına dayanır. Mozaikçi-Mavi Anadolucular’a göre Anadolu, 1071’den itibaren Türklerce fethedilip Türkleştirilmemiş; bin yıl önce doğudan gelen bazı göçmenler” Anadolu’ya gelip yerleşmiş ve yerli kavimlerle karışıp “Anadolu halkı”nı meydana getirmişlerdir. Mavi Anadolucu görüşü savunanlardan birisi olan Melih Cevdet Anday, bir yazısında şöyle diyor: “Bugün bilimsel tarihin kaynakları çok daha gerilere götürülmüş ve yorumlar çok değişik biçimler almaya başlamıştır.(...) Bugün bile çocuklarımızın ilkokul kitaplarında Orta Asya’dan ‘anayurdumuz’ diye söz edilmektedir. Buna üzülmek azdır, çıldırmalıyız. Bizim ana yurdumuz Orta Asya ise, Anadolu’nemiz oluyor? Bu soruya karşılık bir Yunanlı çıkıp da ‘o da bizim ana yurdumuz’ derse hoşlanacağımızı pek sanmıyorum. Oysa biz Atatürk’le birlikte bu toprağın uygarlıklarını benimseme yolunu tutmuşuzdur.”(20) Böyle bir yorum ve anlayış ile Atatürkçülüğü ve onun tarih anlayışını bağdaştırmak mümkün değildir. Zira Türklüğün anayurdunun Orta Asya olduğu tarihî belgelerle sabittir. Ayrıca Atatürk devrinde ve onun emirleri ile iki defa yayınlanan“Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı kitabın ilk cümlesi “Türklerin ana yurdu Orta Asya’dır” şeklindedir.(21)
Atatürk, Türklüğü ve Türk tarihini bir bütün olarak düşünmüş ve öyle değerlendirmiştir. Ona göre Türklük ve Türk tarihinin kaynağı Orta Asya’dır. Bütün Türkler, Orta Asya’dan dünyanın diğer bölgelerine yayılmışlardır. Bu konudaki fikirlerini şöyle ifade etmiştir: “Bizim Türk milletimiz eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır. Tâ uzakları görüşü ve hızlı bir uçuşu vardır. Ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddî olsun, dimağî olsun hiçbir sıkıcı kudret içinde durmaz. Bu yaratılışta olduğundan yüksek ana yurdunun dünyadan uzak vaziyetine karşı isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler başlarını alarak, dünyanın hem doğusuna hem batısına yayıldılar.”(22)
Atatürk’ün Türklüğün kaynağını Orta Asya’ya bağlayan ve bugün ilmî bir gerçek olan Türk tarihi anlayışını bir tarafa bırakıp, Türkiye Türklüğüne başka atalar aramak Türk tarihini saptırmaya çalışmaktır. Atatürk, Anadolu Türklüğünün kaynağını eski Anadolu kavimlerine bağlamaya veya onlarla karışarak yeni bir melez millet meydana getirdiği fikrini yaymaya çalışmamıştır. Ancak, silâhla müdafaa ettiği Anadolu’yu tarih ve kültür yoluyla da müdafaa etmek için çalışmıştır. Bugün Türklükten nasibini alamamış ve dolayısıyla “millî şuur” sahibi olamamış bazı siyasîler ve okumuşlarımız, Orta Asya’dan devam edip gelen Türk tarihi anlayışı yerine durmadan “Anadolu Medeniyeti”, “Anadolu Uygarlıkları”, “Anadolu halkı”, “Anadolu insanı” “Türkiye mozayiği” v.s. gibi gariplikler icat etmektedirler. Türkiye’nin “Türk”lüğünü inkâr edip, “Türkiyeli” kimliği ortaya atmaktadırlar. Anadolu’nun, bugünkü insanı da halkı da Türk’tür. Büyük Türk milletinin bir parçasıdır.Anadolu “Anadolu halkı”nın, “Anadolu insanı”nın kültürü, gelenekleri, medeniyeti diye bir şey yok; Türk milletinin medeniyeti, kültürü, gelenekleri v.s. vardır. Atatürk’ün ifadesiyle, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı Türk milletidir.”
Türk milleti Anadolu’yu vatan edinmeden önce burada bazı kavimler ve medeniyetler bulunmuştur. Fakat bunlarla Türklüğün ve Türk Medeniyetinin aynı topraklar üzerinde bulunmaktan başka bir bağı yoktur.(23) Anadolu’da yaşamış eski kavimlere ait medeniyet kalıntılarını, devletimizin sınırları içinde kaldığı için insanlık adına korumak, onlardan turizm aracı olarak istifade etmek başka şey; onlarla hissî, millî bağ kurmaya çalışmak başka şeydir. Bu iki ayrı konuyu birbirine karıştırmamak lâzımdır. Kaldı ki “eski Anadolu medeniyetleri, kültür ve inanç bakımından bize çok uzaktır. Sanat eserleri vasıtasıyla bile onlarla hissî bir bağlantı kurabilmek bir hayli güçtür. Bunun sebebi, bizim bin yıldan beri onlardan çok farklı bir kültür iklimi içinde yaşamamızdır.”(24)
Hangi maksatla olursa olsun, Türkiye tarihini Türk tarihinden kopararak “Anadolu tarihi” ve “Anadolu medeniyetleri” içinde mütalaa etmek isteyenlerin artık gaflet uykusundan uyanmaları gerekir. Çünkü böyle bir anlayış Türklüğü bölmekten, Türkiye Türklüğünü dünya Türkler’inden koparmaktan başka bir işe yaramaz. Yine dilimizi “özleştirme” adı arkasında da aynı oyunların oynandığı düşünülürse, izah etmeye çalıştığımız “Mavi Anadolucu tarih anlayışının”, “Anadolu medeniyetleri” sevdalılarının gayeleri, dünya Türklüğünün merkezi ve öncüsü olmaya çalışan Türkiye Türklüğü üzerinde oynanan oyunlar kolayca anlaşılır. Hele bunları Atatürkçülük adına yapmak büyük bir Türk milliyetçisi, Türklüğün 20. yüzyıldaki büyük öncüsü Atatürk’e karşı gaflet değilse ihanet içinde olmak demektir.
“Tarih bir milletin kanını, hakkını, varlığını, hiçbir zaman inkâr edemez.” (Nutuk, III, s. 928)
DİPNOTLAR
l2. Doç. Dr. Mehmet Saray, Atatürk.ve Türk Tarihi, Türk Kültürü Dergisi, Sayı 249, Ocak, 1984. Tahsin Ünal, Cumhuriyetin 50. Yılında Tarih Anlayışımız. Türk Kültürü Araştırmaları, Ank. 1973. (Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yay.)
13. Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Türk Milletinin Kültür Değerleri, İst. 1977. s. 31-32 (M.E. yay).
14. Atatürkçülük-Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri- Birinci Kitap, Genel Kurmay Başk. Neş. Ank. 1982. 8
15. Prof. Dr. Afet İnan, Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, 1000 Temel Eser Serisi, s. 110
l6. Yusuf Akçora, Birinci Tarih Kongresi Zabıtları, s. 595
17. Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, İst. 1981, s. 89
18. Prof. Dr. Cengiz Orhonlu, Atatürk ve Tarih Görüşü, Türk Kültürü Dergisi, C. 6, sayı 6l, yıl 1967
19. İkinci Tarih Kongresi Zabıtları, 1937, s. 85
20. Melih Cevdet Anday, Urla Yarımadasında Bir Gezinti, Milliyet Gazetesi, 27.7.1972, s. 5
21. Türk Tarihinin Ana Hatları, 1930. S. 1
22. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Türk Tarihinin Sosyolojisi, birinci kitap, s. 49 Millî Eğitim ve Kültür Dergisi, C.2; sayı 8 Türk Devleti Meselesi, Tercüman Gazetesi, 11.6.1984
23. Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Ankara’daki Anıt ve 16 Türk Devleti Meselesi, Tercüman Gazetesi, 11.6.1984
24. Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Anadolu Medeniyetleri ve Biz Türk Edebîyatı Dergisi, Eylül-1983
Not:
Atatürk’ün tarih konusuyla ilgili değişik sözleri için “Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri” (Prof. Dr. Utkan Kocatürk) adlı esere bakınız.
28 Eylül 2011 Çarşamba, 16:15 tarihinde UQUS tarafından eklendi
Atatürk’ün isteği ve öncülüğü ile kurulan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, kuruluşundan bir süre sonra, 14 Şubat 1932’de Atatürk’ün isteği üzerine daha önce ‘Türk Tarihi Tetkik Heyeti tarafından hazırlanıp bastırılan ‘Türk Tarihinin Ana Hatları’ adlı kitabı tekrar bastırmaya ve bir tarih kongresinin toplanmasına karar vermiştir.
Atatürk’ün tarih araştırmalarına büyük önem vermesi ve Türk Tarih Kurumu’nu kurdurması iki gayeye yöneliktir:
1- Türk milletinin başlangıçtan itibaren millî ve medenî varlığı araştırılarak, insanlık tarihine katkıları ve değeri ortaya konacaktır. Böylece Türkler’in şerefli tarihi bütün dünyaca görülecek, yeni yetişen Türk çocukları atalarının büyüklüğünü öğrenecek, onlarla öğünecek ve aşağılık duygusundan kurtulacaklardır. Diğer taraftan tarih şuuru, millî şuuru kuvvetlendirecek ve muasır medeniyet seviyesine ulaşmada büyük ilham ve kuvvet kaynağı olacaktır. Tarih çalışmalarının asıl gayesi ve beklenen sonuç budur.
2- Türklere barbar gözüyle bakan ve Anadolu’dan atmaya çalışan Avrupalılar’a cevap vermek. Zira o sıralarda Haçlı ruhunun bir işareti olan “Türkler Anadolu’ya sonradan gelen bir millettir, geldikleri yere dönmelidirler” fikri Avrupalılar arasında oldukça yaygındı.(12)
Türk milletinin eski, büyük ve medenî bir millet olduğuna âdeta iman etmiş olan Atatürk, bu inancının sağlam belgelerle ortaya konulmasını istiyordu. Ancak bu yapılabildiği takdirde “Türklüğün unutulmuş medenî vasfı” ortaya çıkacak ve Avrupalılar’ın iddiaları çürütülecekti. Böylece Türklük, dünya milletleri arasındaki şerefli yerini alacak, Türk gençleri, Avrupa’nın üstünlüğü karşısında aşağılık duygusuna kapılmaktan kurtulacaklardı. Atatürk’ün bu fikirleri şu cümlelerde ifadesini bulmuştur: “Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şumullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
Gerçekten, tarih milletlerin hafızası ve ilham kaynağıdır. Millî şuuru uyandırmanın yolu dil ve tarih şuurunu uyandırmaktır. Çünkü “milletler ancak tarihlerini bilmek suretiyle, millî şuura sahip olurlar. Bir millete mensup olmak onu bilmek demek değildir. Millî şuur adı üstünde “şuur” demektir. Şuur ise, bilmek, farkına varmak manasına gelir. Milletinin tarihini bilmeyen, kelimenin gerçek manası ile “millî şuur”a sahip olamaz.
Milletlerinin tarihini bilmeyen nesiller, içlerinde milletlerine karşı canlı bir ilgi ve sorumluluk duygusu da hissetmezler. Böylelerinin yabancı tesirlere kapılması ve yabancılara köle olması çok kolaydır.(13)
Atatürk, büyük bir Türk milliyetçisi olarak kendisinin sahip olduğu “millî şuur”un bütün millete mal olması için çalışıyordu. Çünkü ona göre “Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, bütün Türk çocukları kendileri için lâzım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabilecektir. Bu tarihten Türk çocukları istiklâl fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir.(14)
Türk tarihi çalışmalarında yakınında bulunmuş olan Afet İnan, Atatürk’ün tarih ve tarihçilerden ne beklediğini, neler düşündüğünü şöyle anlatıyor: “Bilhassa eski çağlara kadar gidebilen yeni tarih ufuklarının bizim kavmimiz için de açılmış olması lâzımdır. Tarihî devirlerde çeşitli coğrafî bölgelerde bir varlık göstermiş olan Türk kavimlerinin daha eski devirlere giden köklerinin olmaması imkânsız görülüyor. Bugün millet mefhumu altında teşekkül etmiş bir Türk varlığının, kavim olarak yaşadığı devirler elbette olmuştur. İşte Atatürk, bu devirlerdeki Türk kavminin tarihî çağlarda olduğu gibi, ana yurttan yayılma izlerini belgelere dayanarak tarihçilerin incelemesini istedi.(15) Yine Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulduğu zaman onun başına getirilen ünlü TürkçülerdenYusuf Akçura da Birinci Türk Tarih Kongresi’nde yaptığı konuşmada şunları söylüyor: “Türk Tarihi Tetkik Cemi-yeti’nin önüne konmuş büyük problem, umumî tarihe Avrupalıların rüyet zaviyelerinden bakmayıp, onu sırf hakikat nokta-i nazarından görmek ve -bu görüş sayesinde Türk kavminin tarihte hakikî mevkiini tayin etmek, yani Türklerin beşer tarihinde oynadıkları ve fakat hasımlarının gizlemeye çalıştıkları büyük rolü meydana çıkarmak ve bu suretle Türk kavimlerine tarihî hakkını vermektir.(16)
Eski tarih anlayışının bir ifadesi olarak Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi’nde, “Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten” diyordu. Atatürk ise, bir aşiretten cihangirâne bir devlet’in çıkmasının mümkün olmadığını, böyle bir devleti kurmayı başaran Türk Milletinin tarihin “büyük ve medenî vasfı unutulmuş bir milleti” olduğunu düşünüyordu. Bu fikrini belgelerle doğrulamayı da tarih ilmine ve tarihçilere bırakıyordu: “Türkler bir aşiret olarak Anadolu’da imparatorluk kuramaz. Bunun başka türlü bir izahı olmak lâzımdır. Tarih ilmî bunu meydana çıkarmalıdır.(17)
Atatürk’ün tarih çalışmalarının birinci gayesinin, Türk tarihinin bütün devirlerinin aydınlatılmasına yönelik olduğunu; ikincisinin ise, Avrupalılar’ın haksız ve asılsız iddialarına cevap vermek esasına dayandığını daha önce ifade etmiştik. Atatürk, bu ikinci gaye için bir Türk tarih tezi geliştirmeyi düşündü. Bu teze göre, “Türk ırkı Anadolu’da ilk devlet kuran bir millettir. Bu ırkın kültür yurdu, ilk zamanlarda iklimi müsait Orta Asya idi. İklimi daha sonra değişti. Yüksek bir ziraat hayatına geçen, madenlerin kullanılmasını bulan bu topluluk göç etmek zorunda kaldı; Orta Asya’dan doğuya, güneye, batıda Hazar Denizinin kuzey ve güneyinde olmak üzere yayıldı; gittikleri yerlere yerleşerek bildiklerini oralara yaydılar ve geliştirdiler; bazı yerlerde yerli halk ile karıştılar. Irak, Anadolu, Mısır ve Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal ırkın temsilcileridir. Biz bugünkü Türkler de onların çocuklarıyız.(18) Yeni geliştirilen bu tezi Afet İnan da şöyle özetliyor:“Dünyada yüksek kültürün ilk beşiği Orta Asya’daki Türk anayurtlarıdır. O kültürü kuranlar ve bütün dünyaya yayanlar da Türklerdir.(19)
Buraya kadar yapılan izahlardan anlaşılacağı gibi, Atatürk, Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan Türk tarihini bir bütün olarak düşünmüş, dolaylı olarak da Anadolu’nun eski tarihi ile ilgilenmiştir. Onun Türk Tarih Tezi olarak geliştirdiği çalışmalarının gayesi, Anadolu’nun Türk vatanı oluşundan önceki tarihini araştırmak değil, Türk tarihini bütünüyle araştırmaktır. Buna bağlı olarak da Türkiye Cumhuriyeti’ni üzerinde kurduğu Anadolu’da bulunmamızı haklı gösterecek delilleri bulmaktır. Anadolu’da kurulan eski medeniyetlere dayanarak hak iddia edenlere karşı manevî bir savunma silâhı hazırlamaktır. Bazılarının zannettiği veya iddia ettiği gibi Atatürk, Orta Asya Türk tarihine göz yumarak, Türklüğün tarihini Anadolu’nun eski kavimlerine (Etiler,Hititler vs.) bağlamaya çalışmamıştır. Aksine Anadolu’nun eski medeniyetleri ile Türk tarihini birleştirme esasına dayanan tarih tezi, Anadolu Türklüğünü de Orta Asya Türklüğüne bağlama gayesine yöneliktir. Bilindiği gibi Atatürk’ün dil ırkçılarına karşı geliştirdiği “Güneş Dil Teorisi” de Orta Asya kaynağına dayanıyordu. Kısaca Atatürk’ün Dil ve Tarih tezleri, aynı anlayışın eseridir.
Her şeyin açık seçik ortada olmasına rağmen, aklın ve ilmin hâkim olamadığı Türkiye’de pek çok konu gibi, Atatürk’ün tarih anlayışı da gayesinden saptırılmaya çalışılmış ve çalışılmaktadır.“Anadolu’da kurulmuş eski medeniyetlerde Türklüğün hakkı vardır. Çünkü bütün yüksek kültürler, medeniyetler Orta Asya’dan çıkmıştır. Orta Asya’nın yerli kavmi de Türkler’dir” anlayışı, tersine çevrilerek âdeta “Türkler’in ataları eski Anadolu kavimleridir; Orta Asya Türklüğü ile bir ilgileri yoktur. Varsa bile Anadolu’ya geldikten sonra, yerli kavimlerle karışarak melez bir millet ortaya çıkmıştır. Biz onların devamıyız.” şekline getirilmiştir.
Türkiye Türklüğü veya Anadolu Türklüğünün Orta Asya Türklüğü ve kaynağı ile bağlarını koparmaya yönelik tarih görüşü, “Anadolu’nun Türkleştiğini reddeden Mavi Anadolucu görüştür.” Mavi Anadolucu görüş, Türkiye’nin veya Anadolu’nun, mozaik olduğu anlayışına dayanır. Mozaikçi-Mavi Anadolucular’a göre Anadolu, 1071’den itibaren Türklerce fethedilip Türkleştirilmemiş; bin yıl önce doğudan gelen bazı göçmenler” Anadolu’ya gelip yerleşmiş ve yerli kavimlerle karışıp “Anadolu halkı”nı meydana getirmişlerdir. Mavi Anadolucu görüşü savunanlardan birisi olan Melih Cevdet Anday, bir yazısında şöyle diyor: “Bugün bilimsel tarihin kaynakları çok daha gerilere götürülmüş ve yorumlar çok değişik biçimler almaya başlamıştır.(...) Bugün bile çocuklarımızın ilkokul kitaplarında Orta Asya’dan ‘anayurdumuz’ diye söz edilmektedir. Buna üzülmek azdır, çıldırmalıyız. Bizim ana yurdumuz Orta Asya ise, Anadolu’nemiz oluyor? Bu soruya karşılık bir Yunanlı çıkıp da ‘o da bizim ana yurdumuz’ derse hoşlanacağımızı pek sanmıyorum. Oysa biz Atatürk’le birlikte bu toprağın uygarlıklarını benimseme yolunu tutmuşuzdur.”(20) Böyle bir yorum ve anlayış ile Atatürkçülüğü ve onun tarih anlayışını bağdaştırmak mümkün değildir. Zira Türklüğün anayurdunun Orta Asya olduğu tarihî belgelerle sabittir. Ayrıca Atatürk devrinde ve onun emirleri ile iki defa yayınlanan“Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı kitabın ilk cümlesi “Türklerin ana yurdu Orta Asya’dır” şeklindedir.(21)
Atatürk, Türklüğü ve Türk tarihini bir bütün olarak düşünmüş ve öyle değerlendirmiştir. Ona göre Türklük ve Türk tarihinin kaynağı Orta Asya’dır. Bütün Türkler, Orta Asya’dan dünyanın diğer bölgelerine yayılmışlardır. Bu konudaki fikirlerini şöyle ifade etmiştir: “Bizim Türk milletimiz eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır. Tâ uzakları görüşü ve hızlı bir uçuşu vardır. Ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddî olsun, dimağî olsun hiçbir sıkıcı kudret içinde durmaz. Bu yaratılışta olduğundan yüksek ana yurdunun dünyadan uzak vaziyetine karşı isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler başlarını alarak, dünyanın hem doğusuna hem batısına yayıldılar.”(22)
Atatürk’ün Türklüğün kaynağını Orta Asya’ya bağlayan ve bugün ilmî bir gerçek olan Türk tarihi anlayışını bir tarafa bırakıp, Türkiye Türklüğüne başka atalar aramak Türk tarihini saptırmaya çalışmaktır. Atatürk, Anadolu Türklüğünün kaynağını eski Anadolu kavimlerine bağlamaya veya onlarla karışarak yeni bir melez millet meydana getirdiği fikrini yaymaya çalışmamıştır. Ancak, silâhla müdafaa ettiği Anadolu’yu tarih ve kültür yoluyla da müdafaa etmek için çalışmıştır. Bugün Türklükten nasibini alamamış ve dolayısıyla “millî şuur” sahibi olamamış bazı siyasîler ve okumuşlarımız, Orta Asya’dan devam edip gelen Türk tarihi anlayışı yerine durmadan “Anadolu Medeniyeti”, “Anadolu Uygarlıkları”, “Anadolu halkı”, “Anadolu insanı” “Türkiye mozayiği” v.s. gibi gariplikler icat etmektedirler. Türkiye’nin “Türk”lüğünü inkâr edip, “Türkiyeli” kimliği ortaya atmaktadırlar. Anadolu’nun, bugünkü insanı da halkı da Türk’tür. Büyük Türk milletinin bir parçasıdır.Anadolu “Anadolu halkı”nın, “Anadolu insanı”nın kültürü, gelenekleri, medeniyeti diye bir şey yok; Türk milletinin medeniyeti, kültürü, gelenekleri v.s. vardır. Atatürk’ün ifadesiyle, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı Türk milletidir.”
Türk milleti Anadolu’yu vatan edinmeden önce burada bazı kavimler ve medeniyetler bulunmuştur. Fakat bunlarla Türklüğün ve Türk Medeniyetinin aynı topraklar üzerinde bulunmaktan başka bir bağı yoktur.(23) Anadolu’da yaşamış eski kavimlere ait medeniyet kalıntılarını, devletimizin sınırları içinde kaldığı için insanlık adına korumak, onlardan turizm aracı olarak istifade etmek başka şey; onlarla hissî, millî bağ kurmaya çalışmak başka şeydir. Bu iki ayrı konuyu birbirine karıştırmamak lâzımdır. Kaldı ki “eski Anadolu medeniyetleri, kültür ve inanç bakımından bize çok uzaktır. Sanat eserleri vasıtasıyla bile onlarla hissî bir bağlantı kurabilmek bir hayli güçtür. Bunun sebebi, bizim bin yıldan beri onlardan çok farklı bir kültür iklimi içinde yaşamamızdır.”(24)
Hangi maksatla olursa olsun, Türkiye tarihini Türk tarihinden kopararak “Anadolu tarihi” ve “Anadolu medeniyetleri” içinde mütalaa etmek isteyenlerin artık gaflet uykusundan uyanmaları gerekir. Çünkü böyle bir anlayış Türklüğü bölmekten, Türkiye Türklüğünü dünya Türkler’inden koparmaktan başka bir işe yaramaz. Yine dilimizi “özleştirme” adı arkasında da aynı oyunların oynandığı düşünülürse, izah etmeye çalıştığımız “Mavi Anadolucu tarih anlayışının”, “Anadolu medeniyetleri” sevdalılarının gayeleri, dünya Türklüğünün merkezi ve öncüsü olmaya çalışan Türkiye Türklüğü üzerinde oynanan oyunlar kolayca anlaşılır. Hele bunları Atatürkçülük adına yapmak büyük bir Türk milliyetçisi, Türklüğün 20. yüzyıldaki büyük öncüsü Atatürk’e karşı gaflet değilse ihanet içinde olmak demektir.
“Tarih bir milletin kanını, hakkını, varlığını, hiçbir zaman inkâr edemez.” (Nutuk, III, s. 928)
DİPNOTLAR
l2. Doç. Dr. Mehmet Saray, Atatürk.ve Türk Tarihi, Türk Kültürü Dergisi, Sayı 249, Ocak, 1984. Tahsin Ünal, Cumhuriyetin 50. Yılında Tarih Anlayışımız. Türk Kültürü Araştırmaları, Ank. 1973. (Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yay.)
13. Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Türk Milletinin Kültür Değerleri, İst. 1977. s. 31-32 (M.E. yay).
14. Atatürkçülük-Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri- Birinci Kitap, Genel Kurmay Başk. Neş. Ank. 1982. 8
15. Prof. Dr. Afet İnan, Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, 1000 Temel Eser Serisi, s. 110
l6. Yusuf Akçora, Birinci Tarih Kongresi Zabıtları, s. 595
17. Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, İst. 1981, s. 89
18. Prof. Dr. Cengiz Orhonlu, Atatürk ve Tarih Görüşü, Türk Kültürü Dergisi, C. 6, sayı 6l, yıl 1967
19. İkinci Tarih Kongresi Zabıtları, 1937, s. 85
20. Melih Cevdet Anday, Urla Yarımadasında Bir Gezinti, Milliyet Gazetesi, 27.7.1972, s. 5
21. Türk Tarihinin Ana Hatları, 1930. S. 1
22. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Türk Tarihinin Sosyolojisi, birinci kitap, s. 49 Millî Eğitim ve Kültür Dergisi, C.2; sayı 8 Türk Devleti Meselesi, Tercüman Gazetesi, 11.6.1984
23. Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Ankara’daki Anıt ve 16 Türk Devleti Meselesi, Tercüman Gazetesi, 11.6.1984
24. Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Anadolu Medeniyetleri ve Biz Türk Edebîyatı Dergisi, Eylül-1983
Not:
Atatürk’ün tarih konusuyla ilgili değişik sözleri için “Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri” (Prof. Dr. Utkan Kocatürk) adlı esere bakınız.
Similar topics
» Gerçek türk tarihi: Anadolu türklerinin.(yörükler-Türkmenler) tarihi
» Timur Davletov - Kadim Türk Tarihi, Türk İnancı, Türk Kültürü
» Atatürk’ün Tarih Anlayışı
» Atatürk, Tarih Öğretimi ve Müzeler
» Türk Tarih ve Kültüründe Kadın
» Timur Davletov - Kadim Türk Tarihi, Türk İnancı, Türk Kültürü
» Atatürk’ün Tarih Anlayışı
» Atatürk, Tarih Öğretimi ve Müzeler
» Türk Tarih ve Kültüründe Kadın
¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤ :: [Türkçülük] ve [Turancılık] :: Türk'ün Son Başbuğu: Atatürk
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz