OSMANLI-?? İTTİFAKI VE TÜRKMEN KATLİAMI
1 sayfadaki 1 sayfası
OSMANLI-?? İTTİFAKI VE TÜRKMEN KATLİAMI
Yavuz Sultan Selim (1512-1520in Osmanlı tahtına geçmesiyle Türkmen sürgün ve katliamları hat safhaya varır. 24 Ağustos 1514deki Şah İsmail ile Yavuz Selim arasıda geçen Çaldıran Savaşı öncesi 40 Bin üzerinde kızılbaşTürkmen katledilir.
Savaş meydanında öldürülen Türkmenler hariç... Prof.Dr.Faruk Sümer; Safevi Devleti’in Osmanlılardan daha Türk çok bir Türk Devleti olduğunu söyleyerek: Safevi Devletinin kurucuları; Anadolu Kızılbaş Türk oymaklarıdır. Devletin resmi dili Türkçe’dir. On iki hayvanlı Türk Takvimini kullanmaktadırlar. Askeri teşkilatlanmaları Türk sistemidir. Edebiyatı vb. yazı sitemleri Türkçe’dir.... Demektedir ki, bütün kaynaklar bu hususu doğrulamaktadır. Yine Akkoyunlu Devleti ve Karamanoğulları Beyliği, Osmanlılar’dan daha Türktür. Çeşitli Türkmen oymaklarından ve Bayındır Beyleri’nin kurucusu olduğu aşiretler konfederasyonundan meydana gelen Akkoyunlular için John E.Woods; “300 Yıllık Türk İmparatorluğu” demektedir ki, isabetli bir saptamada bulunmaktadır. Kur’anı ilk Türkçe’ye çeviren ve Saray dahil her alanda Türk Dili’ni hakim kılan Akkoyunlular gerçek anlamda bir Türk Devletidir. Osmanlılar Türkleri aşağılarken Dede Korkut ise şöyle der: “Karanlıkta yolumu yitirirsem parolam Allah’tır/Soylu kuralın taşıyıcısı, efendimiz Bayındır Han’dır/Salur Kazan’dır savaş gününün galibi” Bölgede hüküm süren Akkoyunlu ve Safevilerin Türk Dilinin yöreye hakim olmasından rahatsızlık duyan keko Mollası İdris Bitlisi; Osmanlılar ile işbirliği yaparak Türkmenlerden intikam alır.
Yavuz Selim’e kadar Doğu Anadolu’da Türkmen hakimiyeti vardır. Yavuz ise; Şafi mezhebinden Nakşibendi tarikatından keko mollası Şeyh İdris-i Bitlisi’nin önerisi ve planlamasıyla Doğu ve Güney Anadolu’da Türkmenler katledilmişler, kurtulanlar ise Azerbaycan’a kaçmışlardır. Türkmenlerin hakim oldukları idari beylikler ve toprakları; Yavuz’un imzaladığı boş fermanları, İdris-i Bitlisi oldurarak keko Aşiret reisine ve ağalarına vermiştir. Böylelikle bugünkü doğudaki feodalizmin temelleri atılmıştır.
İdrîs-i Bitlîsi (Ö.8 Kasım 1520) “Selim Şah-Nâme” adlı eserinde; başta Diyarbekir olmak üzere Kürtistan memleketinde “keko Beyleri ve keko taifesinin mülk, millet, mezhep ve irsi bağlarının” nasıl güçlendirdiğini anlatırken, şehir ve yöre adlarını tek tek vererek Kızılbaş Türkmenleri de nasıl katlettiklerini “Allah’ın ve Padişah’ın yanında olan bir Molla olarak” zevkle ve kana susamış bir vampir edasıyla anlatmaktadır. Kürtler “dirlik ve birliklerini” İdrîs-i Bitlîsi’ye borçluyken, Türkler ise, Yavuz Selim ile İdrîs-i Bitlîsi’nin yaptıklarını lanetle anmaya devam edeceklerdir. Büyük bir Türk katili olan İdrîs-i Bitlîsi’nin bütün eserlerini Türkmen Tarihi açısından “Türklük bilincine sahib bir tarihcimiz” tarafından incelenip gerçek anlamda “Anadolu Türk Tarihi”nin bir kesitini ayakları üstüne oturtulması gereklidir. Yunan mezalimini ağızlarında sakız eden bazı “Türk Milliyetçi Yazarları” Yavuz ve İdris-i Bitlisi’nin Türk katliamlarını görmezlikten gelmektedirler.
Yavuz dönemimde Osmanlı yönetiminde görev alan İdris Bitlisi ve Bıyıklı Mehmet Paşa ile keko Aşiret Ağaları’nın durumları için; bugün keko gruplarından KOMKAR belgeli olarak şöyle demektedir ki çok ilginçtir:
“1535'ler de böyle bir icazet vererek, beylik topraklarının bölünmesini kolaylaştırmıştır. Kanuni Sultan Süleyman fermannamesinde aynen şöyle diyor: -Bey öldüğünde, eyaleti kaldırmayıp bütün hududu ile Mülkname'yi Humayun uyarınca oğlu bir ise, O'na kalacak, eğer müteadit ise, istekleri üzerine kale ve yerleri, aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşmazlarsa, Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacaklar ve mülkiyet yoluyla bunlara ebediyete kadar ila ebeddevran mutaarrıf olacaklardır. Eğer Bey, varissiz, akrabasız ölmüş ise, o zaman eyaleti, hariçten ve yabancılardan hiç kimseye verilmiyecek, Kürdistan beyleri ile görüşülüp ve ittifak edilip, onlar bölgenin Beylerinden veya Beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse, ona tevcih edilecektir. (Hükmi Şerif, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 11960 sayı-İstanbul) keko-Osmanlı Andlaşması'nın mimarı Mevlana İdris'tir. Bu anlaşmayı kabul eden ve gerekli bulan Yavuz Sultan Selim'dir. İkisi de 1520'de maalesef ölmüşlerdir. Sultan Selim, Mevlana İdris'e; -Git Kürdistan beylerini ve emirlerini topla, kendi aralarında bir beylerbeyi seçsinler demişti. Mevlana İdris ise, keko beylerini çok iyi tanıdığı için kestirmeden bir beylerbeyi Sultan'dan istemiş ve Bıyıklı Mehmet Paşa'yı tavsiye ederek bu işi noktalamış idi. Diyarbakırlı bir keko olan Bıyıklı Mehmed Paşa'da çok erken gitti ve bundan sonra Kürdistan Eyaleti Başkenti'ne Mekadonlu komutanlar gelmeye başladı. Kanuni Sultan Süleyman, bilerek veya bilmiyerek 1533-34'lerde, Bitlis'i Şeref Han'dan alıp, bir fermanla Ulame Tekelu'ya veriyor. Direnen Bitlis Beyi'nin üstüne, Diyarbekir Beylerbeyi ve kuvvetleri ile bütün Kürdistan beylerinin kuvvetlerini de katıyor ve Ulame'yi başkomutan olarak atıyor. Aynı Sultan, 1535'ler de Bağdat seferini yaptıktan sonra Kürtleri tanımaya başlıyor veya bunlarsız bir şey yapamıyacağını anlayarak, babasının Amasya'da imzaladığı anlaşmaya yukarda verdiğim arşiv numaralı Hükm-i Şerif-i yayınlıyor. Neticeye baktığımızda, Kürdistan hükümdarları, çoğunlukla topraklarını bölmemiş ve statülerini 1850'lere kadar getirmişlerdir.”
Aynı gurubun siyasi örgütünün başı Alevi Kökenli Kemal Burkay ve Munzur Çem gibileri; bu iki Osmanlı kekoünün, Alevileri katletmesini görmezlikten gelerek, Alevi Tarihini yok sayarak “öteki tarih” dedikleri uydurma bir “keko Tarihi” yaratmaya çalışıyorlar. Tunceli Ovacık’ta “üçlü keko ittifakı” olan: Bıyıklı Mehmet Paşa, İdris Bitlisi ve Palu Beyi Cemşid ‘in; on binlerce Kızılbaşı kesmesine; aynı bölgenin adamları Kürtlük İdeolojileri adına ses çıkarmamaktadırlar. Ahlaki olarak bu çifte standart davranışlarına ne demek gerektiğine okuyucular karar versin !
Yavuz Selim’in önce Erzincan Valiliğine atadığı, sonradan da bütün doğu ve güney doğuya bakmak kaydı ile Diyarbakır Eyaletine getirdiği Dıyarbakırlı keko Bıyıklı Mehmet Paşa ve danışmanı Bitlisli Molla İdris; bütün bölgeyi Türkler’den temizlerler ve YÜZ BİN Kızılbaş Türk’ü katlederler. Bölgeden kaçamayan Türkler de kendilerini keko olduklarını söyleyerek kalırlar, baskılar sonucu da gerçekten Kürtleşirler. Doğu sınırlarını Türklere kapatan Yavuz; korumalığını da keko aşiretlerine bırakır. 1517’de Yavuz Selim’in Mısır’ı alması ve 74.ncü İslâm Halifesi olması ile sünnilik resmi ideoloji haline gelir ve İslâmi Devlet kimliği oluşur. Bu tarihten sonra Araplar, Osmanlı Devleti’nin yaşamı boyunca diğer halklardan üstün ve gözde konumlarına devam ederler. Türkler arasında Yavuz adı Yezit ile özdeşleşir ve lanetle anılır olur. Türk ulusal kimliği; Bozkırdaki Türkmenlerde yaşar ve ozanları Türkçe’yi geliştirir. Osmanlı Sarayı ise giderek soysuzlaşır ve yapay “Osmanlıca” denen yazı dili hakim olur. Bu nedenle Prof.Dr. Faruk Sümer; Safaviler için Osmanlılar’dan daha fazla Türktür demektedir.
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvede olduğu bir zamandır. Ama Türkler açısından bir şey değişmez. Yine bu dönemde zülüm, şiddet ve katliamlar devam eder. keko kökenli Ebussuûd Efendi (1545-1574)’in Şeyhülislâm olmasıyla ve 30 yılda verdiği fetvalarla “Osmanlı toplum yaşamını” belirler ve Kızılbaş Türkmen katliamı, “Sünni Şeriatı”na göre meşruluk kazandırır. Yedi Kızılbaş öldürene “Cennetin Anahtarı” verilir. Bugün Sünni din adamları tarafından huşu ile anılarak “evliya mertebesi”ne çıkarılan Ebussuûd Efendi, Türk katliamcısı, yobaz, lanet okunacak bir zalim ve cellattan bir kişiden başka birşey değildir.
Hırvat kökenli ve nakşibendi tarikatından Kuyucu Murat Paşa 6.12 l606’da sadrazam olduktan hemen sonra Anadolu’da geniş çaplı Alevi katliamı harekatı başlatır. 155 bin Alevi Türkmeni diri diri kazdırdığı kuyulara gömdürür. Aman dileyen insanlara Kuyucu Murat Paşa’nın yanıtı; “Vurun şu pis Türk’ün başını” olmuştur. Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat Paşa üç yıl terör estirir.
Köprülü Mehmet Paşa (1656-1661) Celali ayaklanmaları bastırmak ve eşkıya tedibi adı altında; Anadolu Türkmenlerini kırımdan geçirmiş sağ kalanlara da zülüm yapmıştır. Osmanlı Vak’a-Nüvisleri ( tarihçileri) Naima ve Hoca Sadettin Efendi gibileri; kitaplarında katliamları ballandıra ballandıra anlatmaktalar ve Türkler için; “nadan” yani “kaba Türk, idraksiz Türk, hilekâr Türk” ifadesini kullanmaktadır. Başka kitaplarda ise; ‘Türk iti şehre gelince farisice ürür.’ yazmaktadır. Osmanlının ünlü şairi Nef’i ise “Tanrı, Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır.” Demektedir. Divan-ı Hümayun yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde;
“Sakın Türk’ü insan sanma
Bin an bile olsa Türk’le birlikte olma
Türk eline şeker alsa o şeker zehir olur.
Türk’ün başını kesenken sakın gam yeme
Baban da olsa Türk’ü öldür.”
Demektedir. Tüm bunlara karşın Türk Bayat boyundan Alevilerin ulu ozanı Fuzuli (1480-1566) bir deyişinin son beytinde şöyle diyor:
“Fuzuli, gökten yere insen sana yer yok
Yürü var gel, ya Arap’tan ya Acem’den”
Gökten Allah tarafından dahi indirilse Türklerin dünyada yeri olmadığını; Arap ve Acemler hakim olduğunu belirtir ve Şiirlerinde Osmanlılara sitem eder ve kafa tutar. Alevi Türkmen aşıkları, ozanları diline ve töresine sahip çıkar ve şiirlerinde dilendirir, yöre yöre gezerek halkı bilinçlendirirler. Dedeler ve Babalar da Türkçe ibadet yaparak örf ve gelenekleri yaşatarak bugünlere getirirler.
İdrîs-i Bitlîsi ve Bıyıklı Mehmet Paşa’dan sonra Kürtlere en büyük destek sağlayan II.Abdülhamit olmuştur. Yavuz Selim’den itibaren iç işlerinde tam bir serbestlik olan bölgeye Prof.Dr.İlber Ortaylı’nın tesbitine göre “keko Hükümeti” denmekteydi ve “merkezi hazineye ipotek ödemezdi ve herhangi bir biçimde düzenli askeri hizmetlerle yükümlü değillerdi.” Böylesi bir bölgeye Abdülhamit, İslamcılığın bütünleştirici “ümmet” anlayışıyla birarada tutma fikriyle yeni bir yapılanmaya gidilir. Abdülhamid’in “Aşiret Mektebi-i Humayun”(1892-1907) adıyla açtığı ve aşiretlerden getirtilen şeyh ve ağa çocuklarının eğitildiği okullardan mezun olanlar; beklentilerin yerine, devlete karşı örgülenme yapan kadroları oluşturmuşlardır. Abdülhamid’in marifetlerinden biriside “Hamidiye Alayları”dır
Hamidiye Alayları, Dördüncü Ordu Komutan› Müşir Zeki Paşa’nın II. Abdülhamid’e önerisiyle 1890 yılında kurulmaya başlanır.14-15 Nisan 1891’de de “Nizamnâmesi” yayınlanarak yasal hale gelir.Ruslara yönelik olarak Şafi Kürtler’den oluşturulan Hamidiye Alayları amacına uygun faaliyette bulunmaz. Hamidiye Alayları daha çok eşkiyalık yapar. Ermeni ve Alevi köylerine baskınlar düzenleyip çapulculuk yaparlar 23 Temmuz 1908 ‘de İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Eylül 1908 ayında keko Hamidiye Alayları’nın silahlarını ellerinden almak isteyen İttihat’çılar bunu başaramazlar İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde Türkçülük akımı giderek güçlenir ve hakim olur. Şafi Kürtlerin ağa ve aşiret reislerinin çocuklarının eğitildiği İstanbul’daki “Aşiret Mektebi”nde ve Hamidiye Alaylarında ise keko milliyetçiliği filizlenmiş ve örgütlenmeye başlamıştır. Bu durum Doğu Anadolu’da Alevi-Şafi çatışmasını beraberinde getirir. Sonuçta; Okul Müdürü Kolağası Kamil Bey; “bunlar aşiret değil haşerat!” der...
İSMAİL ONARLI
Savaş meydanında öldürülen Türkmenler hariç... Prof.Dr.Faruk Sümer; Safevi Devleti’in Osmanlılardan daha Türk çok bir Türk Devleti olduğunu söyleyerek: Safevi Devletinin kurucuları; Anadolu Kızılbaş Türk oymaklarıdır. Devletin resmi dili Türkçe’dir. On iki hayvanlı Türk Takvimini kullanmaktadırlar. Askeri teşkilatlanmaları Türk sistemidir. Edebiyatı vb. yazı sitemleri Türkçe’dir.... Demektedir ki, bütün kaynaklar bu hususu doğrulamaktadır. Yine Akkoyunlu Devleti ve Karamanoğulları Beyliği, Osmanlılar’dan daha Türktür. Çeşitli Türkmen oymaklarından ve Bayındır Beyleri’nin kurucusu olduğu aşiretler konfederasyonundan meydana gelen Akkoyunlular için John E.Woods; “300 Yıllık Türk İmparatorluğu” demektedir ki, isabetli bir saptamada bulunmaktadır. Kur’anı ilk Türkçe’ye çeviren ve Saray dahil her alanda Türk Dili’ni hakim kılan Akkoyunlular gerçek anlamda bir Türk Devletidir. Osmanlılar Türkleri aşağılarken Dede Korkut ise şöyle der: “Karanlıkta yolumu yitirirsem parolam Allah’tır/Soylu kuralın taşıyıcısı, efendimiz Bayındır Han’dır/Salur Kazan’dır savaş gününün galibi” Bölgede hüküm süren Akkoyunlu ve Safevilerin Türk Dilinin yöreye hakim olmasından rahatsızlık duyan keko Mollası İdris Bitlisi; Osmanlılar ile işbirliği yaparak Türkmenlerden intikam alır.
Yavuz Selim’e kadar Doğu Anadolu’da Türkmen hakimiyeti vardır. Yavuz ise; Şafi mezhebinden Nakşibendi tarikatından keko mollası Şeyh İdris-i Bitlisi’nin önerisi ve planlamasıyla Doğu ve Güney Anadolu’da Türkmenler katledilmişler, kurtulanlar ise Azerbaycan’a kaçmışlardır. Türkmenlerin hakim oldukları idari beylikler ve toprakları; Yavuz’un imzaladığı boş fermanları, İdris-i Bitlisi oldurarak keko Aşiret reisine ve ağalarına vermiştir. Böylelikle bugünkü doğudaki feodalizmin temelleri atılmıştır.
İdrîs-i Bitlîsi (Ö.8 Kasım 1520) “Selim Şah-Nâme” adlı eserinde; başta Diyarbekir olmak üzere Kürtistan memleketinde “keko Beyleri ve keko taifesinin mülk, millet, mezhep ve irsi bağlarının” nasıl güçlendirdiğini anlatırken, şehir ve yöre adlarını tek tek vererek Kızılbaş Türkmenleri de nasıl katlettiklerini “Allah’ın ve Padişah’ın yanında olan bir Molla olarak” zevkle ve kana susamış bir vampir edasıyla anlatmaktadır. Kürtler “dirlik ve birliklerini” İdrîs-i Bitlîsi’ye borçluyken, Türkler ise, Yavuz Selim ile İdrîs-i Bitlîsi’nin yaptıklarını lanetle anmaya devam edeceklerdir. Büyük bir Türk katili olan İdrîs-i Bitlîsi’nin bütün eserlerini Türkmen Tarihi açısından “Türklük bilincine sahib bir tarihcimiz” tarafından incelenip gerçek anlamda “Anadolu Türk Tarihi”nin bir kesitini ayakları üstüne oturtulması gereklidir. Yunan mezalimini ağızlarında sakız eden bazı “Türk Milliyetçi Yazarları” Yavuz ve İdris-i Bitlisi’nin Türk katliamlarını görmezlikten gelmektedirler.
Yavuz dönemimde Osmanlı yönetiminde görev alan İdris Bitlisi ve Bıyıklı Mehmet Paşa ile keko Aşiret Ağaları’nın durumları için; bugün keko gruplarından KOMKAR belgeli olarak şöyle demektedir ki çok ilginçtir:
“1535'ler de böyle bir icazet vererek, beylik topraklarının bölünmesini kolaylaştırmıştır. Kanuni Sultan Süleyman fermannamesinde aynen şöyle diyor: -Bey öldüğünde, eyaleti kaldırmayıp bütün hududu ile Mülkname'yi Humayun uyarınca oğlu bir ise, O'na kalacak, eğer müteadit ise, istekleri üzerine kale ve yerleri, aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşmazlarsa, Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacaklar ve mülkiyet yoluyla bunlara ebediyete kadar ila ebeddevran mutaarrıf olacaklardır. Eğer Bey, varissiz, akrabasız ölmüş ise, o zaman eyaleti, hariçten ve yabancılardan hiç kimseye verilmiyecek, Kürdistan beyleri ile görüşülüp ve ittifak edilip, onlar bölgenin Beylerinden veya Beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse, ona tevcih edilecektir. (Hükmi Şerif, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 11960 sayı-İstanbul) keko-Osmanlı Andlaşması'nın mimarı Mevlana İdris'tir. Bu anlaşmayı kabul eden ve gerekli bulan Yavuz Sultan Selim'dir. İkisi de 1520'de maalesef ölmüşlerdir. Sultan Selim, Mevlana İdris'e; -Git Kürdistan beylerini ve emirlerini topla, kendi aralarında bir beylerbeyi seçsinler demişti. Mevlana İdris ise, keko beylerini çok iyi tanıdığı için kestirmeden bir beylerbeyi Sultan'dan istemiş ve Bıyıklı Mehmet Paşa'yı tavsiye ederek bu işi noktalamış idi. Diyarbakırlı bir keko olan Bıyıklı Mehmed Paşa'da çok erken gitti ve bundan sonra Kürdistan Eyaleti Başkenti'ne Mekadonlu komutanlar gelmeye başladı. Kanuni Sultan Süleyman, bilerek veya bilmiyerek 1533-34'lerde, Bitlis'i Şeref Han'dan alıp, bir fermanla Ulame Tekelu'ya veriyor. Direnen Bitlis Beyi'nin üstüne, Diyarbekir Beylerbeyi ve kuvvetleri ile bütün Kürdistan beylerinin kuvvetlerini de katıyor ve Ulame'yi başkomutan olarak atıyor. Aynı Sultan, 1535'ler de Bağdat seferini yaptıktan sonra Kürtleri tanımaya başlıyor veya bunlarsız bir şey yapamıyacağını anlayarak, babasının Amasya'da imzaladığı anlaşmaya yukarda verdiğim arşiv numaralı Hükm-i Şerif-i yayınlıyor. Neticeye baktığımızda, Kürdistan hükümdarları, çoğunlukla topraklarını bölmemiş ve statülerini 1850'lere kadar getirmişlerdir.”
Aynı gurubun siyasi örgütünün başı Alevi Kökenli Kemal Burkay ve Munzur Çem gibileri; bu iki Osmanlı kekoünün, Alevileri katletmesini görmezlikten gelerek, Alevi Tarihini yok sayarak “öteki tarih” dedikleri uydurma bir “keko Tarihi” yaratmaya çalışıyorlar. Tunceli Ovacık’ta “üçlü keko ittifakı” olan: Bıyıklı Mehmet Paşa, İdris Bitlisi ve Palu Beyi Cemşid ‘in; on binlerce Kızılbaşı kesmesine; aynı bölgenin adamları Kürtlük İdeolojileri adına ses çıkarmamaktadırlar. Ahlaki olarak bu çifte standart davranışlarına ne demek gerektiğine okuyucular karar versin !
Yavuz Selim’in önce Erzincan Valiliğine atadığı, sonradan da bütün doğu ve güney doğuya bakmak kaydı ile Diyarbakır Eyaletine getirdiği Dıyarbakırlı keko Bıyıklı Mehmet Paşa ve danışmanı Bitlisli Molla İdris; bütün bölgeyi Türkler’den temizlerler ve YÜZ BİN Kızılbaş Türk’ü katlederler. Bölgeden kaçamayan Türkler de kendilerini keko olduklarını söyleyerek kalırlar, baskılar sonucu da gerçekten Kürtleşirler. Doğu sınırlarını Türklere kapatan Yavuz; korumalığını da keko aşiretlerine bırakır. 1517’de Yavuz Selim’in Mısır’ı alması ve 74.ncü İslâm Halifesi olması ile sünnilik resmi ideoloji haline gelir ve İslâmi Devlet kimliği oluşur. Bu tarihten sonra Araplar, Osmanlı Devleti’nin yaşamı boyunca diğer halklardan üstün ve gözde konumlarına devam ederler. Türkler arasında Yavuz adı Yezit ile özdeşleşir ve lanetle anılır olur. Türk ulusal kimliği; Bozkırdaki Türkmenlerde yaşar ve ozanları Türkçe’yi geliştirir. Osmanlı Sarayı ise giderek soysuzlaşır ve yapay “Osmanlıca” denen yazı dili hakim olur. Bu nedenle Prof.Dr. Faruk Sümer; Safaviler için Osmanlılar’dan daha fazla Türktür demektedir.
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvede olduğu bir zamandır. Ama Türkler açısından bir şey değişmez. Yine bu dönemde zülüm, şiddet ve katliamlar devam eder. keko kökenli Ebussuûd Efendi (1545-1574)’in Şeyhülislâm olmasıyla ve 30 yılda verdiği fetvalarla “Osmanlı toplum yaşamını” belirler ve Kızılbaş Türkmen katliamı, “Sünni Şeriatı”na göre meşruluk kazandırır. Yedi Kızılbaş öldürene “Cennetin Anahtarı” verilir. Bugün Sünni din adamları tarafından huşu ile anılarak “evliya mertebesi”ne çıkarılan Ebussuûd Efendi, Türk katliamcısı, yobaz, lanet okunacak bir zalim ve cellattan bir kişiden başka birşey değildir.
Hırvat kökenli ve nakşibendi tarikatından Kuyucu Murat Paşa 6.12 l606’da sadrazam olduktan hemen sonra Anadolu’da geniş çaplı Alevi katliamı harekatı başlatır. 155 bin Alevi Türkmeni diri diri kazdırdığı kuyulara gömdürür. Aman dileyen insanlara Kuyucu Murat Paşa’nın yanıtı; “Vurun şu pis Türk’ün başını” olmuştur. Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat Paşa üç yıl terör estirir.
Köprülü Mehmet Paşa (1656-1661) Celali ayaklanmaları bastırmak ve eşkıya tedibi adı altında; Anadolu Türkmenlerini kırımdan geçirmiş sağ kalanlara da zülüm yapmıştır. Osmanlı Vak’a-Nüvisleri ( tarihçileri) Naima ve Hoca Sadettin Efendi gibileri; kitaplarında katliamları ballandıra ballandıra anlatmaktalar ve Türkler için; “nadan” yani “kaba Türk, idraksiz Türk, hilekâr Türk” ifadesini kullanmaktadır. Başka kitaplarda ise; ‘Türk iti şehre gelince farisice ürür.’ yazmaktadır. Osmanlının ünlü şairi Nef’i ise “Tanrı, Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır.” Demektedir. Divan-ı Hümayun yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde;
“Sakın Türk’ü insan sanma
Bin an bile olsa Türk’le birlikte olma
Türk eline şeker alsa o şeker zehir olur.
Türk’ün başını kesenken sakın gam yeme
Baban da olsa Türk’ü öldür.”
Demektedir. Tüm bunlara karşın Türk Bayat boyundan Alevilerin ulu ozanı Fuzuli (1480-1566) bir deyişinin son beytinde şöyle diyor:
“Fuzuli, gökten yere insen sana yer yok
Yürü var gel, ya Arap’tan ya Acem’den”
Gökten Allah tarafından dahi indirilse Türklerin dünyada yeri olmadığını; Arap ve Acemler hakim olduğunu belirtir ve Şiirlerinde Osmanlılara sitem eder ve kafa tutar. Alevi Türkmen aşıkları, ozanları diline ve töresine sahip çıkar ve şiirlerinde dilendirir, yöre yöre gezerek halkı bilinçlendirirler. Dedeler ve Babalar da Türkçe ibadet yaparak örf ve gelenekleri yaşatarak bugünlere getirirler.
İdrîs-i Bitlîsi ve Bıyıklı Mehmet Paşa’dan sonra Kürtlere en büyük destek sağlayan II.Abdülhamit olmuştur. Yavuz Selim’den itibaren iç işlerinde tam bir serbestlik olan bölgeye Prof.Dr.İlber Ortaylı’nın tesbitine göre “keko Hükümeti” denmekteydi ve “merkezi hazineye ipotek ödemezdi ve herhangi bir biçimde düzenli askeri hizmetlerle yükümlü değillerdi.” Böylesi bir bölgeye Abdülhamit, İslamcılığın bütünleştirici “ümmet” anlayışıyla birarada tutma fikriyle yeni bir yapılanmaya gidilir. Abdülhamid’in “Aşiret Mektebi-i Humayun”(1892-1907) adıyla açtığı ve aşiretlerden getirtilen şeyh ve ağa çocuklarının eğitildiği okullardan mezun olanlar; beklentilerin yerine, devlete karşı örgülenme yapan kadroları oluşturmuşlardır. Abdülhamid’in marifetlerinden biriside “Hamidiye Alayları”dır
Hamidiye Alayları, Dördüncü Ordu Komutan› Müşir Zeki Paşa’nın II. Abdülhamid’e önerisiyle 1890 yılında kurulmaya başlanır.14-15 Nisan 1891’de de “Nizamnâmesi” yayınlanarak yasal hale gelir.Ruslara yönelik olarak Şafi Kürtler’den oluşturulan Hamidiye Alayları amacına uygun faaliyette bulunmaz. Hamidiye Alayları daha çok eşkiyalık yapar. Ermeni ve Alevi köylerine baskınlar düzenleyip çapulculuk yaparlar 23 Temmuz 1908 ‘de İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Eylül 1908 ayında keko Hamidiye Alayları’nın silahlarını ellerinden almak isteyen İttihat’çılar bunu başaramazlar İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde Türkçülük akımı giderek güçlenir ve hakim olur. Şafi Kürtlerin ağa ve aşiret reislerinin çocuklarının eğitildiği İstanbul’daki “Aşiret Mektebi”nde ve Hamidiye Alaylarında ise keko milliyetçiliği filizlenmiş ve örgütlenmeye başlamıştır. Bu durum Doğu Anadolu’da Alevi-Şafi çatışmasını beraberinde getirir. Sonuçta; Okul Müdürü Kolağası Kamil Bey; “bunlar aşiret değil haşerat!” der...
İSMAİL ONARLI
erzurumlu25- .::Tengri::.
-
Yaş : 45
Cinsiyet :
Nerden : Erzurum
Lakap : Vatan delisi
Doğum Tarihi : 22/04/79
İletiler: : 757
Üyelik Tarihi : 29/12/09
OSMANLI DEVLET ERKİNDEN TÜRKMENLERİN DIŞLANMASI
Osmanlı Devleti ' nin kuruluş süresince Türkmen boy ve oymak beylerinin, babalarının, dedelerinin, şeyhlerinin, dervişlerinin önemli işlevleri vardır. Beylik'ten imparatorluğa 150 yıllık geçiş sürecinde aşama aşama Alevi Türkmen Beyleri ve İnanç Önderleri ve toplulukları "Devletin Yapısal organizasyonu" ndan atılmışlardır.
Başlangıçta Osmanlılar ülkelerine "RUM" diyorlardı. Yavuz'dan sonra ise "Osmanlı" ya da "Devlet-i al,i Osman" denilmeye başlandı. Osmanlı Devlet yönetimi ile Kapıkulu Askerleri, dirlik sahipleri;"Türk olmayan" dönmelerden oluşmaktaydı. Bu dönme devşirmeler ; asker ya da yönetici olarak eğitilerek ve Türkçe öğretilerek devlette görev alıyorlardı. Osmanlı hanedanlığı etrafında oluşturulan helozonik dönme asker, sivil yönetici sınıfın başında hanedan ailesinden bir "sultan" olan devlet "Despotik" ve üretin ilişkileri de feodal yapıda idi. Türklük açısından baktığımızda Akkoyunlu ve Safevi Devletleri; Osmanlılardan daha çok Türk'tür. Osmanlılarda Türkler "akıl ve idrak yoksunu" ikinci sınıf vatandaşlar olup, Ermeni, Rum-Yahudi-keko-Arap v.b. unsurlar daha ön plandaydı.
I.Bayezit - Yıldırım (1389-1402) Sırbistan'dan Malatya 'ya kadar uzanan coğrafyada siyasi birlik sağlayarak yönetici Türkmen Beyleri yerine devşirmeleri atamıştır. 1402 Timur ile yapılan Ankara Savaşı yenilgisi ve Yıldırım Bayezit ' in esareti Anadolu birliğini yok ederek ; "Fetret Devri" (1402-1413) açılır.
Şeyh Bedrettin isyanı devlet erkinden dışlanan Türkmen ve Alevi unsurların "Devleti ele geçirme" ye yönelik bir harekatıdır. Şeyh Bedrettin 2 in izlediği siyasi çizgisi: Hacı Bektaş-ı Veli "Abdal Musa" Kaygusuz Abdal' ın takip ettiği Türkmen stratejisidir.
Musa Çelebi'nin Kadıaskeri Şeyh Bedreddin'nin kedhudası olan Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in ordularında bazı tarihçilerin yazdıkları gibi Yahudi ve Hristiyan unsurlar yoktur. Bedrettinlilerin Doğu Akdeniz-Ege (Antalya, Konya, Aydın, İzmir, Manisa, Çanakkale) ve Rumeli (Trakya, Edirne, Serez, Filibe, Manastır, Razgrad) hattı ile Abdal Musa Kızıldeli ve Saru Saltuk gibi dergaglar da "Askeri Siklet Merkezleri" olmak üzere ayaklanmaları tamamen bir Alevi Türkmen başkaldırısıdır... 18 Aralık 1420'de Serez çarşısında asılarak idam edilen Şeyh Bedrettin'in ölümü üzerine başkaldırı durdurulur. Alevi (Batıni-Hurufi-Kalenderi) zümreler yenilgi sonrası tekrar toparlanırlar ve örgütlenirler. Bu kez de Hurufiler, 1444'de Edirne'de toplu olarak canlı canlı yakılır.
II. Murad'ın (1421-1444) tahtı oğlu II. Mehmed'e bırakarak başkent Edirne'den Manisa'ya çekilmesi; tarihte "Buçuk tepe olayı" denilen eski Türkmen yönetici sınıf ile II. Mehmet yanlısı yeni enderunlu dönme devlet yöneticileri arasında çartışmalara dönüşür. II. Murad yanlısı Çandarlı Halil Paşa ve Türk Beyleri, gizlice Manisa'dan getirttikleri II. Murad'ı (1446-1451) tahta geçirirler. Oğul II. Mehmed'i de Manisa'ya gönderirler. Baba-oğul taht mücadelesi ve Türkmen - Dönme devşirme yönetici kavgası Şubat 1451'de II. Murad'ın ölümüyle yerine oğlu II. Mehmed'in (1451-1481) geçmesiyle bir süre dondurulur.
İstanbul'un fethi Türkler açısından önemli bir dönüm noktasıdır. 29 Mayıs 1453 Salı günü İstanbul'u Bizans devlet ve Ortadoks Klise yöneticileri Osmanlılara teslim eder. Fatih Sultan (II. Mahmed'in) da 2 gün sonra Ayasofya Klisesi ile Bizans İmparatorluk sarayına giderek törenle Bizans ve Osmanlı devlet erkanını kabul etmesiyle de Osmanlı İmparatorluğu ilan edilmiş olur. Bu durum aynı zamanda Bizans tahtına Fatih Sultan Mehmet'in getirilmesi de demektir. İstanbul'un fethi Türk tarihçilerin abarttıkları kadar önemli bir askeri kuşatma ve muharebe değildir.
Osmanlı II. Veziri Rum Zağanos Paşa gibi dönmelerin ve tükenmiş, çürümüş Bizans yöneticilerinin işbirliğiyle ve de direniş gösteren grupları katledilme operasyonu ile İstanbul alınmıştır. Rum Zağanos Paşa gösterdiği bu maharetten dolayı Vezir-i azamlığa (başbakanlığa) getirilmiştir. İstanbul alınmasıyla, Zağanos Paşa ile birlikte dönme devşirmelerden (enderunlu) 34 vezir atanmıştır. Vezir-i azam Çandarlı Halil Paşa ve Türk vezirler görevlerinden alınmıştır. Fatih Sultan Mehmet; İstanbul'u başkent yapmış, kendisini Edirne'de tahttan indiren vezirleri ve Türkmen Beylerini görevden alarak sürmüştür. Bizans Devlet müesseselerine uygun yeniden devlet yapılmasını gerçekleştirmiştir. Şeyhülislamlık müessesesini ve Müftülüğü de "Fener Rum Ortadoks Patrikliği'ne" benzer bir yapıyla Ortadoks İslam (Sünni) şeriat organizasyonuna dönüştürmüştür. Çandarlı Halil Paşa tutuklanarak Edirne'ye gönderilmiş buradaki hapisanede işkence edilerek tüm para ve mallarına el konmuş; Temmuz 1453 başında da katledilmiştir.
İstanbul'un başkent olması ve Fatih Sultan ile yeni bir döneme girilir: Türk aristokratları ve Türk halkı devlet yönetiminden tamamen dışlanır ve padişah üzerindeki etkileri de sone erer. Türklerin yerini padişahın otoriter görüntüsü altında; dönme devşirme Kapıkulu-Enderun zümreleri devlet erkine sahip olurlar.
II. Bayezit'in (1481-1512) sinsi siyaseti Bektaşi-Kızılbaş ayrımı; kentsel ve kırsal Alevi bölüntüsünü başlatmış, bu süreç Kanuni'nin Sersem Ali Baba'yı Pir Evi'ne atamasına kadar devam etmiş, bu (1551) tarihte dergah iki başlı olmuştur.
II. Bayezit yeni fethettiği Modon, Koron, Navarino, Mora, Draç gibi yörelere Anadolu'daki Kızılbaş zümreleri çoluk-çocuk, kadın-erkek yüzleri demirle dağanarak zorla sürülerek iskana tabi tutulurlar. Aynı tip uygulamalar Fatih döneminde Karaman ve Konya'da da olmuştur. Rum Mehmet Paşa bölgede zulüm ve katliam yapmıştır. Atatürk'ün ataları da bu bölgeden alınarak bugünkü Makedonya'nın Jupa bölgesinin Kocacık Köyü'ne iskan edilmiştir.
Fatih ve Bayezıt döneminde; Akdeniz, Ege ve İç Anadolu Türkmenleri oymaklar ve kafileler halinde Akkoyunlu ülkesine ve bugünkü Kuzey ve Güney Azerbaycan'a göç ederler. Şeyh cüneyd ve Şeyh Haydar bu Türkmen topluluklarını örgütlerler. Erdebil tekkesi'nde "Kızılbaş Öğretisi" yaygınlaşır ve merkezi olarak örgütlenir. Şah İsmail'in önderliğinde 24 Oğuz boyundan olan 72 oymak beyi ve 40 Seyyid ocağından dedenin katılımıyla Erzincan'ın Sarukaya yaylağındaki "Türkmen Kurultayı"nda "Kızılbaş Safevi Devleti'nin kuruluşuna karar verilir; ve 9 Eylül 1502 günü Tebriz'de kurulur. Böylelikle, Alevilik devlet ve toplum yönetimi olarak Türkler tarafından yaşama geçirilir.
I. Selim (1512-1520)'in tahta geçmesiyle Türkmen sürgün ve katliamları daha da vahim bir hal alır. 1514''deki Şah İsmail ile Yavuz Selim arasında geçen çaldıran savaşı öncesi ve sonrası Anadolu'da; tarihi kaynaklar 40 ila 100 bin civarında Türkler'in katledildiğini yazmaktadırlar. Şafi mezhebinden Nakşibendi tarikatından keko mollası Şeyh İdris-i Bitlisi'nin önerisi ve planlamasıyla Doğu ve Güney Anadolu'dan Türkmenler sürülmüş va da katledilmişlerdir. Türkmenlerin hakim oldulukları idari beylikler ve toprakları; "yurtlu ve ocaklık" adı altında Yavuz'un imzaladığı boş fermanları, İdris Bitlisi dolurarak 400 keko aşiret reisine, ağasına vermiştir.
Yavuz Selim tarafından Erzincan Valiliği'ne atanan (dönme) Bıyıklı Mehmet Paşa ve danışmanı İdris Bitlisi bölgede terör estirirler. Kurban Bayramında Osmanlı muhafızları Kızılbaş Türk ve Zazalara saldırarak binlercesinin kafasını keserek Erzincan'a getirir, şehirde Kızılbaş kafataslarından minare yaparlar.
Bıyıklı Mehmet Paşa Osmanlı ordusu ile İdris Bitlisi de topladığı 10000 keko gönüllüsü ile Munzur dağlarına çekilen Şah İsmail'in Erzincan Valisi Nur Ali Halife ve Kızılbaşları, Haziran 1515'de Ovacık yöresindeki Tekir Yaylağında bularak bir bölümünü kılıçtan geçirirler, diğerleri kaçarlar. Dersim yöresinde Osmanlı Ordusu ile Palu beyiCemşid ve İdris Bitlisi komutasındaki Şafi keko gönüllüler; onbinlerce Zaza ve Türk kızılbaşı katlederler. Artık Yavuz'un adı Aleviler arasında Yezit ile birlikte anılmaya başlanır ve lanet okunur. Yavuz Selim'in Mısır'ı alması ve 74. İslam Halifesi olmasıyla sünnilik resmi ideoloji haline gelir ve İslam Devlet kimliği oluşur. Osmanlı sınırlarının genişlemesiyle de "Roma İmparatorluğu" varisi olur.
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemi islami kabuk içinde ama çeşitli uluslardan oluşan Osmanlı Devleti tam bir "Roma İmparatorluğu" halini alır. Bu dönemde yine Türklere zulüm, şiddet ve katliamlar devam eder. keko kökenli Ebussu'ud Efendi (1545-1574)'in Şeyhülislam olmasıyla ve verdiği fetvalarla Kızılbaş katliamı, "İslam Şeriatı"na göre meşruluk kazanır. Yedi Kızılbaş öldürene "Cennetin Anahtarı" verilir. Bugün sünni ilim adamları tarafından "huşu ile anılarak evliya mertebesine" çıkarılan Ebussuud Efendi, Türk katliamcısından başka bir şey değildir. Aslında lanet okunacak bir zalim, İslamiyetçi çıkarlarına göre yorumlayan cellat bir din ulemasıdır.
Hırvat kökenli ve nakşibendi tarikatından Kuyucu Murat Paşa 6.12.1606'da sadrazam olduktan hemen sonra Anadolu'da geniş çaplı Alevi katliamı harekatı başlatır. 70 bin Türkmeni diri diri kazdırdığı kuyulara gömdürür.
Küçük çaplı yöresel de olsa, Türkmen kırımları ve topraklarına el koyma işlemleri; İttihat ve Terakki dönemine kadar devam eder.
SONUÇ OLARAK: Bizim bu yaptığımız tarihsel kaynaklardan Osmanlı Dönemi'nde Alevi kitlelere yapılan ve reva görülen muamelenin kesitsel bir tesbitidir. Türklerin tarihinde aynı yörede olan Malzagirt ve Çaldıran savaşları iki karşıt dönemeçtir. Selçuklu Sultanı Alparslan; Bizans'ın sınırlarını korumak isteyen imparator Romanus Diogenes'i 26 Ağustos 1071'de yenerek Anadolu (Rum)'un kapılarını Türklere açmıştır. Bizans başkenti İstanbul'un sahibi Yavuz Sultan Selim ise; Şah İsmail'i 26 Ağustos 1514'de yenerek Anadolu'nun kapılarını Türklere kapatarak; Alparslan ve Oğuz Türkmen boylarından Bizans'ın intikamını almış ve doğu bölgesi hudutlarını da Kürtlerin korumalığına bırakmıştır.
**Bu makale; Ağustos 2000'de Cemal Şener ile radyo Yön FM'de yapılan "Şah İsmail ve Osmanlı-Safevi Çatılması" söyleşisinin bir özetidir.
İSMAİL ONARLI
Başlangıçta Osmanlılar ülkelerine "RUM" diyorlardı. Yavuz'dan sonra ise "Osmanlı" ya da "Devlet-i al,i Osman" denilmeye başlandı. Osmanlı Devlet yönetimi ile Kapıkulu Askerleri, dirlik sahipleri;"Türk olmayan" dönmelerden oluşmaktaydı. Bu dönme devşirmeler ; asker ya da yönetici olarak eğitilerek ve Türkçe öğretilerek devlette görev alıyorlardı. Osmanlı hanedanlığı etrafında oluşturulan helozonik dönme asker, sivil yönetici sınıfın başında hanedan ailesinden bir "sultan" olan devlet "Despotik" ve üretin ilişkileri de feodal yapıda idi. Türklük açısından baktığımızda Akkoyunlu ve Safevi Devletleri; Osmanlılardan daha çok Türk'tür. Osmanlılarda Türkler "akıl ve idrak yoksunu" ikinci sınıf vatandaşlar olup, Ermeni, Rum-Yahudi-keko-Arap v.b. unsurlar daha ön plandaydı.
I.Bayezit - Yıldırım (1389-1402) Sırbistan'dan Malatya 'ya kadar uzanan coğrafyada siyasi birlik sağlayarak yönetici Türkmen Beyleri yerine devşirmeleri atamıştır. 1402 Timur ile yapılan Ankara Savaşı yenilgisi ve Yıldırım Bayezit ' in esareti Anadolu birliğini yok ederek ; "Fetret Devri" (1402-1413) açılır.
Şeyh Bedrettin isyanı devlet erkinden dışlanan Türkmen ve Alevi unsurların "Devleti ele geçirme" ye yönelik bir harekatıdır. Şeyh Bedrettin 2 in izlediği siyasi çizgisi: Hacı Bektaş-ı Veli "Abdal Musa" Kaygusuz Abdal' ın takip ettiği Türkmen stratejisidir.
Musa Çelebi'nin Kadıaskeri Şeyh Bedreddin'nin kedhudası olan Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in ordularında bazı tarihçilerin yazdıkları gibi Yahudi ve Hristiyan unsurlar yoktur. Bedrettinlilerin Doğu Akdeniz-Ege (Antalya, Konya, Aydın, İzmir, Manisa, Çanakkale) ve Rumeli (Trakya, Edirne, Serez, Filibe, Manastır, Razgrad) hattı ile Abdal Musa Kızıldeli ve Saru Saltuk gibi dergaglar da "Askeri Siklet Merkezleri" olmak üzere ayaklanmaları tamamen bir Alevi Türkmen başkaldırısıdır... 18 Aralık 1420'de Serez çarşısında asılarak idam edilen Şeyh Bedrettin'in ölümü üzerine başkaldırı durdurulur. Alevi (Batıni-Hurufi-Kalenderi) zümreler yenilgi sonrası tekrar toparlanırlar ve örgütlenirler. Bu kez de Hurufiler, 1444'de Edirne'de toplu olarak canlı canlı yakılır.
II. Murad'ın (1421-1444) tahtı oğlu II. Mehmed'e bırakarak başkent Edirne'den Manisa'ya çekilmesi; tarihte "Buçuk tepe olayı" denilen eski Türkmen yönetici sınıf ile II. Mehmet yanlısı yeni enderunlu dönme devlet yöneticileri arasında çartışmalara dönüşür. II. Murad yanlısı Çandarlı Halil Paşa ve Türk Beyleri, gizlice Manisa'dan getirttikleri II. Murad'ı (1446-1451) tahta geçirirler. Oğul II. Mehmed'i de Manisa'ya gönderirler. Baba-oğul taht mücadelesi ve Türkmen - Dönme devşirme yönetici kavgası Şubat 1451'de II. Murad'ın ölümüyle yerine oğlu II. Mehmed'in (1451-1481) geçmesiyle bir süre dondurulur.
İstanbul'un fethi Türkler açısından önemli bir dönüm noktasıdır. 29 Mayıs 1453 Salı günü İstanbul'u Bizans devlet ve Ortadoks Klise yöneticileri Osmanlılara teslim eder. Fatih Sultan (II. Mahmed'in) da 2 gün sonra Ayasofya Klisesi ile Bizans İmparatorluk sarayına giderek törenle Bizans ve Osmanlı devlet erkanını kabul etmesiyle de Osmanlı İmparatorluğu ilan edilmiş olur. Bu durum aynı zamanda Bizans tahtına Fatih Sultan Mehmet'in getirilmesi de demektir. İstanbul'un fethi Türk tarihçilerin abarttıkları kadar önemli bir askeri kuşatma ve muharebe değildir.
Osmanlı II. Veziri Rum Zağanos Paşa gibi dönmelerin ve tükenmiş, çürümüş Bizans yöneticilerinin işbirliğiyle ve de direniş gösteren grupları katledilme operasyonu ile İstanbul alınmıştır. Rum Zağanos Paşa gösterdiği bu maharetten dolayı Vezir-i azamlığa (başbakanlığa) getirilmiştir. İstanbul alınmasıyla, Zağanos Paşa ile birlikte dönme devşirmelerden (enderunlu) 34 vezir atanmıştır. Vezir-i azam Çandarlı Halil Paşa ve Türk vezirler görevlerinden alınmıştır. Fatih Sultan Mehmet; İstanbul'u başkent yapmış, kendisini Edirne'de tahttan indiren vezirleri ve Türkmen Beylerini görevden alarak sürmüştür. Bizans Devlet müesseselerine uygun yeniden devlet yapılmasını gerçekleştirmiştir. Şeyhülislamlık müessesesini ve Müftülüğü de "Fener Rum Ortadoks Patrikliği'ne" benzer bir yapıyla Ortadoks İslam (Sünni) şeriat organizasyonuna dönüştürmüştür. Çandarlı Halil Paşa tutuklanarak Edirne'ye gönderilmiş buradaki hapisanede işkence edilerek tüm para ve mallarına el konmuş; Temmuz 1453 başında da katledilmiştir.
İstanbul'un başkent olması ve Fatih Sultan ile yeni bir döneme girilir: Türk aristokratları ve Türk halkı devlet yönetiminden tamamen dışlanır ve padişah üzerindeki etkileri de sone erer. Türklerin yerini padişahın otoriter görüntüsü altında; dönme devşirme Kapıkulu-Enderun zümreleri devlet erkine sahip olurlar.
II. Bayezit'in (1481-1512) sinsi siyaseti Bektaşi-Kızılbaş ayrımı; kentsel ve kırsal Alevi bölüntüsünü başlatmış, bu süreç Kanuni'nin Sersem Ali Baba'yı Pir Evi'ne atamasına kadar devam etmiş, bu (1551) tarihte dergah iki başlı olmuştur.
II. Bayezit yeni fethettiği Modon, Koron, Navarino, Mora, Draç gibi yörelere Anadolu'daki Kızılbaş zümreleri çoluk-çocuk, kadın-erkek yüzleri demirle dağanarak zorla sürülerek iskana tabi tutulurlar. Aynı tip uygulamalar Fatih döneminde Karaman ve Konya'da da olmuştur. Rum Mehmet Paşa bölgede zulüm ve katliam yapmıştır. Atatürk'ün ataları da bu bölgeden alınarak bugünkü Makedonya'nın Jupa bölgesinin Kocacık Köyü'ne iskan edilmiştir.
Fatih ve Bayezıt döneminde; Akdeniz, Ege ve İç Anadolu Türkmenleri oymaklar ve kafileler halinde Akkoyunlu ülkesine ve bugünkü Kuzey ve Güney Azerbaycan'a göç ederler. Şeyh cüneyd ve Şeyh Haydar bu Türkmen topluluklarını örgütlerler. Erdebil tekkesi'nde "Kızılbaş Öğretisi" yaygınlaşır ve merkezi olarak örgütlenir. Şah İsmail'in önderliğinde 24 Oğuz boyundan olan 72 oymak beyi ve 40 Seyyid ocağından dedenin katılımıyla Erzincan'ın Sarukaya yaylağındaki "Türkmen Kurultayı"nda "Kızılbaş Safevi Devleti'nin kuruluşuna karar verilir; ve 9 Eylül 1502 günü Tebriz'de kurulur. Böylelikle, Alevilik devlet ve toplum yönetimi olarak Türkler tarafından yaşama geçirilir.
I. Selim (1512-1520)'in tahta geçmesiyle Türkmen sürgün ve katliamları daha da vahim bir hal alır. 1514''deki Şah İsmail ile Yavuz Selim arasında geçen çaldıran savaşı öncesi ve sonrası Anadolu'da; tarihi kaynaklar 40 ila 100 bin civarında Türkler'in katledildiğini yazmaktadırlar. Şafi mezhebinden Nakşibendi tarikatından keko mollası Şeyh İdris-i Bitlisi'nin önerisi ve planlamasıyla Doğu ve Güney Anadolu'dan Türkmenler sürülmüş va da katledilmişlerdir. Türkmenlerin hakim oldulukları idari beylikler ve toprakları; "yurtlu ve ocaklık" adı altında Yavuz'un imzaladığı boş fermanları, İdris Bitlisi dolurarak 400 keko aşiret reisine, ağasına vermiştir.
Yavuz Selim tarafından Erzincan Valiliği'ne atanan (dönme) Bıyıklı Mehmet Paşa ve danışmanı İdris Bitlisi bölgede terör estirirler. Kurban Bayramında Osmanlı muhafızları Kızılbaş Türk ve Zazalara saldırarak binlercesinin kafasını keserek Erzincan'a getirir, şehirde Kızılbaş kafataslarından minare yaparlar.
Bıyıklı Mehmet Paşa Osmanlı ordusu ile İdris Bitlisi de topladığı 10000 keko gönüllüsü ile Munzur dağlarına çekilen Şah İsmail'in Erzincan Valisi Nur Ali Halife ve Kızılbaşları, Haziran 1515'de Ovacık yöresindeki Tekir Yaylağında bularak bir bölümünü kılıçtan geçirirler, diğerleri kaçarlar. Dersim yöresinde Osmanlı Ordusu ile Palu beyiCemşid ve İdris Bitlisi komutasındaki Şafi keko gönüllüler; onbinlerce Zaza ve Türk kızılbaşı katlederler. Artık Yavuz'un adı Aleviler arasında Yezit ile birlikte anılmaya başlanır ve lanet okunur. Yavuz Selim'in Mısır'ı alması ve 74. İslam Halifesi olmasıyla sünnilik resmi ideoloji haline gelir ve İslam Devlet kimliği oluşur. Osmanlı sınırlarının genişlemesiyle de "Roma İmparatorluğu" varisi olur.
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemi islami kabuk içinde ama çeşitli uluslardan oluşan Osmanlı Devleti tam bir "Roma İmparatorluğu" halini alır. Bu dönemde yine Türklere zulüm, şiddet ve katliamlar devam eder. keko kökenli Ebussu'ud Efendi (1545-1574)'in Şeyhülislam olmasıyla ve verdiği fetvalarla Kızılbaş katliamı, "İslam Şeriatı"na göre meşruluk kazanır. Yedi Kızılbaş öldürene "Cennetin Anahtarı" verilir. Bugün sünni ilim adamları tarafından "huşu ile anılarak evliya mertebesine" çıkarılan Ebussuud Efendi, Türk katliamcısından başka bir şey değildir. Aslında lanet okunacak bir zalim, İslamiyetçi çıkarlarına göre yorumlayan cellat bir din ulemasıdır.
Hırvat kökenli ve nakşibendi tarikatından Kuyucu Murat Paşa 6.12.1606'da sadrazam olduktan hemen sonra Anadolu'da geniş çaplı Alevi katliamı harekatı başlatır. 70 bin Türkmeni diri diri kazdırdığı kuyulara gömdürür.
Küçük çaplı yöresel de olsa, Türkmen kırımları ve topraklarına el koyma işlemleri; İttihat ve Terakki dönemine kadar devam eder.
SONUÇ OLARAK: Bizim bu yaptığımız tarihsel kaynaklardan Osmanlı Dönemi'nde Alevi kitlelere yapılan ve reva görülen muamelenin kesitsel bir tesbitidir. Türklerin tarihinde aynı yörede olan Malzagirt ve Çaldıran savaşları iki karşıt dönemeçtir. Selçuklu Sultanı Alparslan; Bizans'ın sınırlarını korumak isteyen imparator Romanus Diogenes'i 26 Ağustos 1071'de yenerek Anadolu (Rum)'un kapılarını Türklere açmıştır. Bizans başkenti İstanbul'un sahibi Yavuz Sultan Selim ise; Şah İsmail'i 26 Ağustos 1514'de yenerek Anadolu'nun kapılarını Türklere kapatarak; Alparslan ve Oğuz Türkmen boylarından Bizans'ın intikamını almış ve doğu bölgesi hudutlarını da Kürtlerin korumalığına bırakmıştır.
**Bu makale; Ağustos 2000'de Cemal Şener ile radyo Yön FM'de yapılan "Şah İsmail ve Osmanlı-Safevi Çatılması" söyleşisinin bir özetidir.
İSMAİL ONARLI
erzurumlu25- .::Tengri::.
-
Yaş : 45
Cinsiyet :
Nerden : Erzurum
Lakap : Vatan delisi
Doğum Tarihi : 22/04/79
İletiler: : 757
Üyelik Tarihi : 29/12/09
KIZILBAŞLIK VE TÜRKMENLER
Osmanlı tarihlerinde , mensup olunan boy, ulus veya etnik kimlik yerine , devlet hizmetindeki Türkmen beylerinin mensup oldukları aşiretlerin tespitine imkan tanımadığı gibi , büyük siyasi ...
olayların etrafında odaklanan tarih yazıcılığı, konar-göçer(2) Türkmen topluluklarını içtimai vaziyeti ve yaylak-kışlak hayatları boyunca meydana getirdikleri olaylar hakkında da kayda değer bilgiler vermektedir.Osmanlı tarihleri , Türkmenleri ya isyanlar vakit olduğu zaman veyahut Akkoyunlu ve Safevi Devleti ile Osmanlı Devleti nin mücadeleri esnasında anmakta , Safevi Devleti hizmetindeki Türkmenler için ise sıklıkla "Kızılbaş" tabirini kullanmaktadır.Bundan kolayı , Türkmenler , tarihlere daha çok sosyal ve iktisadi düzeni tehdit eden düşman unsurlar gibi yansımıştır.Bununla birlikte , Osmanlı Devletinin kuruluşu esnasında Osmanoğullarının ataları , konar-göçer Türkmenler olarak tasnif edilmesi Türkmenlikin yerinilecek bir husus olmadığı , bilakis yerleşik hayatın temsilcileri tarafından da övünülecek bir özellik olarak mütalaa edildiği anlaşılmaktadır.(3)
Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin temelde Türkmen aşiretlerine dayanması ve bu devletlerin siyasi hayatında boy ve oymakların müessir bir rol oynaması , bu devirde yazılan tarihlere de yansımaktadır.Siyasi rolleri itibariyle ön plana çıkan şahısların mensup bulundukları kabileler , onların adları ile birlikte anılmakta ve böylece aşiretlerin devlet içindeki fonksiyonunu tespit etmek mümkün olmaktadır.(4)
Anadoludaki Türkmen aşiretlerini incelerken kökenin bir şekilde Horasan a dayandığı görülmektedir.Horasan a da Orta Asya dan geldikleri ileri sürülmetedir.(5)
Bize meftun olan marifet söyler
Biz Horasan illerinde baydanız
Musa gibi lentarani değiliz
Aslımızı sorar isen Hoydanız(6)
Abdal Musa ya ait olduğu varsayılan bu sözlerden en azından Abdal Musa ve çevresindekilerin Horasan dan (hatta Horasan a bağlı Hoy kasabasından) geldiklerini anlıyoruz.
Türkmen kavramı oldukça fazla tartışılmaktadır.Etimolojisi konusunda da oldukça farklı görüşlere rastlamak olasıdır.Ebu l Gazi Bahadır Han ın "Secere-i Terakkime" (Türkmelerin Soykütüğü) adlı eserinden , Kaşgarlı Mahmud un "Divan-ı Lügat-ı Türk" ünde , Nesri nin "Kitab-ı Cihannüma sında" vs. eserlerde Türkmen adlı konusunda çeşitli görüşler ortaya konmuştur.(7)
XI. yüzyıla kadar Oğuzların dışındaki Türk Boylarından bazılarına Türkmen dendiği bilinmektedir.Bu yüzyıldan sonra Türkmen adı yalnızca Oğuzlara verildi.Kaşgarlı Mahmut XI. Yüzyılda sadece Oğuz boylarından meydana gelen Türkmen teşekkürlerin kaydetmekte , hatta onların da kendi içlerinde "dedelerinin isimlerini alan" irili ufaklı oymaklara ayrıldığını bildirmektedir.Öte yandan Oğuzların ,XIII. Yüzyıllara kadar kendilerini Türkmen diye isimlendirmeleri her halde konar-göçer hayatı temsil ediyordu.(8)
Yörük ve Türkmen adı Osmanlı da bazen es anlamlı olarak kullanılmıştır;"Fatih in Kanunnamesinde Yürük tabir olunan Türkmenlerin teşkilat ve vazifeleri hakkında şu madde vardır....(9) Daha sonraki zamanlarda ise Yörükler ,Türkmelerin bir alt kolu olarak sınıflandırılmıştır ;(10) "Rumeli de bulunan Türkmenler iki sınıfa ayrılmıştı;Yürükler müsellimler "(11) Farklı zaman ve konum içinde Türkmenlik ve Yörüklük olgusu değişime uğramıştır.Günümüzde (2000 yılına yaklaşılırken) Edremit çevresindeki Tahtacılara Yörükler "Türkmen"demektedir.Aralarındaki etnik farkın dinsellikten kaynaklandığını , aslında aynı kökenden geldiklerini vurgulamaktadırlar; "Türkmenler ve Yörükler her ne kadar birbirleri için aramızda soğan zarı gibi ince fark var deseler de bu farklı dinsel inanç içindeki boylar arasında hemen hemen hiçbir ilişki bulunmamaktadır."(12) Bu yörede (Edremit ve çevresi) Türkmenlik ten kasıt Kızılbaşlıktır. Kısacası bu yörede Türkmenlik ,Tahtacılık ve Kızılbaşlık bir şekilde eklemlenmiştir.
Zaman ve konum ne olursa olsun Türkmenlik kavramı içinde köken olarak Türk olma durumu ve bununla birlikte , Osmanlının sün dönemlerine kadar, konar-göçer bir yaşam tarzını uygulama bulunmaktadır:(13)
"Türkmenlerin hayat tarzlarını yerleşik hayat ile göçebelik arasında bir ara şekil diye tarif edebiliriz.Resmi kayıtlarda ve kanunnamelerdeki konar-göçer tabiri bir terim olarak bunların hayat tarzlarını pek güzel ifade etmektedir.(14)
X. yüzyılın birinci yarısında Oğuzlar,Hazar Denizinden Sir (Seyhun ,İnci) ırmağının orta yatağındaki Farab (XI. Yüzyıldaki adı ile Karaçuk ) ve İsficab yörelerine kadar olan yer ile bu ırmağın kuzeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı.(15) X. Yüzyılın başlarında Oğuzların çoğunluğu göçebe idi.(16) Oğuzların yerleşik yaşama geçişlerindeki en büyük etken İslamlaşmadır.İslamiyetin gelişimiyle yerleşik yaşam düzeni gelişmiştir.(17)
Kaşgarlı Mahmut tan öğrendiğimize göre , Moğol istilası sırasınta bir kısım göçebe Türkmenler aşağı Sir-Derya boylarında oturmaktaydılar.Faruk SÜMER , Türkmenlerin Horasana ve oradan Anadolu ya göçlerini Moğol istilasına dayandırmaktadır."Horasan adı ile şüphesiz Türkistan da ifade olunuyordu."Buradaki göç aslında bir kaçıştır:(18)
.....Hacı Bektaşın , Baba İlyasın peşinden "Horasan dan geldiğini " biliyoruz."Horasandan gelmek", eski vakayinamelerde ve menkıbelerde sık sık kullanılan bir klişedir.Bu söz , esas olarak göç fikrine gönderme yapar.Türkmen boyları 11. yüzyılın sonlarında Anadoluya gelmeye başlamıştır.Bu boyların göç hareketleri 12. yüzyılda ve özellikle de , Moğol istilasından kaçmak zorunda kaldıkları 13. yüzyıl boyunca iyice yoğunlaştı.Genel olarak Orta Asya ya da Maveraünnehir den gelen göçmenlerin izlediği yol Horasan dan geçiyor ve Hazar kıyılarını takip ederek İran Azerbaycanı na ulaşıyordu.Bu yol , İran çöllerine girmemek için izlenen olağan yoldu.Bu nedenle , "Horasan dan gelmek" deyimi ,bahsedilen kişilerin o yerin değil de göçebe insanlar olduğu anlamına geliyordu.(19)Aynı konuda Ahmet Yaşar OCAK şu tespiti yapıyor:
"Horasan kelimesi , onların hakikaten Horasan mıntıkasından geldiklirini değil , Horasan da doğmuş bulunan......Kalenderilik akımına mensup olduklarını göstermekteydi."(20)
Türkmenlerin Orta Asya ya bağlılıkları atasözleri ili sabit .Sarıkeçiler , gururlanan kimseye:"Horasanda kaç dönüm tarlan var?", "Amma Horasanlı ha!... Bu kadar olmaz" derler.Kozanın Aslanlı köyünde , saf adama "Horasan akıllı" derler.Silifke nin Kırtıl köyü Alevileri "Alim Buharadan çıkarmış da evliya Horasan dan" diyorlar.(21)
XI. yüzyılın başlarında büyük bir çoğunluğu göçebe bir hayat yaşayan Oğuzların ekonomik faaliyetleri , bu yaşayışın icabı olarak , başlıca hayvancılığa dayanıyordu.At ve hatta deve eti yedikleri iddia edilmektedir.Oğuzlar , Müslüman olduktan sonra at eti yemekten vazgeçmişlerdir.Çünkü dahil oldukları Hanefi mezhebi at eti yenmesini mubah kılmamıştı.(22)
Faruk SÜMER den alıntıladığımız son parağraftan adeta , bütün Oğuzların Hanefi Mezhebinde olduğu sonucu çıkmaktadır.Bu pek mantıklı gözükmemektedir.X. yüzyılın sonlarına doğru "şia" olayı çoktan olmuş ve İslam içinde bir çok mezhep ortaya çıkmıştı.İslam içersindeki bölünmenin temel sebebi Hz.Ali nin hilafeti sorunudur.Türkmenler İslamla 8.yüzyılın başlarında doğrudan karşılaşmaya başladılar.Hatta bu karşılaşmalar büyük katliamlara uğrama şeklinde gerçekleşti.(23)
"Peygamberin vefatından sonra Arabistan yarımadasında doğan İslam anlayışında iki karşıt görüş olmuştu.Bunlardan birisi Arap milliyetçiliğini ve militarizmini ön planda tutanların görüşü, diğeri İslam dininin evrenselliğini vurgulayanların görüşü idi.Peygamberin ölümünden sonra , Ömer ve Osman zamanında Arap milliyetçiliği ön planda tutulmaya başlamıştı.Öncelikle İran toprakları Ömer ve Emevilerin devrinde istilaya uğradı.Bunu takiben de Emevilerin Türkmenlerin yaşadıkları bölgelere saldırmaya başladılar.Miladi 710 yılında Emevi kumandanı Kuteybe bin Müslimül Dahilinin Türkistanda hileli barış yaparak bir günde 10,000 kadar Türkmenin başını kestiği bildirilmektedir."(24)
Türkmenleri katleden güç aynı zamanda Ali den taraf olanları da yok etmeye çalışan güçtür.Türkmenler , bir taraftan Moğol istilasından kaçarken öbür taraftan Emevilerin zulmü ile karşılaşıyorlardı.Türkmenler den bir kısmı dahi olsa "Emevi karşıtı yani Şia yandaşı olmayı tercih edenler olmamış mıdır?" sorusu akla geliyor.Hangi toplum hiçbir direnç göstermeden kitlesel olarak yeni bir dine geçmiştir? 2000 lere yaklaşırken , halen eski şamanist inancını güden kimi Anadolu insanımızın varlığı , fotoğrafı iyi çekilmesi gereken sosyal bir olgudur.(25)
"Sultan Ana nın hiçbir dini inancı yok .Bir tür yarı şaman.Doğaç bir dine inanıyor.Ömründe bir kez olsun abdest alıp namaz kılmamış.En ufak bir dua , besmele bilmiyor.Ülkemizin padişahlıkla mı , cumhuriyetle mi yönetildiğini de... Ancak Dedem Korkut masallarını (o buna metel diyor) Deli Dumrul u Tepegöz ü ,Karacaoğlanı , Yunus Emre yi , Pir Sultan Abdal ı , Köroğlu nun çok iyi biliyor."(26)
Aslında sorun ,10. yüzyıl sonrasında Türkmenlerin dinsel anlayışıdır.Ebu Hanife dahi Emeviler den ve Abbasiler den taraf olmamıştır.Ancak sonradan Arap militarizmini güdenler Sünni İslam içersinde bulunduklarından , zulüm ettirkleri kitleleri doğal olarak Şiaya sevk etmişlerdir:(27)
"Şiiliğin Irak ve İran da yayılmasının sebebi , bilhassa müsteşrikler(28) ve onların her sözünü doğru sayanlar tarafından ortaya atılan uydurma sebeplerden değil , Ali nin Küfe yi merkez edinmesinden Arap olmayan Müslümanları Mevali-köleler saymalarından , onları daima kendilerinden aşağı görmelerinden doğmuştur.Arap olmayanların ,Emevilerin düşman oldukları Ali ye ve Ali evladına bağlanmaları , Emevilerin bu aşırı milliyetçi siyasetinden meydana gelmiştir."(29) Katliamların olmadığı varsaysak bile bu anlatılanlardan Türkmenler in (bir kısmının dahi olsa ) Şia hareketine bağlanmalarını kolaylaştıracak yeterli bir sosyal-psikolajik sebep olduğu sonucuna ulaşılabilir.Bir süreç olarak Alevileşme nin yukarıda anlatılanlardan sonra başladığı iddia edilebilir.
" Dede Korkut (Korkut Ata ) menkıbeleri ,Yunus Emre den de önce halk arasında yaygındır.Dili , üslubu ve konusu yanında , Türk ahlak ve törelerini yansıtması bakımından da büyük ilgi gören menkabelerini Oğuz ozanları ellerinde kopuzlarla terennüm ederler."(30)
Hasan ile Hüseyin in hasreti su
Ayşe ve Fatıma nın nigahi su
Şah-ı Merdan Ali nün Düldülünün eğeri ağaç
Zülfikar ın kını-y-ile kabzası ağaç
Şah Hasan ile Hüseyn nün bişiğü ağaç (31)
Yukarıda anlatınlanlar Kızılbaşlık taki dedelik kurumunu (32) anımsatıyor.Proto-Kızılbaşlık (33) şeklinde adlandırabileceğimiz bu erken Kızılbaşlık , 10.yüzyıl ve hemen sonrasındaki süreçte gelişmeye başlamış gibi gözükmektedir.Nitekim , Kızılbaşlık ın temelini oluşturan Heterodoks İslam Tarikatlardan biri olan Kalenderilik , bu esnada ortaya çıkmıştır: (34)
"Kalenderillikin kimin tarafından kurulduğu tam olarak bilinmemektedir.481 H.de (1018) ve vefat eden Şeyhülislam Hace Abdullah-ı Ansari nin bir Kalender -Namesi olduğuna göre Kalenderilik hayli eskidir."(35)
Selçuklu devletinin kuruluşu , Oğuz Türkleri nin tarihinde pek mühim bir dönüm noktasıdır.Bu devletin kurulması ile İslam ın siyasi hakimiyeti Oğuzların eline geçtiği gibi , Anadolu ve ona komşu ülkelerde onların yurdu olmuştur.Oğuz Türkleri , Yakın Doğu İslam Dünyası nın , bilhassa X.yüzyılın başlarında itibaren siyasi bakımdan zayıf bir duruma düşmesinden faydalanarak adım adım ilerleyen Bizans ı geri atmakla kalmamış , onun asıl dayanağı Küçük Asya yı fethetmek sureti ile bu devletin çökmesine ve yıkılmasına amil olmuştur.(36)
Selçuklu Türkmenleri'nin Maveraünnehre inmeleri , Müslüman olmalarından daha çok Samanoğulları-Karahanlı rekabeti ile ilgilidir.Onlar , önce Samanoğulları'na yardımta bulunmuşlar, Ali Tekin ' in muhalefeti sırasında da Karahanlılar'ın iç mücadelerinde yer almışlardı.Ancak , bu gelişmeler Karahanlı ve Gazneli devletlerinin , Türkmenlir'in bölgede siyasi bir güç haline gelmelerini önlemek amacıyla , bunlar üzerinde baskılarını artırmalarına yol açtı.Bu sıralarda Türkmenler Arslan Yabgu ile Tuğrul ve Çağrı bey yaklışık 3000 kişilik bir kuvvetle batı yönünde "keşif" hareketine çıktı.Çağrı bey 'in batıya yönelmesinde her halde bu tarafta Samanoğulları'nın yıkılmasından kaynaklanan otorite boşluğunun doğması da etkili olmuştu.
Dipnotlar:
1-Bu makale, Folklor/Edebiyat Dergisi , 23 sayıda yayınlanan Kızılbaşlık 'ın Gelişimi ve Türkmenler Üzerinde Bir Deneme adlı makaleminizn genişletilmiş halidir.(bkz. Vatan Özgül ,Kızılbaşlık 'ın Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme , Folklor/Edebiyat Dergisi , 23.sayı)
Aslında Kızılbaşlık , Safevi Şiasıyla birlikte bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.Dolayısıyla bu başlığı "Kızılbaşlık 'a dönüşecek olan Proto-Kızılbaşılık'ın Gelişimi , Kızılbaşlık ve Türkmenler"şeklinde algılamak daha yerinde olur.
2-Konar-göçerlik (yada yarı göçebelik): Göçebelikten yerleşik hayata geçiş tarzındaki ara tiptir.Kışı köylerde çadır yerine kaim olan ağaç , taş , tuğla , saz v.s. gibi muhite uygun evlerde geçirip ziraat yaparlar.Daha ziyade hayvancılıkla beraber yürüyebilen hububat ziraatidir bu.Yazın da hayvanlırını alıp yaylalara çıkarları ,çadırda otururlar.(Mehmet ERÖZ , Yörükler , s.72)
3-Tufan GÜNDÜZ , Anadolu ' da Türkmen Aşiretliri " Bozulus Türkmenleri 1540-1640" , s.14
4- a.g.e. , s.15
5-Vatan ÖZGÜL , Kızılbaşlık ' ın Tarihsel Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme , Folklor/Edebiyat Dergisi , 23. Sayı , s.119
6-Nejat BİRDOĞAN , Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerleşmesi , s.76; Son beyidin farklı bir versiyonu da şöyledir:
Tur'da Musa durup münacat eyler
Neslimizi sorar isen Hoy'danuz
(Ahmet Yaşar Ocak , Babailer İsyanı-Aleviliğin Tarihseli Altyapısı , s.205)
7-a.g.m.s. 120
8-Tufan GÜNDÜZ , Anadolu'da Türkmen Aşiretleri "Bozulus Türkmenleri 1540-1640", s.19-20.
9-Ahmet REFİK , Anadolu'da Türk Aşiretleri , s.v
10-a.g.e.s.vi
11-Müsellim : Eyalet valileri ile sancak mutasarrıflarının uhdelerinde bulunan yerlerin idaresine memur edilenler hakkında kullanılır bir tabirdir.(Mehmet Zeki PAKALIN , Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü , cilt 1, Müsellim maddesi)
12-Vatan ÖZGÜL, Kazdağı Çevresi Tahtacıları ve 5 Telli Saz , Halkbilimi Dergisi , 1.Sayı , s.22
13-Vatan ÖZGÜL , Kızılbaşlık'ın Tarihsel Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme , Folklor /Edebiyat Dergisi , 23.Sayı , s.130.
14-Cengiz ORHONLU , Osmanlı İmparatorluğu'nda Aşiretlerin İskanı , s.33
15-Faruk SÜMER , Oğuzlar (Türkmeneler) s.33
16-a.g.e. , s.37
17-a.g.e. , s.41
18-a.g.e. ,s.42.bazı yorumlar bana ait.
19-İrene MELİKOFF , Bektaşilik /Kızılbaşlık :Tarihsel bölüme ve Sonuçları , s.4, Alevi Kimliği.
20-Bkz.Ahmet Yaşar OCAK , Kalenderiler , s.83
21-Mehmet ERÖZ , Yörükler , s.23,(Kısaltmalar bana ait)
22-Faruk SÜMER , Oğuzlar (Türkmenler), s.42-43,(Kısaltmalar bana ait)
23-a.g.m. , s.121
24-Belkıs TEMREN , Bektaşiliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu , s.23
25-a.g.m. , s.122
26-Osman ŞAHİN , Son Yörük ,s.35-36
27-a.g.m. , s.122
28-Müsteşrik: Doğu topluluklarının tarihini , dilini , edebiyatını ve folklorunu araştırmakla meşgul olan alim , oryantalist (Ferit DEVELİOĞLU , Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lügat , müsteşrik maddesi)
29-Abdülbaki GÖLPINARLI , Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar , s.47
30-Fuat KÖPRÜLÜ , Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar , s.252
31-Nevzat ÖZKAN ,Milli Folklor Dergisi , 21.sayı , s.67-73 (Kızılbaş) Türkmenler'de ağaç ve su kültü için bkz. Ahmet Yaşar OCAK , Alevi ve Bektaşi İnaçlarının İslam Öncesi Temelleri,
32-Dedelik konusunda daha geniş bilgi için bkz. Ali YAMAN, Alevilik'te Dedelik -Ocaklar, s.18-70
33-Proto: İlk yada erken şeklinde düşünebiliriz.Proto-Kızılbaşlık derken Safevi Şiası öncesi Anadolu'da dağınık , göçebe ya da yarı , göçebe halde yaşayan Heterodoks-Batını (gayri Sünni) grupları kastediyoruz.Sadece cami olgusunu ele aldığımızda , Sünnileşme'nin yerleşik yaşamla görece daha yakından ilgili olduğunu iddia edebiliriz.Bunun temel mantığı ise sosyolojik temelli dinsel mimari olgusunda yatmaktadır diye düşünüyoruz.Göçer bir toplumda (betonarme-taş)bina kültürü olabilir mi?"sorusu kanımıza bizi doğru cevazba götürecek temel sorulardan birisini teşkil eder.Zımnen , bina inşaa etme kültürü ile yerleşik yaşamın , görece daha ilintili olduğu sonucu ortaya çıkar.Elbette günümüzde artık bu olayı irdelemenin pek anlamı kalmamıştır.Toroslar'dan göçen Sarıkeçili gibi bir-iki Yörük-Türkmen Boyu'nun haricinde göçebelik genel olarak sona ermiştir denilebilir.(bkz. Selçuk SAKATOĞLU , Sarıkeçililer-Toroslar'ın Son Göçebeleri , Atlas Dergisi , sayı :71 ,s.46-59)
34-Vatan ÖZGÜL ,Kızılbaşlık'ın Tarihsel Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme , Folklor/Edebiyat Dergisi , 23.sayı , s.123
35-Abdülbaki GÖLPINARLI , Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar , s.254. Ayrıca bkz. Ahmet Yaşar OCAK ,Kalenderiler.
36-Faruk SÜMER , Oğuzlar(Türkmenler) , s.61
37-Tufan GÜNDÜZ , Anadolu'da Türkmen Aşiretleri "Bozulus Türkmenleri 1540-1640",s.20-21.
VATAN ÖZGÜL
olayların etrafında odaklanan tarih yazıcılığı, konar-göçer(2) Türkmen topluluklarını içtimai vaziyeti ve yaylak-kışlak hayatları boyunca meydana getirdikleri olaylar hakkında da kayda değer bilgiler vermektedir.Osmanlı tarihleri , Türkmenleri ya isyanlar vakit olduğu zaman veyahut Akkoyunlu ve Safevi Devleti ile Osmanlı Devleti nin mücadeleri esnasında anmakta , Safevi Devleti hizmetindeki Türkmenler için ise sıklıkla "Kızılbaş" tabirini kullanmaktadır.Bundan kolayı , Türkmenler , tarihlere daha çok sosyal ve iktisadi düzeni tehdit eden düşman unsurlar gibi yansımıştır.Bununla birlikte , Osmanlı Devletinin kuruluşu esnasında Osmanoğullarının ataları , konar-göçer Türkmenler olarak tasnif edilmesi Türkmenlikin yerinilecek bir husus olmadığı , bilakis yerleşik hayatın temsilcileri tarafından da övünülecek bir özellik olarak mütalaa edildiği anlaşılmaktadır.(3)
Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin temelde Türkmen aşiretlerine dayanması ve bu devletlerin siyasi hayatında boy ve oymakların müessir bir rol oynaması , bu devirde yazılan tarihlere de yansımaktadır.Siyasi rolleri itibariyle ön plana çıkan şahısların mensup bulundukları kabileler , onların adları ile birlikte anılmakta ve böylece aşiretlerin devlet içindeki fonksiyonunu tespit etmek mümkün olmaktadır.(4)
Anadoludaki Türkmen aşiretlerini incelerken kökenin bir şekilde Horasan a dayandığı görülmektedir.Horasan a da Orta Asya dan geldikleri ileri sürülmetedir.(5)
Bize meftun olan marifet söyler
Biz Horasan illerinde baydanız
Musa gibi lentarani değiliz
Aslımızı sorar isen Hoydanız(6)
Abdal Musa ya ait olduğu varsayılan bu sözlerden en azından Abdal Musa ve çevresindekilerin Horasan dan (hatta Horasan a bağlı Hoy kasabasından) geldiklerini anlıyoruz.
Türkmen kavramı oldukça fazla tartışılmaktadır.Etimolojisi konusunda da oldukça farklı görüşlere rastlamak olasıdır.Ebu l Gazi Bahadır Han ın "Secere-i Terakkime" (Türkmelerin Soykütüğü) adlı eserinden , Kaşgarlı Mahmud un "Divan-ı Lügat-ı Türk" ünde , Nesri nin "Kitab-ı Cihannüma sında" vs. eserlerde Türkmen adlı konusunda çeşitli görüşler ortaya konmuştur.(7)
XI. yüzyıla kadar Oğuzların dışındaki Türk Boylarından bazılarına Türkmen dendiği bilinmektedir.Bu yüzyıldan sonra Türkmen adı yalnızca Oğuzlara verildi.Kaşgarlı Mahmut XI. Yüzyılda sadece Oğuz boylarından meydana gelen Türkmen teşekkürlerin kaydetmekte , hatta onların da kendi içlerinde "dedelerinin isimlerini alan" irili ufaklı oymaklara ayrıldığını bildirmektedir.Öte yandan Oğuzların ,XIII. Yüzyıllara kadar kendilerini Türkmen diye isimlendirmeleri her halde konar-göçer hayatı temsil ediyordu.(8)
Yörük ve Türkmen adı Osmanlı da bazen es anlamlı olarak kullanılmıştır;"Fatih in Kanunnamesinde Yürük tabir olunan Türkmenlerin teşkilat ve vazifeleri hakkında şu madde vardır....(9) Daha sonraki zamanlarda ise Yörükler ,Türkmelerin bir alt kolu olarak sınıflandırılmıştır ;(10) "Rumeli de bulunan Türkmenler iki sınıfa ayrılmıştı;Yürükler müsellimler "(11) Farklı zaman ve konum içinde Türkmenlik ve Yörüklük olgusu değişime uğramıştır.Günümüzde (2000 yılına yaklaşılırken) Edremit çevresindeki Tahtacılara Yörükler "Türkmen"demektedir.Aralarındaki etnik farkın dinsellikten kaynaklandığını , aslında aynı kökenden geldiklerini vurgulamaktadırlar; "Türkmenler ve Yörükler her ne kadar birbirleri için aramızda soğan zarı gibi ince fark var deseler de bu farklı dinsel inanç içindeki boylar arasında hemen hemen hiçbir ilişki bulunmamaktadır."(12) Bu yörede (Edremit ve çevresi) Türkmenlik ten kasıt Kızılbaşlıktır. Kısacası bu yörede Türkmenlik ,Tahtacılık ve Kızılbaşlık bir şekilde eklemlenmiştir.
Zaman ve konum ne olursa olsun Türkmenlik kavramı içinde köken olarak Türk olma durumu ve bununla birlikte , Osmanlının sün dönemlerine kadar, konar-göçer bir yaşam tarzını uygulama bulunmaktadır:(13)
"Türkmenlerin hayat tarzlarını yerleşik hayat ile göçebelik arasında bir ara şekil diye tarif edebiliriz.Resmi kayıtlarda ve kanunnamelerdeki konar-göçer tabiri bir terim olarak bunların hayat tarzlarını pek güzel ifade etmektedir.(14)
X. yüzyılın birinci yarısında Oğuzlar,Hazar Denizinden Sir (Seyhun ,İnci) ırmağının orta yatağındaki Farab (XI. Yüzyıldaki adı ile Karaçuk ) ve İsficab yörelerine kadar olan yer ile bu ırmağın kuzeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı.(15) X. Yüzyılın başlarında Oğuzların çoğunluğu göçebe idi.(16) Oğuzların yerleşik yaşama geçişlerindeki en büyük etken İslamlaşmadır.İslamiyetin gelişimiyle yerleşik yaşam düzeni gelişmiştir.(17)
Kaşgarlı Mahmut tan öğrendiğimize göre , Moğol istilası sırasınta bir kısım göçebe Türkmenler aşağı Sir-Derya boylarında oturmaktaydılar.Faruk SÜMER , Türkmenlerin Horasana ve oradan Anadolu ya göçlerini Moğol istilasına dayandırmaktadır."Horasan adı ile şüphesiz Türkistan da ifade olunuyordu."Buradaki göç aslında bir kaçıştır:(18)
.....Hacı Bektaşın , Baba İlyasın peşinden "Horasan dan geldiğini " biliyoruz."Horasandan gelmek", eski vakayinamelerde ve menkıbelerde sık sık kullanılan bir klişedir.Bu söz , esas olarak göç fikrine gönderme yapar.Türkmen boyları 11. yüzyılın sonlarında Anadoluya gelmeye başlamıştır.Bu boyların göç hareketleri 12. yüzyılda ve özellikle de , Moğol istilasından kaçmak zorunda kaldıkları 13. yüzyıl boyunca iyice yoğunlaştı.Genel olarak Orta Asya ya da Maveraünnehir den gelen göçmenlerin izlediği yol Horasan dan geçiyor ve Hazar kıyılarını takip ederek İran Azerbaycanı na ulaşıyordu.Bu yol , İran çöllerine girmemek için izlenen olağan yoldu.Bu nedenle , "Horasan dan gelmek" deyimi ,bahsedilen kişilerin o yerin değil de göçebe insanlar olduğu anlamına geliyordu.(19)Aynı konuda Ahmet Yaşar OCAK şu tespiti yapıyor:
"Horasan kelimesi , onların hakikaten Horasan mıntıkasından geldiklirini değil , Horasan da doğmuş bulunan......Kalenderilik akımına mensup olduklarını göstermekteydi."(20)
Türkmenlerin Orta Asya ya bağlılıkları atasözleri ili sabit .Sarıkeçiler , gururlanan kimseye:"Horasanda kaç dönüm tarlan var?", "Amma Horasanlı ha!... Bu kadar olmaz" derler.Kozanın Aslanlı köyünde , saf adama "Horasan akıllı" derler.Silifke nin Kırtıl köyü Alevileri "Alim Buharadan çıkarmış da evliya Horasan dan" diyorlar.(21)
XI. yüzyılın başlarında büyük bir çoğunluğu göçebe bir hayat yaşayan Oğuzların ekonomik faaliyetleri , bu yaşayışın icabı olarak , başlıca hayvancılığa dayanıyordu.At ve hatta deve eti yedikleri iddia edilmektedir.Oğuzlar , Müslüman olduktan sonra at eti yemekten vazgeçmişlerdir.Çünkü dahil oldukları Hanefi mezhebi at eti yenmesini mubah kılmamıştı.(22)
Faruk SÜMER den alıntıladığımız son parağraftan adeta , bütün Oğuzların Hanefi Mezhebinde olduğu sonucu çıkmaktadır.Bu pek mantıklı gözükmemektedir.X. yüzyılın sonlarına doğru "şia" olayı çoktan olmuş ve İslam içinde bir çok mezhep ortaya çıkmıştı.İslam içersindeki bölünmenin temel sebebi Hz.Ali nin hilafeti sorunudur.Türkmenler İslamla 8.yüzyılın başlarında doğrudan karşılaşmaya başladılar.Hatta bu karşılaşmalar büyük katliamlara uğrama şeklinde gerçekleşti.(23)
"Peygamberin vefatından sonra Arabistan yarımadasında doğan İslam anlayışında iki karşıt görüş olmuştu.Bunlardan birisi Arap milliyetçiliğini ve militarizmini ön planda tutanların görüşü, diğeri İslam dininin evrenselliğini vurgulayanların görüşü idi.Peygamberin ölümünden sonra , Ömer ve Osman zamanında Arap milliyetçiliği ön planda tutulmaya başlamıştı.Öncelikle İran toprakları Ömer ve Emevilerin devrinde istilaya uğradı.Bunu takiben de Emevilerin Türkmenlerin yaşadıkları bölgelere saldırmaya başladılar.Miladi 710 yılında Emevi kumandanı Kuteybe bin Müslimül Dahilinin Türkistanda hileli barış yaparak bir günde 10,000 kadar Türkmenin başını kestiği bildirilmektedir."(24)
Türkmenleri katleden güç aynı zamanda Ali den taraf olanları da yok etmeye çalışan güçtür.Türkmenler , bir taraftan Moğol istilasından kaçarken öbür taraftan Emevilerin zulmü ile karşılaşıyorlardı.Türkmenler den bir kısmı dahi olsa "Emevi karşıtı yani Şia yandaşı olmayı tercih edenler olmamış mıdır?" sorusu akla geliyor.Hangi toplum hiçbir direnç göstermeden kitlesel olarak yeni bir dine geçmiştir? 2000 lere yaklaşırken , halen eski şamanist inancını güden kimi Anadolu insanımızın varlığı , fotoğrafı iyi çekilmesi gereken sosyal bir olgudur.(25)
"Sultan Ana nın hiçbir dini inancı yok .Bir tür yarı şaman.Doğaç bir dine inanıyor.Ömründe bir kez olsun abdest alıp namaz kılmamış.En ufak bir dua , besmele bilmiyor.Ülkemizin padişahlıkla mı , cumhuriyetle mi yönetildiğini de... Ancak Dedem Korkut masallarını (o buna metel diyor) Deli Dumrul u Tepegöz ü ,Karacaoğlanı , Yunus Emre yi , Pir Sultan Abdal ı , Köroğlu nun çok iyi biliyor."(26)
Aslında sorun ,10. yüzyıl sonrasında Türkmenlerin dinsel anlayışıdır.Ebu Hanife dahi Emeviler den ve Abbasiler den taraf olmamıştır.Ancak sonradan Arap militarizmini güdenler Sünni İslam içersinde bulunduklarından , zulüm ettirkleri kitleleri doğal olarak Şiaya sevk etmişlerdir:(27)
"Şiiliğin Irak ve İran da yayılmasının sebebi , bilhassa müsteşrikler(28) ve onların her sözünü doğru sayanlar tarafından ortaya atılan uydurma sebeplerden değil , Ali nin Küfe yi merkez edinmesinden Arap olmayan Müslümanları Mevali-köleler saymalarından , onları daima kendilerinden aşağı görmelerinden doğmuştur.Arap olmayanların ,Emevilerin düşman oldukları Ali ye ve Ali evladına bağlanmaları , Emevilerin bu aşırı milliyetçi siyasetinden meydana gelmiştir."(29) Katliamların olmadığı varsaysak bile bu anlatılanlardan Türkmenler in (bir kısmının dahi olsa ) Şia hareketine bağlanmalarını kolaylaştıracak yeterli bir sosyal-psikolajik sebep olduğu sonucuna ulaşılabilir.Bir süreç olarak Alevileşme nin yukarıda anlatılanlardan sonra başladığı iddia edilebilir.
" Dede Korkut (Korkut Ata ) menkıbeleri ,Yunus Emre den de önce halk arasında yaygındır.Dili , üslubu ve konusu yanında , Türk ahlak ve törelerini yansıtması bakımından da büyük ilgi gören menkabelerini Oğuz ozanları ellerinde kopuzlarla terennüm ederler."(30)
Hasan ile Hüseyin in hasreti su
Ayşe ve Fatıma nın nigahi su
Şah-ı Merdan Ali nün Düldülünün eğeri ağaç
Zülfikar ın kını-y-ile kabzası ağaç
Şah Hasan ile Hüseyn nün bişiğü ağaç (31)
Yukarıda anlatınlanlar Kızılbaşlık taki dedelik kurumunu (32) anımsatıyor.Proto-Kızılbaşlık (33) şeklinde adlandırabileceğimiz bu erken Kızılbaşlık , 10.yüzyıl ve hemen sonrasındaki süreçte gelişmeye başlamış gibi gözükmektedir.Nitekim , Kızılbaşlık ın temelini oluşturan Heterodoks İslam Tarikatlardan biri olan Kalenderilik , bu esnada ortaya çıkmıştır: (34)
"Kalenderillikin kimin tarafından kurulduğu tam olarak bilinmemektedir.481 H.de (1018) ve vefat eden Şeyhülislam Hace Abdullah-ı Ansari nin bir Kalender -Namesi olduğuna göre Kalenderilik hayli eskidir."(35)
Selçuklu devletinin kuruluşu , Oğuz Türkleri nin tarihinde pek mühim bir dönüm noktasıdır.Bu devletin kurulması ile İslam ın siyasi hakimiyeti Oğuzların eline geçtiği gibi , Anadolu ve ona komşu ülkelerde onların yurdu olmuştur.Oğuz Türkleri , Yakın Doğu İslam Dünyası nın , bilhassa X.yüzyılın başlarında itibaren siyasi bakımdan zayıf bir duruma düşmesinden faydalanarak adım adım ilerleyen Bizans ı geri atmakla kalmamış , onun asıl dayanağı Küçük Asya yı fethetmek sureti ile bu devletin çökmesine ve yıkılmasına amil olmuştur.(36)
Selçuklu Türkmenleri'nin Maveraünnehre inmeleri , Müslüman olmalarından daha çok Samanoğulları-Karahanlı rekabeti ile ilgilidir.Onlar , önce Samanoğulları'na yardımta bulunmuşlar, Ali Tekin ' in muhalefeti sırasında da Karahanlılar'ın iç mücadelerinde yer almışlardı.Ancak , bu gelişmeler Karahanlı ve Gazneli devletlerinin , Türkmenlir'in bölgede siyasi bir güç haline gelmelerini önlemek amacıyla , bunlar üzerinde baskılarını artırmalarına yol açtı.Bu sıralarda Türkmenler Arslan Yabgu ile Tuğrul ve Çağrı bey yaklışık 3000 kişilik bir kuvvetle batı yönünde "keşif" hareketine çıktı.Çağrı bey 'in batıya yönelmesinde her halde bu tarafta Samanoğulları'nın yıkılmasından kaynaklanan otorite boşluğunun doğması da etkili olmuştu.
Dipnotlar:
1-Bu makale, Folklor/Edebiyat Dergisi , 23 sayıda yayınlanan Kızılbaşlık 'ın Gelişimi ve Türkmenler Üzerinde Bir Deneme adlı makaleminizn genişletilmiş halidir.(bkz. Vatan Özgül ,Kızılbaşlık 'ın Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme , Folklor/Edebiyat Dergisi , 23.sayı)
Aslında Kızılbaşlık , Safevi Şiasıyla birlikte bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.Dolayısıyla bu başlığı "Kızılbaşlık 'a dönüşecek olan Proto-Kızılbaşılık'ın Gelişimi , Kızılbaşlık ve Türkmenler"şeklinde algılamak daha yerinde olur.
2-Konar-göçerlik (yada yarı göçebelik): Göçebelikten yerleşik hayata geçiş tarzındaki ara tiptir.Kışı köylerde çadır yerine kaim olan ağaç , taş , tuğla , saz v.s. gibi muhite uygun evlerde geçirip ziraat yaparlar.Daha ziyade hayvancılıkla beraber yürüyebilen hububat ziraatidir bu.Yazın da hayvanlırını alıp yaylalara çıkarları ,çadırda otururlar.(Mehmet ERÖZ , Yörükler , s.72)
3-Tufan GÜNDÜZ , Anadolu ' da Türkmen Aşiretliri " Bozulus Türkmenleri 1540-1640" , s.14
4- a.g.e. , s.15
5-Vatan ÖZGÜL , Kızılbaşlık ' ın Tarihsel Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme , Folklor/Edebiyat Dergisi , 23. Sayı , s.119
6-Nejat BİRDOĞAN , Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerleşmesi , s.76; Son beyidin farklı bir versiyonu da şöyledir:
Tur'da Musa durup münacat eyler
Neslimizi sorar isen Hoy'danuz
(Ahmet Yaşar Ocak , Babailer İsyanı-Aleviliğin Tarihseli Altyapısı , s.205)
7-a.g.m.s. 120
8-Tufan GÜNDÜZ , Anadolu'da Türkmen Aşiretleri "Bozulus Türkmenleri 1540-1640", s.19-20.
9-Ahmet REFİK , Anadolu'da Türk Aşiretleri , s.v
10-a.g.e.s.vi
11-Müsellim : Eyalet valileri ile sancak mutasarrıflarının uhdelerinde bulunan yerlerin idaresine memur edilenler hakkında kullanılır bir tabirdir.(Mehmet Zeki PAKALIN , Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü , cilt 1, Müsellim maddesi)
12-Vatan ÖZGÜL, Kazdağı Çevresi Tahtacıları ve 5 Telli Saz , Halkbilimi Dergisi , 1.Sayı , s.22
13-Vatan ÖZGÜL , Kızılbaşlık'ın Tarihsel Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme , Folklor /Edebiyat Dergisi , 23.Sayı , s.130.
14-Cengiz ORHONLU , Osmanlı İmparatorluğu'nda Aşiretlerin İskanı , s.33
15-Faruk SÜMER , Oğuzlar (Türkmeneler) s.33
16-a.g.e. , s.37
17-a.g.e. , s.41
18-a.g.e. ,s.42.bazı yorumlar bana ait.
19-İrene MELİKOFF , Bektaşilik /Kızılbaşlık :Tarihsel bölüme ve Sonuçları , s.4, Alevi Kimliği.
20-Bkz.Ahmet Yaşar OCAK , Kalenderiler , s.83
21-Mehmet ERÖZ , Yörükler , s.23,(Kısaltmalar bana ait)
22-Faruk SÜMER , Oğuzlar (Türkmenler), s.42-43,(Kısaltmalar bana ait)
23-a.g.m. , s.121
24-Belkıs TEMREN , Bektaşiliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu , s.23
25-a.g.m. , s.122
26-Osman ŞAHİN , Son Yörük ,s.35-36
27-a.g.m. , s.122
28-Müsteşrik: Doğu topluluklarının tarihini , dilini , edebiyatını ve folklorunu araştırmakla meşgul olan alim , oryantalist (Ferit DEVELİOĞLU , Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lügat , müsteşrik maddesi)
29-Abdülbaki GÖLPINARLI , Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar , s.47
30-Fuat KÖPRÜLÜ , Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar , s.252
31-Nevzat ÖZKAN ,Milli Folklor Dergisi , 21.sayı , s.67-73 (Kızılbaş) Türkmenler'de ağaç ve su kültü için bkz. Ahmet Yaşar OCAK , Alevi ve Bektaşi İnaçlarının İslam Öncesi Temelleri,
32-Dedelik konusunda daha geniş bilgi için bkz. Ali YAMAN, Alevilik'te Dedelik -Ocaklar, s.18-70
33-Proto: İlk yada erken şeklinde düşünebiliriz.Proto-Kızılbaşlık derken Safevi Şiası öncesi Anadolu'da dağınık , göçebe ya da yarı , göçebe halde yaşayan Heterodoks-Batını (gayri Sünni) grupları kastediyoruz.Sadece cami olgusunu ele aldığımızda , Sünnileşme'nin yerleşik yaşamla görece daha yakından ilgili olduğunu iddia edebiliriz.Bunun temel mantığı ise sosyolojik temelli dinsel mimari olgusunda yatmaktadır diye düşünüyoruz.Göçer bir toplumda (betonarme-taş)bina kültürü olabilir mi?"sorusu kanımıza bizi doğru cevazba götürecek temel sorulardan birisini teşkil eder.Zımnen , bina inşaa etme kültürü ile yerleşik yaşamın , görece daha ilintili olduğu sonucu ortaya çıkar.Elbette günümüzde artık bu olayı irdelemenin pek anlamı kalmamıştır.Toroslar'dan göçen Sarıkeçili gibi bir-iki Yörük-Türkmen Boyu'nun haricinde göçebelik genel olarak sona ermiştir denilebilir.(bkz. Selçuk SAKATOĞLU , Sarıkeçililer-Toroslar'ın Son Göçebeleri , Atlas Dergisi , sayı :71 ,s.46-59)
34-Vatan ÖZGÜL ,Kızılbaşlık'ın Tarihsel Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme , Folklor/Edebiyat Dergisi , 23.sayı , s.123
35-Abdülbaki GÖLPINARLI , Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar , s.254. Ayrıca bkz. Ahmet Yaşar OCAK ,Kalenderiler.
36-Faruk SÜMER , Oğuzlar(Türkmenler) , s.61
37-Tufan GÜNDÜZ , Anadolu'da Türkmen Aşiretleri "Bozulus Türkmenleri 1540-1640",s.20-21.
VATAN ÖZGÜL
erzurumlu25- .::Tengri::.
-
Yaş : 45
Cinsiyet :
Nerden : Erzurum
Lakap : Vatan delisi
Doğum Tarihi : 22/04/79
İletiler: : 757
Üyelik Tarihi : 29/12/09
OSMANLI -TÜRKMEN İLİŞKİSİ VE ÇELİŞKİSİ
Prof. Fuat Köprülü; Babailer İsyanını, Siyah libaslı, kızıl börklü, ayakları çarıklı Türkmenlerin, Karamanoğlunun komutasında Konyayı istila etmelerini, Safevi İmparatorluğunun kurulmasını, Heterodoks Göçebe hareketleri olarak değerlendirmektedir. Horosanda, Selçuklu İmparatoru Sancar'a isyan eden Türkmenleri de aynı sosyal tipi temsil eden zümreler olarak söylemektedir
Gazi ruhunu kamçılayan unsurlar ise; Türkmen Şeyhleri, Baba ve Dedelerin doktrini olan Horasan geleneğine özgü; İslam-Türk tasavvufu idi. 1237/8'i Alaeddin Keykubat sonrası devlet yönetiminden dışlanan Türk beyleri ve İslam Babaları; Acem görünümlü yönetime ve Fars kültürüne reaksiyoner olarak; zülme ve baskılara, adaletsizliğe karşı isyan hareketi olan Babai örgütlenmesini alternatif olarak yapılandırarak “Devlet Erki”ni sahiplenmek adına ortaya çıkmışlardır. Babai hareketi yenilgiye uğrasa da uzantıları olan Ahilerin direnişi, Cimri olayı gibi hareketler yerel ve genel düzeyde devam etmiştir.
Prof. Dr Osman Turan şöyle demektedir: Özünden kopmuş Selçuklu yönetimi ise; keko, Gürcü, Rum, Ermeni asillerini ve Frenk şövalyelerinin oluşturduğu kuvvetlerle Babai Türkmenlerini ancak yenebilmişlerdir. Fakat bu hareket;Türk dirlik ve birliğini” sağlama yönünden fikri bir harekâtın babası olarak; Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu sağlamışlardır. Bu anlayışın ürünü ve hedefi olarak da; Babai İsyanı’na katılan “Kolonizatör Türk Dervişleri”ni, Şeyhleri, Babaları, Dedeleri, Abdalları, Ahileri, Bacılar Örgütünü; Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ÖNCÜ olarak görmekteyiz...
Osmanlı İmparatorluğu ( 1299-1922)’nun kuruluş sürecinde Türkmen boy ve oymak beylerinin, babalarının, dedelerinin, şeyhlerinin, dervişlerinin önemli işlevleri vardır. Beylik’ten imparatorluğa 150 yıllık geçiş sürecinde aşama aşama Türkmen Beyleri , İnanç önderleri ve toplulukları “Devletin Yapısı”dan tasfiye edilmişlerdir. Türkmenler oymakları “bir İskan ve kolonizasyon metodu olarak” sınır boylarına sürülerek zorunlu yerleşime tabi tutulmuşlardır. Türkmenlerin sürüldükleri yerlere ise, Güneydoğu Anadolu, Suriye ve Irak bölgelerinden Sünni keko Aşiretleri getirilerek yerleştirilmiştir. Osmanlı imparatorluk haline gelip coğrafi olarak genişledikçe, yüzlerce ulusu ve kavimleri devletin sınırları içine aldığında esas kurucu unsur olan Türkler; “siyasi daire”nin dışına atılmışlardır. İmparatorluğu yöneten ve devşirmelerden oluşan yeni bir sınıf doğmuştur.Devleti idare eden devşirme-dönmelerle, idare olunan Türkmenler olarak iki ayrı sınıf haline gelinir. İmparatorluk içinde ki diğer uluslar ise, idari sistemde bir nevi yarı özerk halde idiler.Yönetimde bulunan dönme bütün kozmopolitler Osmanlı denen esas sınıfını, idare edilen Türkler de tebayı teşkil ediyorlardı. Osmanlı sınıfını temsil eden dönmeler kendilerini “Millet-i Hakime” olarak gördüklerinden, Türkler’i “Millet-i Mahkure” olarak telakki ediyorlardı. Osmanlılar; Türklere “Etrâk-ı Bi-idrâk, Edrâk-ı nâpâk, Türk-i sütürk” diyorlardı. Yani, “akılsız, kaba, pis, eşek Türk” gibi sözlerle aşağılıyorlardı. Kızılbaş-Türklere de “râfizi, zındık, mülhid gibi yaftalar takıyordular. Türkmen şeyhleri, dedeleri, babaları, abdallar ve ozanları Osmanlıların bu aşağılamalarına ve baskılarına karşı; şiir ve tasavvufi öğretileri ile “Türklük Şuuru”nu halka anlatarak ezilmişliklerini unutturmaya çalışıyorlar ya da ulusal bir direnişe geçiriyorlardı. Osmanlı yönetiminden gelen Şeyh Bedrettin ile yardımcıları Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ‘in; “Halkçı Ulusal Direnişleri” Beyazıt Paşa güçlerince Bizans Tarihçisi Dukas’ın ifadesine göre; “kadın, çocuk, yaşlı demeden merhametsizce kılıçtan geçirilir”
Prof. Fuat Köprülü; “Osmanlı: bir ırkı, kavmi, ifade etmediğini; etnik bir terim olmayıp siyasi bir kavramı anlatmaktadır. Selçukluların bir parçası olan Osmanlılar da onlar gibi Oğuzlar’ dan olup bir Türk boyudur”. Demektedir. Fakat sonradan Türklük mevhumunu unutmuştur.Osmanlı Ülkesinde toplumsal doku şudur: Osmanlı Beyliğini, Devletini, İmparatorluğunu kuran, uğrunda canını veren, külfetini çeken, fedakarlık ve feragat gösteren, asırlarca devleti kutsal kabul edip omuzlarında taşıyan, utkuların sahibi, Türk halkıdır.Ama, Osmanlılar bu çilekeş Türk halkını yok saymıştır. Külfetini Türk Halkı çekmiş; nimetini padişahlar büyük çoğunluğu dönme-devşirme olan Sadrazamlar, Vezirler, Arap Ulâmalar, Saray ve Enderûn aristokrasisi, kapıkulu zümresi paylaşmıştır. Bu Osmanlı elit zümresi hiçbir zaman Türklük bilinci ve ırksal mensubiyet duygusuyla hareket etmemişlerdir. Özelliklede Fatih Sultan Mehmet (1451-1481)’in İstanbul’u altıktan sonra ben Türk’üm diyen bir padişah, ya da sadrazam, vezir, beylerbeyi, paşa gibi sivil ve asker sesi duyulmamıştır. İstanbul fethi akabinde Türk vezirler görevden alınarak yerlerine; Sadrazam Rum Zağanos Paşa ile birlikte Hırvar, Sırp, Ermeni, Rum, Arnavut, Boşnak, Bulgar, gibi dönme devşirmelerden (Enderunlu) 34 vezir atanmıştır. Vezir-i Azam Çandarlı Halil Paşa, Türk olduğu için görevlerinden alındıktan sonra idam edilmiştir. Bizans’ın tüm müesseselerini Osmanlı Devletine adapte edilmiştir. Fatih kendi kardeşlerinin katliamı için özel kanun çıkarmış, Şeyhülislama da dine uygunluğu konusunda fetva almıştır. Fatih; Türk dünyasının kutladığı Nevruz törenlerini yasaklamıştır.
Osmanlı yönetiminde devletin en yüksek yürütme organları Türk’e kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun Okulları’na Türkler alınmamışlardır Osmanlı; Türk halkını yalnız savaşlarda can vermek ya da vergilerini almak için hatırlamıştır. Türk olmayı hakaret olarak adletmişler. Osmanlı, Araplar ’ı kutsal “üstün ırk” saydıklarından Arap milliyetçiliği olan “Ümmetçilik” anlayışı ile “kimlikleri ve kişilikleri” süreç içinde erozyona uğrayarak eriyip yok olmuştur. Osmanlı yöneticilerinin uyduruk dilleri, Osmanlıca’ nında idari mekanizmanın erimesinde en önemli unsur olmuştur.
Bayındır Türkmenleri’nin Doğu Anadolu, Azebaycan, Irak ve Iran bölgesinde kurdukları Akkoyunlu Devleti dili resmen Türkçe idi. Kuran’ı Türkçeleştirmiş ibadetleri Türk törelerine uygun hale getirmişlerdir.Fatih Sultan Otlukbeli’nde 11 Ağustos 1473’de Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan’ı yenerek esir alınan binlerce Türk’ü kılıçtan geçirir. Savaş dönüşünde Fatih Sultan; elinde bıçak olan birisine ne yaptığını sorar, o da öldürülen Türkler’in kulaklarını keserek küpelerini topladığını söyler. Bunun üzerine Fatih, işine devam etmesini buyurur.
İSMAİL ONARLI
Gazi ruhunu kamçılayan unsurlar ise; Türkmen Şeyhleri, Baba ve Dedelerin doktrini olan Horasan geleneğine özgü; İslam-Türk tasavvufu idi. 1237/8'i Alaeddin Keykubat sonrası devlet yönetiminden dışlanan Türk beyleri ve İslam Babaları; Acem görünümlü yönetime ve Fars kültürüne reaksiyoner olarak; zülme ve baskılara, adaletsizliğe karşı isyan hareketi olan Babai örgütlenmesini alternatif olarak yapılandırarak “Devlet Erki”ni sahiplenmek adına ortaya çıkmışlardır. Babai hareketi yenilgiye uğrasa da uzantıları olan Ahilerin direnişi, Cimri olayı gibi hareketler yerel ve genel düzeyde devam etmiştir.
Prof. Dr Osman Turan şöyle demektedir: Özünden kopmuş Selçuklu yönetimi ise; keko, Gürcü, Rum, Ermeni asillerini ve Frenk şövalyelerinin oluşturduğu kuvvetlerle Babai Türkmenlerini ancak yenebilmişlerdir. Fakat bu hareket;Türk dirlik ve birliğini” sağlama yönünden fikri bir harekâtın babası olarak; Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu sağlamışlardır. Bu anlayışın ürünü ve hedefi olarak da; Babai İsyanı’na katılan “Kolonizatör Türk Dervişleri”ni, Şeyhleri, Babaları, Dedeleri, Abdalları, Ahileri, Bacılar Örgütünü; Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ÖNCÜ olarak görmekteyiz...
Osmanlı İmparatorluğu ( 1299-1922)’nun kuruluş sürecinde Türkmen boy ve oymak beylerinin, babalarının, dedelerinin, şeyhlerinin, dervişlerinin önemli işlevleri vardır. Beylik’ten imparatorluğa 150 yıllık geçiş sürecinde aşama aşama Türkmen Beyleri , İnanç önderleri ve toplulukları “Devletin Yapısı”dan tasfiye edilmişlerdir. Türkmenler oymakları “bir İskan ve kolonizasyon metodu olarak” sınır boylarına sürülerek zorunlu yerleşime tabi tutulmuşlardır. Türkmenlerin sürüldükleri yerlere ise, Güneydoğu Anadolu, Suriye ve Irak bölgelerinden Sünni keko Aşiretleri getirilerek yerleştirilmiştir. Osmanlı imparatorluk haline gelip coğrafi olarak genişledikçe, yüzlerce ulusu ve kavimleri devletin sınırları içine aldığında esas kurucu unsur olan Türkler; “siyasi daire”nin dışına atılmışlardır. İmparatorluğu yöneten ve devşirmelerden oluşan yeni bir sınıf doğmuştur.Devleti idare eden devşirme-dönmelerle, idare olunan Türkmenler olarak iki ayrı sınıf haline gelinir. İmparatorluk içinde ki diğer uluslar ise, idari sistemde bir nevi yarı özerk halde idiler.Yönetimde bulunan dönme bütün kozmopolitler Osmanlı denen esas sınıfını, idare edilen Türkler de tebayı teşkil ediyorlardı. Osmanlı sınıfını temsil eden dönmeler kendilerini “Millet-i Hakime” olarak gördüklerinden, Türkler’i “Millet-i Mahkure” olarak telakki ediyorlardı. Osmanlılar; Türklere “Etrâk-ı Bi-idrâk, Edrâk-ı nâpâk, Türk-i sütürk” diyorlardı. Yani, “akılsız, kaba, pis, eşek Türk” gibi sözlerle aşağılıyorlardı. Kızılbaş-Türklere de “râfizi, zındık, mülhid gibi yaftalar takıyordular. Türkmen şeyhleri, dedeleri, babaları, abdallar ve ozanları Osmanlıların bu aşağılamalarına ve baskılarına karşı; şiir ve tasavvufi öğretileri ile “Türklük Şuuru”nu halka anlatarak ezilmişliklerini unutturmaya çalışıyorlar ya da ulusal bir direnişe geçiriyorlardı. Osmanlı yönetiminden gelen Şeyh Bedrettin ile yardımcıları Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ‘in; “Halkçı Ulusal Direnişleri” Beyazıt Paşa güçlerince Bizans Tarihçisi Dukas’ın ifadesine göre; “kadın, çocuk, yaşlı demeden merhametsizce kılıçtan geçirilir”
Prof. Fuat Köprülü; “Osmanlı: bir ırkı, kavmi, ifade etmediğini; etnik bir terim olmayıp siyasi bir kavramı anlatmaktadır. Selçukluların bir parçası olan Osmanlılar da onlar gibi Oğuzlar’ dan olup bir Türk boyudur”. Demektedir. Fakat sonradan Türklük mevhumunu unutmuştur.Osmanlı Ülkesinde toplumsal doku şudur: Osmanlı Beyliğini, Devletini, İmparatorluğunu kuran, uğrunda canını veren, külfetini çeken, fedakarlık ve feragat gösteren, asırlarca devleti kutsal kabul edip omuzlarında taşıyan, utkuların sahibi, Türk halkıdır.Ama, Osmanlılar bu çilekeş Türk halkını yok saymıştır. Külfetini Türk Halkı çekmiş; nimetini padişahlar büyük çoğunluğu dönme-devşirme olan Sadrazamlar, Vezirler, Arap Ulâmalar, Saray ve Enderûn aristokrasisi, kapıkulu zümresi paylaşmıştır. Bu Osmanlı elit zümresi hiçbir zaman Türklük bilinci ve ırksal mensubiyet duygusuyla hareket etmemişlerdir. Özelliklede Fatih Sultan Mehmet (1451-1481)’in İstanbul’u altıktan sonra ben Türk’üm diyen bir padişah, ya da sadrazam, vezir, beylerbeyi, paşa gibi sivil ve asker sesi duyulmamıştır. İstanbul fethi akabinde Türk vezirler görevden alınarak yerlerine; Sadrazam Rum Zağanos Paşa ile birlikte Hırvar, Sırp, Ermeni, Rum, Arnavut, Boşnak, Bulgar, gibi dönme devşirmelerden (Enderunlu) 34 vezir atanmıştır. Vezir-i Azam Çandarlı Halil Paşa, Türk olduğu için görevlerinden alındıktan sonra idam edilmiştir. Bizans’ın tüm müesseselerini Osmanlı Devletine adapte edilmiştir. Fatih kendi kardeşlerinin katliamı için özel kanun çıkarmış, Şeyhülislama da dine uygunluğu konusunda fetva almıştır. Fatih; Türk dünyasının kutladığı Nevruz törenlerini yasaklamıştır.
Osmanlı yönetiminde devletin en yüksek yürütme organları Türk’e kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun Okulları’na Türkler alınmamışlardır Osmanlı; Türk halkını yalnız savaşlarda can vermek ya da vergilerini almak için hatırlamıştır. Türk olmayı hakaret olarak adletmişler. Osmanlı, Araplar ’ı kutsal “üstün ırk” saydıklarından Arap milliyetçiliği olan “Ümmetçilik” anlayışı ile “kimlikleri ve kişilikleri” süreç içinde erozyona uğrayarak eriyip yok olmuştur. Osmanlı yöneticilerinin uyduruk dilleri, Osmanlıca’ nında idari mekanizmanın erimesinde en önemli unsur olmuştur.
Bayındır Türkmenleri’nin Doğu Anadolu, Azebaycan, Irak ve Iran bölgesinde kurdukları Akkoyunlu Devleti dili resmen Türkçe idi. Kuran’ı Türkçeleştirmiş ibadetleri Türk törelerine uygun hale getirmişlerdir.Fatih Sultan Otlukbeli’nde 11 Ağustos 1473’de Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan’ı yenerek esir alınan binlerce Türk’ü kılıçtan geçirir. Savaş dönüşünde Fatih Sultan; elinde bıçak olan birisine ne yaptığını sorar, o da öldürülen Türkler’in kulaklarını keserek küpelerini topladığını söyler. Bunun üzerine Fatih, işine devam etmesini buyurur.
İSMAİL ONARLI
erzurumlu25- .::Tengri::.
-
Yaş : 45
Cinsiyet :
Nerden : Erzurum
Lakap : Vatan delisi
Doğum Tarihi : 22/04/79
İletiler: : 757
Üyelik Tarihi : 29/12/09
Similar topics
» 31 Ağustos 1996, Erbil Türkmen katliamı
» Evet’ için yapılan AKP-PKK ittifakı belgesi!
» Vatandaşın Osmanlı Tarihi; “Osmanlılar Türk Düşmanıydı!” iddiasındaki
» Nihal Atsız - Osmanlı ve Osmanlı Padişahları Hakkındaki Görüşleri
» Atsız - Osmanlı ve Osmanlı Padişahları Hakkındaki Görüşleri
» Evet’ için yapılan AKP-PKK ittifakı belgesi!
» Vatandaşın Osmanlı Tarihi; “Osmanlılar Türk Düşmanıydı!” iddiasındaki
» Nihal Atsız - Osmanlı ve Osmanlı Padişahları Hakkındaki Görüşleri
» Atsız - Osmanlı ve Osmanlı Padişahları Hakkındaki Görüşleri
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz