¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Biz Çaldıran'da sadece bir figürandık

Aşağa gitmek

Biz Çaldıran'da sadece bir figürandık  Empty Biz Çaldıran'da sadece bir figürandık

Mesaj tarafından erzurumlu25 Paz 16 Haz. 2013 - 14:37

İstanbul'a yapılması planlanan üçüncü Boğaz Köprüsü'ne Yavuz Sultan Selim isminin verilecek olması etrafındaki değerlendirmeler ve tepkiler halen devam etmektedir. Aynı konuya MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de müdahil oldu. Sayın Bahçeli, önceki gün Yalova'nın Termal ilçesinde düzenlenen programda yapmış olduğu değerlendirmede şöyle demiştir:

“...İstanbul’da yapılacak 3’üncü köprüye elleri öpülesi hükümdarımız Yavuz Sultan Selim’in isminin verilmesi bitmek bilmeyen tartışma ve anlaşmazlıklara bir halka daha eklemiştir...AKP zihniyeti, büyük hükümdarımızın ismini köprüye vererek yeni bir gerilime neden olmuştur. Bu siyaset kafasının ardında çok tehlikeli bir hedef ve anlayış bulunmaktadır. Ama ne olursa olsun 5 asır öncesindeki olayları bugüne getirerek, sonuç elde etmek ve düne takılı kalarak gelecekten sapmak hepimize ilave yükler getirecektir. Bu itibarla Yavuz Sultan Selim bizim için ne kadar vazgeçilmez ise Şah İsmail’in de o kadar önemli olduğunu ve bu iki hükümdarımızın zihinlerde ve gönüllerde barıştırılması gerektiğini açık yüreklilikle temenni ediyorum

Bahçeli bu sözleriyle ne demek istiyor olabilir? Aslında son derece açık söyledikleri. Sayın Bahçeli bu ülkede Sünnî toplum kesimleri ile Alevî toplum kesimleri arasındaki kökü tarihe dayanan suni gerginliklerin artık bitirilmesini ve bu iki kesimin artık birbiriyle kucaklaşmasını istemektedir. Sonuçta her iki toplum kesimi de öz be öz Türk'tür. Türkler için Yavuz Sultan Selim ne kadar önemliyse, Şah İsmail Safevî de bir o kadar önemlidir demek istiyor.

Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesi etrafında yürütülen tartışmaları gördükçe ve Sayın Bahçeli'nin yukarıdaki sözlerini duyunca aklımıza 2008 yılında yayınlanan bir yazımız geldi. İşte "Çaldıran'da biz sadece bir figürandık" başlıklı o yazımız:
 
Biz Çaldıran'da sadece bir figürandık

Okuduklarım, Aleviliğin, İslam’ın Türklerce yapılmış bir tür yorumu olduğunu söylüyor. Bektaşilik ise bu yorumu Anadolu'ya özgü hale getirmiş. Yazar Cemal Şener'in "Sorularla Alevilik" isimli kitabını okudunuz mu bilmem. Ben okudum. Cemal Şener, Türkiye'de piyasada bulunan Alevilik üzerine yazılmış 36 temel kaynaktan istifade ile hazırlamış kitabını ve kendince belirlemiş olduğu 100 soruya cevaplar vererek incelemiş konuyu. Şahsen ben çok istifade ettim. Okunması gereken bir kitap. Alevilik hakkında kısa ve pratik bilgiler içeriyor. Sünni İslam'a inanan ve Ehl-i Sünnet yorumunu benimsemiş bir insan olarak kabul edemeyeceğimiz bir çok Alevi inancından, ayin ve ritüelinden bahsediyor.
 
Ayrıca Ehli Sünnet'e müthiş saldırılar var kitapta. Bunların olması elbette doğal ve beklenen şeyler. Zira bu konular zaten en az 1350 yıldır çatışma sebebidir. Bu itibarla, bu tür iddialara karşı savunma yapmayı, "Yok, o öyle değildir, böyledir" şeklinde yazılar yazmayı abes sayıyorum. Zira aleviler eğer öyle inanıyorlarsa öyledir. Din bir inanç olayı olduğuna göre, hiç kimsenin kimseyi yargılamaya hakkı yoktur. İnanılan ve doğru kabul edilen şey ayan beyan yanlış, akla ve mantığa ters olsa bile fark etmez. A.Einstein, "Önyargıları değiştirmek atomu parçalamaktan zordur" demiştir. Dolayısıyla dini kabuller, yani inançlar, büyük ölçüde birer önyargıdır. Onları değiştirmek için uğraşmamak gerekir.
 
Ancak kitapta önemli derecede bilgi hataları da var. Bu hataları elbette dile getirmek, düzeltmek ve yazarına da bildirmek isterim... Cemal Şener tarafından dile getirilen şu hususa kısmen de olsa katılıyorum. İslam'ın, Hindçe yorumuna İsmailiye, Farsça yorumuna Şiilik, Mısırca yorumuna Fatimilik, Suudi yorumuna Vahhabilik, Türkçe yorumuna ise Yesevilik denilmiş. Yesevilik Anadolu'ya gelmiş Anadolu'nun yerel inançlarından da etkilenerek kısmen değişmiş Bektaşilik olmuş. Özetle İslamiyet, nereye gitti ise oradaki hakim kültürden etkilenmiş, kültürler süzgecinden geçirilirken millilik vasfı kazanmıştır.
 
Bugün Anadolu'da yaşayan toplam nüfusun yaklaşık 1/4'ü alevi. Ve bu insanlar, Aleviliğin, İslamiyet'in Türkçe yorumu olduğunu, Anadolu'da hakim inanç sistemi olan Hanefilik mezhebinin ise Arap-Emevi yorumu olduğunu savunuyorlar(**). Ayrıca bu topraklarda, Alevilik ve Sünnilik gibi İslam'ın birçok yorumuna ilave olarak İslam dışı inanç sistemleri de bulunmaktadır. Demek oluyor ki; Türkiye gibi inanç farklılıkları olan bir ülkede Din'in birleştirici unsur olması mümkün değildir. Öyle ya bu konuda hangi din, ya da dinin hangi yorumu esas alınacak?
 
20 milyon Alevi'yi görmezden gelemeyeceğimiz gibi, bu rakamın iki katından fazla bir nüfusa sahip Hanefileri de göz ardı edemeyiz. Çoğunluk Hanefidir diye yaklaşık 85 yıldır bu mezhebin görüşleri doğrultusunda oluşturulan dini politikaların artık yürümeyeceği de ayan beyan ortadadır... Öte yandan kendilerini Alevi olarak tanımlayan bu insanlar, özbe öz Türk olduklarını, Türkan ve Karakeçili örneklerinde olduğu gibi en azından dilleri itibarıyla Kürtleşen Türkler olduğunu da savunuyorlar. Bunun anlamı şudur, inançları ve mezhepleri ne olursa olsun, bu topraklarda yaşayan insanların kahir ekseriyeti (en azından 65 milyonu) Türk oğlu Türk'tür. Dolayısıyla nüfusumuzun bu özelliği görmezden gelinemez. O zaman en azından bu 65 milyonu bir arada tutmak için baş vuracağımız birleştirici temel unsur din değil, kimliktir. Yani Türk Üst kimliği.
 
Eğer amacımız 300-350 milyonluk Türk Dünyası ile gevşek bağlarla da olsa entegre olmak ise, Türk Üst kimliği kavramı asla göz ardı edilemez. 1990'dan sonra geliştirilen Türk Devlet ve Toplulukları Kurultayları bir kez daha göstermiştir ki; Türk üst kimliği, hala din duygusundan da güçlü bir ortak bağ oluşturmaktadır. Zira Müslüman bir Anadolu Türkü ile, Hıristiyan bir Gagavuz Türkü, Yahudi Karaim Türkü ile Şamanist bir Altay Türkü, ya da kendilerini Türk olarak tanımlayan Hıriştiyan Meluncanlar rahatlıkla bir araya gelip aynı örste çekiç sallayabilmektedirler. Bu bakımdan kendilerini başka etnik kökenlerden tanımlıyorlar diye 3-5 milyon kişinin günlünü almak bahanesiyle 65 milyonluk kitlenin ortak bağı olan milliyet, yani Türk Üst kimliği, dejenere edilemez. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur. Bu ülkede birlik ve dirlik isteniyorsa, bunun yolu ümmetçilik değil, Türk üst kimliği etrafında kenetlenmekten geçer. Kendisini Türk hisseden herkes, dini inançlarını ve önyargılarını bir kenara atacak ve Türklük etrafında kenetlenecektir.
 
Ehlibeyt sevgisi elbette güzel. Bir Hanefi olan eski Kültür Bakanı Atilla Koç'un Muharrem iftarında ağlaması da güzel. Ancak bu ülkede herkes Sayın Atilla Koç'un erişmiş olduğu seviyede değil ki. Öte yandan ehli sünnete mensup Müslümanların Ehlibeyti ve Hz. Ali'yi sevmedikleri de doğru değildir. Çünkü, Alevi olalım Sünni olalım, biz hepimiz, yani en azından Anadolu Türkleri, Hz. Ali ve Battal Gazi cenklerini dinleyerek büyümedik mi? Sünniler olarak Hz. Ali'ye ve Battal Gazi'ye hayran olmayanımız var mıdır? Hz. Ali kim? Aleviliğin temeli! Battal Gazi kim? O da Alevilerin sembol isimlerinden birisi. Eskişehir Seyitgazi'de adına dergâh bulunan bir şahsiyet.
 
O zaman geriye yapılacak bir şey kalıyor; o da temeli Arabın iktidar kavgasına ve saltanat savaşına dayanan Alevi-Sünni ayrımını ve farklılaşmasını bir an önce bir kenara koyup, aynı ortak Türk atadan gelen insanlar olarak birbirimize sarılmak. Tarihte Şah İsmail de yanlış yapmıştır, Yavuz Sultan Selim de. Zira Şah İsmail, mezhep taassubuyla bir başka ülkenin iç işlerine karışmış ve komşu ülkenin otoritesini zayıflatmak istemiştir. Yavuz da yine mezhep taasubuyla alevi Türklere karşı Sünni keko beylerinden medet ummuş, mezhep taassubuyla Türkmenleri kıyıma tabi tutmuştur! Çaldıran Savaşı, Türkçe yazıp Türkçe konuşan Türk Oğlu Türk Şah İsmail ile Türkçe konuşan ancak Farsça yazan Türk Oğlu Türk Yavuz Sultan Selim'in savaşıdır. Eğer varsa, zafer de yenilgi de Türk'e aittir. Esasen Çaldıran bizim savaşımız değildir. Çaldıran'da asıl savaşanlar, Ehli Sünnet ve Ehli Şia adı verilen iki ayrı Arap ideolojisidir aslında.
 
Biz sadece figüranlık yaptık o savaşta. Hepsi budur. Olanlar olmuş, yaşanacaklar yaşanmıştır. Olanların ve yaşananların suçu bize ait değildir. O zaman bu kan davasını sürdürmenin kime ne faydası var. O halde gelin canlar bir olalım....

______________

(**) İmam-ı Âzam Ebû Hanife, çok büyük ihtimalle Türk'tür. Onun fikir öncülüğünü yaptığı Hanefilik ise, dört büyük amelî mezhep olarak bilinen Hanefilik, Şafilik, Malikilik ve Hanbelilik arasında en hoşgörülü ve en toleranslı mezheptir. Bu sebeple olacak; Hanefîlik, Balkanlar'dan Orta Asya'ya kadar uzanan çok geniş coğrafyada yaşayan Türkler arasında en yaygın olan mezheptir. Bu özelliği ile Hanefiliğe, İslam'ın Arap-Emevi yorumu demek isabetli bir yaklaşım değildir. Bize göre; Hanefilik de İslam'ın Türkçe yorumlarından birisidir.  Türkler, umumiyetle amelî konularda İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye, İtikadî konularda ise İmam Mâturîdî'ye uyarlar. İmam Mâturîdî'nin Türk olduğu kesindir. Ebû Hanife'nin ise yüksek ihtimaldir (Fars kökenli olduğunu söyleyenler de vardır). Bu sebeple, Hanefiliğe ve Mâturîdîliğe Türklerin Milli Mezhebi demek fazla yanlış olmasa gerekir...

ÖMER SAĞLAM
erzurumlu25
erzurumlu25
.::Tengri::.


.::Tengri::.


Biz Çaldıran'da sadece bir figürandık  Turkey10
Biz Çaldıran'da sadece bir figürandık  Gencat10
Biz Çaldıran'da sadece bir figürandık  Pro10
Yaş Yaş : 45
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Erzurum
Lakap Lakap : Vatan delisi
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 22/04/79
İletiler: İletiler: : 757
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 29/12/09
Biz Çaldıran'da sadece bir figürandık  Pro1010
Biz Çaldıran'da sadece bir figürandık  910
Biz Çaldıran'da sadece bir figürandık  Ile10

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz