Türkçü önder atalarımız
1 sayfadaki 1 sayfası
Türkçü önder atalarımız
CAN AZERBAYCANIN TÜRKÇÜ LİDERİ M.E.RESULZADE
CAN AZERBAYCANIN EFSANEVİ TÜRKÇÜ LİDERİ M.E.RESULZADE DİYOR Kİ;
Yükselen bayrak inmez
Can Azerbaycanın milli kahramanı ve Azerbaycanın istiklali uğrunda ömrünün sonuna kadar mücadele eden Mehmet Emin Resulzade,1884 yılının 31 Ocak günü Bakünün Novhanı köyünde ruhani ailesinde dünyaya gelmiştir.İlk tahsil ve terbiyesini babasının açmış olduğu dini medresede almıştır.
Resulzade yazdığı içtimai-siyasi makalelerinde istiklal,milliyet,insan hakları,kültür kavramlarını halka tanıtmaya ve benimsetmeye çalışıyordu.Hürriyet mücahidi insanlara hürriyet,milletlere istilal verilmesi için gayret sarfediyordu.Onun isteği milletlerin özgür yaşamasıydı.
Resulzade aynı zamanda edebiyata ve şiire de büyük merak gösteriyordu.Onun bazı şiirleri ile beraber Karanlıkta Işıklar ve Nagehan Bela adlı dramları da vardır.Hatta Karanlıkta Işıklarilk kez 1908de Baküde sahneye konmuştur.
Resulzade 1908-1910 yıllarında Himmetçi olarak İran inkılabı hareketine iştirak eder.1908de Bakü Sosyal Demokrat Komitesi tarafından Gilan inkılabı nezaret için Reşt şehrine gelmiş ve aynı yıl mücahüdlerle Tarhana giderek Meşrute hareketine katılmıştır.Tarhanda az zamanda Meşrute liderinin dikkatini çeker ve Demokrat partisinin kurulmasına ve programının yazılmasına katılır.Hatta bu partinin organı olan İran-ı Nev gazetesinin yazı işleri müdürlüğüne seçilir.Şunu da kaydetmek gerekir ki,İranda ilk defa Avrupa tarzında gazete çıkartan Resulzadedir.
Çarlık yönetimine karşı fikirleri dolayısıyla önce irana,ardından İstanbula kaçan Resulzade,1913te Çarlık Rusyasının af çıkarması üzerine Baküye geri döndü.İstanbulda geçirdiği yılların Resulzadenin milliyetçi fikirlerini yoğunlaştırdığı söylenebilir. Zira İstanbul da Türk Ocağı na katılmış, Türk Yurdu dergisinde yazı yazmıştır. Bakü ye döndükten sonra yayımladığı Dirlik dergisinde, Türkleri bir araya getirecek ortak bir Türkçe geliştirilmesinin gerekliliği üzerinde durdu. 1917 de Moskova da toplanan Birinci Müslüman Kongresi ne katıldı. Rusya Müslümanlarına hitap eden bir yazısında –Bağımsız milletler olarak var olmak isteyen milli toplumların, her şeyden önce kendilerini bilmeleri, belirli fikirler ve gayeler etrafında birleşmeleri gerektiğini, bu güç ve inançtan yoksun toplumların kimseye söz dinletemeyeceğini- belirtti. Bu fikirler, Azerbaycan ın kısa süreli de olsa bağımsızlığa giden sürecinde etkili oldu. 1918 de Azerbaycan Cumhuriyeti ilan edildiğinde Azerbaycan Milli Şurası tarafından Cumhurbaşkanı seçildi.
1920 de Kızıl Ordu nun Azerbaycan ı işgal etmesinin ardından işgale karşı direnişi örgütledi. Moskova da bir süre gözaltında kaldıktan sonra tekrar İstanbul a geldi. İkinci Dünya savaşı sırasında Rusya ya saldıran Almanya, diğer Kafkasya lı liderlerle birlikte Resulzade yi de Almanya ya davet etti. Amacı, Kafkasları Rusya ya karşı ayaklandırmak için Kafkasyalı liderleri kullanmaktı. Resulzade burada üç yıl süreyle İstiklal ve Kurtuluş dergilerini çıkardı. 1947 de Ankara ya geldi. Azerbaycan ın istiklali uğrunda yorulmadan çarpışan, her türlü eziyete, meşakkata katlanan Resulzade, 5 Mart 1955 günü Ankara da vefat etmiştir.
Resulzade nin makalelerine göz attığımızda görüyoruz ki o, istibdatı ve eski usul idareyi eleştiri ateşine tutmaktan çekinmemiştir. Hatta bu düzenin dağılması, yıkılması için mücadele eder.
Resulzade nin başkanlığında Fethali Han Hoylu Başkan seçilerek kabileyi kurar. Bu dönemde Bakü, Rus ordularının ve Ermeni çetelerinin baskınlarına maruz kaldığı için Azerbaycan ın başkenti geçici olarak Gence ye taşınır. Bakü yü düşmanlardan temizlemek için Osmanlı ordusu, Nuri Paşa nın kumandasında İslam Ordusu namıyla Bakü ye girer. Bakü 15 Eylül 1918 de Türk Ordusu ve Azerbaycan ın gönüllü birlikleri tarafından üç ay süren bir savaştan sonra kurtarılır. Azerbaycan ın başkenti tekrar Bakü ye taşınır.
Bağımsız Azerbaycan Hükümeti milli ve sosyal demokrat bir cumhuriyetti.Hükümetin anayasasında vatandaşlar eşit şartlara sahipti. Müsavat Fırkası İstiklal adında bir de gazete yayımlıyordu. Onun ilkeleri Türkleşmek, İslamlaşmak, Çağdaşlaşmak idi. Azerbaycan Hükümeti ana dilini devletin resmi dili olarak kabul etmişti. İlk defa olarak Bakü de bir Üniversite kuruldu. Kısa süre içerisinde bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti çok olumlu işler yapmıştı.
Ne yazık ki, 27 Nisan 1920 de II. KızılorduBakü yü işgal ediyor ve Azerbaycan Hükümeti nin ileri gelenlerini yakalayıp hapse atıyordu. Hapsedilmeden önce Şamahı nın Lahız köyünde saklanan Resulzade, orada yazdığı Asrımızın Siyavuşu adlı eserinde bu hadiseleri şöyle anlatmaktadır:
Bakü nün bütün serveti yağmalandı, dükkanlar adeta talan edildi. Evler sahiplerinden alınarak miras gibi bölüştürüldü. Köylüye toprak, kağıt üzerinde verildiyse de ziraatın mahsulü mültezimler tarafından çalındı. Senelerden beri depo edilen petrol Rusya ya akıtıldı. Kumaş, şeker, çay ne varsa trenlere, vagonlara yüklenip Moskova ya taşındı. Halkın hakiki serveti, malı gasp olunarak para yerine geçersiz kağıtlar her tarafı kapladı. Ekmek isteyen aç halka top ve tüfekle cevap verdiler.
Mehmet Emin Resulzade Türkiye de bulunduğu sürede yazarlık faaliyetine başlar ve çeşitli konularda eserler yazar. Bunlardan bazıları şunlardır : Azerbaycan Teşekkülünde Müsavat, Azerbaycan Cumhuriyeti ( Keyfiyet-i Teşekkülü ve Şimdiki Vaziyeti), Asrımızın Siyavuşu, İstiklal Mefküresi ve Gençlik, Rusya da Siyasi Vaziyet, Kafkas Türkleri, Çağdaş Azerbaycan Edebiyatı, Azerbaycan Kültür Gelenekleri, Çağdaş Azerbaycan Tarihi, Azerbaycan Şairi Nizami, İran Türkleri.
Mehmet Emin Resulzade İstanbul daYeni Kafkasya dergisini çıkarır ve bu dergiyi 1927 yılına kadar 100 sayı yayımlar. O dergide bazı makaleleri ile Stalin e Açık Mektup Makalesini neşreder. Orada Stalin in siyasetini ve memurların halka olan davranışlarını eleştirir. Resulzade, bu dergide Rusya daki Müslüman Türklerin meselelerini söz konusu eder. Onlara yapılan muameleyi tüm dünyaya anlatır.
Resulzade 1922 yılında Sovyet Rusya nın baskısıyla Türkiye den ayrılmak zorunda kalır. Önce Polonya ya sonra Almanya ya gider. Ve Rusya mahkumu milletlerin kurduğu Promete adlı cemiyetin dergisinde 1928-1939 yılları arasında devamlı olarak makaleler yayımlar. 1927-1934 yıllarında Berlin de çıkan İstiklal gazetesinde, daha sonra Kurtuluş ta 1935-1939 yılları arasında yazılar neşrettirir. Bu yıllarda Avrupa da çıkan Müsavat gazetesinde de bazı makaleleri çıkar.
Resulzade, 1922 de İstanbul da Azerbaycan Milli Merkezi nin başkanı olmuş ve 1949 yılında bu merkezin teşebbüsüyle Ankara da kurulan Azerbaycan Kültür Derneği nin fahri başkanı seçilmiştir. 1954 yılında bu dernek tarafından yayımlanan Azerbaycan Dergisi yayınını günümüzde de sürdürmektedir.
MEHMER EMİN RESULZADE
ATATÜRK İÇİN DİYOR Kİ:
-Ne İngiliz himayesi, ne Amerika mandası altında değil, o kurtuluşu yalnız hakimiyeti milliyeye müstenid, bilakayduşart müstakil bir Türk Devleti tesis etmekte görmüştü. Onun dileği : Ya Ölüm, Ya İstiklal idi. Anadolu ya O bu dilekle geçti, efsanevi İstiklal Harbini başaran baş kahraman, Çanakkale Zaferi üzerine, Sakarya ve Dumlupınar gibi zafer taçlarıyla bezendi. Tarihin üç büyük imparatorluğunu dizleri altına alarak istedileri gibi parçalayan galipler, bir avuç Anadolu mücahitleri karşısında ricate mecbur kaldılar! –Başındaki Kumandanı kaçmadıkça, Türk neferi hiçbir zaman kaçmaz- diyen büyük Kumandanın sözü doğru çıktı. Ölüm beratı Sevr yırtıldı., İstiklal vesikası –Lozan- yazıldı. Atatürk, bir milletin halasını yalnız kendisindeki kuvvetten beklemiştir. Bu fikir, Onun Gençliğe Hitabında bilhassa belirtilmiştir. Muazzam eserinin müdafaasını emanet ettiği Türk Gençliğine – Muhtaç Olduğun Kudret Damarlarındaki Asil Kanda Mevcuttur.- diyen ATATÜRK ün Türk köylüsü ile neferi hakkındaki samimi fikirleri, malumdur. Ona göre, -Memleketin Yegane Efendisi Köylüdür!- Ne Mutlu Türküm Diyene! Bu en çok tekrarladığı şiardır.
Resulzade nin söylediği şu söz, Onun bir sembol olmasını sağlamıştır:
BİR DEFA YÜKSELEN BAYRAK BİR DAHA İNMEZ
SULTANGALİYEV BİR TÜRKÇÜYDÜ
SULTANGALİYEV BÜYÜK BİR SOSYALİST TÜRKÇÜYDÜ
Sultangaliyevin düşüncesindeki Türk-Müslüman coğrafyası
Türk Dünyasının ve Avrasya tarihinin en büyük düşün ve eylem adamlarından biri de hiç kuşu yok ki Mirseyit Sultangaliyev,Marksist kurama ve SSCB deneyimine yöneltiği eleştiriler zemininde yepyeni bir ideolojinin mimarı olarak dünya çapında sarsıcı etkileri olan gerçek bir milli olarak Türkü,ekonomik olarak sosyalist bir önderdi.
Sultangaliyev,Marksist materyalizme alternatif olarak kendisinin enerjetik materyalizm adını verdiği Türkçü bir düşün ortaya koymuştur.Bu düşün materyalist diyalektik tez hususundaki Avrupa egemenliğini yok etmeyi hedeflemektedir.Sultangaliyeve göre batıdaki diyalektik anlayış henüz bir kavram olarak ortasya konulmadan çok daha önceden beri doğu haklarında mevcut idi.bundan dolayıdır ki materyalist düşünce Avrupa bilimine özgü bir unsur değildir.
Kuşkusuz sosyalist dünya devrimi içinbirincil adım sosyolojik ve historik tecrübeyle yanlışlığı kanıtlanmış olan kimi tezlerin ve bu tezler üzerine bina edilmiş sözlerde sosyalist/komünist devinimlerin tarihin çöplüğüne gönderilmesidir.Sultangaliyev ve Sultangaliyevci düşünce bunu başarmıştır.Avrupa merkezci sosyalistdevinimlerin yenilgisi aslında gerçek sosyalist mücadelenin zaferidir.Sultangaliyevcilik üzerine kurulan gerçek sosyalist mücadele Ortodoks Marksizmin yenilgisini kendi zaferinin müjdecisi olarak kabul etmektedir.Çünkü Ortodoks Marksizmin proleteryası batıda iktidara gelseydi bile mazlum ulusların kaderinin değişikliği noktasında hiçbir olumlu sonuç doğurmayacağı gibi belki de sözde sosyalizmin yol açtığı yanılsama ile mazlum ulusların sosyalist mücadele istencinide daha doğmadan öldürecekti.Batı proloteryası zaten dünya burjuvazisinin bir uzvu değilmidir?Bu uzvun diğer uzuvları ortadan kaldırması mümkün değildi.Çünkü kendi varlığıda onların varlığına bağlıydı.Dünya burjuvazisinin proleter kanadı olan batı proleteryasının proleter kimliği göreli bir kimlik olup asli özelliği olan sömürgeye ortak olma vasfına giydirilmiş saydam bir kıyafetten başka nedir ki?
Çağdaş insanlığı oluşturan halklar,sayı,toplumsal ve hukuksal açılardan eşit olmayan iki kampa bölünmüş durumdadır.Bu kamplardan birinde insanlığın yalnızca yüzde 20 ile yüzde 30unu oluşturan ve tüm yerküreyi,altında ve üstündeki varolan her türlü ölü ve canlı zenginlikleri ile birlikte ele geçirmiş olan halklar bulunmaktadır.Diğerinde ise,insanlığın beşte dördünü oluşturan ve birinci kampa mensup bulunan halkların,diğer bir değişle efendi halkların ekonomik,siyasal ve kültürel tahakkümü ve köleliği altında inleyen halklar yer almaktadır... diyen Sultangaliyev gerçek çelişkinin fotoğrafını çekerken aynı zamanda gerçek sosyalizmin yükselmesi gereken sosyal zemini de keşfetmiş olmaktadır.bu sosyal zeminin mazlum ve mağdur tarafını oluşturan ulusların arasında Türk halklarının konumunun gerçek sosyalist mücadelenin en yaşamsal noktasını oluşturması dünya devrimine giden yolun Türkçü savaşımdan geçtiğini nesnel bir gerçeklik olarak gözler önine sermektedir.
Peki bu ne demektir?
Türkler/Türk halkları olmadan dünya devrimini gerçekleştirmek mümkün değildir.Çünkü Türk halklarıgerek coğrafi açıdan gerekse batı ile temasta cephe konumunda bulunmaları bakımından ve hatta sahip oldukları doğal zenginlikler nedeniyle batı kapitalizmin beslenme yollarının üzerinde bulunmaktadır.Batının doğuyu sömürmek için kullandığı damarlar Türk topraklarından geçmektedir.Bu damarların kesilmesi için Türkçülük yapmak şarttır.
MİLLİ/ULUSAL KİMLİK
Türkler (Anadolu Türkleri) batı emperyalizmine karşı Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde ilk kurtuluş savaşını vermiş ve bunu utkuya taşımış bir halktır.Bu yönüyle de Türkler doğunun öncüsü bir halktır.Binaenaleyh antiemperyalist savaşın baş öğretmeni Türklerdir.Bu tarihsel nesnel gerçeklik de Türkçülüğün mazlum milletler sosyalizmi için kaçınılmazlığını ilan etmektedir.
Türkçülükle dünya devrimi arasındaki yaşamsal bağın düşünsel yansıması olarak kabul edilmesi gerekli bir diğer noktada Türk halklarının ulusal kimlik ve bilinçten sıyrılarak/soyutlanarak sosyalist devrimci bir mücadeleye kanalize edilemeyeceği konusudur.En basit ifadeyle söylemek gerekirse Türkhalklarına;Bırak ulusal kimliğini,sadece proloter vasfınla devrimci savaşımda öne geç! denilemez.Ama Türklere hiç denilemez.Çünkü Türkler tarihteki rollerinin farkındadırlar.Ve Türkler günümüz dünyasında da kendileri olmadan mazlum halkların batı esaretinden kurtulma imkanlarının olmadığınıda görmektedirler.Bu tezlerimiz kimilerine bencil bir ulusal övünç gibi gelebilir.Oysa bu yaklaşım hem doğru değildir hem de Türklük karşıtlığı zeminine düşerek batı emperyalizmine dolaylı olarak omuz vermekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.Türklersiz bir antiemperyalist savaş mümkün değildir demek,aynı zamanda mazlum doğulu halklar olmadan Türklerin anti emperyalist savaştaki öncü ve önder kimliğimin anlamsızlığınıda içermektedir.Çünkü doğulu mazlum halkların desteği olmadan tek başlarına Türk halklarının batı emperyalizmiyle başa çıkabilmeleri imkansız olmasa bile çok zordur.Zoru başarrak ulaşılacak bir zafer de kalıcı olmama riskiyle karşı karşıyadır.
Bu bağlamda kabul etmek istemeyenlerin yüzüne çarpalım ki,Sultangaliyevin Türkçülüğü ve turancılığı pragmatist bir Türkçülük ve turancılık değildir.Yani Sultangaliyev,Türklerienyernasyonal sosyalist savaşa kanalize etmek ve böylece onların militarist,ekonomik,stratejik ve hatta historik konumlarından yararlanmak için konjektürel yada içtenlikten yoksun ve tümüyle faydacı bir sözde Türkçülüğün öznesi yahut kuramcısı değildir.
Değildir çünkü;Türkleri/Türk halklarını birleştirme uğraşısı sadece insan yığınlarını bir noktaya doğru yönlendirme ve onların oluşturacağı sinerjiyi enternasyonalist savaşta kullanma kolaycılığıyla hareket etmemiştir.O,Türkleri yığınsal olarak bir araya getirme uğraşısnın ötesinde kültürel bir birlik içinde çalışmıştır.Bütün Türk halklarının birbirleri içinde erimeleri/asimile olmaları ve böylece tek bir ULUSAL TÜRK KİMLİĞİ oluşturmaları gerektiğini savunmuştur.
DİLDE,İŞTE VE FİKİRDE BİRLİK
Gaspıralıdan aldığı;dilde,işte ve fikirde birlikideali Sultangaliyevin kültürel Türkçülüğünün omurgasını oluşturmaktadır.Sağcıların aksine bütün Türk ve Müslüman kökenli sovyet halklarının tek bir devlet çatısı altında birleşmelerini istemesi ve bu devlete Turan Federal Sosyalist Devleti adını vermesi Türk Birlikçi/Turancı vasfını somutlaştırdığı bir söylemdir.Türk halklarının/kabileci liderler tarafından kültürel ve dilsel farkılıklar sebep gösterilerek parçalanmaya mahkum edildiği bir siyasal ortamda sosyalizm fikri ile Türk orijinli olma ortak paydasını birlik için yeterli gören Sultangaliyev,günümüz sözde turancıları tarafından halen zımni olarak Turancılığı eksik ya da sakat yahut sosyalizm bağlamında pragmatist ve konjektürel addedilmek istenmektedir.Ne hazindir ki bu tavrı kimi sözde sosyalistlerde de gözlemlemekteyiz Bu sözde sosyalistler hatta sözde Sultangaliyevciler,Sultangaliyevin Turancılığınıve Türkçülüğünü konjektürellik ve muvakkatlıkla gölgelemeye çalışmakta;Türkçülük ve Turancılıktan soyutlanmış yapay,ucube ve hatta çirkin bir Sultangaliyevcilik üretme/türetme çabasını büyük bir pişkinlikle sergileyebilmektedirler.
Oysa gerçekler ortadadır.Hiç bir çarpıtma girişimi Sultangaliyevin Türkçü ve Turancı vasfını gölgeleyemez
Gerçekleri anımsatalım:
Sultangaliyev Türçüdür;sosyalizme yönelişini milletine duyduğu büyük sevgiye bağlayacak kadar Türkçüdür.Onun gibi yüzıllardır Rus egemenliği ve sömürüsü altında yaşayan bir halkın evladının Türkçü olmaması mümkün müdür?Rus sömürüsüne karşı Türk/Tatar ulusçuluğuna ve Rus egemenliğine karşı da mensubu bulunduğu halkın onlarla eşit hale gelebilmesi için sosyalizme yönelmesi göstermektedir ki içinde bulunduğu özgün koşullar onun dünya tarihinin en büyük düşün ve eylem adamlarından biri olarak doğmasındaki doğal koşullardır.Yani Sultangaliyevin ulusçuluğu ve sosyalistliği tümüyle zorunlu/doğal bir sonuçtur.Buna karşın onun ulusçuluğunu önemsiz yada tali bir unsur olarak görmek historik ve sosyolojik gerçekleri görme yetkisi noktasında sahip olunan zaafiyeten başka ne olabilir ki?
KIZIL ELMA-TÜRK BİRLİĞİNE DOĞRU!
Türk halklarının birbirleri içinde eriyip tek bir ulusal kimliğe sahip olmaları gerektiğini aksi halde Kuzey Türklüğünün Ruslaşacağını,doğudakilerin Çinlileşeceğini, güneydekilerin Farslaşacağını söyleyerek kültürel birliği zorunlu kılan yaşamsal nedeni de açıklamaktadır.
Sultangaliyev Turancıdır; SSCB çatısı altında Türk ve Müslüman kökenli halkarın tek bir federal devlet kurmaları gerektiğini ve bu devletin Turan adını taşıması lazım geldiğini savunacak kadar Turancıdır. Sadece SSCBdeki Türklerin değil Çin ve İrandaki Türklerin de siyasal bir birlik etrafında birleşmelerinin engellenemez ve kaçınılmaz olduğunu belirterek aslında ne denli ‘militan bir Turancı olduğunu da görmektedir.
Aslında Sultangaliye, o denli büyük bir düşün adamıdır ki herkes bir fili tarif eder gibi kendince önemli addettiği bir yönünü ele alarak onu tamamlamaya çalışmaktadır. Yada sadece görebildiği, anlayabildiği kadarıyla onu tanımaya çalışmaktadır. Ancak şurası kesin ki onu tanımlarken kimi çevreler bilerek ve isteyerek onun Türkçü, Turancı vasfını gizleme gayreti göstermektedir. Yada onun bu kimliğini gizleyebilmenin imkansızlığını gören bazıları ise onu karşı devrimci, faşist, ırkçı milliyetçi tanımlamalarıyla sözüm ona gözden düşürmeye çalışmaktadır.
Sultangaliyev; ezen – ezilen ayrımı ile ve sömürgeler enternasyonali teziyle özgün bir sosyalist önder olduğu kadar hamasi içeriğe hapsedilmiş ve aslında bu nedenle sağlam bir zemine oturtulamayan ulusçuluğu gerçek anlamda bilimsel bir karaktere kavuşturmuş kurumcu ve kılgıcı bir ulusçudur.
Türkiyede Sultangaliyev hakkında yazan, konuşan pek çok kimse onu Türkçü ve Turancı kimliğini inkar etmeye cesaret edememiştir. Ancak inkarın olamaması ihtimalin yada karartmanın yahut gölgelemenin de olmadığı anlamına gelmiyor. Bu yönde bir çaba içerisinde olanlara doğrudan doğruya Sultangaliyevin kendi sözlerinden ve uygulamalarından kanıtlar sunmak elbette ki şarttır. Nitekim biz söz konusu sözlerinden ve uygulamalarından kesinkes anlamaktayız ki Sultangaliyev tarihin en büyük, gerçekçi ve en bilimsel Türkçüsü ve Turancısıdır. Ancak bununla birlikte Sultangaliyevin düşün dünyasında nasıl algılandığını göstermek açısından onun hakkında yazılanları da ele almak yada en azından birkaç örnek sunma ihtiyacı açıktır.
Sultangaliyev in Türkçü, Turancı ve sosyalist kimliğini bir bütün halinde ortaya koyan Doğan AVCIOĞLU onu şu sözlerle tanıtmaktadır : - Stalin tarafından öldürülen SULTANGALİYEV, Avrupa daki sosyalist ihtilalin dahi, mazlum milletlerin durumunu değiştiremeyeceği düşüncesiyle, Üçüncü Enternasyonal den bağımsız bir koloniyal komünist enternasyonal kurmayı tasarlamıştır. Bu enternasyonal, sanayileşmiş ülkelere karşı proleter milletlerin çıkarlarını savunacaktır. Bu mazlum milletler gruplaşmasının ilk aşaması, büyük bir Milli Türk Devleti, Turan olacaktır. Milli Türk Devleti Turan ve koloniyal enternasyonal, Müslüman bir sosyalist ve işçi partisi tarafından yönetilecektir. Parti, başta köylü sınıfı, proleterya ve küçük burjuvaziden ibaret Müslüman kütleleri temsil edecektir.
Yine Nurer UĞURLU büyük düşünür ve eylem adamının düşünsel kimliğini bilimsel haysiyet gereği gerçeğin kendisine sadık kalarak şu şekilde ortaya koymaktadır:
-Orta Asya daki Müslüman Türkler arasında,1917 Ekim Devrimi nde ve komünizm tarihinde düşünce ve görüşleriyle ön sıralarda yer alan ve daha sonra bu görüşleri – Galiyevizm- olarak şekillenen, günümüzde Sovyetler Birliği Doğu Halkları arasında adı sıkça geçen Sultangaliyev in geçmişinin Türk okurlarınca bilinmesinde sayılamayacak kadar yarar vardır.-
Türk düşünce yaşamının büyük kişiliklerinden Cemil MERİÇ ise Sultangaliyev in Türkçü, Turancı ve sosyalist kimliğini görmek istemeyen gözlere projektör tutarak ifade etmektedir:
-Sultangaliyev adlı bir Tatar komünisti, bu düşünceleri daha sonra dile getirecektir. İslamiyet bir sınıf dini değildir, sınıfları ortadan kaldırdığı için komünizmle uyuşabilir. Rusya da mazlum milletler birleşmelidir: TURAN. Bağımsız ve haysiyetli bir İSLAM TÜRK KOMÜNİST CUMHURİYETİ NİN kurulması lazımdır. Galiyev 1923 te tüm Türk arkadaşları ve ailesiyle birlikte tasfiye edilir. Eserleri de öyle-
Sultangaliyevci düşünce Türkiye de ve Türk dünyasında ulusalcı, toplumcu devinimlerin güç ve esin kaynağı olarak güçlendikçe bu düşünceyi özgün kimliğinden saptırma amaçlı çabalara da tanık olmak elbetteki kaçınılmazdır. Bu çabaların bir yönünü de Sultangaliyevci düşünceyi Atatürkçü / Kemalist Devinime muhalif yada alternatif gibi gösterme uğraşısı oluşturmaktadır. Oysa Sultangaliyevizm ile Kemalizm birbirinin muhalifi yahut alternatifi olmak bir yana antiemperyalizm bağlamında öz itibariyle biri diğerinin mütemmimi olan örtüşük düşüncelerdir. .Bu husus ayrı bir çalışma konusu olduğundan burada bu kadarıyla yetinelim ve sözlerimizi büyük devrimci, önder, kuramcı, kılgıcı ve öğretmen Mirseyit Sultangaliyev in Türkiye üzerine söylediği şu sözlerle sonlandıralım: -Bu Ülkede olup bitenler, çilekeş Türk Ulusu nun en azılı düşmanlarınca dahi yakından bilinmektedir. Bu Ülkede yeni baştan sağlıklı bir Ulusal canlanma başlamaktadır. Bu sürece inanmayanlar veya kuşku ile bakanlar, sonuçlarını kendi içlerinde denemiş oldular. Türkiye nin ulusal kalkınmasına gönül vermiş olan Türk işçi ve köylülerinin, ilerici Türk aydınlarının süngüleri, gereken kişilere gereken derslerini vererek nasıl düşünmek gerektiğini öğrettiler.
Eğer 400 yıl önce Rus Çarları, Kazan ı, Kuzey Türklüğünün bu kalesini düşürmeyi ve yalnız Tatar savaşçılarının üzerinden geçerek Doğu ya ilerlemeyi başarmışlarsa, bugün içinde Batı Avrupalı emperyalistler yine Doğuya doğru kendilerine yol açabilmek için Güney Türklerini-Osmanlıları yenmek zorundalar.
Batılı Halkların doğuya yayılmaları öncesinde, Türkiye, onların çılgınca saldırılarına maruz kalmadı mı? Batılı halklar, Asya ve Afrika daki durumu gerçek anlamda kontrol altına almak için Türk-Osmanlı savaşlarının cesetleri üzerinden geçmek zorundalar.
Kazan ın Rus saldırıları karşısında düşüşü de bir gün içerisinde gerçekleşmiş değildir. Ruslar buraya onlarca kez saldırdılar. Tataristan ın işgaline kadar, dönemin iki kuzeyli devi; Moskova ile Kazan arasındaki mücadele, on yıllar boyunca sürüp gitti. Bu zaferi sağlama almak, galip taraf için pek kolay olmadı. Yenilenler ile yenenler arasında acımasız katliamlar ve kıyımlarla dolu bir gerilla savaşı, on yıllarca devam etti. Bundan sonra, yenilenlerin azimleri kırıldı.
Türkleriş zayıflatmak: Balkanlar ı, Mısır ı, Arabistan ı, Mezopotamya yı Türklerin ellerinden almak için mücadele vermek zorunda kaldı. Avrupalı hükümdarlara Türkiye yi sindirmek nasip olmadı. Olmayacaktır da…
Türkiye yaşıyor ve yaşayacaktır.
Türkiye yalnızca kendisi yaşamakla yetinmeyecek ve Avrupa tarafından zorla kopartılmış olan kendi eski parçalarına ve geri kalan tüm Orta Doğu ya da hayat verecektir.
BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU............!
KÖKTÜRKLER
01.07.2007
TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN AVRUPALI FAŞİSTLERE SAVAŞ DAVETİ!
TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN AVRUPALI FAŞİSTLERE SAVAŞ DAVETİ !
Ey Benito Musolini! Ey gayet yüce,
İtalyanlar başvekili faşist Duçe!
İşittim ki yelkenleri edip de fora
Gelecekmiş orduların yeşil Bosfor a.
Buyursunlar … Bizim için savaş düğündür;
Açlar nasıl bir istekle koşarsa aşa
Türk eri de öyle gider savaşa.
Hem karadan, hem denizden ordular indir!
Çarpışalım, en doğru söz süngülerindir.
Kalem, fırça, mermer nedir? Birer oyuncak!
Şaheserler süngülerle yazılır ancak!
Çağrı beğ le Tuğrul beğ in kurduğu devlet
İtalyalı siz melezlerden üstündür elbet;
Bizim eski uşakları al da yanına
Balkanlardan doğru yürü er meydanına;
Çelik zırhlı kartalları göklere saldır…
Fakat zafer sizin için söz ve masaldır…
Dirilerek başınıza geçse de Sezar
Yine olur Anadolu size bir mezar.
Belki fazla bel bağladın şimal komşuna,
Biz güleriz Cermenliğin kuduruşuna.
Tanıyoruz Atila dan beri Cermeni.
Farklı mıdır Prusyalı yahut Ermeni?
Senin dostun Cermanyaya biz Nemse deriz,
Bir gün yine Beç/Viyana önünde düğün ederiz.
*********
Söyle, Kara gömlekli faşistler etmesin keder;
Ölüm-dirim savaşımız bir gün mukadder!
Gerçi bugün eskisinden daha çok diksin;
Fakat yine biz Osmanlı sen Venediksin.
Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,
Hayal bütün insanlarda olan bir haldir.
Bu hayaller zamanları hızla aşmalı.
Göktürklerle Romalılar karşılaşmalı!
Görmüyorsan gönlümüzün içini, körsün!
Kılıçlarımız kınlarından çıkmaya görsün!
*********
Top sesleri, bomba sesi bize saz gelir;
Sizin insanlarınız bizimkilere çok az gelir.
Kayalara çarpmalıdır korkunç türküler!
Dalmalıdır gövdelere çelik süngüler!
Sert dipçikler ezmelidir nice başları!
Ecel kuşu ayırmalı arkadaşları!
En yiğitler serilmeli en önce yere!
Kızıl kanlar yerde taşıp olmalı dere!
Ülkü denen nazlı gelin erde şan ister!
Büyük devlet kurmak için büyük kan ister.
Damarında var mı senin öyle bol kanın
Türk ün kanı bir eşidir lavlı volkanın!
Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,
Kurulacak yeni Roma boş bir hayaldir,
Karşısında olmasaydı şanlı -Türk budun-
Belki gerçek olacaktı bir gün umudun.
İnsan oğlu ümitlerle dolup taşmalı,
Aryanlarla Turanlılar karşılaşmalı.
*********
Tabiatın yürüyüşü belki yavaştır;
Hız verecek biricik şey ona savaştır!
Keskin olur likörlerden ayranla kımız,
Karnera yı yere serer Tekirdağlı mız.
Yurdumuzun çok tarafı olsa da kuru
Makarnadan kuvvetlidir yine bulguru…
Biz güleriz Façyoların felsefesine,
Dayanır mı kırkı bir tek Türk efesine?
Bizim yanık füzuli miz engin bir deniz!
Karşısında bir göl kalır sizin dante niz!
Bizler ulu bir çınarız, sizler sarmaşık!
Generaller hiçbirzaman Paşalarla atamaz aşık!...
***********
Ey İtalyan faşist başvekili! Ey Mussolini!
İki ırkın kabarmalı asırlık kini…
Hesabını göreceğiz elbette yarın
Yedi yüzlü, yedi dilli İtalyanların!
Soyunuzu hiçe saydı Hazreti Fatih.
Biraz daha yaşasaydı Hazreti Fatih
Ne Venedik kalacaktı, ne de Floransa…
Hoş geldiniz diyecekti bize Fransa!
Haydi, hamle kafirindir… İlk önce sen gel
Ecel ile zaman bize olmadan engel!
Burada tanklar yürümezse etme çok tasa;
Süngülerle çarpışmadır savaşta yasa.
Olma öyle sinsi çakal, yahut engerek!
Bozkurt gibi, kartal gibi döğüşmek gerek!
Kılıç Arslan öldü sanma yaşıyor bizde!
Atila nın ateşi var içerimizde!
*********
Kanije nin gazileri daha dipdiri!
Sınırdadır Pilevne nin kırk bin askeri!
Edirne de Şükrü Paşa bekliyor nöbet!
Dumlupınar denen şeyi bilirsin elbet!
Şehitlerden elli milyon bekçisi olan
Aşılmaz bir kayanır bu ebedi Türk Vatan!
1940-TÜRK ÖNDER ATALARIMIZDAN NİHAL ADSIZ
BÜYÜK TÜRKÇÜ ATAMIZ H.N.ADSIZ
BÜYÜK TÜRKÇÜ ATAMIZ ADSIZ!
Büyük Türkçü Atalarımızdan ve Önderlerimizden olan Hüseyin Nihâl Atsız, 12 Ocak 1905 tarihinde İstanbulda doğmuştur.
Atsız Atanın babası, Gümüşhanenin Torul kazasının Midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Makine Önyüzbaşısı Hüseyin Efendi nin oğlu Deniz Güverte Binbaşısı Mehmed Nail Bey, annesi Trabzonun Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Beyin kızı Fatma Zehre Hanımdır.
Atsız Atanın ailesi, Gümüşhanenin Torul kazasının Midi köyünde Çiftçioğulları adı ile bilinmektedir.
Çiftçioğulları ailesinin tespit edilebilen soyu itibarıyla Kafkasyadan yöreye göçen Ahıska Türklerinden olan ve 19. asrın başlarında, yaşayan Ahmed Ağadır. Ahmed Ağanın İsmail; Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur. İsmail Ağanın çocukları Midi köyünden Yozgatın Akdağ Madeni kazasının Tekyegüneyi köyüne, Süleyman Ağanın çocukları ise Yozgatın Akdağ Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir.
Ahmed Ağanın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832-1894) ise 1850-1852 sıralarında Deniz eri olarak İstanbula gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Osmanlı Donanmasında kalmış ve Makine Onyüzbaşılığına kadar terfi etmiştir.
Hüseyin Ağanın eşi Emine Hayriye Hanımdır. Bunların İki çocukları olmuştur. Nevber Hanım ile Mehmed Nail Bey (1877-1944). Mehmed Nail Bey de Osmanlı Donanmasına girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığından emekli olmuştur.
Mehmed Nail Beyin ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım (1884-1930)dır. Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı (Bahriye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfîka Hanımın kızıdır. Osman Fevzi Bey, Trabzonlu olup ailesi Kadıoğulları olarak tanınmaktadırlar.
Mehmed Nail Beyin ilk eşinden üç çocuğu olmuştur. 12 Ocak 1905te Hüseyin Nihâl (Atsız), 1 Mayıs 1910da Ahmet Necdet (Sançar) (ölümü 22 Şubat 1975) ve Aralık 1912de Fatma Nezihe (Çiftçioğlu).
Hüseyin Nihâl Atsız, ilk ve orta öğrenimini Kadıköydeki Fransız ve Alman okullarında (1911), babası Mehmed Nail Beyin Kızıldenizdeki görevinden ötürü Süveyşte bir Fransız İlkokulunda bir kaç ay. (1911), Kasımpaşadaki Cezayirli Gazi Hasan Paşa İlk Mektebi, Haydarpaşadaki Hususi Osmanlı İttihâd ilk Mektebi, Kadıköy Lisesi ve istanbul Lisesinde yapmıştır.
İlkokula altı yaşında, Kadıköydeki Fransız okulunda, Latin harfli öğretim ile, başlayan Atsıza göre bu okulda dersten çok oyun ve şarkı vardı. Buna rağmen, dil bilmeyip derdini anlatamaması yüzünden bu okulda çok sıkılmakta idi. Bir gün, teneffüs sırasında, kendisinden üç-dört yaş büyük bir Rum çocuğu, Atsızın kafasını duvara vurmuş ve Atsızın yarılan kafasından kanlar akması üzerine de, bağıra çağıra suçunu İstavri adlı bir başka Rum çocuğunun üzerine atmış, bunun üzerine İstavri, derste iki dizi üzerine çöktürülüp, dizlerinin altına da, daha çok acı çeksin diye, bir cetvel konarak, ders sonuna kadar cezalandırılmıştır. Bu haksızlık küçük Atsızın çocuk ruhunda fırtınalar yaratmış ve Atsız şu okul yansa da kurtulsam diye içinden bedduada bulunmuştur. Bir müddet sonra bir gece, tesadüfen çıkan bir yangında Fransız Mektebi yanınca küçük Atsız istemediği bu okuldan kurtulmuş, fakat bu sefer de yabancı bir dille öğretim yapan başka bir okul olan Alman Mektebine verilmiştir. Bir müddet sonra, Kızıldenizde bulunan Malatya gambotunun süvarisi olan babası Mehmed Nail Beyin yanına giden Atsız, Türk-İtalyan savaşının çıkması üzerine Mehmed Nail Beyin Osmanlı Bahriye Nezaretinden Süveyşe sığınması emrini alması ile, Süveyşte bir Fransız İlkokuluna devam etmiştir.Burada yani çocukluğunda Süveyş sokaklarında İtalyan çocukları ile dövüşmesi, Atsızın milliyetçi mücadelesinin ilk örneklerindendir.
Babasının İstanbula dönme emrini alması ile İstanbula gelen Atsız, Kasımpaşadaki Cezayirli Gâzî Hasan Paşa mektebine kaydolmuştur.Ailesinin Kasımpaşadan Kadıköye taşınması ile hususi Osmanlı İttihâd Mektebinde öğrenimine devam eden Atsız, babasının Onyüz-başı olarak Birinci Dünya Savaşına gitmesi yüzünden Hususi Osmanlı İttihâd Mektebinden ,Kadıköy Sultanîsinin ortaokul kısmında öğrenimine devam etmiştir. Buradan da İstanbul Lisesune geçen Atsız, 1922 tarihinde Lise öğrenimini tamamlamıştır.
1922 yılında imtihanla Askerî Tıbbiyeye girmiştir. O yıllarda tıbbiyede Bolşeviklik,siyonistlik ve birtakım azınlık milliyetçiliği güden öğrenciler vardı. Bu öğrenciler ile Türk öğrenciler arasında sık sık tartışmalar olur, bu tartışmalar arasıra da yumruk kavgasına dönerdi. Bu kavgalara Atsız da katılırdı. Bu yüzden bir çok defa disiplin ve hapis cezası almıştır. Ziya Gökalpin cenaze töreninin yapıldığı günün akşamı, Türk öğrenciler ile diğer öğrenciler arasında çıkan bir kavga sonucunda, Atsıza gayet ağır bir ceza verilmiştir. Bu ceza, öğrenciliği sırasında işleyeceği herhangi bir suç neticesinde Atsızin Askerî Tıbbiyeden çıkarılacağıdır.
Atsız ,Askerî Tıbbiyenin 3. sınıfında iken, aralarında birtakım meseleler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesud Süreyya Efendi adlı bir Teğmenin kasdi bir şekilde ve lüzumsuz bir yerde istediği selâmı vermediği suçlaması ile, 4 Mart 1925 tarihinde Askeri Tıbbiyeden çıkarılmıştır.
Bu Olaydan sonra üç ay kadar Kabataş Lisesinde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yollarının Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak vazife görmüş ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında bir kaç sefer yapmıştır.
1926 yılında İstanbul Darülfünûnun Edebiyat Fakültesinin Edebiyat Bölümüne ve İstanbul Dârülfünûnunun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebine kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil isteği kabul edilmeyen Atsız askerliğini 9 ay olarak (28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927) İstanbul da Taşkışlada 5. piyade alayında er olarak yapmıştır.
Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı Anadoluda Türklere ait yer isimleri adlı makalenin Türkiyat Mecmuasının ikinci cildinde yayınlanması ile hocası olan M. Fuad Köprülünün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmînin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmış (Divan-ı Türki-i Basit, gramer ve lügati, 1930, 111 s. Türkiyat Enstitüsü Mezuniyet Tezi, no 82) ve aynı yıl Edebiyat Fakültesinden mezun olmuştur. Atsızın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay, Pertev Nailî Boratav, Nihad Sami Banarlı gibi isimleri sayabiliriz.
Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, Maarif Vekâleti nezdinde Atsız için bir istekte bulunarak, Yüksek Öğretmen Okulunu öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve Atsızı kendisine asistan olarak almıştır (25 Ocak 1931).
Atsız, 15 Mayıs 1931den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua (17 sayı)yı çıkarmaya başladı. M. Fuad Köprülü, Zeki V. Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de dahil bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu Türkçü ve Köy reformu yanlısı dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, adetâ Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur. Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını (H. Nihâl) imzası ile, hikâyelerini de (Y.D.) imzası ile, bu dergide yayınlamaya başlamıştır.
1931 yılında Darülfünunun felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiş, 1935 ise geçimsizlik nedeniyle yılında ayrılmıştır. 1932 Temmuzunda Ankarada toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Prof. Dr. Zeki Velidi Togana Dr. Reşid Galibin yaptığı haksız hücum üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye (Atsız) ile Pertev Nailî Boratavın da bulunduğu 8 arkadaşı ile, Dr. Reşid Galibe Zeki Velîdînin talebesi olmakla iftihar ederiz diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de ülkede oldukça dikkati çekerek mimlenmiştir.
19 Eylül 1932de Dr. Reşid Galib, Maarif Vekili olmuş ve kısa bir müddet sonra da Prof. M. Fuad Köprülünün dekanlıktan ayrılması üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanlığına vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asaleten tâyin edilmiştir. Atsızı üniversiteden uzaklaştırmak için fırsat arayan Reşid Galib, Atsızın, Atsız Mecmuanın 17. sayısındaki Darülfünunun kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi adlı makalesi ile bu fırsatı yakalamış ve bu yazıyı kendi çıkarına kullanan Edebiyat Fakültesi Dekanı, Atsızın üniversitedeki asistanlığına son vermiştir (13 Mart 1933). Üniversiteden çıkarılmasından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesinin Dekanını Tokatlıyandaki bir çayda yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Atsıza bu hadise için hiç bir şekilde tepki gösterilmemiştir.
Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız (Mart 1933), Malatya Ortaokuluna Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir. Malatyada kısa bir müddet (8 Nisan 1933 - 31 Temmuz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir. Atsızın Edirnedeki edebiyat öğretmenliği de 3-4 ay kadar kısa bir müddet devam etmiştir. (11 Eylül 1933-28 Aralık 1933). Edirnede iken Atsız Mecmuanın devamı mahiyetindeki Aylık Türkçü dergi olan Orhun (5 Kasım 1933 - 16 Temmuz 1934, sayı l-9)u yayınlayan Atsız, Orhun da Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarının yanlışlarını ağır bir şekilde eleştirdiği için vekâlet emrine alınmış, (28 Aralık 1933), 9. sayısında da Orhun Dergisi Bakanlar Kurulu kararı ile, kapatılmıştır.
9 ay vekâlet emrinde kalan Atsız, Kasımpaşadaki Deniz Gedikli Hazırlama Okuluna Türkçe öğretmeni olarak tayin olunmuştur (9 Eylül 1934. 27 Şubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan Bedriye Hanım (Atsız) ile evlenen Atsızın bu evlilikten 4 Kasım 1939 tarihinde Yağmur ve 14 Temmuz 1946 tarihinde de Buğra adlı iki oğlu olmuştur.
Atsız Bey ikinci eşi Bedriye Atsızdan da Mart 1975 tarihinde ayrılmıştır. Atsız Bey, Kasımpaşadaki Deniz Gedikli Hazırlama Okulunda Türkçe öğretmeni olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1 Temmuz 1938 tarihinde bu görevinden de çeşitli bahanelerle ihraç edilmiştir. Bunun üzerine, Özel Yüce-Ülkü Lisesine geçen ve burada 1937 yılından 1939 yılının Haziranının sonuna kadar edebiyat öğretmenliği yapan Atsız, 19 Mayıs 1939 - 7 Nisan 1944 tarihleri arasında yine özel bir lise olan Boğaziçi Lisesinde edebiyat öğretmenliğinde bulunmuştur.
Atsız, Boğaziçi Lisesinin Türkçe öğretmeni iken Orhun (1 Ekim 1943 - 1 Nisan 1944, sayı 10-16, 7 sayı)u yeniden yayınlanmaya başlamıştır.II. Dünya Savaşı sıralarında Stalinin Sosyal-Faşist tavırlarından güç alan yerli komünistler faaliyetlerini ve saldırganlıklarını oldukça artırdıkları hâlde, resmî makamlar bu aşırı hareketlere karşı tedbir almak yerine, Sovyetleri kızdırmamak uğruna zavallı bir durumda seyirci kalmaktaydılar.
Bu duruma içerleyen Atsız, ilgilileri uyarmak için Orhunun Mart 1944te yayımlanan 15. sayısında, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğluna hitaben bir açık mektup yayınlamıştır. Bu açık mektupta, Marksist-Stalinistlerin artan faaliyetleri belirtilmekte idi. Orhun kapatılmadığı takdirde bir sonraki sayısında bu aşırı faaliyetlerin belgeleri ile birlikte örneklerini vereceğini bildiren Atsız, Orhun un kapatılmaması üzerine Nisan 1944 te yayımlanan 16. sayıda, Giritli Ahmed Cevad Emre, Pertev Nailî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antelin Marksist-Stalinist faaliyetlerini açıklayarak devrin Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yüceli istifaya çağırmıştır. Bu ikinci açık mektup, yurt içinde büyük bir millî heyecana sebep olmuş, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir çok şehirde, komünizm-Stalinizm aleyhinde gösteriler yapılmaya başlanmıştır. Bu arada Atsıza yurdun her köşesinden mektupların, telgrafların gelmesi ,Ankaradaki yetkilileri tedirgin etmekte idi. Millî Eğitim camiasındaki Stalin hayranları sebebi ile kendi partisinin mensupları tarafından dahi sorguya çekilmeye başlanan Hasan Ali Yücel, ilk iş olarak Atsızin Boğaziçi Lisesi ndeki edebiyat öğretmenliğine son vermiştir (7 Nisan 1944). Orhun dergisi ise Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatılmış, Sabahattin Ali de kışkırtılarak Atsız aleyhine hakaret davası açmaya zorlanmıştır.
Atsız, aleyhine dava açılınca ,kendisi de trenle Ankaraya gitmiş ve Türkçü gençler tarafından Garda karşılanarak, bir otelde misafir edilmiştir.
Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumuoldukça olaylı ve renkli geçmiştir. Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencisi alınmamış, bu yüzden de devrin halk partisi iktidarını şaşırtan büyük öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır.Sabahattin Ali - Nihâl Atsız davası olmaktan ziyade Komünistliğe-Stalinizme karşı Türkçülük davası halini alan bu davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Aliye vatan haini dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsızın cezası hâkim tarafından millî tahrik gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve bu 4 aylık ceza da hemen tecil edilmiştir.
Atsız, cezasının tecil edilmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken nedensiz ve haksız yere tutuklanmıştır. 19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde suçlayan söylemde bulunmuş,ve bunun üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 numaralı sıkıyönetim mahkemesinde dayanaksız olarak yargılanmaya başlamıştır. Atsız la birlikte,üniversite profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üniversite öğrencileri bulunan sanıklar, sorguya çekme adı ile ilk önce çeşitli işkencelere maruz kaldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlanmıştır. Irkçılık-Turancılık davası adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum olarak devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız 6,5 seneye mahkûm olmuştur.
Atsız bu kararı temyiz etmiş ve Askerî Yargıtay ise 1. numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinin kararını esasından bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir.
5 Ağustos 1946 tarihinde 2 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde tutuksuz olarak başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası (Bu dava Prof. Kenan Öner - Hasan Ali Yücel davası adı ile tanınmıştır), 31 Mart 1947 tarihinde sonuçlanmış ve 29 oturum devam eden mahkeme bütün sanıkların beraatine karar vermiştir.
Görüldüğü gibi Atsız Ataya tüm saldırılar Türkçülükten rahatsızlık duyan tüm zamanın kripto dönmeleri tarafından yapılmıştır.Nisan 1947den Temmuz 1949a kadar kendisine iş verilmeyen Atsız, Ekim 1.945 - Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır. Bir müddet Türkiye Yayınevinde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir adlı kitabını da Sururi Ermete adlı bir kişinin adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır.
Atsızın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, Millî Eğitim Bakanı olunca Atsızı 25 Temmuz 1949da Süleymaniye Kütüphanesine uzman olarak tayin etmiştir. Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, 21 Eylül 1950 de ise Haydarpaşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliğine tayin olmuştur.
4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesinde vermiş olduğu Türkiyenin Kurtuluşu konulu bir konferans üzerine,Kripto Dönmelerin elindeki Cumhuriyet Gazetesi hemen Atsızın aleyhine yalan yayın yapmış, hakkında Bakanlık tarafından tahkikat açılan Atsızın konuşmasının bilimsel olduğu kanaatine varılmış, fakat Atsız Haydarpaşa Lisesindeki edebiyat öğretmenliği görevinden muvakkat kaydı ile alınarak (13 Mayıs 1952) yine Süleymaniye Kütüphanesindeki görevine tayin edilmiştir.
31 Mayıs 1952 tarihinden emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphanesinde çalışan Atsızın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphanedeki memuriyet olmuştur.
1965 yılından başlayarak Doğu ve Güney-Doğu bölgelerinde baş gösteren yıkıcılık ve bölücülük hareketleri hakkında, Atsız, (Devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunayın Gaziantepe giderken bir işçinin idareciler Araplara toprak veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar sözlerine karşılık Cumhurbaşkanı Sunayın Türk topraklarında yaşayan herkes Türktür demesi üzerine) Ötükenin Nisan 1967de yayınlanan 40. sayısından itibaren Konuşmalar, I (Sayı 40), Konuşmalar II (Sayı 41) ve Konuşmalar, III (Sayı 43), Bağımsız keko Devleti Propagandası (Sayı 43), Doğu mitinglerinde perde arkası (Sayı 47), Satılmışlar - Moskof uşakları (Sayı 48) adlı seri makalelerinde bölücü Marksistlerin, Doğu bölgelerimizde yaptıkları gizli çalışmaları açıklamış ve bu makaleler hakkında savcılıkça tahkikat açılmıştır. Savcılığın yaptığı ilk tahkikatta Atsıza hiç bir suç kondurulamamıştır. Ancak bu yazılar üzerine, Ankaradaki kripto Dönmeler ve bölücü kuruluşlar tarafından Atsız aleyhine hazırlanmış ayrılıkçılığı ilan eden bildiriler sokaklarda dağıtılmış ve aynı günlerde Adalet Partisinin bir Diyarbakır Senatörü, Senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır. Bu sistemli girişimler sonucunda, Hasan Dinçerin Adalet Bakanı olduğu sıralarda, Bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilân edilmiştir. Sıkıyönetim mahkemelerinde Türk milletinin ve vatanının birliğine ve bölünmezliğine karşı çıkan yıkıcılar, bölücüler, komünistler ve anarşistler muhakeme edilirken, sivil mahkemelerde ise aynı hususlara daha 4-5 yıl önce dikkati çeken Atsız muhakeme edilmiştir. Uzun duruşmalardan sonra mahkeme Ötükenin sahibi Atsızı ve sorumlusu Mustafa Kayabeki 15er ay hapse mahkûm etmiştir. Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1lik ekseriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuş, fakat aynı mahkeme 2-1lik kararda ısrar edince Yargıtay hükmü tasdik etmiştir. Atsız ve Mustafa Kayabek kararın düzeltilmesi isteğinde bulunmuşlar fakat bu istekleri mahkemece kabul edilmemiş ve böylece mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir.
Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Nümûne Hastahânesı ne yatan Atsıza, Haydarpaşa Nümûne Hastahânesi tarafından Cezaevine konulamayacağı kaydı bulunan rapor verilmiş, fakat 4 aylık bir rapor Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiş ve reviri olan cezaevinde kalabilir şeklinde değiştirilmiştir. Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsızı evinden
CAN AZERBAYCANIN EFSANEVİ TÜRKÇÜ LİDERİ M.E.RESULZADE DİYOR Kİ;
Yükselen bayrak inmez
Can Azerbaycanın milli kahramanı ve Azerbaycanın istiklali uğrunda ömrünün sonuna kadar mücadele eden Mehmet Emin Resulzade,1884 yılının 31 Ocak günü Bakünün Novhanı köyünde ruhani ailesinde dünyaya gelmiştir.İlk tahsil ve terbiyesini babasının açmış olduğu dini medresede almıştır.
Resulzade yazdığı içtimai-siyasi makalelerinde istiklal,milliyet,insan hakları,kültür kavramlarını halka tanıtmaya ve benimsetmeye çalışıyordu.Hürriyet mücahidi insanlara hürriyet,milletlere istilal verilmesi için gayret sarfediyordu.Onun isteği milletlerin özgür yaşamasıydı.
Resulzade aynı zamanda edebiyata ve şiire de büyük merak gösteriyordu.Onun bazı şiirleri ile beraber Karanlıkta Işıklar ve Nagehan Bela adlı dramları da vardır.Hatta Karanlıkta Işıklarilk kez 1908de Baküde sahneye konmuştur.
Resulzade 1908-1910 yıllarında Himmetçi olarak İran inkılabı hareketine iştirak eder.1908de Bakü Sosyal Demokrat Komitesi tarafından Gilan inkılabı nezaret için Reşt şehrine gelmiş ve aynı yıl mücahüdlerle Tarhana giderek Meşrute hareketine katılmıştır.Tarhanda az zamanda Meşrute liderinin dikkatini çeker ve Demokrat partisinin kurulmasına ve programının yazılmasına katılır.Hatta bu partinin organı olan İran-ı Nev gazetesinin yazı işleri müdürlüğüne seçilir.Şunu da kaydetmek gerekir ki,İranda ilk defa Avrupa tarzında gazete çıkartan Resulzadedir.
Çarlık yönetimine karşı fikirleri dolayısıyla önce irana,ardından İstanbula kaçan Resulzade,1913te Çarlık Rusyasının af çıkarması üzerine Baküye geri döndü.İstanbulda geçirdiği yılların Resulzadenin milliyetçi fikirlerini yoğunlaştırdığı söylenebilir. Zira İstanbul da Türk Ocağı na katılmış, Türk Yurdu dergisinde yazı yazmıştır. Bakü ye döndükten sonra yayımladığı Dirlik dergisinde, Türkleri bir araya getirecek ortak bir Türkçe geliştirilmesinin gerekliliği üzerinde durdu. 1917 de Moskova da toplanan Birinci Müslüman Kongresi ne katıldı. Rusya Müslümanlarına hitap eden bir yazısında –Bağımsız milletler olarak var olmak isteyen milli toplumların, her şeyden önce kendilerini bilmeleri, belirli fikirler ve gayeler etrafında birleşmeleri gerektiğini, bu güç ve inançtan yoksun toplumların kimseye söz dinletemeyeceğini- belirtti. Bu fikirler, Azerbaycan ın kısa süreli de olsa bağımsızlığa giden sürecinde etkili oldu. 1918 de Azerbaycan Cumhuriyeti ilan edildiğinde Azerbaycan Milli Şurası tarafından Cumhurbaşkanı seçildi.
1920 de Kızıl Ordu nun Azerbaycan ı işgal etmesinin ardından işgale karşı direnişi örgütledi. Moskova da bir süre gözaltında kaldıktan sonra tekrar İstanbul a geldi. İkinci Dünya savaşı sırasında Rusya ya saldıran Almanya, diğer Kafkasya lı liderlerle birlikte Resulzade yi de Almanya ya davet etti. Amacı, Kafkasları Rusya ya karşı ayaklandırmak için Kafkasyalı liderleri kullanmaktı. Resulzade burada üç yıl süreyle İstiklal ve Kurtuluş dergilerini çıkardı. 1947 de Ankara ya geldi. Azerbaycan ın istiklali uğrunda yorulmadan çarpışan, her türlü eziyete, meşakkata katlanan Resulzade, 5 Mart 1955 günü Ankara da vefat etmiştir.
Resulzade nin makalelerine göz attığımızda görüyoruz ki o, istibdatı ve eski usul idareyi eleştiri ateşine tutmaktan çekinmemiştir. Hatta bu düzenin dağılması, yıkılması için mücadele eder.
Resulzade nin başkanlığında Fethali Han Hoylu Başkan seçilerek kabileyi kurar. Bu dönemde Bakü, Rus ordularının ve Ermeni çetelerinin baskınlarına maruz kaldığı için Azerbaycan ın başkenti geçici olarak Gence ye taşınır. Bakü yü düşmanlardan temizlemek için Osmanlı ordusu, Nuri Paşa nın kumandasında İslam Ordusu namıyla Bakü ye girer. Bakü 15 Eylül 1918 de Türk Ordusu ve Azerbaycan ın gönüllü birlikleri tarafından üç ay süren bir savaştan sonra kurtarılır. Azerbaycan ın başkenti tekrar Bakü ye taşınır.
Bağımsız Azerbaycan Hükümeti milli ve sosyal demokrat bir cumhuriyetti.Hükümetin anayasasında vatandaşlar eşit şartlara sahipti. Müsavat Fırkası İstiklal adında bir de gazete yayımlıyordu. Onun ilkeleri Türkleşmek, İslamlaşmak, Çağdaşlaşmak idi. Azerbaycan Hükümeti ana dilini devletin resmi dili olarak kabul etmişti. İlk defa olarak Bakü de bir Üniversite kuruldu. Kısa süre içerisinde bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti çok olumlu işler yapmıştı.
Ne yazık ki, 27 Nisan 1920 de II. KızılorduBakü yü işgal ediyor ve Azerbaycan Hükümeti nin ileri gelenlerini yakalayıp hapse atıyordu. Hapsedilmeden önce Şamahı nın Lahız köyünde saklanan Resulzade, orada yazdığı Asrımızın Siyavuşu adlı eserinde bu hadiseleri şöyle anlatmaktadır:
Bakü nün bütün serveti yağmalandı, dükkanlar adeta talan edildi. Evler sahiplerinden alınarak miras gibi bölüştürüldü. Köylüye toprak, kağıt üzerinde verildiyse de ziraatın mahsulü mültezimler tarafından çalındı. Senelerden beri depo edilen petrol Rusya ya akıtıldı. Kumaş, şeker, çay ne varsa trenlere, vagonlara yüklenip Moskova ya taşındı. Halkın hakiki serveti, malı gasp olunarak para yerine geçersiz kağıtlar her tarafı kapladı. Ekmek isteyen aç halka top ve tüfekle cevap verdiler.
Mehmet Emin Resulzade Türkiye de bulunduğu sürede yazarlık faaliyetine başlar ve çeşitli konularda eserler yazar. Bunlardan bazıları şunlardır : Azerbaycan Teşekkülünde Müsavat, Azerbaycan Cumhuriyeti ( Keyfiyet-i Teşekkülü ve Şimdiki Vaziyeti), Asrımızın Siyavuşu, İstiklal Mefküresi ve Gençlik, Rusya da Siyasi Vaziyet, Kafkas Türkleri, Çağdaş Azerbaycan Edebiyatı, Azerbaycan Kültür Gelenekleri, Çağdaş Azerbaycan Tarihi, Azerbaycan Şairi Nizami, İran Türkleri.
Mehmet Emin Resulzade İstanbul daYeni Kafkasya dergisini çıkarır ve bu dergiyi 1927 yılına kadar 100 sayı yayımlar. O dergide bazı makaleleri ile Stalin e Açık Mektup Makalesini neşreder. Orada Stalin in siyasetini ve memurların halka olan davranışlarını eleştirir. Resulzade, bu dergide Rusya daki Müslüman Türklerin meselelerini söz konusu eder. Onlara yapılan muameleyi tüm dünyaya anlatır.
Resulzade 1922 yılında Sovyet Rusya nın baskısıyla Türkiye den ayrılmak zorunda kalır. Önce Polonya ya sonra Almanya ya gider. Ve Rusya mahkumu milletlerin kurduğu Promete adlı cemiyetin dergisinde 1928-1939 yılları arasında devamlı olarak makaleler yayımlar. 1927-1934 yıllarında Berlin de çıkan İstiklal gazetesinde, daha sonra Kurtuluş ta 1935-1939 yılları arasında yazılar neşrettirir. Bu yıllarda Avrupa da çıkan Müsavat gazetesinde de bazı makaleleri çıkar.
Resulzade, 1922 de İstanbul da Azerbaycan Milli Merkezi nin başkanı olmuş ve 1949 yılında bu merkezin teşebbüsüyle Ankara da kurulan Azerbaycan Kültür Derneği nin fahri başkanı seçilmiştir. 1954 yılında bu dernek tarafından yayımlanan Azerbaycan Dergisi yayınını günümüzde de sürdürmektedir.
MEHMER EMİN RESULZADE
ATATÜRK İÇİN DİYOR Kİ:
-Ne İngiliz himayesi, ne Amerika mandası altında değil, o kurtuluşu yalnız hakimiyeti milliyeye müstenid, bilakayduşart müstakil bir Türk Devleti tesis etmekte görmüştü. Onun dileği : Ya Ölüm, Ya İstiklal idi. Anadolu ya O bu dilekle geçti, efsanevi İstiklal Harbini başaran baş kahraman, Çanakkale Zaferi üzerine, Sakarya ve Dumlupınar gibi zafer taçlarıyla bezendi. Tarihin üç büyük imparatorluğunu dizleri altına alarak istedileri gibi parçalayan galipler, bir avuç Anadolu mücahitleri karşısında ricate mecbur kaldılar! –Başındaki Kumandanı kaçmadıkça, Türk neferi hiçbir zaman kaçmaz- diyen büyük Kumandanın sözü doğru çıktı. Ölüm beratı Sevr yırtıldı., İstiklal vesikası –Lozan- yazıldı. Atatürk, bir milletin halasını yalnız kendisindeki kuvvetten beklemiştir. Bu fikir, Onun Gençliğe Hitabında bilhassa belirtilmiştir. Muazzam eserinin müdafaasını emanet ettiği Türk Gençliğine – Muhtaç Olduğun Kudret Damarlarındaki Asil Kanda Mevcuttur.- diyen ATATÜRK ün Türk köylüsü ile neferi hakkındaki samimi fikirleri, malumdur. Ona göre, -Memleketin Yegane Efendisi Köylüdür!- Ne Mutlu Türküm Diyene! Bu en çok tekrarladığı şiardır.
Resulzade nin söylediği şu söz, Onun bir sembol olmasını sağlamıştır:
BİR DEFA YÜKSELEN BAYRAK BİR DAHA İNMEZ
SULTANGALİYEV BİR TÜRKÇÜYDÜ
SULTANGALİYEV BÜYÜK BİR SOSYALİST TÜRKÇÜYDÜ
Sultangaliyevin düşüncesindeki Türk-Müslüman coğrafyası
Türk Dünyasının ve Avrasya tarihinin en büyük düşün ve eylem adamlarından biri de hiç kuşu yok ki Mirseyit Sultangaliyev,Marksist kurama ve SSCB deneyimine yöneltiği eleştiriler zemininde yepyeni bir ideolojinin mimarı olarak dünya çapında sarsıcı etkileri olan gerçek bir milli olarak Türkü,ekonomik olarak sosyalist bir önderdi.
Sultangaliyev,Marksist materyalizme alternatif olarak kendisinin enerjetik materyalizm adını verdiği Türkçü bir düşün ortaya koymuştur.Bu düşün materyalist diyalektik tez hususundaki Avrupa egemenliğini yok etmeyi hedeflemektedir.Sultangaliyeve göre batıdaki diyalektik anlayış henüz bir kavram olarak ortasya konulmadan çok daha önceden beri doğu haklarında mevcut idi.bundan dolayıdır ki materyalist düşünce Avrupa bilimine özgü bir unsur değildir.
Kuşkusuz sosyalist dünya devrimi içinbirincil adım sosyolojik ve historik tecrübeyle yanlışlığı kanıtlanmış olan kimi tezlerin ve bu tezler üzerine bina edilmiş sözlerde sosyalist/komünist devinimlerin tarihin çöplüğüne gönderilmesidir.Sultangaliyev ve Sultangaliyevci düşünce bunu başarmıştır.Avrupa merkezci sosyalistdevinimlerin yenilgisi aslında gerçek sosyalist mücadelenin zaferidir.Sultangaliyevcilik üzerine kurulan gerçek sosyalist mücadele Ortodoks Marksizmin yenilgisini kendi zaferinin müjdecisi olarak kabul etmektedir.Çünkü Ortodoks Marksizmin proleteryası batıda iktidara gelseydi bile mazlum ulusların kaderinin değişikliği noktasında hiçbir olumlu sonuç doğurmayacağı gibi belki de sözde sosyalizmin yol açtığı yanılsama ile mazlum ulusların sosyalist mücadele istencinide daha doğmadan öldürecekti.Batı proloteryası zaten dünya burjuvazisinin bir uzvu değilmidir?Bu uzvun diğer uzuvları ortadan kaldırması mümkün değildi.Çünkü kendi varlığıda onların varlığına bağlıydı.Dünya burjuvazisinin proleter kanadı olan batı proleteryasının proleter kimliği göreli bir kimlik olup asli özelliği olan sömürgeye ortak olma vasfına giydirilmiş saydam bir kıyafetten başka nedir ki?
Çağdaş insanlığı oluşturan halklar,sayı,toplumsal ve hukuksal açılardan eşit olmayan iki kampa bölünmüş durumdadır.Bu kamplardan birinde insanlığın yalnızca yüzde 20 ile yüzde 30unu oluşturan ve tüm yerküreyi,altında ve üstündeki varolan her türlü ölü ve canlı zenginlikleri ile birlikte ele geçirmiş olan halklar bulunmaktadır.Diğerinde ise,insanlığın beşte dördünü oluşturan ve birinci kampa mensup bulunan halkların,diğer bir değişle efendi halkların ekonomik,siyasal ve kültürel tahakkümü ve köleliği altında inleyen halklar yer almaktadır... diyen Sultangaliyev gerçek çelişkinin fotoğrafını çekerken aynı zamanda gerçek sosyalizmin yükselmesi gereken sosyal zemini de keşfetmiş olmaktadır.bu sosyal zeminin mazlum ve mağdur tarafını oluşturan ulusların arasında Türk halklarının konumunun gerçek sosyalist mücadelenin en yaşamsal noktasını oluşturması dünya devrimine giden yolun Türkçü savaşımdan geçtiğini nesnel bir gerçeklik olarak gözler önine sermektedir.
Peki bu ne demektir?
Türkler/Türk halkları olmadan dünya devrimini gerçekleştirmek mümkün değildir.Çünkü Türk halklarıgerek coğrafi açıdan gerekse batı ile temasta cephe konumunda bulunmaları bakımından ve hatta sahip oldukları doğal zenginlikler nedeniyle batı kapitalizmin beslenme yollarının üzerinde bulunmaktadır.Batının doğuyu sömürmek için kullandığı damarlar Türk topraklarından geçmektedir.Bu damarların kesilmesi için Türkçülük yapmak şarttır.
MİLLİ/ULUSAL KİMLİK
Türkler (Anadolu Türkleri) batı emperyalizmine karşı Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde ilk kurtuluş savaşını vermiş ve bunu utkuya taşımış bir halktır.Bu yönüyle de Türkler doğunun öncüsü bir halktır.Binaenaleyh antiemperyalist savaşın baş öğretmeni Türklerdir.Bu tarihsel nesnel gerçeklik de Türkçülüğün mazlum milletler sosyalizmi için kaçınılmazlığını ilan etmektedir.
Türkçülükle dünya devrimi arasındaki yaşamsal bağın düşünsel yansıması olarak kabul edilmesi gerekli bir diğer noktada Türk halklarının ulusal kimlik ve bilinçten sıyrılarak/soyutlanarak sosyalist devrimci bir mücadeleye kanalize edilemeyeceği konusudur.En basit ifadeyle söylemek gerekirse Türkhalklarına;Bırak ulusal kimliğini,sadece proloter vasfınla devrimci savaşımda öne geç! denilemez.Ama Türklere hiç denilemez.Çünkü Türkler tarihteki rollerinin farkındadırlar.Ve Türkler günümüz dünyasında da kendileri olmadan mazlum halkların batı esaretinden kurtulma imkanlarının olmadığınıda görmektedirler.Bu tezlerimiz kimilerine bencil bir ulusal övünç gibi gelebilir.Oysa bu yaklaşım hem doğru değildir hem de Türklük karşıtlığı zeminine düşerek batı emperyalizmine dolaylı olarak omuz vermekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.Türklersiz bir antiemperyalist savaş mümkün değildir demek,aynı zamanda mazlum doğulu halklar olmadan Türklerin anti emperyalist savaştaki öncü ve önder kimliğimin anlamsızlığınıda içermektedir.Çünkü doğulu mazlum halkların desteği olmadan tek başlarına Türk halklarının batı emperyalizmiyle başa çıkabilmeleri imkansız olmasa bile çok zordur.Zoru başarrak ulaşılacak bir zafer de kalıcı olmama riskiyle karşı karşıyadır.
Bu bağlamda kabul etmek istemeyenlerin yüzüne çarpalım ki,Sultangaliyevin Türkçülüğü ve turancılığı pragmatist bir Türkçülük ve turancılık değildir.Yani Sultangaliyev,Türklerienyernasyonal sosyalist savaşa kanalize etmek ve böylece onların militarist,ekonomik,stratejik ve hatta historik konumlarından yararlanmak için konjektürel yada içtenlikten yoksun ve tümüyle faydacı bir sözde Türkçülüğün öznesi yahut kuramcısı değildir.
Değildir çünkü;Türkleri/Türk halklarını birleştirme uğraşısı sadece insan yığınlarını bir noktaya doğru yönlendirme ve onların oluşturacağı sinerjiyi enternasyonalist savaşta kullanma kolaycılığıyla hareket etmemiştir.O,Türkleri yığınsal olarak bir araya getirme uğraşısnın ötesinde kültürel bir birlik içinde çalışmıştır.Bütün Türk halklarının birbirleri içinde erimeleri/asimile olmaları ve böylece tek bir ULUSAL TÜRK KİMLİĞİ oluşturmaları gerektiğini savunmuştur.
DİLDE,İŞTE VE FİKİRDE BİRLİK
Gaspıralıdan aldığı;dilde,işte ve fikirde birlikideali Sultangaliyevin kültürel Türkçülüğünün omurgasını oluşturmaktadır.Sağcıların aksine bütün Türk ve Müslüman kökenli sovyet halklarının tek bir devlet çatısı altında birleşmelerini istemesi ve bu devlete Turan Federal Sosyalist Devleti adını vermesi Türk Birlikçi/Turancı vasfını somutlaştırdığı bir söylemdir.Türk halklarının/kabileci liderler tarafından kültürel ve dilsel farkılıklar sebep gösterilerek parçalanmaya mahkum edildiği bir siyasal ortamda sosyalizm fikri ile Türk orijinli olma ortak paydasını birlik için yeterli gören Sultangaliyev,günümüz sözde turancıları tarafından halen zımni olarak Turancılığı eksik ya da sakat yahut sosyalizm bağlamında pragmatist ve konjektürel addedilmek istenmektedir.Ne hazindir ki bu tavrı kimi sözde sosyalistlerde de gözlemlemekteyiz Bu sözde sosyalistler hatta sözde Sultangaliyevciler,Sultangaliyevin Turancılığınıve Türkçülüğünü konjektürellik ve muvakkatlıkla gölgelemeye çalışmakta;Türkçülük ve Turancılıktan soyutlanmış yapay,ucube ve hatta çirkin bir Sultangaliyevcilik üretme/türetme çabasını büyük bir pişkinlikle sergileyebilmektedirler.
Oysa gerçekler ortadadır.Hiç bir çarpıtma girişimi Sultangaliyevin Türkçü ve Turancı vasfını gölgeleyemez
Gerçekleri anımsatalım:
Sultangaliyev Türçüdür;sosyalizme yönelişini milletine duyduğu büyük sevgiye bağlayacak kadar Türkçüdür.Onun gibi yüzıllardır Rus egemenliği ve sömürüsü altında yaşayan bir halkın evladının Türkçü olmaması mümkün müdür?Rus sömürüsüne karşı Türk/Tatar ulusçuluğuna ve Rus egemenliğine karşı da mensubu bulunduğu halkın onlarla eşit hale gelebilmesi için sosyalizme yönelmesi göstermektedir ki içinde bulunduğu özgün koşullar onun dünya tarihinin en büyük düşün ve eylem adamlarından biri olarak doğmasındaki doğal koşullardır.Yani Sultangaliyevin ulusçuluğu ve sosyalistliği tümüyle zorunlu/doğal bir sonuçtur.Buna karşın onun ulusçuluğunu önemsiz yada tali bir unsur olarak görmek historik ve sosyolojik gerçekleri görme yetkisi noktasında sahip olunan zaafiyeten başka ne olabilir ki?
KIZIL ELMA-TÜRK BİRLİĞİNE DOĞRU!
Türk halklarının birbirleri içinde eriyip tek bir ulusal kimliğe sahip olmaları gerektiğini aksi halde Kuzey Türklüğünün Ruslaşacağını,doğudakilerin Çinlileşeceğini, güneydekilerin Farslaşacağını söyleyerek kültürel birliği zorunlu kılan yaşamsal nedeni de açıklamaktadır.
Sultangaliyev Turancıdır; SSCB çatısı altında Türk ve Müslüman kökenli halkarın tek bir federal devlet kurmaları gerektiğini ve bu devletin Turan adını taşıması lazım geldiğini savunacak kadar Turancıdır. Sadece SSCBdeki Türklerin değil Çin ve İrandaki Türklerin de siyasal bir birlik etrafında birleşmelerinin engellenemez ve kaçınılmaz olduğunu belirterek aslında ne denli ‘militan bir Turancı olduğunu da görmektedir.
Aslında Sultangaliye, o denli büyük bir düşün adamıdır ki herkes bir fili tarif eder gibi kendince önemli addettiği bir yönünü ele alarak onu tamamlamaya çalışmaktadır. Yada sadece görebildiği, anlayabildiği kadarıyla onu tanımaya çalışmaktadır. Ancak şurası kesin ki onu tanımlarken kimi çevreler bilerek ve isteyerek onun Türkçü, Turancı vasfını gizleme gayreti göstermektedir. Yada onun bu kimliğini gizleyebilmenin imkansızlığını gören bazıları ise onu karşı devrimci, faşist, ırkçı milliyetçi tanımlamalarıyla sözüm ona gözden düşürmeye çalışmaktadır.
Sultangaliyev; ezen – ezilen ayrımı ile ve sömürgeler enternasyonali teziyle özgün bir sosyalist önder olduğu kadar hamasi içeriğe hapsedilmiş ve aslında bu nedenle sağlam bir zemine oturtulamayan ulusçuluğu gerçek anlamda bilimsel bir karaktere kavuşturmuş kurumcu ve kılgıcı bir ulusçudur.
Türkiyede Sultangaliyev hakkında yazan, konuşan pek çok kimse onu Türkçü ve Turancı kimliğini inkar etmeye cesaret edememiştir. Ancak inkarın olamaması ihtimalin yada karartmanın yahut gölgelemenin de olmadığı anlamına gelmiyor. Bu yönde bir çaba içerisinde olanlara doğrudan doğruya Sultangaliyevin kendi sözlerinden ve uygulamalarından kanıtlar sunmak elbette ki şarttır. Nitekim biz söz konusu sözlerinden ve uygulamalarından kesinkes anlamaktayız ki Sultangaliyev tarihin en büyük, gerçekçi ve en bilimsel Türkçüsü ve Turancısıdır. Ancak bununla birlikte Sultangaliyevin düşün dünyasında nasıl algılandığını göstermek açısından onun hakkında yazılanları da ele almak yada en azından birkaç örnek sunma ihtiyacı açıktır.
Sultangaliyev in Türkçü, Turancı ve sosyalist kimliğini bir bütün halinde ortaya koyan Doğan AVCIOĞLU onu şu sözlerle tanıtmaktadır : - Stalin tarafından öldürülen SULTANGALİYEV, Avrupa daki sosyalist ihtilalin dahi, mazlum milletlerin durumunu değiştiremeyeceği düşüncesiyle, Üçüncü Enternasyonal den bağımsız bir koloniyal komünist enternasyonal kurmayı tasarlamıştır. Bu enternasyonal, sanayileşmiş ülkelere karşı proleter milletlerin çıkarlarını savunacaktır. Bu mazlum milletler gruplaşmasının ilk aşaması, büyük bir Milli Türk Devleti, Turan olacaktır. Milli Türk Devleti Turan ve koloniyal enternasyonal, Müslüman bir sosyalist ve işçi partisi tarafından yönetilecektir. Parti, başta köylü sınıfı, proleterya ve küçük burjuvaziden ibaret Müslüman kütleleri temsil edecektir.
Yine Nurer UĞURLU büyük düşünür ve eylem adamının düşünsel kimliğini bilimsel haysiyet gereği gerçeğin kendisine sadık kalarak şu şekilde ortaya koymaktadır:
-Orta Asya daki Müslüman Türkler arasında,1917 Ekim Devrimi nde ve komünizm tarihinde düşünce ve görüşleriyle ön sıralarda yer alan ve daha sonra bu görüşleri – Galiyevizm- olarak şekillenen, günümüzde Sovyetler Birliği Doğu Halkları arasında adı sıkça geçen Sultangaliyev in geçmişinin Türk okurlarınca bilinmesinde sayılamayacak kadar yarar vardır.-
Türk düşünce yaşamının büyük kişiliklerinden Cemil MERİÇ ise Sultangaliyev in Türkçü, Turancı ve sosyalist kimliğini görmek istemeyen gözlere projektör tutarak ifade etmektedir:
-Sultangaliyev adlı bir Tatar komünisti, bu düşünceleri daha sonra dile getirecektir. İslamiyet bir sınıf dini değildir, sınıfları ortadan kaldırdığı için komünizmle uyuşabilir. Rusya da mazlum milletler birleşmelidir: TURAN. Bağımsız ve haysiyetli bir İSLAM TÜRK KOMÜNİST CUMHURİYETİ NİN kurulması lazımdır. Galiyev 1923 te tüm Türk arkadaşları ve ailesiyle birlikte tasfiye edilir. Eserleri de öyle-
Sultangaliyevci düşünce Türkiye de ve Türk dünyasında ulusalcı, toplumcu devinimlerin güç ve esin kaynağı olarak güçlendikçe bu düşünceyi özgün kimliğinden saptırma amaçlı çabalara da tanık olmak elbetteki kaçınılmazdır. Bu çabaların bir yönünü de Sultangaliyevci düşünceyi Atatürkçü / Kemalist Devinime muhalif yada alternatif gibi gösterme uğraşısı oluşturmaktadır. Oysa Sultangaliyevizm ile Kemalizm birbirinin muhalifi yahut alternatifi olmak bir yana antiemperyalizm bağlamında öz itibariyle biri diğerinin mütemmimi olan örtüşük düşüncelerdir. .Bu husus ayrı bir çalışma konusu olduğundan burada bu kadarıyla yetinelim ve sözlerimizi büyük devrimci, önder, kuramcı, kılgıcı ve öğretmen Mirseyit Sultangaliyev in Türkiye üzerine söylediği şu sözlerle sonlandıralım: -Bu Ülkede olup bitenler, çilekeş Türk Ulusu nun en azılı düşmanlarınca dahi yakından bilinmektedir. Bu Ülkede yeni baştan sağlıklı bir Ulusal canlanma başlamaktadır. Bu sürece inanmayanlar veya kuşku ile bakanlar, sonuçlarını kendi içlerinde denemiş oldular. Türkiye nin ulusal kalkınmasına gönül vermiş olan Türk işçi ve köylülerinin, ilerici Türk aydınlarının süngüleri, gereken kişilere gereken derslerini vererek nasıl düşünmek gerektiğini öğrettiler.
Eğer 400 yıl önce Rus Çarları, Kazan ı, Kuzey Türklüğünün bu kalesini düşürmeyi ve yalnız Tatar savaşçılarının üzerinden geçerek Doğu ya ilerlemeyi başarmışlarsa, bugün içinde Batı Avrupalı emperyalistler yine Doğuya doğru kendilerine yol açabilmek için Güney Türklerini-Osmanlıları yenmek zorundalar.
Batılı Halkların doğuya yayılmaları öncesinde, Türkiye, onların çılgınca saldırılarına maruz kalmadı mı? Batılı halklar, Asya ve Afrika daki durumu gerçek anlamda kontrol altına almak için Türk-Osmanlı savaşlarının cesetleri üzerinden geçmek zorundalar.
Kazan ın Rus saldırıları karşısında düşüşü de bir gün içerisinde gerçekleşmiş değildir. Ruslar buraya onlarca kez saldırdılar. Tataristan ın işgaline kadar, dönemin iki kuzeyli devi; Moskova ile Kazan arasındaki mücadele, on yıllar boyunca sürüp gitti. Bu zaferi sağlama almak, galip taraf için pek kolay olmadı. Yenilenler ile yenenler arasında acımasız katliamlar ve kıyımlarla dolu bir gerilla savaşı, on yıllarca devam etti. Bundan sonra, yenilenlerin azimleri kırıldı.
Türkleriş zayıflatmak: Balkanlar ı, Mısır ı, Arabistan ı, Mezopotamya yı Türklerin ellerinden almak için mücadele vermek zorunda kaldı. Avrupalı hükümdarlara Türkiye yi sindirmek nasip olmadı. Olmayacaktır da…
Türkiye yaşıyor ve yaşayacaktır.
Türkiye yalnızca kendisi yaşamakla yetinmeyecek ve Avrupa tarafından zorla kopartılmış olan kendi eski parçalarına ve geri kalan tüm Orta Doğu ya da hayat verecektir.
BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU............!
KÖKTÜRKLER
01.07.2007
TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN AVRUPALI FAŞİSTLERE SAVAŞ DAVETİ!
TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN AVRUPALI FAŞİSTLERE SAVAŞ DAVETİ !
Ey Benito Musolini! Ey gayet yüce,
İtalyanlar başvekili faşist Duçe!
İşittim ki yelkenleri edip de fora
Gelecekmiş orduların yeşil Bosfor a.
Buyursunlar … Bizim için savaş düğündür;
Açlar nasıl bir istekle koşarsa aşa
Türk eri de öyle gider savaşa.
Hem karadan, hem denizden ordular indir!
Çarpışalım, en doğru söz süngülerindir.
Kalem, fırça, mermer nedir? Birer oyuncak!
Şaheserler süngülerle yazılır ancak!
Çağrı beğ le Tuğrul beğ in kurduğu devlet
İtalyalı siz melezlerden üstündür elbet;
Bizim eski uşakları al da yanına
Balkanlardan doğru yürü er meydanına;
Çelik zırhlı kartalları göklere saldır…
Fakat zafer sizin için söz ve masaldır…
Dirilerek başınıza geçse de Sezar
Yine olur Anadolu size bir mezar.
Belki fazla bel bağladın şimal komşuna,
Biz güleriz Cermenliğin kuduruşuna.
Tanıyoruz Atila dan beri Cermeni.
Farklı mıdır Prusyalı yahut Ermeni?
Senin dostun Cermanyaya biz Nemse deriz,
Bir gün yine Beç/Viyana önünde düğün ederiz.
*********
Söyle, Kara gömlekli faşistler etmesin keder;
Ölüm-dirim savaşımız bir gün mukadder!
Gerçi bugün eskisinden daha çok diksin;
Fakat yine biz Osmanlı sen Venediksin.
Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,
Hayal bütün insanlarda olan bir haldir.
Bu hayaller zamanları hızla aşmalı.
Göktürklerle Romalılar karşılaşmalı!
Görmüyorsan gönlümüzün içini, körsün!
Kılıçlarımız kınlarından çıkmaya görsün!
*********
Top sesleri, bomba sesi bize saz gelir;
Sizin insanlarınız bizimkilere çok az gelir.
Kayalara çarpmalıdır korkunç türküler!
Dalmalıdır gövdelere çelik süngüler!
Sert dipçikler ezmelidir nice başları!
Ecel kuşu ayırmalı arkadaşları!
En yiğitler serilmeli en önce yere!
Kızıl kanlar yerde taşıp olmalı dere!
Ülkü denen nazlı gelin erde şan ister!
Büyük devlet kurmak için büyük kan ister.
Damarında var mı senin öyle bol kanın
Türk ün kanı bir eşidir lavlı volkanın!
Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,
Kurulacak yeni Roma boş bir hayaldir,
Karşısında olmasaydı şanlı -Türk budun-
Belki gerçek olacaktı bir gün umudun.
İnsan oğlu ümitlerle dolup taşmalı,
Aryanlarla Turanlılar karşılaşmalı.
*********
Tabiatın yürüyüşü belki yavaştır;
Hız verecek biricik şey ona savaştır!
Keskin olur likörlerden ayranla kımız,
Karnera yı yere serer Tekirdağlı mız.
Yurdumuzun çok tarafı olsa da kuru
Makarnadan kuvvetlidir yine bulguru…
Biz güleriz Façyoların felsefesine,
Dayanır mı kırkı bir tek Türk efesine?
Bizim yanık füzuli miz engin bir deniz!
Karşısında bir göl kalır sizin dante niz!
Bizler ulu bir çınarız, sizler sarmaşık!
Generaller hiçbirzaman Paşalarla atamaz aşık!...
***********
Ey İtalyan faşist başvekili! Ey Mussolini!
İki ırkın kabarmalı asırlık kini…
Hesabını göreceğiz elbette yarın
Yedi yüzlü, yedi dilli İtalyanların!
Soyunuzu hiçe saydı Hazreti Fatih.
Biraz daha yaşasaydı Hazreti Fatih
Ne Venedik kalacaktı, ne de Floransa…
Hoş geldiniz diyecekti bize Fransa!
Haydi, hamle kafirindir… İlk önce sen gel
Ecel ile zaman bize olmadan engel!
Burada tanklar yürümezse etme çok tasa;
Süngülerle çarpışmadır savaşta yasa.
Olma öyle sinsi çakal, yahut engerek!
Bozkurt gibi, kartal gibi döğüşmek gerek!
Kılıç Arslan öldü sanma yaşıyor bizde!
Atila nın ateşi var içerimizde!
*********
Kanije nin gazileri daha dipdiri!
Sınırdadır Pilevne nin kırk bin askeri!
Edirne de Şükrü Paşa bekliyor nöbet!
Dumlupınar denen şeyi bilirsin elbet!
Şehitlerden elli milyon bekçisi olan
Aşılmaz bir kayanır bu ebedi Türk Vatan!
1940-TÜRK ÖNDER ATALARIMIZDAN NİHAL ADSIZ
BÜYÜK TÜRKÇÜ ATAMIZ H.N.ADSIZ
BÜYÜK TÜRKÇÜ ATAMIZ ADSIZ!
Büyük Türkçü Atalarımızdan ve Önderlerimizden olan Hüseyin Nihâl Atsız, 12 Ocak 1905 tarihinde İstanbulda doğmuştur.
Atsız Atanın babası, Gümüşhanenin Torul kazasının Midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Makine Önyüzbaşısı Hüseyin Efendi nin oğlu Deniz Güverte Binbaşısı Mehmed Nail Bey, annesi Trabzonun Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Beyin kızı Fatma Zehre Hanımdır.
Atsız Atanın ailesi, Gümüşhanenin Torul kazasının Midi köyünde Çiftçioğulları adı ile bilinmektedir.
Çiftçioğulları ailesinin tespit edilebilen soyu itibarıyla Kafkasyadan yöreye göçen Ahıska Türklerinden olan ve 19. asrın başlarında, yaşayan Ahmed Ağadır. Ahmed Ağanın İsmail; Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur. İsmail Ağanın çocukları Midi köyünden Yozgatın Akdağ Madeni kazasının Tekyegüneyi köyüne, Süleyman Ağanın çocukları ise Yozgatın Akdağ Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir.
Ahmed Ağanın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832-1894) ise 1850-1852 sıralarında Deniz eri olarak İstanbula gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Osmanlı Donanmasında kalmış ve Makine Onyüzbaşılığına kadar terfi etmiştir.
Hüseyin Ağanın eşi Emine Hayriye Hanımdır. Bunların İki çocukları olmuştur. Nevber Hanım ile Mehmed Nail Bey (1877-1944). Mehmed Nail Bey de Osmanlı Donanmasına girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığından emekli olmuştur.
Mehmed Nail Beyin ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım (1884-1930)dır. Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı (Bahriye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfîka Hanımın kızıdır. Osman Fevzi Bey, Trabzonlu olup ailesi Kadıoğulları olarak tanınmaktadırlar.
Mehmed Nail Beyin ilk eşinden üç çocuğu olmuştur. 12 Ocak 1905te Hüseyin Nihâl (Atsız), 1 Mayıs 1910da Ahmet Necdet (Sançar) (ölümü 22 Şubat 1975) ve Aralık 1912de Fatma Nezihe (Çiftçioğlu).
Hüseyin Nihâl Atsız, ilk ve orta öğrenimini Kadıköydeki Fransız ve Alman okullarında (1911), babası Mehmed Nail Beyin Kızıldenizdeki görevinden ötürü Süveyşte bir Fransız İlkokulunda bir kaç ay. (1911), Kasımpaşadaki Cezayirli Gazi Hasan Paşa İlk Mektebi, Haydarpaşadaki Hususi Osmanlı İttihâd ilk Mektebi, Kadıköy Lisesi ve istanbul Lisesinde yapmıştır.
İlkokula altı yaşında, Kadıköydeki Fransız okulunda, Latin harfli öğretim ile, başlayan Atsıza göre bu okulda dersten çok oyun ve şarkı vardı. Buna rağmen, dil bilmeyip derdini anlatamaması yüzünden bu okulda çok sıkılmakta idi. Bir gün, teneffüs sırasında, kendisinden üç-dört yaş büyük bir Rum çocuğu, Atsızın kafasını duvara vurmuş ve Atsızın yarılan kafasından kanlar akması üzerine de, bağıra çağıra suçunu İstavri adlı bir başka Rum çocuğunun üzerine atmış, bunun üzerine İstavri, derste iki dizi üzerine çöktürülüp, dizlerinin altına da, daha çok acı çeksin diye, bir cetvel konarak, ders sonuna kadar cezalandırılmıştır. Bu haksızlık küçük Atsızın çocuk ruhunda fırtınalar yaratmış ve Atsız şu okul yansa da kurtulsam diye içinden bedduada bulunmuştur. Bir müddet sonra bir gece, tesadüfen çıkan bir yangında Fransız Mektebi yanınca küçük Atsız istemediği bu okuldan kurtulmuş, fakat bu sefer de yabancı bir dille öğretim yapan başka bir okul olan Alman Mektebine verilmiştir. Bir müddet sonra, Kızıldenizde bulunan Malatya gambotunun süvarisi olan babası Mehmed Nail Beyin yanına giden Atsız, Türk-İtalyan savaşının çıkması üzerine Mehmed Nail Beyin Osmanlı Bahriye Nezaretinden Süveyşe sığınması emrini alması ile, Süveyşte bir Fransız İlkokuluna devam etmiştir.Burada yani çocukluğunda Süveyş sokaklarında İtalyan çocukları ile dövüşmesi, Atsızın milliyetçi mücadelesinin ilk örneklerindendir.
Babasının İstanbula dönme emrini alması ile İstanbula gelen Atsız, Kasımpaşadaki Cezayirli Gâzî Hasan Paşa mektebine kaydolmuştur.Ailesinin Kasımpaşadan Kadıköye taşınması ile hususi Osmanlı İttihâd Mektebinde öğrenimine devam eden Atsız, babasının Onyüz-başı olarak Birinci Dünya Savaşına gitmesi yüzünden Hususi Osmanlı İttihâd Mektebinden ,Kadıköy Sultanîsinin ortaokul kısmında öğrenimine devam etmiştir. Buradan da İstanbul Lisesune geçen Atsız, 1922 tarihinde Lise öğrenimini tamamlamıştır.
1922 yılında imtihanla Askerî Tıbbiyeye girmiştir. O yıllarda tıbbiyede Bolşeviklik,siyonistlik ve birtakım azınlık milliyetçiliği güden öğrenciler vardı. Bu öğrenciler ile Türk öğrenciler arasında sık sık tartışmalar olur, bu tartışmalar arasıra da yumruk kavgasına dönerdi. Bu kavgalara Atsız da katılırdı. Bu yüzden bir çok defa disiplin ve hapis cezası almıştır. Ziya Gökalpin cenaze töreninin yapıldığı günün akşamı, Türk öğrenciler ile diğer öğrenciler arasında çıkan bir kavga sonucunda, Atsıza gayet ağır bir ceza verilmiştir. Bu ceza, öğrenciliği sırasında işleyeceği herhangi bir suç neticesinde Atsızin Askerî Tıbbiyeden çıkarılacağıdır.
Atsız ,Askerî Tıbbiyenin 3. sınıfında iken, aralarında birtakım meseleler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesud Süreyya Efendi adlı bir Teğmenin kasdi bir şekilde ve lüzumsuz bir yerde istediği selâmı vermediği suçlaması ile, 4 Mart 1925 tarihinde Askeri Tıbbiyeden çıkarılmıştır.
Bu Olaydan sonra üç ay kadar Kabataş Lisesinde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yollarının Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak vazife görmüş ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında bir kaç sefer yapmıştır.
1926 yılında İstanbul Darülfünûnun Edebiyat Fakültesinin Edebiyat Bölümüne ve İstanbul Dârülfünûnunun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebine kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil isteği kabul edilmeyen Atsız askerliğini 9 ay olarak (28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927) İstanbul da Taşkışlada 5. piyade alayında er olarak yapmıştır.
Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı Anadoluda Türklere ait yer isimleri adlı makalenin Türkiyat Mecmuasının ikinci cildinde yayınlanması ile hocası olan M. Fuad Köprülünün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmînin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmış (Divan-ı Türki-i Basit, gramer ve lügati, 1930, 111 s. Türkiyat Enstitüsü Mezuniyet Tezi, no 82) ve aynı yıl Edebiyat Fakültesinden mezun olmuştur. Atsızın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay, Pertev Nailî Boratav, Nihad Sami Banarlı gibi isimleri sayabiliriz.
Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, Maarif Vekâleti nezdinde Atsız için bir istekte bulunarak, Yüksek Öğretmen Okulunu öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve Atsızı kendisine asistan olarak almıştır (25 Ocak 1931).
Atsız, 15 Mayıs 1931den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua (17 sayı)yı çıkarmaya başladı. M. Fuad Köprülü, Zeki V. Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de dahil bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu Türkçü ve Köy reformu yanlısı dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, adetâ Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur. Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını (H. Nihâl) imzası ile, hikâyelerini de (Y.D.) imzası ile, bu dergide yayınlamaya başlamıştır.
1931 yılında Darülfünunun felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiş, 1935 ise geçimsizlik nedeniyle yılında ayrılmıştır. 1932 Temmuzunda Ankarada toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Prof. Dr. Zeki Velidi Togana Dr. Reşid Galibin yaptığı haksız hücum üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye (Atsız) ile Pertev Nailî Boratavın da bulunduğu 8 arkadaşı ile, Dr. Reşid Galibe Zeki Velîdînin talebesi olmakla iftihar ederiz diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de ülkede oldukça dikkati çekerek mimlenmiştir.
19 Eylül 1932de Dr. Reşid Galib, Maarif Vekili olmuş ve kısa bir müddet sonra da Prof. M. Fuad Köprülünün dekanlıktan ayrılması üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanlığına vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asaleten tâyin edilmiştir. Atsızı üniversiteden uzaklaştırmak için fırsat arayan Reşid Galib, Atsızın, Atsız Mecmuanın 17. sayısındaki Darülfünunun kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi adlı makalesi ile bu fırsatı yakalamış ve bu yazıyı kendi çıkarına kullanan Edebiyat Fakültesi Dekanı, Atsızın üniversitedeki asistanlığına son vermiştir (13 Mart 1933). Üniversiteden çıkarılmasından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesinin Dekanını Tokatlıyandaki bir çayda yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Atsıza bu hadise için hiç bir şekilde tepki gösterilmemiştir.
Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız (Mart 1933), Malatya Ortaokuluna Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir. Malatyada kısa bir müddet (8 Nisan 1933 - 31 Temmuz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir. Atsızın Edirnedeki edebiyat öğretmenliği de 3-4 ay kadar kısa bir müddet devam etmiştir. (11 Eylül 1933-28 Aralık 1933). Edirnede iken Atsız Mecmuanın devamı mahiyetindeki Aylık Türkçü dergi olan Orhun (5 Kasım 1933 - 16 Temmuz 1934, sayı l-9)u yayınlayan Atsız, Orhun da Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarının yanlışlarını ağır bir şekilde eleştirdiği için vekâlet emrine alınmış, (28 Aralık 1933), 9. sayısında da Orhun Dergisi Bakanlar Kurulu kararı ile, kapatılmıştır.
9 ay vekâlet emrinde kalan Atsız, Kasımpaşadaki Deniz Gedikli Hazırlama Okuluna Türkçe öğretmeni olarak tayin olunmuştur (9 Eylül 1934. 27 Şubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan Bedriye Hanım (Atsız) ile evlenen Atsızın bu evlilikten 4 Kasım 1939 tarihinde Yağmur ve 14 Temmuz 1946 tarihinde de Buğra adlı iki oğlu olmuştur.
Atsız Bey ikinci eşi Bedriye Atsızdan da Mart 1975 tarihinde ayrılmıştır. Atsız Bey, Kasımpaşadaki Deniz Gedikli Hazırlama Okulunda Türkçe öğretmeni olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1 Temmuz 1938 tarihinde bu görevinden de çeşitli bahanelerle ihraç edilmiştir. Bunun üzerine, Özel Yüce-Ülkü Lisesine geçen ve burada 1937 yılından 1939 yılının Haziranının sonuna kadar edebiyat öğretmenliği yapan Atsız, 19 Mayıs 1939 - 7 Nisan 1944 tarihleri arasında yine özel bir lise olan Boğaziçi Lisesinde edebiyat öğretmenliğinde bulunmuştur.
Atsız, Boğaziçi Lisesinin Türkçe öğretmeni iken Orhun (1 Ekim 1943 - 1 Nisan 1944, sayı 10-16, 7 sayı)u yeniden yayınlanmaya başlamıştır.II. Dünya Savaşı sıralarında Stalinin Sosyal-Faşist tavırlarından güç alan yerli komünistler faaliyetlerini ve saldırganlıklarını oldukça artırdıkları hâlde, resmî makamlar bu aşırı hareketlere karşı tedbir almak yerine, Sovyetleri kızdırmamak uğruna zavallı bir durumda seyirci kalmaktaydılar.
Bu duruma içerleyen Atsız, ilgilileri uyarmak için Orhunun Mart 1944te yayımlanan 15. sayısında, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğluna hitaben bir açık mektup yayınlamıştır. Bu açık mektupta, Marksist-Stalinistlerin artan faaliyetleri belirtilmekte idi. Orhun kapatılmadığı takdirde bir sonraki sayısında bu aşırı faaliyetlerin belgeleri ile birlikte örneklerini vereceğini bildiren Atsız, Orhun un kapatılmaması üzerine Nisan 1944 te yayımlanan 16. sayıda, Giritli Ahmed Cevad Emre, Pertev Nailî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antelin Marksist-Stalinist faaliyetlerini açıklayarak devrin Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yüceli istifaya çağırmıştır. Bu ikinci açık mektup, yurt içinde büyük bir millî heyecana sebep olmuş, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir çok şehirde, komünizm-Stalinizm aleyhinde gösteriler yapılmaya başlanmıştır. Bu arada Atsıza yurdun her köşesinden mektupların, telgrafların gelmesi ,Ankaradaki yetkilileri tedirgin etmekte idi. Millî Eğitim camiasındaki Stalin hayranları sebebi ile kendi partisinin mensupları tarafından dahi sorguya çekilmeye başlanan Hasan Ali Yücel, ilk iş olarak Atsızin Boğaziçi Lisesi ndeki edebiyat öğretmenliğine son vermiştir (7 Nisan 1944). Orhun dergisi ise Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatılmış, Sabahattin Ali de kışkırtılarak Atsız aleyhine hakaret davası açmaya zorlanmıştır.
Atsız, aleyhine dava açılınca ,kendisi de trenle Ankaraya gitmiş ve Türkçü gençler tarafından Garda karşılanarak, bir otelde misafir edilmiştir.
Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumuoldukça olaylı ve renkli geçmiştir. Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencisi alınmamış, bu yüzden de devrin halk partisi iktidarını şaşırtan büyük öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır.Sabahattin Ali - Nihâl Atsız davası olmaktan ziyade Komünistliğe-Stalinizme karşı Türkçülük davası halini alan bu davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Aliye vatan haini dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsızın cezası hâkim tarafından millî tahrik gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve bu 4 aylık ceza da hemen tecil edilmiştir.
Atsız, cezasının tecil edilmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken nedensiz ve haksız yere tutuklanmıştır. 19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde suçlayan söylemde bulunmuş,ve bunun üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 numaralı sıkıyönetim mahkemesinde dayanaksız olarak yargılanmaya başlamıştır. Atsız la birlikte,üniversite profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üniversite öğrencileri bulunan sanıklar, sorguya çekme adı ile ilk önce çeşitli işkencelere maruz kaldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlanmıştır. Irkçılık-Turancılık davası adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum olarak devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız 6,5 seneye mahkûm olmuştur.
Atsız bu kararı temyiz etmiş ve Askerî Yargıtay ise 1. numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinin kararını esasından bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir.
5 Ağustos 1946 tarihinde 2 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde tutuksuz olarak başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası (Bu dava Prof. Kenan Öner - Hasan Ali Yücel davası adı ile tanınmıştır), 31 Mart 1947 tarihinde sonuçlanmış ve 29 oturum devam eden mahkeme bütün sanıkların beraatine karar vermiştir.
Görüldüğü gibi Atsız Ataya tüm saldırılar Türkçülükten rahatsızlık duyan tüm zamanın kripto dönmeleri tarafından yapılmıştır.Nisan 1947den Temmuz 1949a kadar kendisine iş verilmeyen Atsız, Ekim 1.945 - Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır. Bir müddet Türkiye Yayınevinde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir adlı kitabını da Sururi Ermete adlı bir kişinin adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır.
Atsızın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, Millî Eğitim Bakanı olunca Atsızı 25 Temmuz 1949da Süleymaniye Kütüphanesine uzman olarak tayin etmiştir. Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, 21 Eylül 1950 de ise Haydarpaşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliğine tayin olmuştur.
4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesinde vermiş olduğu Türkiyenin Kurtuluşu konulu bir konferans üzerine,Kripto Dönmelerin elindeki Cumhuriyet Gazetesi hemen Atsızın aleyhine yalan yayın yapmış, hakkında Bakanlık tarafından tahkikat açılan Atsızın konuşmasının bilimsel olduğu kanaatine varılmış, fakat Atsız Haydarpaşa Lisesindeki edebiyat öğretmenliği görevinden muvakkat kaydı ile alınarak (13 Mayıs 1952) yine Süleymaniye Kütüphanesindeki görevine tayin edilmiştir.
31 Mayıs 1952 tarihinden emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphanesinde çalışan Atsızın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphanedeki memuriyet olmuştur.
1965 yılından başlayarak Doğu ve Güney-Doğu bölgelerinde baş gösteren yıkıcılık ve bölücülük hareketleri hakkında, Atsız, (Devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunayın Gaziantepe giderken bir işçinin idareciler Araplara toprak veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar sözlerine karşılık Cumhurbaşkanı Sunayın Türk topraklarında yaşayan herkes Türktür demesi üzerine) Ötükenin Nisan 1967de yayınlanan 40. sayısından itibaren Konuşmalar, I (Sayı 40), Konuşmalar II (Sayı 41) ve Konuşmalar, III (Sayı 43), Bağımsız keko Devleti Propagandası (Sayı 43), Doğu mitinglerinde perde arkası (Sayı 47), Satılmışlar - Moskof uşakları (Sayı 48) adlı seri makalelerinde bölücü Marksistlerin, Doğu bölgelerimizde yaptıkları gizli çalışmaları açıklamış ve bu makaleler hakkında savcılıkça tahkikat açılmıştır. Savcılığın yaptığı ilk tahkikatta Atsıza hiç bir suç kondurulamamıştır. Ancak bu yazılar üzerine, Ankaradaki kripto Dönmeler ve bölücü kuruluşlar tarafından Atsız aleyhine hazırlanmış ayrılıkçılığı ilan eden bildiriler sokaklarda dağıtılmış ve aynı günlerde Adalet Partisinin bir Diyarbakır Senatörü, Senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır. Bu sistemli girişimler sonucunda, Hasan Dinçerin Adalet Bakanı olduğu sıralarda, Bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilân edilmiştir. Sıkıyönetim mahkemelerinde Türk milletinin ve vatanının birliğine ve bölünmezliğine karşı çıkan yıkıcılar, bölücüler, komünistler ve anarşistler muhakeme edilirken, sivil mahkemelerde ise aynı hususlara daha 4-5 yıl önce dikkati çeken Atsız muhakeme edilmiştir. Uzun duruşmalardan sonra mahkeme Ötükenin sahibi Atsızı ve sorumlusu Mustafa Kayabeki 15er ay hapse mahkûm etmiştir. Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1lik ekseriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuş, fakat aynı mahkeme 2-1lik kararda ısrar edince Yargıtay hükmü tasdik etmiştir. Atsız ve Mustafa Kayabek kararın düzeltilmesi isteğinde bulunmuşlar fakat bu istekleri mahkemece kabul edilmemiş ve böylece mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir.
Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Nümûne Hastahânesı ne yatan Atsıza, Haydarpaşa Nümûne Hastahânesi tarafından Cezaevine konulamayacağı kaydı bulunan rapor verilmiş, fakat 4 aylık bir rapor Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiş ve reviri olan cezaevinde kalabilir şeklinde değiştirilmiştir. Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsızı evinden
erzurumlu25- .::Tengri::.
-
Yaş : 45
Cinsiyet :
Nerden : Erzurum
Lakap : Vatan delisi
Doğum Tarihi : 22/04/79
İletiler: : 757
Üyelik Tarihi : 29/12/09
Similar topics
» TÜRKÇÜ GENÇLERE
» Diyarbakır’ın Başıboş Kalan Köpekleri! / MUSTAFA ÖNDER
» Baba-Oğul Yetmedi Kızı Başladı (MUSTAFA ÖNDER)
» TÜRKÇÜ KİMDİR?
» TURAN ÜLKÜMÜZ
» Diyarbakır’ın Başıboş Kalan Köpekleri! / MUSTAFA ÖNDER
» Baba-Oğul Yetmedi Kızı Başladı (MUSTAFA ÖNDER)
» TÜRKÇÜ KİMDİR?
» TURAN ÜLKÜMÜZ
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz