Said-i Nursi Denen Said-i Kürdi ve ??çülük Hareketi
1 sayfadaki 1 sayfası
Said-i Nursi Denen Said-i Kürdi ve ??çülük Hareketi
Nakşibendi Halidicilik, Kürdicilik, Nurculuk ve Fethullahcılık; bu fikirler bir silsile halinde günümüze gelmiştir; birbirinin devamı, yani aşama kaydetmesidirler. Hatta günümüzdeki ??çülük, bunun silahlı eylem hareketlerini yapan ve üstlenen PKK da söz konusu fikir hareketlerinin bir neticesidir.
BİR MERHUM NE DEMİŞTİ:
“Saidi Nursi’nin 1327 (1909) yılında, İstanbul'da Vezir hanındaki İkbal-i Millet matbaasında basılmış "İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yahut Divan-i Harb-i Örfî ve Saîd-i Kürd-î" adlı eserinde açıkça ayrılıkçı ??çülük yapmakta, Kürtleri uyanmaya ve ?? milliyetçiliği etrafında birleşmeye şu sözlerle davet etmektedir:
"Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürtler!... Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir."
Said-i Nursi bağımsız Kürdistan çalışmalarına II. Abdülhamit zamanında başlar. Bu zamanlar, Türk topraklarının birer birer elden çıktığı zamanlardır. Said-i Nursi de bu durumdan yararlanmak için Abdülhamit’e bir dilekçe ile başvurur. Dilekçede Kürdistan’ın geleceği için Kürdistan olarak adlandırılan bölgede 3 tane medrese açılmasını ve bura(lar)da ?? gençlerinin ??çe eğitim görmesini ister. II. Abdülhamit bunun altındaki sinsi planı hemen fark eder. Her ne kadar Türklük akımlarını engellemekteyse de, Türk toprağını kendi eliyle teslim edecek kadar Vahdettinleşmemiştir. Bu dilekçeden sonra Said-i Nursi’yi önce sürgüne göndermeyi düşünür fakat akli dengesinin yerinde olmadığını anladığından tımarhaneye kapatılması kararlaştırılır. Said, “Zalimler için yaşasın cehennem!” sözünü Abdülhamit için söyler.
Cumhuriyet’in ilanından sonra da Kürtlerin isyan dalgası devam eder. Said-i Nursi de bu isyanlara katılır. “Biraderi azamım” dediği Şeyh Sait’in isyanına katıldığından dolayı yeniden sürgüne gönderilir. Onun biraderinin, “Bir Türk öldürmek yetmiş gavur öldürmekten daha üstündür” sözü Said-i Nursi’nin düşünce yapısını dolaylı yoldan bize gösterir. Şeyh Sait Türk Ulusu’na karşı bu hainliğinin bedelini darağacında sallanarak öder. Said-i Nursi bunu asla unutmaz. Hasta yatağında yatarken şimdi Hakpar Başkanı olan Abdülmelik Fırat’a “Biraderi azamım Şeyh Sait’in öcünü alacağım.” der.”
Bunu öldürülmeden önce yazan emekli müftü rahmetli Turan Dursun’dur. Onun söz konusu ettiği ise Said-i Kürdi’nin 31 Mart Vakası’nın ateşleyen Volkan Gazetesi’nde yayınlanan yazısıdır.
TÜRKİYE’DE ??ÇÜLÜK HAREKETİ NASIL BAŞLADI?
Anadolu'nun, özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun sosyal hayatını ve davranış biçimlerini son birkaç yüzyıl içerisinde en fazla etkileyen kişilerden bahsedildiğinde, Mevlana Halid-i Bağdadi de denen ama asıl adı Halit Ziyaettin olan Halidi-i Kürdi mutlaka zikredilmesi gerekir. Onun hakkında şöyle denir: Adı Halid b. Ahmed b. Hüseyin olan Mevlana Halit, Kuzey Irak’ın Süleymaniye şehrinin Şehrezorkasabasında dünyaya geldi. İtikatta Eş’ari, mezhepte Şafii, meşrepte Nakşibendi'ydi.
Temelleri Bahattin Şâh-ı Nakşibent tarafından tarafından 14. Yüzyıl’da atılan Nakşibendiliğin Halidiyye kolunu kuran ve aslen Kuzey Iraklı bir ?? aileye mensup olan Mevlana Halid-i Kürdi, 1779'da doğdu ve 1827'de Şam'da vefat etti.
Halid-i Kürdi'ye göre, Müslümanların İslam'ı içlerine hapsetmeleri doğru değildi. Bunu günlük hayatlarında yaşamaları gerekirdi. Kitaplarında, mesela Şemsü's-Şümûs, yani “Güneşler Güneşi” adlı eserinde söz konusu fikrini anlatmış, o talebelerinden ve halifelerinden bu görüşü hayata geçirmelerini istemişti. Böyle denilmesine rağmen, hocaları olan Muhammed bin Âdem-i Kürdi, Salih-i Kürdi, Abdurrahman-i Kürdi gibi ad sahiplerine baktığımız zaman, onun ??çüler tarafından yetiştirilmiş olduğunu görürüz.
Şöyle denir:
Mevlana Halid-i Kürdi, Şam'dayken, onun çekemeyenler Sultan İkinci Mahmud'a, "Asker ve silâh topluyor, güçlenip devletinize baş kaldırmak istiyor. Ülkeni ondan koruyasın" dediler. Bu Osmanlı padişahı Şeyhülislâm Mekkizade Mustafa Asım Efendi’yi çağırdı. Ona meseleyi araştır dedi. İki kişi Şam'a yollandı. Ancak Halid-i Kürdi durumdan haberdar edilmişti. Gelen iki kişi karşılandı. Onlar tahkikatı yaptılar, İstanbul'a döndüler. Vazifeli iki kişi padişaha şikâyetlerin asılsız olduğunu bildirdiler. Halid-i Kürdi, böylece kurtuldu.
Onun en büyük özelliği Medreselerinde eğitim dili olarak Osmanlıca, Arapça ve Farsça'nın yanında ??çe'yi kullanmış olmasıdır. Bu nedenle Türkiye'deki ?? hareketleri Mevlana Halid-i Kürdi´yi önemli dinî alimlerden biri olarak görmektedir.
Ancak işin bir gerçek tarafı da vardı. Şikayetler doğru idi.
Nakşibendilik, İkinci Mahmut'un saray hocası ?? Abdurrahman Efendi'nin gayretleriyle 1826 yılında siyasi bir kimlik kazanıp etkinliğini artırınca Halid-i Kürdi'nin akın akın İstanbul'a gelmiş olan halifelerin bir kısmı memleketlerine gönderildi, bir kısmı da Sivas'a sürüldü ama, bazı devlet adamlarının, mesela Şeyhülislâm Mekkizade Mustafa Asım Efendi'nin de Halid-i Kürdi'nin görüşlerini benimsemelerinden sonra, Halidilik hiçbir engele uğramadan yayıldı. Hele Anadolu'da lavedilen Bektaşi tekkelerinin Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından itibaren bunlara verilmesi, Halidi kolunu oldukça güçlendirmişti.
SAİD-İ KÜRDİ KİMDİR?
Vladimir F. Minorsky, Moskova’dan 1902 yılında İran'a gitmiş, burada uzun süre Kürtlerle ilgili araştırma yapmıştır. 1903 yılında, Urmiye gölü civarında bir gençle tanışmıştır. O genç, asıl adının Rıza olduğunu, ilk dini bilgiler alırken bir öğrencinin başına sopayla vurup kaçtığını, Hizan’da okumaya başladığını, Tagi Medresesi’den kovulduğunu, Bitlis’te bir medresenin bile kendini kabul etmediğini, Van’ın Bahçesaray kazasındaki medresede kaldığı yerden devam etmek istediğini, buradan da kovulduğunu, Erzurum Beyazıt Medresesi’nde okuduğunu, buradan da kovulduğunu, Bağdat’a gittiğini, burada da medreselere kabul edilmediğini, ama 4-5 yılda Arapça öğrendiğini, Siirt’in Tillo kazasına geldiğini, burada peygamberi rüyasında gördüğünü birkaç kişiye söylediğini, ama itibar kazanamadığını, Farsça ve Arapça bilmesi hasebiyle Mardin’e gidip bir medreseye müderris olarak girdiğini, burada bir suçtan dolayı halkın linç girişimine maruz kaldığını, Mardin mutasarrıfı Nadir Bey’in tutuklatıp Van’a sürgüne gönderdiğini, yolda abdest alma bahanesiyle jandarmaların elinden kaçtığını, adını değiştirip Said-i Kürdi yaptığını, 1898 yılından beri de İran sınırından Türk topraklarına iltica etmek isteyen Bahaileri geçirdiğini, bu nedenle para kazandığını anlatmıştı. V. F. Minorsky’nin arayıp da bulamadığı adam oydu. Bu Rus bilim adamı Said-i Kürdi’yi yetiştirmeye başlamış, ?? hareketinin inceliklerini öğrettiği gibi onu Rus ajanları listesine dahil ederek ??çülük faaliyetleri için 1907 yılında, İstanbul’a göndermiştir.
Peki, nereli olduğu dahi bilinmeyen, asıl adı Rıza olan, İstanbul’da 31 Mart vakası nedeniyle tutuklanmasında Hizan’ın Nurs köyünde dünyaya geldiğini söyleyecek olan Said-i Kürdi’nin medreselerden kovulmasına neden olan suç, ya da suçlar neydi? O bu tutuklanmada neden Mardin’den sürgün edilirken jandarmaların elinden kaçtığını söylememişti? Sebebi nedir?
İstanbul’a atının üstünde, belinde hançeriyle gelen Said-i Kürdi, Fatih'teki Şekerci Hanı'nda kalırken Mehdi olduğunu ileri sürmesi nedeniyle tımarhaneye kapatılmış, burada bir süre kalmıştır. Tımarhaneden çıktıktan sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle münasebet tesis etmiş, Selanik’teki İkinci Meşrutiyet kutlamalarında konuşma yapmış, bir süre sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden atılması ile Kıbrıs’tan gelmiş olan Derviş Vahdeti’yle tanışmış, onunla birlikte bir İslam cemiyeti kurmuş, Volkan Gazetesi çıkarmaya başlamış, 31 Mart Vakası nedeniyle tutuklanmış, divan-ı harbe verilmiş, tutuklanarak Üsküdar/Toptaşı Cezaevi’ne kapatılmış, Yıldız Askeri Mahkemeleri’nde de yargılanmış, mahkeme başkanı Şakir Paşa’ya tutarsız ifadeler vermiş, bu nedenle Fizan’a sürülmesine karar verilmiş, ancak mahkemenin kararıyla yeniden akıl hastanesine kapatılmıştır. Onun burada bir yıl kaldığı söylenir.
İkinci Abdülhamit’in yerine Osmanlı padişahı ve halifesi olarak tahta oturan Mehmet V. Reşad'ın 5 Haziran 1911'de başlayan meşhur Kosova seyahati vardır. Üsküp'te bu padişahın balkondan halkı selamlarken çekilen fotoğrafında yanında duran kişilerden biri de Said-i Kürdi’dir. Kosova Ovası'nda Murat Hüdavendigar'ın mezarının yanında 100 bin kişinin katılımıyla kılınan Cuma namazında onun hutbe okuduğu, bu hutbesi nedeniyle namaz çıkışında kendisine iki bin altın verildiği, 17 bin altının da sonra verileceği söylenmiş; o bin altınla Trabzon’a bir gemiyle İstanbul’dan hareket etmiş, Van’a varmıştır. Orada neler yaptığını bilmiyoruz. Ancak 1914 yılında, Birinci Dünya Harbi başlamadan iki üç ay önce 17 bin altın tutarındaki alacağını tahsil için İstanbul’a geldiğinde soranlara Van Gölü kıyısındaki Edremit'te, “Medresetü'z-Zehra” adlı İslam üniversitesinin temellerini attığını söylemiştir.
FAHRETTİN ÖZTOPRAK
http://tarafsizhaber.blogspot.com/2011/10/said-i-nursi-denen-said-i-kurdi-ve.html
BİR MERHUM NE DEMİŞTİ:
“Saidi Nursi’nin 1327 (1909) yılında, İstanbul'da Vezir hanındaki İkbal-i Millet matbaasında basılmış "İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yahut Divan-i Harb-i Örfî ve Saîd-i Kürd-î" adlı eserinde açıkça ayrılıkçı ??çülük yapmakta, Kürtleri uyanmaya ve ?? milliyetçiliği etrafında birleşmeye şu sözlerle davet etmektedir:
"Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürtler!... Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir."
Said-i Nursi bağımsız Kürdistan çalışmalarına II. Abdülhamit zamanında başlar. Bu zamanlar, Türk topraklarının birer birer elden çıktığı zamanlardır. Said-i Nursi de bu durumdan yararlanmak için Abdülhamit’e bir dilekçe ile başvurur. Dilekçede Kürdistan’ın geleceği için Kürdistan olarak adlandırılan bölgede 3 tane medrese açılmasını ve bura(lar)da ?? gençlerinin ??çe eğitim görmesini ister. II. Abdülhamit bunun altındaki sinsi planı hemen fark eder. Her ne kadar Türklük akımlarını engellemekteyse de, Türk toprağını kendi eliyle teslim edecek kadar Vahdettinleşmemiştir. Bu dilekçeden sonra Said-i Nursi’yi önce sürgüne göndermeyi düşünür fakat akli dengesinin yerinde olmadığını anladığından tımarhaneye kapatılması kararlaştırılır. Said, “Zalimler için yaşasın cehennem!” sözünü Abdülhamit için söyler.
Cumhuriyet’in ilanından sonra da Kürtlerin isyan dalgası devam eder. Said-i Nursi de bu isyanlara katılır. “Biraderi azamım” dediği Şeyh Sait’in isyanına katıldığından dolayı yeniden sürgüne gönderilir. Onun biraderinin, “Bir Türk öldürmek yetmiş gavur öldürmekten daha üstündür” sözü Said-i Nursi’nin düşünce yapısını dolaylı yoldan bize gösterir. Şeyh Sait Türk Ulusu’na karşı bu hainliğinin bedelini darağacında sallanarak öder. Said-i Nursi bunu asla unutmaz. Hasta yatağında yatarken şimdi Hakpar Başkanı olan Abdülmelik Fırat’a “Biraderi azamım Şeyh Sait’in öcünü alacağım.” der.”
Bunu öldürülmeden önce yazan emekli müftü rahmetli Turan Dursun’dur. Onun söz konusu ettiği ise Said-i Kürdi’nin 31 Mart Vakası’nın ateşleyen Volkan Gazetesi’nde yayınlanan yazısıdır.
TÜRKİYE’DE ??ÇÜLÜK HAREKETİ NASIL BAŞLADI?
Anadolu'nun, özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun sosyal hayatını ve davranış biçimlerini son birkaç yüzyıl içerisinde en fazla etkileyen kişilerden bahsedildiğinde, Mevlana Halid-i Bağdadi de denen ama asıl adı Halit Ziyaettin olan Halidi-i Kürdi mutlaka zikredilmesi gerekir. Onun hakkında şöyle denir: Adı Halid b. Ahmed b. Hüseyin olan Mevlana Halit, Kuzey Irak’ın Süleymaniye şehrinin Şehrezorkasabasında dünyaya geldi. İtikatta Eş’ari, mezhepte Şafii, meşrepte Nakşibendi'ydi.
Temelleri Bahattin Şâh-ı Nakşibent tarafından tarafından 14. Yüzyıl’da atılan Nakşibendiliğin Halidiyye kolunu kuran ve aslen Kuzey Iraklı bir ?? aileye mensup olan Mevlana Halid-i Kürdi, 1779'da doğdu ve 1827'de Şam'da vefat etti.
Halid-i Kürdi'ye göre, Müslümanların İslam'ı içlerine hapsetmeleri doğru değildi. Bunu günlük hayatlarında yaşamaları gerekirdi. Kitaplarında, mesela Şemsü's-Şümûs, yani “Güneşler Güneşi” adlı eserinde söz konusu fikrini anlatmış, o talebelerinden ve halifelerinden bu görüşü hayata geçirmelerini istemişti. Böyle denilmesine rağmen, hocaları olan Muhammed bin Âdem-i Kürdi, Salih-i Kürdi, Abdurrahman-i Kürdi gibi ad sahiplerine baktığımız zaman, onun ??çüler tarafından yetiştirilmiş olduğunu görürüz.
Şöyle denir:
Mevlana Halid-i Kürdi, Şam'dayken, onun çekemeyenler Sultan İkinci Mahmud'a, "Asker ve silâh topluyor, güçlenip devletinize baş kaldırmak istiyor. Ülkeni ondan koruyasın" dediler. Bu Osmanlı padişahı Şeyhülislâm Mekkizade Mustafa Asım Efendi’yi çağırdı. Ona meseleyi araştır dedi. İki kişi Şam'a yollandı. Ancak Halid-i Kürdi durumdan haberdar edilmişti. Gelen iki kişi karşılandı. Onlar tahkikatı yaptılar, İstanbul'a döndüler. Vazifeli iki kişi padişaha şikâyetlerin asılsız olduğunu bildirdiler. Halid-i Kürdi, böylece kurtuldu.
Onun en büyük özelliği Medreselerinde eğitim dili olarak Osmanlıca, Arapça ve Farsça'nın yanında ??çe'yi kullanmış olmasıdır. Bu nedenle Türkiye'deki ?? hareketleri Mevlana Halid-i Kürdi´yi önemli dinî alimlerden biri olarak görmektedir.
Ancak işin bir gerçek tarafı da vardı. Şikayetler doğru idi.
Nakşibendilik, İkinci Mahmut'un saray hocası ?? Abdurrahman Efendi'nin gayretleriyle 1826 yılında siyasi bir kimlik kazanıp etkinliğini artırınca Halid-i Kürdi'nin akın akın İstanbul'a gelmiş olan halifelerin bir kısmı memleketlerine gönderildi, bir kısmı da Sivas'a sürüldü ama, bazı devlet adamlarının, mesela Şeyhülislâm Mekkizade Mustafa Asım Efendi'nin de Halid-i Kürdi'nin görüşlerini benimsemelerinden sonra, Halidilik hiçbir engele uğramadan yayıldı. Hele Anadolu'da lavedilen Bektaşi tekkelerinin Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından itibaren bunlara verilmesi, Halidi kolunu oldukça güçlendirmişti.
SAİD-İ KÜRDİ KİMDİR?
Vladimir F. Minorsky, Moskova’dan 1902 yılında İran'a gitmiş, burada uzun süre Kürtlerle ilgili araştırma yapmıştır. 1903 yılında, Urmiye gölü civarında bir gençle tanışmıştır. O genç, asıl adının Rıza olduğunu, ilk dini bilgiler alırken bir öğrencinin başına sopayla vurup kaçtığını, Hizan’da okumaya başladığını, Tagi Medresesi’den kovulduğunu, Bitlis’te bir medresenin bile kendini kabul etmediğini, Van’ın Bahçesaray kazasındaki medresede kaldığı yerden devam etmek istediğini, buradan da kovulduğunu, Erzurum Beyazıt Medresesi’nde okuduğunu, buradan da kovulduğunu, Bağdat’a gittiğini, burada da medreselere kabul edilmediğini, ama 4-5 yılda Arapça öğrendiğini, Siirt’in Tillo kazasına geldiğini, burada peygamberi rüyasında gördüğünü birkaç kişiye söylediğini, ama itibar kazanamadığını, Farsça ve Arapça bilmesi hasebiyle Mardin’e gidip bir medreseye müderris olarak girdiğini, burada bir suçtan dolayı halkın linç girişimine maruz kaldığını, Mardin mutasarrıfı Nadir Bey’in tutuklatıp Van’a sürgüne gönderdiğini, yolda abdest alma bahanesiyle jandarmaların elinden kaçtığını, adını değiştirip Said-i Kürdi yaptığını, 1898 yılından beri de İran sınırından Türk topraklarına iltica etmek isteyen Bahaileri geçirdiğini, bu nedenle para kazandığını anlatmıştı. V. F. Minorsky’nin arayıp da bulamadığı adam oydu. Bu Rus bilim adamı Said-i Kürdi’yi yetiştirmeye başlamış, ?? hareketinin inceliklerini öğrettiği gibi onu Rus ajanları listesine dahil ederek ??çülük faaliyetleri için 1907 yılında, İstanbul’a göndermiştir.
Peki, nereli olduğu dahi bilinmeyen, asıl adı Rıza olan, İstanbul’da 31 Mart vakası nedeniyle tutuklanmasında Hizan’ın Nurs köyünde dünyaya geldiğini söyleyecek olan Said-i Kürdi’nin medreselerden kovulmasına neden olan suç, ya da suçlar neydi? O bu tutuklanmada neden Mardin’den sürgün edilirken jandarmaların elinden kaçtığını söylememişti? Sebebi nedir?
İstanbul’a atının üstünde, belinde hançeriyle gelen Said-i Kürdi, Fatih'teki Şekerci Hanı'nda kalırken Mehdi olduğunu ileri sürmesi nedeniyle tımarhaneye kapatılmış, burada bir süre kalmıştır. Tımarhaneden çıktıktan sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle münasebet tesis etmiş, Selanik’teki İkinci Meşrutiyet kutlamalarında konuşma yapmış, bir süre sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden atılması ile Kıbrıs’tan gelmiş olan Derviş Vahdeti’yle tanışmış, onunla birlikte bir İslam cemiyeti kurmuş, Volkan Gazetesi çıkarmaya başlamış, 31 Mart Vakası nedeniyle tutuklanmış, divan-ı harbe verilmiş, tutuklanarak Üsküdar/Toptaşı Cezaevi’ne kapatılmış, Yıldız Askeri Mahkemeleri’nde de yargılanmış, mahkeme başkanı Şakir Paşa’ya tutarsız ifadeler vermiş, bu nedenle Fizan’a sürülmesine karar verilmiş, ancak mahkemenin kararıyla yeniden akıl hastanesine kapatılmıştır. Onun burada bir yıl kaldığı söylenir.
İkinci Abdülhamit’in yerine Osmanlı padişahı ve halifesi olarak tahta oturan Mehmet V. Reşad'ın 5 Haziran 1911'de başlayan meşhur Kosova seyahati vardır. Üsküp'te bu padişahın balkondan halkı selamlarken çekilen fotoğrafında yanında duran kişilerden biri de Said-i Kürdi’dir. Kosova Ovası'nda Murat Hüdavendigar'ın mezarının yanında 100 bin kişinin katılımıyla kılınan Cuma namazında onun hutbe okuduğu, bu hutbesi nedeniyle namaz çıkışında kendisine iki bin altın verildiği, 17 bin altının da sonra verileceği söylenmiş; o bin altınla Trabzon’a bir gemiyle İstanbul’dan hareket etmiş, Van’a varmıştır. Orada neler yaptığını bilmiyoruz. Ancak 1914 yılında, Birinci Dünya Harbi başlamadan iki üç ay önce 17 bin altın tutarındaki alacağını tahsil için İstanbul’a geldiğinde soranlara Van Gölü kıyısındaki Edremit'te, “Medresetü'z-Zehra” adlı İslam üniversitesinin temellerini attığını söylemiştir.
FAHRETTİN ÖZTOPRAK
http://tarafsizhaber.blogspot.com/2011/10/said-i-nursi-denen-said-i-kurdi-ve.html
Similar topics
» Kadınlar günü denen saçmalık
» Bir Şizofrenin Tahlili: Said-i Kürdi Dosyası
» Gülen Hareketi içindeki ALPEREN’ler; Bu Yazı Size !
» Türk’ün ateşle imtihanı Anayasa yoluyla imha hareketi
» Nûrculuk denen mâneviyât çöplüğünün
» Bir Şizofrenin Tahlili: Said-i Kürdi Dosyası
» Gülen Hareketi içindeki ALPEREN’ler; Bu Yazı Size !
» Türk’ün ateşle imtihanı Anayasa yoluyla imha hareketi
» Nûrculuk denen mâneviyât çöplüğünün
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz