“Bağımsız keko Devleti” Propagandası(H. Nihal ATSIZ)
1 sayfadaki 1 sayfası
“Bağımsız keko Devleti” Propagandası(H. Nihal ATSIZ)
“Bağımsız keko Devleti” Propagandası
(H. Nihal ATSIZ)
Farsların gayet geri ve iptidaî bir kolu olup İran, Türkiye ve Irak’ta yayılmış bulunan Kürtleri bir devlet ve millet durumuna getirmek yolundaki istekler epey eskidir…
Bütün iptidaî topluluklarda olduğu gibi Kürtlerde de yabancı devletlerin kışkırtmasıyla başlayan bu hareket keko çoğunluğu arasında değil, onların zengin ağa sınıfı ile okumuşları arasında itibar görmüştür. Çünkü bağımsız bir Kürdistan’tan faydalanacak unsur bunlardır. Kurulacak Kürdistan’da idareci ve yüksek sınıf olacaktır.
Birinci Cihan Savaşı sonunda ortaya çıkan “keko Teâli Cemiyeti”, Osmanlı Devletinin kendisinden sayarak yüksek makamlara getirdiği Kürtler tarafından kurulmuştu. Dergileri yayınlanıyordu.
Mütareke yıllarında Kadıköy Sultanisi’nde okurken Arapça ve Siyer-i Nebî hocamız olan Mihri Efendi, keko milliyetçisi olduğu için bize Türklük ve Türkçülük aleyhinde propaganda yapar, keko dergileri dağıtırdı. Bir gün: “Sakın Türk’üm demeyin. Öteki unsurları gücendirirsiniz. Osmanlıyım diyin” diye öğüt vermişti. Dağıttığı dergilerin birinde Kürtlerin Asurlular neslinden geldiği yazılıydı. Kürtleri öven bir manzumede de “sularla dağların kib-i gururûndan doğan Kürtler” diye bir mısra vardı.
Tabiî bütün bunlar köksüz, iptidaî bir cemaat olmanın verdiği zavallılıktan doğuyordu. Zencilerin, kendilerini eski Mısır medeniyetini yaratan insanların torunları diye görmek istemeleri gibi Kürtler de Asurluların soyundan geldiklerini iddia ederek biraz itibar kazanmaya çalışıyorlardı. Fertlerdeki aşağılık kompleksinin bir takım atıp tutmalara sebep olması gibi bunlar da sularla dağların kibrinden ve gururundan doğduklarını hayal ediyorlardı.
Millî zaferden sonra bütün vatan hainleriyle birlikte kekoçüler de sinmiş, Mihri Efendi de sakalını kazıyarak avukatlığa başlamıştı. Atatürk’ü öven bir yazısını hatırlıyorum.
Bugün kekoçülük safsatası yine hortlamıştır. Yalnız Millî Güvenlik Kurulu’nun değil, herkesin bildiği gibi Türkiye’de bağımsız Kürdistan kurmak isteyen bir güruh vardır. Bunlardan bir takımı Milli birlik Hükümeti zamanında tutuklanmış, sonra delil yetersizliğinden ve aflardan faydalanarak salıverilmiştir. İçlerinden bir tanesi senatör seçilmiş, fakat Amerika’ya kaçarak kekoçülük yapmaya başlamıştır.
kekoçüler, açıkça kekoçülük yapamayacakları için davalarını “Türkiye’nin doğusu davası” haline öne sürmekte ve Türkiye’nin doğusunun da “Türk” olduğunu unutmuş gözükmektedirler. Şimdilik yaptıkları başlıca iş, bir Türk davasının mevcut olduğu hakkındaki yayınlarıdır. Bu yayınla doğunun keko ülkesi ve Kürtlerin de mühim bir millet olduğu umumi efkâra kabul ettirmek istemektedir.
İstanbul’un mühim gazetelerinden olan Yeni Gazete’nin 1967 Mart sayılarında “Barzani’nin Karargahında” başlığı ile çıkan bir tefrika bu bakımdan dikkate değer.
Tefrikayı yazan, doğan Kılıç Şıhhasananlı adında Alevi bir keko’tür. Uzun yıllar Amerika’da kalarak yetiştirildikten sonra Türkiye’ye dönmüş ve kekoçülük yapmaya başlamıştır. Özel konuşmalarında bu propagandaya tanık olanlardan biri Ötüken Yazı İşleri Müdürü Mustafa Kayabek, biri de Ankara’da Kimyager İsmail Hakkı Gökhun’dur. Doğan Kılıç Şıhhasananlı, son defa Elbistan’daki bir saz şairleri toplantısını kekoçülük ve Alevilik toplantısı haline getirdiği için tutuklanmış olan kişidir.
Yeni Gazete’de 8-29 Mart 1967 tarihleri arasında da devam eden tefrika, Barzani’yi ve hareketini anlatmaktan ziyade kürtlük ve kekoçülük yapmak gayesiyle kaleme alınmıştır. Çünkü bu tefrikada “Mareşal (!) Mustafa Barzani” bir devlet başkanı olarak tanıtılmaktadır. Bu devletin valileri, kumandanları, milli emniyet teşkilatı, mahkemeleri, okulları, kanunları ve her şeyi vardır. Hareket tamamiyle milli bir harekettir ve Hırıstiyan Kürtler de bu hareketin içindedir. Barzani’nin yanındaki Kürtler’den bazıları Türkiye Kürtleridir.
Tefrika bittikten sonra şu hükme varılabilir ki bunu okuyan Türkiyeli bir keko, bu masallara biraz inandığı takdirde kendi devletine hizmet için Barzani’nin yanına gitmek arzusu pekala duyabilir.
Doğan Kılıç, kekoçülük düşüncesine kendini o kadar kaptırmıştır ki 8 Mart tarihli tefrikaya kendisinin, iki keko muhafızla birlikte çekilmiş bir resmini koymaktan nefsini alamamıştır. Bu resimde Doğan Kılıç da keko kılığında ve elinde tomson olduğu halde gözükmektedir. Zaten Barzani gibi komünist ülkesinde yetiştirilerek komünist usulü çetecilik yapan bir adamın dağlardaki karargâhına kadar giderek onunla konuşabilmesinin kerâmeti herhalde Doğan Kılıç’ın şahsiyetinin Barzani’ye güven vermesidir.
Bu tefrika her bakımdan bir kekoçülük propagandasıdır demiştik. Delilleri şunlardır:
Barzani, Mao-çe-tung kadar büyük bir gerillâcıdır. (8 Mart tefrikası)
İran, Irak ve Türkiye’nin bazı parçaları Kürdistan’dır. Mesela Barzani, İran Kürdistanı’nda Mahabat keko Cumhuriyetini kurmuştur… (8 Mart tefrikası). Irak Kürdistanı’nda soyadı yoktur. (17 Mart tefrikası). Türkiye’de Türkmen sülâleleri Kürdistan’ı işgal etmişlerdir (11 Mart tefrikası).
Barzani’nin eşkiyalarından İsa Suvar “Zaho kahramanı” (11 Mart tefrikası, İsa Bey “kuzey kolordu kumandanı” (19 Mart tefrikası), Ahmet Salih “Kerkük valisi” (25 Mart tefrikası), Sıddık Emin “Gıleha bölgesi ikinci merkez kumandanı”dır (25 Mart tefrikası).
Görülüyor ki, Barzani eşkiyalarının hiçbir zaman yaklaşmadığı bir Türk şehrine keko vali(!) tayin etmek gönüllerinde yatan arslanı göstermektedir. Kuzey Kolordusu kumandanı, Milli Emniyeti, mahkemesi olduktan sonra neden Kerkük valisi olmasın? Barzani”nin belki Hakkari, Van, Diyarbakır valileri ve merkez komutanları da vardır ama Doğan Kılıç nezaketinden dolayı onlardan bahsetmemiştir.
Ayrıca, yalnız güneylerdeki Irak kuvvetleriyle çarpışan bu Kürtlerin bir de kuzey kolorduları bulunması, kuzeylerdeki Türklere karşı niyet ve maksatlarını açığa vurması bakımından ilgi çekicidir. Bundan başka, sırf Irak ordusunun beceriksizliği yüzünden dağlarda tutunmayı başaran bir eşkıya reisini milli kahraman diye tanıtarak kekoçülük propagandası yapmak Türkiye’deki kekoçülüğü körüklemek olacağı için hükümet bunun üzerine eğilmelidir. Çünkü gaye ve karakter bakımından 1967’nin Molla Mustafa Barzani’si ile 1925’in Silvanlı Şeyh Said’i arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de bağımsız Kürdistan davası peşindendirler. Şeyh Said’i İngilizler kışkırtmıştı. Molla Barzani’yi de Ruslar kışkırtıyor. keko bağımsızlığı, perdenin göstermelik tarafıdır. Perdenin arkasında yabancı devletlerin çıkarı vardır ve Kürtler maşadan başka bir şey değildir. Farzı muhal bağımsız olsalar bile Türk’e ihanet edip de ayrılan Araplar’ın başına gelenlerin daha korkuncu Kürtlerin başına gelecektir. Kürtlere göre çok kalabalık, medeni ve mazisi olan Arapların durum Kürtlerin gözünü açmalıdır. Araplar, Yahudilere yenilseler de ortadan kalkmazlar. İptidaî, mazisiz ve azlık Kürtler ise yarın medeni ve teşkilatı Ermenilerin karşısında yok olup giderler.
Doğan Kılıç Şıhhasananlı, Amerika’da kaldığı süre içinde herhalde modern propaganda usullerini iyi öğrenmiş olmalıdır. Çok fakir bir malzemeye dayanmasaydı daha çok başarı sağlayacağı muhakkaktı. 9 Mart 1967 tarihli tefrikada silahlı, güzel bir kız resmi var. Çekik gözleri, çıkık elmacıklarıyla bu kız Orta Asya Türk’ü olduğu derhal anlaşılan bu kız resminin altındaki açıklamalardan Margaret adında Hırıstiyan bir keko olduğunu ve savaşlarda büyük kahramanlık gösterdiğini, adının cihana yayıldığını öğreniyoruz. Hepsi iyi ama bu kızın keko olduğuna dair noter senedi veya Anayasa Mahkemesi kararı getirseler yine kimse bu kızın keko olduğuna inanmaz. Çünkü o tipik bir Özbek veya Kırgızdır. Böyle keko, hele böyle güzel keko olmaz. İstanbul’daki on binlerce keko vatandaşımızı göre göre Kürtler hakkında görgüye dayanan bir kanaatımız olduğu için Margaret’in keko olduğuna inanmakta mazuruz. Olsa olsa Moskoflar tarafından Barzani’ye sekreter diye verilen bir ajan kontrolcu olabilir.
Bizim burda Doğan Kılıç’tan öğrendiğimiz en mühim bir husus Şafiî, Şiî ve Hırıstiyan Kürtlerin birlikte çalışıp mücadele ettikleridir. Bunu bizim yobazlara ithaf ediyorum. Şamanî, Musevî ve Hırıstiyan Türkler şöyle dursun, Şiî Türkleri bile reddeden bu kaba softaların nasıl bir gaflet, cehalet ve hamakat içinde bulundukları bir kere daha ortaya çıkmış oluyor.
Şıhhasananlı’ın tefrikası savcılık tarafından ele alınmalıdır. Türkiyeli Kürtlerden bazılarının Barzani’nin yanına gitmesi herhalde şöylece geçiştirilecek bir olay değildir. Barzani’nin elindeki silahların nereden sağlandığı meselesi de ayrı bir konudur. Irak ordusundan alınmıştır diye kestirip atmak büyük bir kavrayışsızlık olur. Son yıllarda Almanya’dan kaçak olarak sokulan silahların Irak sınırına kadar gittiği hakkında bir takım söylentiler duyuldu ve bazı kaçakçılar gazetelere geçti. Bunların üzerinde durulmuyor mu, bilmiyoruz. Duruyorsa yalnız durulmakla mı kalınıyor, yoksa tedbirleri de alınıyor mu?
27 Mayıs 1960’tan sonraki aşırı hürriyetlerin ve idarî gevşekliklerin, Türkiye’yi her hareketin yapılabileceği bir ülke haline soktuğu yolundaki kanaati değiştirmeli. Basın hürriyeti milletin manevîyatını çökertmeye kadar varacak mıdır? Bunların üzerine dikkatle eğilmeli. İmkansız ise Meclis ve Senato harekete geçmelidir. Çünkü hürriyet için hürriyet olmaz. Hürriyet, milletin saadeti içindir.
Milleti batırmaya yarayacak bir hürriyet, korunma çaresi olmayan âsumâni bir beladan başka bir şey değildir.
Nihal ATSIZ, Ötüken Dergisi, Eylül 1967, Sayı: 45
(H. Nihal ATSIZ)
Farsların gayet geri ve iptidaî bir kolu olup İran, Türkiye ve Irak’ta yayılmış bulunan Kürtleri bir devlet ve millet durumuna getirmek yolundaki istekler epey eskidir…
Bütün iptidaî topluluklarda olduğu gibi Kürtlerde de yabancı devletlerin kışkırtmasıyla başlayan bu hareket keko çoğunluğu arasında değil, onların zengin ağa sınıfı ile okumuşları arasında itibar görmüştür. Çünkü bağımsız bir Kürdistan’tan faydalanacak unsur bunlardır. Kurulacak Kürdistan’da idareci ve yüksek sınıf olacaktır.
Birinci Cihan Savaşı sonunda ortaya çıkan “keko Teâli Cemiyeti”, Osmanlı Devletinin kendisinden sayarak yüksek makamlara getirdiği Kürtler tarafından kurulmuştu. Dergileri yayınlanıyordu.
Mütareke yıllarında Kadıköy Sultanisi’nde okurken Arapça ve Siyer-i Nebî hocamız olan Mihri Efendi, keko milliyetçisi olduğu için bize Türklük ve Türkçülük aleyhinde propaganda yapar, keko dergileri dağıtırdı. Bir gün: “Sakın Türk’üm demeyin. Öteki unsurları gücendirirsiniz. Osmanlıyım diyin” diye öğüt vermişti. Dağıttığı dergilerin birinde Kürtlerin Asurlular neslinden geldiği yazılıydı. Kürtleri öven bir manzumede de “sularla dağların kib-i gururûndan doğan Kürtler” diye bir mısra vardı.
Tabiî bütün bunlar köksüz, iptidaî bir cemaat olmanın verdiği zavallılıktan doğuyordu. Zencilerin, kendilerini eski Mısır medeniyetini yaratan insanların torunları diye görmek istemeleri gibi Kürtler de Asurluların soyundan geldiklerini iddia ederek biraz itibar kazanmaya çalışıyorlardı. Fertlerdeki aşağılık kompleksinin bir takım atıp tutmalara sebep olması gibi bunlar da sularla dağların kibrinden ve gururundan doğduklarını hayal ediyorlardı.
Millî zaferden sonra bütün vatan hainleriyle birlikte kekoçüler de sinmiş, Mihri Efendi de sakalını kazıyarak avukatlığa başlamıştı. Atatürk’ü öven bir yazısını hatırlıyorum.
Bugün kekoçülük safsatası yine hortlamıştır. Yalnız Millî Güvenlik Kurulu’nun değil, herkesin bildiği gibi Türkiye’de bağımsız Kürdistan kurmak isteyen bir güruh vardır. Bunlardan bir takımı Milli birlik Hükümeti zamanında tutuklanmış, sonra delil yetersizliğinden ve aflardan faydalanarak salıverilmiştir. İçlerinden bir tanesi senatör seçilmiş, fakat Amerika’ya kaçarak kekoçülük yapmaya başlamıştır.
kekoçüler, açıkça kekoçülük yapamayacakları için davalarını “Türkiye’nin doğusu davası” haline öne sürmekte ve Türkiye’nin doğusunun da “Türk” olduğunu unutmuş gözükmektedirler. Şimdilik yaptıkları başlıca iş, bir Türk davasının mevcut olduğu hakkındaki yayınlarıdır. Bu yayınla doğunun keko ülkesi ve Kürtlerin de mühim bir millet olduğu umumi efkâra kabul ettirmek istemektedir.
İstanbul’un mühim gazetelerinden olan Yeni Gazete’nin 1967 Mart sayılarında “Barzani’nin Karargahında” başlığı ile çıkan bir tefrika bu bakımdan dikkate değer.
Tefrikayı yazan, doğan Kılıç Şıhhasananlı adında Alevi bir keko’tür. Uzun yıllar Amerika’da kalarak yetiştirildikten sonra Türkiye’ye dönmüş ve kekoçülük yapmaya başlamıştır. Özel konuşmalarında bu propagandaya tanık olanlardan biri Ötüken Yazı İşleri Müdürü Mustafa Kayabek, biri de Ankara’da Kimyager İsmail Hakkı Gökhun’dur. Doğan Kılıç Şıhhasananlı, son defa Elbistan’daki bir saz şairleri toplantısını kekoçülük ve Alevilik toplantısı haline getirdiği için tutuklanmış olan kişidir.
Yeni Gazete’de 8-29 Mart 1967 tarihleri arasında da devam eden tefrika, Barzani’yi ve hareketini anlatmaktan ziyade kürtlük ve kekoçülük yapmak gayesiyle kaleme alınmıştır. Çünkü bu tefrikada “Mareşal (!) Mustafa Barzani” bir devlet başkanı olarak tanıtılmaktadır. Bu devletin valileri, kumandanları, milli emniyet teşkilatı, mahkemeleri, okulları, kanunları ve her şeyi vardır. Hareket tamamiyle milli bir harekettir ve Hırıstiyan Kürtler de bu hareketin içindedir. Barzani’nin yanındaki Kürtler’den bazıları Türkiye Kürtleridir.
Tefrika bittikten sonra şu hükme varılabilir ki bunu okuyan Türkiyeli bir keko, bu masallara biraz inandığı takdirde kendi devletine hizmet için Barzani’nin yanına gitmek arzusu pekala duyabilir.
Doğan Kılıç, kekoçülük düşüncesine kendini o kadar kaptırmıştır ki 8 Mart tarihli tefrikaya kendisinin, iki keko muhafızla birlikte çekilmiş bir resmini koymaktan nefsini alamamıştır. Bu resimde Doğan Kılıç da keko kılığında ve elinde tomson olduğu halde gözükmektedir. Zaten Barzani gibi komünist ülkesinde yetiştirilerek komünist usulü çetecilik yapan bir adamın dağlardaki karargâhına kadar giderek onunla konuşabilmesinin kerâmeti herhalde Doğan Kılıç’ın şahsiyetinin Barzani’ye güven vermesidir.
Bu tefrika her bakımdan bir kekoçülük propagandasıdır demiştik. Delilleri şunlardır:
Barzani, Mao-çe-tung kadar büyük bir gerillâcıdır. (8 Mart tefrikası)
İran, Irak ve Türkiye’nin bazı parçaları Kürdistan’dır. Mesela Barzani, İran Kürdistanı’nda Mahabat keko Cumhuriyetini kurmuştur… (8 Mart tefrikası). Irak Kürdistanı’nda soyadı yoktur. (17 Mart tefrikası). Türkiye’de Türkmen sülâleleri Kürdistan’ı işgal etmişlerdir (11 Mart tefrikası).
Barzani’nin eşkiyalarından İsa Suvar “Zaho kahramanı” (11 Mart tefrikası, İsa Bey “kuzey kolordu kumandanı” (19 Mart tefrikası), Ahmet Salih “Kerkük valisi” (25 Mart tefrikası), Sıddık Emin “Gıleha bölgesi ikinci merkez kumandanı”dır (25 Mart tefrikası).
Görülüyor ki, Barzani eşkiyalarının hiçbir zaman yaklaşmadığı bir Türk şehrine keko vali(!) tayin etmek gönüllerinde yatan arslanı göstermektedir. Kuzey Kolordusu kumandanı, Milli Emniyeti, mahkemesi olduktan sonra neden Kerkük valisi olmasın? Barzani”nin belki Hakkari, Van, Diyarbakır valileri ve merkez komutanları da vardır ama Doğan Kılıç nezaketinden dolayı onlardan bahsetmemiştir.
Ayrıca, yalnız güneylerdeki Irak kuvvetleriyle çarpışan bu Kürtlerin bir de kuzey kolorduları bulunması, kuzeylerdeki Türklere karşı niyet ve maksatlarını açığa vurması bakımından ilgi çekicidir. Bundan başka, sırf Irak ordusunun beceriksizliği yüzünden dağlarda tutunmayı başaran bir eşkıya reisini milli kahraman diye tanıtarak kekoçülük propagandası yapmak Türkiye’deki kekoçülüğü körüklemek olacağı için hükümet bunun üzerine eğilmelidir. Çünkü gaye ve karakter bakımından 1967’nin Molla Mustafa Barzani’si ile 1925’in Silvanlı Şeyh Said’i arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de bağımsız Kürdistan davası peşindendirler. Şeyh Said’i İngilizler kışkırtmıştı. Molla Barzani’yi de Ruslar kışkırtıyor. keko bağımsızlığı, perdenin göstermelik tarafıdır. Perdenin arkasında yabancı devletlerin çıkarı vardır ve Kürtler maşadan başka bir şey değildir. Farzı muhal bağımsız olsalar bile Türk’e ihanet edip de ayrılan Araplar’ın başına gelenlerin daha korkuncu Kürtlerin başına gelecektir. Kürtlere göre çok kalabalık, medeni ve mazisi olan Arapların durum Kürtlerin gözünü açmalıdır. Araplar, Yahudilere yenilseler de ortadan kalkmazlar. İptidaî, mazisiz ve azlık Kürtler ise yarın medeni ve teşkilatı Ermenilerin karşısında yok olup giderler.
Doğan Kılıç Şıhhasananlı, Amerika’da kaldığı süre içinde herhalde modern propaganda usullerini iyi öğrenmiş olmalıdır. Çok fakir bir malzemeye dayanmasaydı daha çok başarı sağlayacağı muhakkaktı. 9 Mart 1967 tarihli tefrikada silahlı, güzel bir kız resmi var. Çekik gözleri, çıkık elmacıklarıyla bu kız Orta Asya Türk’ü olduğu derhal anlaşılan bu kız resminin altındaki açıklamalardan Margaret adında Hırıstiyan bir keko olduğunu ve savaşlarda büyük kahramanlık gösterdiğini, adının cihana yayıldığını öğreniyoruz. Hepsi iyi ama bu kızın keko olduğuna dair noter senedi veya Anayasa Mahkemesi kararı getirseler yine kimse bu kızın keko olduğuna inanmaz. Çünkü o tipik bir Özbek veya Kırgızdır. Böyle keko, hele böyle güzel keko olmaz. İstanbul’daki on binlerce keko vatandaşımızı göre göre Kürtler hakkında görgüye dayanan bir kanaatımız olduğu için Margaret’in keko olduğuna inanmakta mazuruz. Olsa olsa Moskoflar tarafından Barzani’ye sekreter diye verilen bir ajan kontrolcu olabilir.
Bizim burda Doğan Kılıç’tan öğrendiğimiz en mühim bir husus Şafiî, Şiî ve Hırıstiyan Kürtlerin birlikte çalışıp mücadele ettikleridir. Bunu bizim yobazlara ithaf ediyorum. Şamanî, Musevî ve Hırıstiyan Türkler şöyle dursun, Şiî Türkleri bile reddeden bu kaba softaların nasıl bir gaflet, cehalet ve hamakat içinde bulundukları bir kere daha ortaya çıkmış oluyor.
Şıhhasananlı’ın tefrikası savcılık tarafından ele alınmalıdır. Türkiyeli Kürtlerden bazılarının Barzani’nin yanına gitmesi herhalde şöylece geçiştirilecek bir olay değildir. Barzani’nin elindeki silahların nereden sağlandığı meselesi de ayrı bir konudur. Irak ordusundan alınmıştır diye kestirip atmak büyük bir kavrayışsızlık olur. Son yıllarda Almanya’dan kaçak olarak sokulan silahların Irak sınırına kadar gittiği hakkında bir takım söylentiler duyuldu ve bazı kaçakçılar gazetelere geçti. Bunların üzerinde durulmuyor mu, bilmiyoruz. Duruyorsa yalnız durulmakla mı kalınıyor, yoksa tedbirleri de alınıyor mu?
27 Mayıs 1960’tan sonraki aşırı hürriyetlerin ve idarî gevşekliklerin, Türkiye’yi her hareketin yapılabileceği bir ülke haline soktuğu yolundaki kanaati değiştirmeli. Basın hürriyeti milletin manevîyatını çökertmeye kadar varacak mıdır? Bunların üzerine dikkatle eğilmeli. İmkansız ise Meclis ve Senato harekete geçmelidir. Çünkü hürriyet için hürriyet olmaz. Hürriyet, milletin saadeti içindir.
Milleti batırmaya yarayacak bir hürriyet, korunma çaresi olmayan âsumâni bir beladan başka bir şey değildir.
Nihal ATSIZ, Ötüken Dergisi, Eylül 1967, Sayı: 45
Similar topics
» Nihâl atsız'ın vasiyeti
» MİLLİ AHLAK /Hüseyin Nihâl ATSIZ, Atsız Mecmua 1931, 6. Sayı, 121/122
» Nihal Atsız
» Hüseyin Nihal Atsız
» Nihâl atsız'ın hayatı
» MİLLİ AHLAK /Hüseyin Nihâl ATSIZ, Atsız Mecmua 1931, 6. Sayı, 121/122
» Nihal Atsız
» Hüseyin Nihal Atsız
» Nihâl atsız'ın hayatı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz