Dini Sömürgeciliğin Etkisinde Gelişen Türkçe Düşmanlığı
1 sayfadaki 1 sayfası
Dini Sömürgeciliğin Etkisinde Gelişen Türkçe Düşmanlığı
Din, insanlık aleminin ve özellikle Türklerin çok hassas olduğu noktalardan biridir. Bunu çok iyi tahlil eden ve hazırladığı projelerini başarıyla uygulamaya koyan günümüz sömürgecileri, dini bir "sömürge" aracı olarak kullanmaktan çekinmiyor. Dün İslamiyet, Araplarca sömürge aracı olarak kullanılıyordu, bugün Hristiyanlık sömürgeci faaliyetlerde bulunarak yükseltilmek isteniyor. Hedefin ise hep aynı olduğunu belirtmek bu noktada manidardır: Türk kültürü! Araplar ve Farslar, Türklerin İslamiyetin yükünü omuzlamasını bir kıskançlıkla karşılamış ve Müslüman milletler arasında Türkler, sürekli olarak hedef tahtasına oturtulmuştur. Müslümanlığın bütün sorumluluğunu -maalesef ki- kendi milli karakterini unutarak sırtlaması, Türklere Hristiyan dünyasını da düşman etmiş ve Türkler inanılmaz bir düşman yumağının içerisinde kendisini bulmuştur.
Millî ve kültürel buhranların içinde karakter özelliklerini tekrar hatırlayan Türkler, tüm imkanlarıyla savaşarak, bu yumağın içinden başarıyla çıkmış, büyük Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuştur. Yüzyıllar boyu milli meselelerin geri planda tutulmasının, Türk dünyası içindeki dinî bölünmelerin, tarihî bilgi yoksunluğunun, Türk dilinin boynu bükük bırakılmasının ardından bu yeni Türk devleti, bir ışık gibi parlamış ve Türk milleti için büyük bir şans olarak belirmiştir.
Tarihte, dinî konularda Araplaştırma politikasının ağır yükü altında ezilen ve en çok da diline saldırılan aslî unsur Türkler, kendi kurdukları ülkelerde de devletin içinde yabancı gibi görülerek aşağılanmıştır. Bir yandan dönme, devşirmelerin büyük kiniyle karşılaşan ve ağır vergi yükü altında bırakılan; diğer yandan Arap ırkçısı Emevilerin medreselerinde yetiştirdiği sahte din adamlarının dinî konularda otorite sayılmasıyla kültürde Araplaşmaya gidilerek kendi gelenekleri unutturulan Türkler, bu Cumhuriyet'e dört elle sarılmalıdır.
Araplar İslam'ı Nasıl Sömürge Aracı Olarak Kullanıyor?
Emevi hanedanı, geçmişte Müslümanlığı kullanarak, ırkçı tutumuyla Arap olmayanları mevali, yani köle olarak nitelendirmekteydi. Araplaşmadıkça "tam Müslüman" olunamayacağı tutumunu sergileyerek inanılmaz bir kültür sömürgeciliğine soyunmuştu. Üstelik bunu yapan Emeviler, İslâm'ın ve Müslümanların en büyük düşmanı konumundadır. İslam'ı son kabul eden Arap topluluklarından biri olan bu topluluk, Hz. Muhammet'in vefatının ardından devlet yönetiminde üst kademelere yerleşerek Emevi hanedanının hakimiyetini sağlamıştır.
Aynı şekilde Emeviler: "Öz dilini, milli kimliğini terk ederek Araplığa mevali sıfatıyla katılmayan, Müslüman olmuş da sayılamaz. Arabın en asil soyu Kureyş'tir. Kureyş içinde de en soylu iktidara en layık ve en ehil aile Emevi ailesidir." anlayışı içinde, Hz. Muhammet'in geldiği aile Haşimileri de dışarı bırakarak dine ne manasız hurafeler ve saçmalıklar kattıkları ortadadır. Aynı topluluk Hz. Muhammet'in soyuna da düşmanca bakmış ve bu düşmanlığını faaliyetleriyle ortaya koymuşlardır. İslam'ın kapanmaz yarası Kerbela olayı bunun en büyük göstergeleri arasındadır. Emevilerin yıkılış sebeplerinden en önemlisi de Hz. Muhammet soyundan olanlara Muaviye ve Yezid döneminde çok büyük kötülüklerin yapılmasıdır.
İslami felsefeden uzak, zevke ve eğlenceye düşkün yöneticileri, halk tarafından benimsenmeyen ve halkı büyük bir isyana götüren tutumları sebebiyle , bizim görüşümüzce Emevi zihniyeti dini bakımdan olduğu kadar, milli bakımdan da ibret vericidir. Bugün de din kisvesiyle Türkçeyi Arapçaya tercih edenlerin, Türkçe ibadet ve ezanın din dışı olduğunu söyleyenlerin bulundukları yol, Muaviye'nin yoludur. Bugün bilmeden Türkçe düşmanlığına giden sözler sarf edenlerin bunu dikkate alması gerekir.
Tarihte düştüğümüz en büyük yanılgılardan biri bahsettiğimiz noktadaki Araplaşmaya koşullanmış İslam anlayışıdır. Giyim-kuşam, müzik alanlarında bu koşullanmanın etkisi görülür. Selçuklu ve Osmanlı'nın hükmettiği milletlere yakın olma gayesiyle izledikleri dil siyaseti de, zamanla Arapların ve Farsların uyanık politikalarıyla büyük bir gaflete yerini terk etmiştir. O kadar ki, Türkçe şiir yazmak bir küçülme sebebi halini almış, dil alanında da Emevi tuzağına düşülmüştür. Osmanlı döneminde Türkçe konuşmak ve yazmak Hristiyan devşirme ve Arap bilginleri tarafından aşağılık ifadesi haline getirilmiştir. Bunun etkisini ölçmek için, dönemin aydınlarının kullandıkları dili incelemek gerekir. Dönemin aydınları eselerinde kullandığı sözcüklerin büyük bir çoğunluğunu Arapça ve Farsça sözcüklerden seçmiş, bununla da yetinmeyerek dil kurallarını da bu dillerden almışlardır. Arapça ve Farsça sözcüklerin yanı sıra dil kurallarının da bu dillere göre belirlendiği şiirler yazan bu aydınlara, döneminin çok çok üzerinde bir milli şuur uyanıklığıyla sitem eden Aşık Paşa'nın
Türk diline kimse bakmaz idi,Türklere her giz gönül akmaz idi.Türk dahi bilmez idi el dilleri,İnce yolu ol ulu menzilleri.dörtlüğü, Türkçe'nin o dönemde düştüğü zorlukların tablosuna çizmektedir.
Aynı şekilde büyük bir tasavvufçu ve dil milliyetçisi olan Fuzuli de:
Ol sebebden fârisî lafz ile çohdur nazm kim Nazm-ı mâzük Türk lâfzıyle iğen düşvâr olur Mende tevfîk olsa bû düşvârı âsân eylerem Nev-bahâr olgaç dikenden berg-i gül izhâr olur
"Fars diliyle, Türkçeden daha çok şiir söylenmiştir. Bunun sebebi Türk diliyle ince şiir söylemenin çok güç olmasıdır. Fakat Allah yardım ederse ben bu güçlüğü yener, kolaylaştırırım. İlkbahâr geldiği zamân, nasıl, dikenden gül yağrağı belirirse ben de diken gibi sert sanılan Türkçe ile gül yaprağı gibi ince şiirler söyleyeceğim."
dizeleriyle o dönemdeki dil sömürgeciliğinin Türkçeye ne denli tesir ettiğini anlatmaktadır. Fuzul'i'nin bu dizelerinden anlıyoruz ki, Türkçeyi terk ederek kendisini Farsçaya veren aydınlar ezici çoğunluktadır. Tarihteki dil milliyetçilerinin sayısının parmakla gösterilecek kadar az olması da bu görüşü destekler niteliktedir.
Kısacası, bugün ve Büyük Selçuklulardan bu yana gördüğümüz Arap dilinin kutsiyet ile ele alınmasının kökeni buradadır. Bu anlayışın tarihteki ilk savunucuları Emevilerin sahip olduğu birçok özellik, yukarıda saydığımız gibidir. Arapçanın, Rabça olmadığını, Arapçanın dinî bir emirle kutsallaştığının sömürgeci kuruntusu olduğunu anlamamız bu sebeple dahi yeterlidir. Lakin, bunu yeterli görmeyecek olanlara birkaç misal daha vermek uygun olacaktır.
Diyanet işleri başkanlığı yapmış olan ve değerli din alimi Prof. Dr. Süleyman Ateş, ömrü boyunca uğraştığı Kur'an tefsirine hazırladığı önsözünde şunları söylüyor:
"Bir Türk'ün Arapça öğrenip Kur'an'ı aslından okuması ve manasını anlaması insanın ömrünü alacak kadar uzun ve yorucu bir iştir. Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez.
"Gaye Kur'an kelimelerini tekrar etmek değil, onun manasını anlamak ve okunan Kur'an'a göre hareket etmektir."
"Hiç anlamadan Kur'an'ı birkaç günde hatmetme yerine, anlayarak günde yarım sahife okumak daha evlâdır."
"Her biri otorite olan sahabiler (Abdullah ibn Mesut, Ubeyy İbn Kab ve Enes İbn Malik) Kur'an'ın ayrı anlamı verecek sinonim kelimelerle okunabileceğine fetva verdiklerine göre, elbette Arapça bilmeyen bir Müslüman da Kur'an'ı kendi dilinde aynı anlamı veren kelimelerle, yani söyleyebileceği başka kelimelerle okuma müsadesi verilir de, yabancıya müsaade verilmez mi?"
"Büyük İmam Ebu Hanife Arapçayı iyi okuyamayan Farisi'nin Farsça Kur'an okuyarak namaz kılmasına cevaz vermiştir."
"Ey Türkçe konuşan Müslüman çocuğu işte bu senin kitabındır. Bu kitabı kendi dilinde her gün oku, okdudukların üzerinde düşün. Onun gerektirdiği genel prensipleri, yüksek ahlâki değerleri, insanlığı öğren, İslamı dar düşünceleriyle Kur'an'ın insanlığa sunduğu ışığı, Kur'an'ın kendisinden ve onunla kaynaşan Peygamber'in sözlerinden öğren. Her sabah Tanrı buyruğundan bir parça okuyarak işine başla."
Bunun da dışında İslam'ın kabulünden bu yana bir zincir misali devreden Türk İslam bilginlerinin büyük önderi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi bilginlerin üstadı olan Ahmet Yesevî insana ferahlık katan öğüdünde:
Ayet-Hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar,Anlamına erenler, başı eğip uyarlar.demiştir.
Bir diğer örnek de İslam bilginlerinden sayılan Elmalılı Hamdi Yazır'ın omuzlarına yüklediği yükümlülüktür. Onun Kur'an'ı Türkçeye çevirmek gibi zorlu ve müthiş bir sorumluluğu yüklenmesi, Türkçe düşmanı ve Arapça savunucusu çevreleri haksız çıkarmaya yetecektir. Günümüzde hangi bilginin hangi sözünden, Kur'an'ın hangi ayetinden veya Peygamber'in hangi hadisinden feyiz aldıkları bilinmeyen bu çevrelerin neye güvenerek bu görüşe ulaştıklarını bilmiyoruz. Bu kişilerin Arapça olmayan her şeyin din dışı olduğunu hararetle savunduğunu görüyoruz. Bu görüş, dediğimiz gibi Hz. Muhammet'in soyunu yok etmek amacıyla yanıp tutuşan, din dışı tutumlarla Müslüman toplumların büyük tepkisini toplayan, Arap sömürgecisi Emevilere aitti. Saydığımız manidar misallerin karşısında, dindar olduğunu düşünen kişilerin, tescilli Emevi zihniyetiyle bizlere karşı koyması durumun ne kadar vahim olduğunu anlatıyor.
Türkler hem eski dönemlerde, hem yakın dönemlerde Arap sömürgeciliği ve Türk devletlerinin bu sömürgeciliğe şuursuzca alet olması sebebiyle bulundukları toplum içerisinde acı bir biçimde erimiş, hatta yok olmuştur. Bugün hâlâ Arap topraklarında birçok Türk'ün dilini ve Türklük şuurunu kaybederek özyitime uğradığı tarihçiler tarafından da belirtilmektedir. Peygamberin ve birçok din bilgininin övgüyle bahsettiği Türklüğün, Osmanlı döneminde "alçak, akılsız, anlayışsız" belirtisi olarak kullanılması ve devşirmelerin bu anlayışı şiirlerle süslemesi acıdır. Daha acısı, bunu Türk padişahlarına sunacak cüreti kendilerinde bulmalarıdır. Kanunî Sultan Süleyman devrinde yetişen ve 2. Selim ile 3. Murat'a hizmet vermiş olan Hafız Hamdi Çelebi'nin:
Padişahım, kainatın yaratılışından bu yana Dünya içinde Türk'ün kötülüğünden bahsedilir.Allah Türk'e anlayış gücü vermemiştir.O çok akıllı bile olsa pervasızdır.
...
O iyilik madeni yüce Peygamber Türk'ü öldürünün, kanı helaldir demiştir Türk'ün adam olacağını zannetme Bir an olsun Türk ile yan yana durma diye şiir yazarak padişaha sunmasında bunun kanıtını bulabiliyoruz.
Bu gafletin dini ve milli açıdan hiçbir mantıklı yanı yoktur. Tanrı'nın ordusu olduğuna inanılan bir millet hakkında böyle aşağılayıcı şeyler düşünmek dinen de gaflettir. Arapların İslam öncesi dönemlerdeki boy ve aile kavgaları İslam sonrasında da, Hz. Muhammet'in vefatıyla birlikte görülmektedir. Çıkar politikaları içinde İslam'ı dar kalıplarda bırakan ve neredeyse Yahudiliğe benzer bir hale getirecek olan Araplardan İslam'ı kurtarıp evrene yayması sebebiyle de Türklerin ve bu yüce milletin dili olan Türkçenin aşağılanması alçakça ve akılsızcadır.
Emevilerin ve Abbasilerin uygulamaya koyduğu ve Türklerin içine düştüğü vahim Araplaştırma politikasının Türklere kültürel açıdan vurduğu darbeleri batı biliyor. Türk kültür yapısını bozarak Türklüğü yok etmek peşinde olan batılı sömürgeciler kurdukları ve yetiştirdikleri sahte din bilginleri ile Türk kültüründen uzak, tamamen Araplaşmış ve yobazlaşmış bir İslamiyeti makul görüyor. Bu çerçevede de Türk sosyal yapısını ve ahlaki becerisini yok etmek için Emevi zihniyetini kullanıyor.
Günümüz dinî cemaatlerinin "Arapça bilmeyen cennete giremez", "Kur'an'ı Türkçe okumak değil, Arapça okumak sevaptır" gibi telkinlerinde Hristiyan sömürgecilerin Emevîlerden nasıl hız aldıkları anlaşılabilir. Emevî anlayışının Türk kültürüne ve Türklerin temiz İslam anlayışına zararlı olduğu şüphesiz gerçektir. Bu şekilde, yeryüzüne indiğinden bu yana Tanrı'nın birliğine inanmış Türklerden; Araplaşması, mantığı ve bilimi terk etmesi isteniyor. Hristiyan dünyasının, bunu dinî bir kaygıyla yapmadığı akıl ve iz'an sahibi herkesçe kabul görür. Taşıdıkları kaygı, Anadolu'dan atamadıkları Türkleri başka bir millet haline getirmektir.
Bunu engellemenin yolu da günümüzde dışarının güdümüne bırakılmış İslamiyeti terk edip, özümüze, milli yapımıza uygun İslami anlayışı geri getirmektir. Türkler, Yesevi anlayışının hakim olduğu dönemlerde sınırlarını genişletmiş, büyümüştür. Bugünkü İslam anlayışı çerçevesinde Türklüğün ve İslamiyetin nasıl bir karanlığın içinde olduğunu anlamak gerekir. Çünkü bugünkü İslam anlayışı; Arap din bilginlerinin Araplara göre yorumladığı ve çoğu Emevi döneminde medreselerde yetiştirilen sahte alimlerin İslam anlayışıdır.
Bu tür tuzaklar görüldüğü gibi tehlikelidir. Müslümanlığı Müslümanlıktan, Türklüğü Türklükten uzaklaştıracak bu anlayış derhal yıkılmalı ve Ahmet Yesevî felsefesinin ateşi Müslüman Türk topluluklarını sarmalıdır. Türkler hiçbir şekilde yeryüzüne geldiğinden beri koruduğu ahlakî üstünlüğünü Arapların ve Farsların sapkın ahlak ve sosyal yapılarına değişmemelidir. Türkler damarlarındaki asil kanı, hiçbir politikaya yem etmemelidir!
Ve yazıyı Sultan Alp Arslan'ın bir sözüyle noktalayalım:
"Biz temiz Müslümanlarız. Bid'ad bilmeyiz. Allah bu yüzden halis Türkleri aziz kıldı!"
NOT: Emevilerin Arapça dışında ibadet yapılmaz telkinlerini savunup, Türkçe dediğimiz an bizi dinsiz ilan edenleri anlayışla karşılayacak tâkatimiz artık kalmamıştır. Biz özyitime uğratılmış milyonlarca Türk'e yenileri katılsın istemiyoruz.
Hüseyin DELİBAŞ
Soyunu sopunu ???????? ezikleri arap köpeği azınlık etnik yığıntılar
Millî ve kültürel buhranların içinde karakter özelliklerini tekrar hatırlayan Türkler, tüm imkanlarıyla savaşarak, bu yumağın içinden başarıyla çıkmış, büyük Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuştur. Yüzyıllar boyu milli meselelerin geri planda tutulmasının, Türk dünyası içindeki dinî bölünmelerin, tarihî bilgi yoksunluğunun, Türk dilinin boynu bükük bırakılmasının ardından bu yeni Türk devleti, bir ışık gibi parlamış ve Türk milleti için büyük bir şans olarak belirmiştir.
Tarihte, dinî konularda Araplaştırma politikasının ağır yükü altında ezilen ve en çok da diline saldırılan aslî unsur Türkler, kendi kurdukları ülkelerde de devletin içinde yabancı gibi görülerek aşağılanmıştır. Bir yandan dönme, devşirmelerin büyük kiniyle karşılaşan ve ağır vergi yükü altında bırakılan; diğer yandan Arap ırkçısı Emevilerin medreselerinde yetiştirdiği sahte din adamlarının dinî konularda otorite sayılmasıyla kültürde Araplaşmaya gidilerek kendi gelenekleri unutturulan Türkler, bu Cumhuriyet'e dört elle sarılmalıdır.
Araplar İslam'ı Nasıl Sömürge Aracı Olarak Kullanıyor?
Emevi hanedanı, geçmişte Müslümanlığı kullanarak, ırkçı tutumuyla Arap olmayanları mevali, yani köle olarak nitelendirmekteydi. Araplaşmadıkça "tam Müslüman" olunamayacağı tutumunu sergileyerek inanılmaz bir kültür sömürgeciliğine soyunmuştu. Üstelik bunu yapan Emeviler, İslâm'ın ve Müslümanların en büyük düşmanı konumundadır. İslam'ı son kabul eden Arap topluluklarından biri olan bu topluluk, Hz. Muhammet'in vefatının ardından devlet yönetiminde üst kademelere yerleşerek Emevi hanedanının hakimiyetini sağlamıştır.
Aynı şekilde Emeviler: "Öz dilini, milli kimliğini terk ederek Araplığa mevali sıfatıyla katılmayan, Müslüman olmuş da sayılamaz. Arabın en asil soyu Kureyş'tir. Kureyş içinde de en soylu iktidara en layık ve en ehil aile Emevi ailesidir." anlayışı içinde, Hz. Muhammet'in geldiği aile Haşimileri de dışarı bırakarak dine ne manasız hurafeler ve saçmalıklar kattıkları ortadadır. Aynı topluluk Hz. Muhammet'in soyuna da düşmanca bakmış ve bu düşmanlığını faaliyetleriyle ortaya koymuşlardır. İslam'ın kapanmaz yarası Kerbela olayı bunun en büyük göstergeleri arasındadır. Emevilerin yıkılış sebeplerinden en önemlisi de Hz. Muhammet soyundan olanlara Muaviye ve Yezid döneminde çok büyük kötülüklerin yapılmasıdır.
İslami felsefeden uzak, zevke ve eğlenceye düşkün yöneticileri, halk tarafından benimsenmeyen ve halkı büyük bir isyana götüren tutumları sebebiyle , bizim görüşümüzce Emevi zihniyeti dini bakımdan olduğu kadar, milli bakımdan da ibret vericidir. Bugün de din kisvesiyle Türkçeyi Arapçaya tercih edenlerin, Türkçe ibadet ve ezanın din dışı olduğunu söyleyenlerin bulundukları yol, Muaviye'nin yoludur. Bugün bilmeden Türkçe düşmanlığına giden sözler sarf edenlerin bunu dikkate alması gerekir.
Tarihte düştüğümüz en büyük yanılgılardan biri bahsettiğimiz noktadaki Araplaşmaya koşullanmış İslam anlayışıdır. Giyim-kuşam, müzik alanlarında bu koşullanmanın etkisi görülür. Selçuklu ve Osmanlı'nın hükmettiği milletlere yakın olma gayesiyle izledikleri dil siyaseti de, zamanla Arapların ve Farsların uyanık politikalarıyla büyük bir gaflete yerini terk etmiştir. O kadar ki, Türkçe şiir yazmak bir küçülme sebebi halini almış, dil alanında da Emevi tuzağına düşülmüştür. Osmanlı döneminde Türkçe konuşmak ve yazmak Hristiyan devşirme ve Arap bilginleri tarafından aşağılık ifadesi haline getirilmiştir. Bunun etkisini ölçmek için, dönemin aydınlarının kullandıkları dili incelemek gerekir. Dönemin aydınları eselerinde kullandığı sözcüklerin büyük bir çoğunluğunu Arapça ve Farsça sözcüklerden seçmiş, bununla da yetinmeyerek dil kurallarını da bu dillerden almışlardır. Arapça ve Farsça sözcüklerin yanı sıra dil kurallarının da bu dillere göre belirlendiği şiirler yazan bu aydınlara, döneminin çok çok üzerinde bir milli şuur uyanıklığıyla sitem eden Aşık Paşa'nın
Türk diline kimse bakmaz idi,Türklere her giz gönül akmaz idi.Türk dahi bilmez idi el dilleri,İnce yolu ol ulu menzilleri.dörtlüğü, Türkçe'nin o dönemde düştüğü zorlukların tablosuna çizmektedir.
Aynı şekilde büyük bir tasavvufçu ve dil milliyetçisi olan Fuzuli de:
Ol sebebden fârisî lafz ile çohdur nazm kim Nazm-ı mâzük Türk lâfzıyle iğen düşvâr olur Mende tevfîk olsa bû düşvârı âsân eylerem Nev-bahâr olgaç dikenden berg-i gül izhâr olur
"Fars diliyle, Türkçeden daha çok şiir söylenmiştir. Bunun sebebi Türk diliyle ince şiir söylemenin çok güç olmasıdır. Fakat Allah yardım ederse ben bu güçlüğü yener, kolaylaştırırım. İlkbahâr geldiği zamân, nasıl, dikenden gül yağrağı belirirse ben de diken gibi sert sanılan Türkçe ile gül yaprağı gibi ince şiirler söyleyeceğim."
dizeleriyle o dönemdeki dil sömürgeciliğinin Türkçeye ne denli tesir ettiğini anlatmaktadır. Fuzul'i'nin bu dizelerinden anlıyoruz ki, Türkçeyi terk ederek kendisini Farsçaya veren aydınlar ezici çoğunluktadır. Tarihteki dil milliyetçilerinin sayısının parmakla gösterilecek kadar az olması da bu görüşü destekler niteliktedir.
Kısacası, bugün ve Büyük Selçuklulardan bu yana gördüğümüz Arap dilinin kutsiyet ile ele alınmasının kökeni buradadır. Bu anlayışın tarihteki ilk savunucuları Emevilerin sahip olduğu birçok özellik, yukarıda saydığımız gibidir. Arapçanın, Rabça olmadığını, Arapçanın dinî bir emirle kutsallaştığının sömürgeci kuruntusu olduğunu anlamamız bu sebeple dahi yeterlidir. Lakin, bunu yeterli görmeyecek olanlara birkaç misal daha vermek uygun olacaktır.
Diyanet işleri başkanlığı yapmış olan ve değerli din alimi Prof. Dr. Süleyman Ateş, ömrü boyunca uğraştığı Kur'an tefsirine hazırladığı önsözünde şunları söylüyor:
"Bir Türk'ün Arapça öğrenip Kur'an'ı aslından okuması ve manasını anlaması insanın ömrünü alacak kadar uzun ve yorucu bir iştir. Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez.
"Gaye Kur'an kelimelerini tekrar etmek değil, onun manasını anlamak ve okunan Kur'an'a göre hareket etmektir."
"Hiç anlamadan Kur'an'ı birkaç günde hatmetme yerine, anlayarak günde yarım sahife okumak daha evlâdır."
"Her biri otorite olan sahabiler (Abdullah ibn Mesut, Ubeyy İbn Kab ve Enes İbn Malik) Kur'an'ın ayrı anlamı verecek sinonim kelimelerle okunabileceğine fetva verdiklerine göre, elbette Arapça bilmeyen bir Müslüman da Kur'an'ı kendi dilinde aynı anlamı veren kelimelerle, yani söyleyebileceği başka kelimelerle okuma müsadesi verilir de, yabancıya müsaade verilmez mi?"
"Büyük İmam Ebu Hanife Arapçayı iyi okuyamayan Farisi'nin Farsça Kur'an okuyarak namaz kılmasına cevaz vermiştir."
"Ey Türkçe konuşan Müslüman çocuğu işte bu senin kitabındır. Bu kitabı kendi dilinde her gün oku, okdudukların üzerinde düşün. Onun gerektirdiği genel prensipleri, yüksek ahlâki değerleri, insanlığı öğren, İslamı dar düşünceleriyle Kur'an'ın insanlığa sunduğu ışığı, Kur'an'ın kendisinden ve onunla kaynaşan Peygamber'in sözlerinden öğren. Her sabah Tanrı buyruğundan bir parça okuyarak işine başla."
Bunun da dışında İslam'ın kabulünden bu yana bir zincir misali devreden Türk İslam bilginlerinin büyük önderi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi bilginlerin üstadı olan Ahmet Yesevî insana ferahlık katan öğüdünde:
Ayet-Hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar,Anlamına erenler, başı eğip uyarlar.demiştir.
Bir diğer örnek de İslam bilginlerinden sayılan Elmalılı Hamdi Yazır'ın omuzlarına yüklediği yükümlülüktür. Onun Kur'an'ı Türkçeye çevirmek gibi zorlu ve müthiş bir sorumluluğu yüklenmesi, Türkçe düşmanı ve Arapça savunucusu çevreleri haksız çıkarmaya yetecektir. Günümüzde hangi bilginin hangi sözünden, Kur'an'ın hangi ayetinden veya Peygamber'in hangi hadisinden feyiz aldıkları bilinmeyen bu çevrelerin neye güvenerek bu görüşe ulaştıklarını bilmiyoruz. Bu kişilerin Arapça olmayan her şeyin din dışı olduğunu hararetle savunduğunu görüyoruz. Bu görüş, dediğimiz gibi Hz. Muhammet'in soyunu yok etmek amacıyla yanıp tutuşan, din dışı tutumlarla Müslüman toplumların büyük tepkisini toplayan, Arap sömürgecisi Emevilere aitti. Saydığımız manidar misallerin karşısında, dindar olduğunu düşünen kişilerin, tescilli Emevi zihniyetiyle bizlere karşı koyması durumun ne kadar vahim olduğunu anlatıyor.
Türkler hem eski dönemlerde, hem yakın dönemlerde Arap sömürgeciliği ve Türk devletlerinin bu sömürgeciliğe şuursuzca alet olması sebebiyle bulundukları toplum içerisinde acı bir biçimde erimiş, hatta yok olmuştur. Bugün hâlâ Arap topraklarında birçok Türk'ün dilini ve Türklük şuurunu kaybederek özyitime uğradığı tarihçiler tarafından da belirtilmektedir. Peygamberin ve birçok din bilgininin övgüyle bahsettiği Türklüğün, Osmanlı döneminde "alçak, akılsız, anlayışsız" belirtisi olarak kullanılması ve devşirmelerin bu anlayışı şiirlerle süslemesi acıdır. Daha acısı, bunu Türk padişahlarına sunacak cüreti kendilerinde bulmalarıdır. Kanunî Sultan Süleyman devrinde yetişen ve 2. Selim ile 3. Murat'a hizmet vermiş olan Hafız Hamdi Çelebi'nin:
Padişahım, kainatın yaratılışından bu yana Dünya içinde Türk'ün kötülüğünden bahsedilir.Allah Türk'e anlayış gücü vermemiştir.O çok akıllı bile olsa pervasızdır.
...
O iyilik madeni yüce Peygamber Türk'ü öldürünün, kanı helaldir demiştir Türk'ün adam olacağını zannetme Bir an olsun Türk ile yan yana durma diye şiir yazarak padişaha sunmasında bunun kanıtını bulabiliyoruz.
Bu gafletin dini ve milli açıdan hiçbir mantıklı yanı yoktur. Tanrı'nın ordusu olduğuna inanılan bir millet hakkında böyle aşağılayıcı şeyler düşünmek dinen de gaflettir. Arapların İslam öncesi dönemlerdeki boy ve aile kavgaları İslam sonrasında da, Hz. Muhammet'in vefatıyla birlikte görülmektedir. Çıkar politikaları içinde İslam'ı dar kalıplarda bırakan ve neredeyse Yahudiliğe benzer bir hale getirecek olan Araplardan İslam'ı kurtarıp evrene yayması sebebiyle de Türklerin ve bu yüce milletin dili olan Türkçenin aşağılanması alçakça ve akılsızcadır.
Emevilerin ve Abbasilerin uygulamaya koyduğu ve Türklerin içine düştüğü vahim Araplaştırma politikasının Türklere kültürel açıdan vurduğu darbeleri batı biliyor. Türk kültür yapısını bozarak Türklüğü yok etmek peşinde olan batılı sömürgeciler kurdukları ve yetiştirdikleri sahte din bilginleri ile Türk kültüründen uzak, tamamen Araplaşmış ve yobazlaşmış bir İslamiyeti makul görüyor. Bu çerçevede de Türk sosyal yapısını ve ahlaki becerisini yok etmek için Emevi zihniyetini kullanıyor.
Günümüz dinî cemaatlerinin "Arapça bilmeyen cennete giremez", "Kur'an'ı Türkçe okumak değil, Arapça okumak sevaptır" gibi telkinlerinde Hristiyan sömürgecilerin Emevîlerden nasıl hız aldıkları anlaşılabilir. Emevî anlayışının Türk kültürüne ve Türklerin temiz İslam anlayışına zararlı olduğu şüphesiz gerçektir. Bu şekilde, yeryüzüne indiğinden bu yana Tanrı'nın birliğine inanmış Türklerden; Araplaşması, mantığı ve bilimi terk etmesi isteniyor. Hristiyan dünyasının, bunu dinî bir kaygıyla yapmadığı akıl ve iz'an sahibi herkesçe kabul görür. Taşıdıkları kaygı, Anadolu'dan atamadıkları Türkleri başka bir millet haline getirmektir.
Bunu engellemenin yolu da günümüzde dışarının güdümüne bırakılmış İslamiyeti terk edip, özümüze, milli yapımıza uygun İslami anlayışı geri getirmektir. Türkler, Yesevi anlayışının hakim olduğu dönemlerde sınırlarını genişletmiş, büyümüştür. Bugünkü İslam anlayışı çerçevesinde Türklüğün ve İslamiyetin nasıl bir karanlığın içinde olduğunu anlamak gerekir. Çünkü bugünkü İslam anlayışı; Arap din bilginlerinin Araplara göre yorumladığı ve çoğu Emevi döneminde medreselerde yetiştirilen sahte alimlerin İslam anlayışıdır.
Bu tür tuzaklar görüldüğü gibi tehlikelidir. Müslümanlığı Müslümanlıktan, Türklüğü Türklükten uzaklaştıracak bu anlayış derhal yıkılmalı ve Ahmet Yesevî felsefesinin ateşi Müslüman Türk topluluklarını sarmalıdır. Türkler hiçbir şekilde yeryüzüne geldiğinden beri koruduğu ahlakî üstünlüğünü Arapların ve Farsların sapkın ahlak ve sosyal yapılarına değişmemelidir. Türkler damarlarındaki asil kanı, hiçbir politikaya yem etmemelidir!
Ve yazıyı Sultan Alp Arslan'ın bir sözüyle noktalayalım:
"Biz temiz Müslümanlarız. Bid'ad bilmeyiz. Allah bu yüzden halis Türkleri aziz kıldı!"
NOT: Emevilerin Arapça dışında ibadet yapılmaz telkinlerini savunup, Türkçe dediğimiz an bizi dinsiz ilan edenleri anlayışla karşılayacak tâkatimiz artık kalmamıştır. Biz özyitime uğratılmış milyonlarca Türk'e yenileri katılsın istemiyoruz.
Hüseyin DELİBAŞ
Soyunu sopunu ???????? ezikleri arap köpeği azınlık etnik yığıntılar
Similar topics
» Türk düşmanlığı, Mehmetçik düşmanlığı, Cumhuriyet düşmanlığı, Atatürk
» “Türkçe konuşalım, Türkçe düşünelim, Rüyalarımızı Türkçe görelim!”
» Atsız’ın Dini İnancı
» Türkçe Radyo Kanalların Tamamı (Harika Bir Program Üstelik Türkçe)
» AZGINLAŞAN TÜRKÇÜLÜK DÜŞMANLIĞI
» “Türkçe konuşalım, Türkçe düşünelim, Rüyalarımızı Türkçe görelim!”
» Atsız’ın Dini İnancı
» Türkçe Radyo Kanalların Tamamı (Harika Bir Program Üstelik Türkçe)
» AZGINLAŞAN TÜRKÇÜLÜK DÜŞMANLIĞI
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz