Genç hocanın üzerinde Nihâl Atsız'ın emeğinin olmasına şaşırmamalı.
1 sayfadaki 1 sayfası
Genç hocanın üzerinde Nihâl Atsız'ın emeğinin olmasına şaşırmamalı.
Osmanlı iktisat târihinin bugün yaşayan alanında tek otoritesi Mehmet Genç hocanın üzerinde Nihâl Atsız'ın emeğinin olmasına şaşırmamalı.
1942’de Artvin’den Alman uçaklarının Sovyetleri, Batum’u bombalayışını izledi. Lisede Nihal Atsız’ın öğrencisiydi; Mülkiye’de Sezai Karakoç, Şevket Eygi ve Cemal Süreya’nın kantin arkadaşı... Osmanlı arşivlerine girdikten sonra 50 yıl süreyle ‘Osmanlı problematiğiyle’ boğuşan bir araştırmacı. Mehmet Genç, Zaman Tüneli’nde...
Eygi, Karakoç, Süreya, Tunçay ile bilim ve felsefe meselelerini tartışırdık. Türkiye’yi çok seviyorduk. Ülkeye zarar gelse, başbakanmışız gibi üzülüyorduk.
Mehmet Genç, Osmanlı İktisat tarihinin sayılı uzmanlarından biri. Doktorasını hazırlarken girdiği Osmanlı arşivinde sanayi sektörüyle alakalı vergi kayıtlarını inceleyerek bu sektörü analiz edebilmeyi umuyordu. Birkaç yılı alan çalışmaların sonunda gördü ki Osmanlı vergi kayıtları, 18 ve 19’uncu yüzyıllar boyunca hemen hiç değişmeden kalan gelir rakamları tekerrür edip gidiyordu. Ölü bir adamın elektrokardiyogramı andıran bu düz çizgiyle hiç bir analizin yapılamayacağına karar verdi. Hocası Ordünaryus Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’ın bütün ısrarlarına rağmen tezi yazmadı. Çünkü mevcut verilerde, kendisini hipotezlerini doğrulayacak bir açıklama modeli inşa edilemezdi. Ancak incelediği belgelerden, onların meydana getiren bürokratların son derece iyi yetişmiş, zeki ve işinin ehli memurlar olduğunu da görmüştü. Bu iyi yetişmiş, zeki insanların yıllarca değişmeyen rakamları neden tekrar edip durduklarını da merak etmekten kendini alamadı. Ve bu bilmeceyi çözmeye karar vererek, tezi bir tarafa bıraktı. 40 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi kitabıyla adeta doktora tezini tamamladı ama Hocası artık hayata gözlerini yummuştu. Hatta öğrencileri profesör olmuştu. Genç, yaklaşık yarım asır süreyle arşivden süzdüğü bilgilerle yeni bir kitap çıkarmaya hazırlanıyor...
-1934 yılında Artvin’in bir köyünde doğan bir çocuk, nasıl olur da Osmanlı arşivlerinde 50 yıl geçiren ve sayılı iktisat tarihçilerinden biri haline dönüşür? Bu başarılı yolculuğun arkasında nasıl bir hayat saklı?
Annemin çok büyük emeği var. Yememiş yedirmiş ve okutmuştur. Ailem Osmanlı İmparatorluğu’nda bir tür derebeyi gibi olan Genç Ağa lakabıyla anılan büyük dedemden gelir. II. Mahmut Devri’nde Ayanlarla birlikte bu ağalık da tasfiyeye uğrayınca aile kıt kanaat geçinir duruma düşmüş. Muhafazakar bir ailenin çocuğuyum, annem ve babam dini bütün insanlardı.
ALMAN UÇAKLARI ÜZERİMİZDEN GEÇERDİ
-II. Dünya Savaşı’ndan nasıl etkilediniz? Artvin sürekli işgale uğramış bir bölge, Sovyet korkusu yaşandı mı?
O yıllarda ekstra vergi alınırdı köylüden ama bizim fazla bir üretimimiz olmadığı, zaten zor geçindiğimiz için bizden çok fazla bir şey almadılar. Biz Sovyet sınırına çok yakındık. Almanlar’ın Sovyetler’i bombalamasına tanık olduk. Alman uçaklarının önce motor sesi duyulurdu. Koşarak tepeye çıkarken Alman uçakları üzerimizden geçerdi. Tepeden Batum’un bombalanışını izlerdik.
-Alman uçakları Türkiye üzerinden geçip Sovyetler’i bombalıyordu...
Yani o bölgenin hava sahasından ya da Karadeniz’den geçiyorlardı. Alman tayyarelerinin sesi duyulduktan beş altı dakika sonra ağır bir bombardıman başlıyordu. Sovyetler’deki bombardımanı biz Artvin’de sanki deprem oluyor gibi hissederdik. Savaş iyi bir şey değildi ama Rusların bize dost olmadığını düşündüğümüzden memnun oluyorduk. Bölge defalarca Rus istilası görmüştü ama evde korku da yoktu.‘Gelirlerse savaşırız’ düşüncesi hakimdi.
-Ortaokulu Hopa’da, liseyi İstanbul Haydarpaşa’da okumuş ve Nihal Atsız’ın öğrencisi olmuşsunuz...
Lisede yatılı okuyorduk ve yurtta sırayla nöbetçi olan öğretmenlerle dünya, siyaset, Türkiye, din üzerine konuşurduk. Hepsiyle sohbet ederdik ama Nihal Bey’den aldığım cevapları çok beğeniyordum. I. ve II. Dünya Savaşı’nı sorardım, onun da benim gibi Ruslar’ın kaybetmemesine üzüldüğünü öğrendiğimde memnun olurdum.
-Atsız dışında düşüncelerinizi paylaştığınız öğretmen ve öğrenci arkadaşlarınız var mıydı?
Mahir İz de hocamdı ama Atsız kadar yakın değildik. Lise arkadaşlarım arasında sonradan edebiyat profesörü olan Mehmet Çavuşoğlu, ziraat profesörü olan Nevzat Şişman, daha sonra DGM savcısı olan ve suikast kurbanı giden Yaşar Günaydın vardı. En iyi arkadaşlarım bunlardı.
-Lisede matematiğe ilgi duyarken üniversitede Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni tercih etmenizde Atsız’ın etkisi var mıydı?
Fikir değişikliğinde iki şey etkili oldu: Birincisi lisede milliyetçi fikirlerle tanıştım, tarihi ve sosyal konularla ilgilenmeye başladım. İkincisi fakir bir ailenin çocuğuydum ve o dönemde matematik okumam durumunda aileme yardım edebileceğim bir gelirim olmayacaktı. Siyasaldan mezun olursam, kaymakam olarak aileme yardım edebilecek sosyal imkanlarım olurdu. Ama DP iktidara gelip Karadeniz’de çay ekimi başlayınca, ailemin gelir düzeyi yükseldi, kaymakam olmama gerek kalmadı.
-Ama kısa bir süre kaymakamlık maceranız oldu...
Üniversitede akademik kariyer yapmak istiyordum ama kadro beklerken Ankara’da maaşsız dolaşmak epey masraflı bir durumdu. Mülkiye mezunu olarak, Ankara Valiliği nezlinde maiyet memurluğuna başvurdum. Şereflikoçhisar’a Kaymakam Vekili olarak görevlendirdiler. Ankara’ya yakın olduğu, akademik kariyere hazırlığımı engelmeyeceği için ve tecrübe edinmek imkanı bulacağım için kabul ettim.
-Ne tecrübe ettiniz?
Otoriter tek parti rejiminden yeni çıkılmış, kalkınma ihtiyacında olan fakir bir ülkeydik. Halkın talepleri sonsuzdu ve ben de her şeye yardım etmek istediğimden, her sorun için sabah erkenden kaymakam vekilinin kapısına gelirlerdi. Bir ayağımda pantolon, diğerinde pijama sorunlarını dinlerdim. Bir kısmını çözerdim ama ‘Karım beni dinlemiyor, eve gelmiyor’ diye gelenler de vardı...
MÜLKİYE MESCİDİ VE KANTİNDEKİ ÜNLÜLER
-Mülkiye’de nerede ve kimlerle namaz kılıyordunuz?
İnanmayacaksınız ama o tarihte Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde mescit vardı. Fakülteye her yıl 120 öğrenci alınır, bütün sınıfların toplamında 400’ün üzerinde öğrenci olurdu. Ama namaz kılan yüzde bir kadar, dört beş kişiydik. Biri şair Sezai Karakoç ve diğeri de yazar Şevket Eygi’ydi.
-Eygi ve Karakoç’la neler konuşurdunuz?
Solcu, komünist, tanrıtanımaz arkadaşlarımız da vardı. Cemal Süreya, Mete Tunçay, Taner Timur, Orhan Duru, Ergin Günçe de vardı.
-Devlete kaymakam, vali, bakan yetiştiren Mülkiye’de okuyan muhafazakar bir öğrencisiniz ve sınıf arkadaşlarınız Cemal Süreya, Mete Tunçay, Sezai Karakoç, Şevket Eygi... Ne olmak isterdiniz, Ankara’ya nasıl bakar ve nasıl değiştirmek isterdiniz?
Çok iyi anlaşır, kantinde sohbet ederdik. DP veya CHP gibi siyasetten çok entelektüel konuları, bilim ve felsefe meselelerini tartışırdık.Arasında hiçbir zaman sert tartışmalar çıkmazdı. Hepimiz Türkiye’yi çok seviyorduk. Aldığımız eğitim nedeniyle sanki memleket bizden sorulurmuş gibiydik. Türkiye’nin meselelerini kendi şahsi meselemiz gibi düşünürdük. Türkiye’nin başına bir şey geldiği zaman rüyalarımıza girer, uykularımızı kaçırırdı. Sanki biz dışişleri bakanı, başbakanız gibi! Düşüncelerimiz farklı olduğunnda birbirimizi tenkit ediyor, düşüncemizi rakip düşünceyle test etmekten ayrı bir haz duyuyorduk.
OSMANLI TARİHİ DÜNYA TARİHİN KARA DELİĞİ
-İstanbul Üniversitesi’ne 1960 yılında Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’ın asistanı olarak girmiş, 1965’ten 1982 yılına kadar ‘İktisat Tarihi Uzmanlığı’ yapmışsınız. Kendinizi ilme adamışsınız ama bir yandan hayat da devam ediyor. İki çocuğunuz olmuş, iki kez boşanmışsınız. Boşanmaya giden süreçte evdeki o binlerce kitap ve onlara ayırdığınız zaman etkili oldu mu?
Evet, şüphesiz.
-Geçirdiğiniz yaklaşık yarım asırlkı sürenin ardından, Osmanlı arşivleri için ne diyebilirsiniz? Osmanlı tarihi iyi işlenmiş olsa, Türkiye ve dünya tarihinde doğru bilinen şeylerin yanlış olduğu ortaya çıkabilir mi?
Muhakkak değişecektir. En basit örneği, ben teze başlarken Osmanlı’nın kuruluş, yükseliş, duraklama ve çöküş dönemlerinden bahsedilirdi. Mesela 17’nci yüzyıl duraklama dönemi olarak niteleniyordu. Osmanlı arşivlerine göre 17nci yüzyıla duraklama demek için adamın aklını kaçırmış olması lazım. 17. yüzyıl fırın, kaynıyor, nasıl bir duraklama bu? Onu takip eden 18’inci yüzyıla da layık görülen sıfat gerilemedir. Ama Osmanlı arşivinden bu yüzyılında gerilemeden çok değişme ve gelişme yüzyılı olduğunu anlıyoruz.
Medeniyet değişme fenomenini açıklamak!
-Araştırmaya başlarken ne düşünüyordunuz?
Osmanlı dünyasının başına gelen macerayı merak ediyordum. Başlangıçta büyük başarı göstermiş sistem neden 20’nci yüzyılda bu hale geldi? Kısacası medeniyet değiştirmesi fenomenini açıklamak istiyordum. Bu dönüşümün nasıl açıklanabileceğini görmek için iktisat tarihinin iyi bir başlangıç zemini olabileceğini düşündüm.
-Tez konunuzu nasıl seçtiniz?
Tezin asıl konusu Batı’daki Sanayi Devrimi karşısında Osmanlı sanayisi nasıl bir değişim geçirdi? Bunu araştırmak üzere önce Fransız literatüründeki Osmanlı ekonomisiyle ilgili elçi, tüccar ve seyyahların yazılarını okudum. Bu arada tabii, Fransızca’ya çevrilmiş olan diğer Batılılar’ın yazdıklarını da okudum. Bu çeviriler içinde İngiliz ve Amerikalı yazarlarınki dikkatimi çekti. Onların verdiği bilgilerin, özelikle kantitatif ve gerçeğe daha uygun olduğunu gördüm. Ve mecburen İngilizce’yi de öğenerek o kaynakları da okudum.
-Bu sırada kaç sene geçti?
Çok sene oldu. Normal bir doktora tezi süresi 4-5 senedir. Sadece Fransız kaynaklarındaki yüzlerce rapor ve seyahatnameyi okumak üç senemi aldı. Üç sene de İngilizce öğrenip o dildeki kaynakları okumakla geçti. Batı literatüründen yeterli verilere ulaşamayınca, mecburen Osmanlı arşivine girdim. Ancak tezi yazmak için tanınan süre de dolmak üzereydi.
-O sırada tez hocanız Barkan ne dedi?
‘Artık araştırmayı bitir, elinde ne varsa onunla tezini yaz’ dedi. O ana kadar literatürden bulduklarım, birbirine ters bakan rakamlardan ibaretti. Teori kurmak için daha sağlam verilere ihtiyaç vardı. Ve araştırmaya devam ettim.
-Ama mevcut bilgilerle birkaç doktora tezi yazılabilirdi herhalde.
Tabii ama unvan umrumda değildi. Meselem merak ettiğim problemi, bulmacayı çözmekti.
-Tezi ne zaman yazmaya başladınız?
Asistanlığa 1960’ta başladım, 62-63’te tez için araştırmaya başladım. 10 yıl sonra bir seminer tebliği verdim. Sonraki 25 yıl içersinde çok sayıda makale yayınladım. Asistanlığa başladıktan yaklaşık 40 yıl sonra, bunları bir kitap halinde yayımladım. Birkaç sayfalık makalelerin hipotez ve modelini oluşturmak için yıllarımı verdim.
-Osmanlı’da toprak kayıplarına rağmen gelirleri nasıl azalmıyor? Bu sorunun yanıtını arıyorsunuz..
Gelirler aynı kalmıyor ama gelir rakamları aynı kalıyor... Topraklar azaldığı halde 19’uncu yüzyıla kadar gelir kalemleri değişmiyor. Bunu görünce, tezi bir kenara bıraktım ve o değişmeyen rakamları analiz etmeye karar verdim. Bazı rakamları değiştirmiyorlar ama başka bazı şeyleri değiştirerek, o bir değişen ve değişmeyen arasında bıçak sırtında yürüyorlardı. Osmanlılar, vergileri toplamak için maaşlı maliye bürokrasisi yerine özel sektör gibi faaliyet gösteren mültezimlerle çalıştılar. Bugünkü özelleştirmeler gibi bir nevi. 17’nci yüzyıldan itibaren bu sistemin olumsuz etkileri sonucu üretim de azalma görülünce de iltizamları senelik değil de uzun süreli, öbür boyu vermeye başladılar. 1695 yılında bunu bir nevi kalkınma projesi olarak uygulamaya koydular. Yaklaşık 150 yıl da başarıyla sürdürdüler. Osmanlı sistemi 18’nci yüzyılda da gelişmeye devam etti. Viyana Kuşatması’yla tamamlanan yüzyıla ki bu 17’inci yüzyıldır, Duraklama Devri denemez.
1942’de Artvin’den Alman uçaklarının Sovyetleri, Batum’u bombalayışını izledi. Lisede Nihal Atsız’ın öğrencisiydi; Mülkiye’de Sezai Karakoç, Şevket Eygi ve Cemal Süreya’nın kantin arkadaşı... Osmanlı arşivlerine girdikten sonra 50 yıl süreyle ‘Osmanlı problematiğiyle’ boğuşan bir araştırmacı. Mehmet Genç, Zaman Tüneli’nde...
Eygi, Karakoç, Süreya, Tunçay ile bilim ve felsefe meselelerini tartışırdık. Türkiye’yi çok seviyorduk. Ülkeye zarar gelse, başbakanmışız gibi üzülüyorduk.
Mehmet Genç, Osmanlı İktisat tarihinin sayılı uzmanlarından biri. Doktorasını hazırlarken girdiği Osmanlı arşivinde sanayi sektörüyle alakalı vergi kayıtlarını inceleyerek bu sektörü analiz edebilmeyi umuyordu. Birkaç yılı alan çalışmaların sonunda gördü ki Osmanlı vergi kayıtları, 18 ve 19’uncu yüzyıllar boyunca hemen hiç değişmeden kalan gelir rakamları tekerrür edip gidiyordu. Ölü bir adamın elektrokardiyogramı andıran bu düz çizgiyle hiç bir analizin yapılamayacağına karar verdi. Hocası Ordünaryus Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’ın bütün ısrarlarına rağmen tezi yazmadı. Çünkü mevcut verilerde, kendisini hipotezlerini doğrulayacak bir açıklama modeli inşa edilemezdi. Ancak incelediği belgelerden, onların meydana getiren bürokratların son derece iyi yetişmiş, zeki ve işinin ehli memurlar olduğunu da görmüştü. Bu iyi yetişmiş, zeki insanların yıllarca değişmeyen rakamları neden tekrar edip durduklarını da merak etmekten kendini alamadı. Ve bu bilmeceyi çözmeye karar vererek, tezi bir tarafa bıraktı. 40 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi kitabıyla adeta doktora tezini tamamladı ama Hocası artık hayata gözlerini yummuştu. Hatta öğrencileri profesör olmuştu. Genç, yaklaşık yarım asır süreyle arşivden süzdüğü bilgilerle yeni bir kitap çıkarmaya hazırlanıyor...
-1934 yılında Artvin’in bir köyünde doğan bir çocuk, nasıl olur da Osmanlı arşivlerinde 50 yıl geçiren ve sayılı iktisat tarihçilerinden biri haline dönüşür? Bu başarılı yolculuğun arkasında nasıl bir hayat saklı?
Annemin çok büyük emeği var. Yememiş yedirmiş ve okutmuştur. Ailem Osmanlı İmparatorluğu’nda bir tür derebeyi gibi olan Genç Ağa lakabıyla anılan büyük dedemden gelir. II. Mahmut Devri’nde Ayanlarla birlikte bu ağalık da tasfiyeye uğrayınca aile kıt kanaat geçinir duruma düşmüş. Muhafazakar bir ailenin çocuğuyum, annem ve babam dini bütün insanlardı.
ALMAN UÇAKLARI ÜZERİMİZDEN GEÇERDİ
-II. Dünya Savaşı’ndan nasıl etkilediniz? Artvin sürekli işgale uğramış bir bölge, Sovyet korkusu yaşandı mı?
O yıllarda ekstra vergi alınırdı köylüden ama bizim fazla bir üretimimiz olmadığı, zaten zor geçindiğimiz için bizden çok fazla bir şey almadılar. Biz Sovyet sınırına çok yakındık. Almanlar’ın Sovyetler’i bombalamasına tanık olduk. Alman uçaklarının önce motor sesi duyulurdu. Koşarak tepeye çıkarken Alman uçakları üzerimizden geçerdi. Tepeden Batum’un bombalanışını izlerdik.
-Alman uçakları Türkiye üzerinden geçip Sovyetler’i bombalıyordu...
Yani o bölgenin hava sahasından ya da Karadeniz’den geçiyorlardı. Alman tayyarelerinin sesi duyulduktan beş altı dakika sonra ağır bir bombardıman başlıyordu. Sovyetler’deki bombardımanı biz Artvin’de sanki deprem oluyor gibi hissederdik. Savaş iyi bir şey değildi ama Rusların bize dost olmadığını düşündüğümüzden memnun oluyorduk. Bölge defalarca Rus istilası görmüştü ama evde korku da yoktu.‘Gelirlerse savaşırız’ düşüncesi hakimdi.
-Ortaokulu Hopa’da, liseyi İstanbul Haydarpaşa’da okumuş ve Nihal Atsız’ın öğrencisi olmuşsunuz...
Lisede yatılı okuyorduk ve yurtta sırayla nöbetçi olan öğretmenlerle dünya, siyaset, Türkiye, din üzerine konuşurduk. Hepsiyle sohbet ederdik ama Nihal Bey’den aldığım cevapları çok beğeniyordum. I. ve II. Dünya Savaşı’nı sorardım, onun da benim gibi Ruslar’ın kaybetmemesine üzüldüğünü öğrendiğimde memnun olurdum.
-Atsız dışında düşüncelerinizi paylaştığınız öğretmen ve öğrenci arkadaşlarınız var mıydı?
Mahir İz de hocamdı ama Atsız kadar yakın değildik. Lise arkadaşlarım arasında sonradan edebiyat profesörü olan Mehmet Çavuşoğlu, ziraat profesörü olan Nevzat Şişman, daha sonra DGM savcısı olan ve suikast kurbanı giden Yaşar Günaydın vardı. En iyi arkadaşlarım bunlardı.
-Lisede matematiğe ilgi duyarken üniversitede Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni tercih etmenizde Atsız’ın etkisi var mıydı?
Fikir değişikliğinde iki şey etkili oldu: Birincisi lisede milliyetçi fikirlerle tanıştım, tarihi ve sosyal konularla ilgilenmeye başladım. İkincisi fakir bir ailenin çocuğuydum ve o dönemde matematik okumam durumunda aileme yardım edebileceğim bir gelirim olmayacaktı. Siyasaldan mezun olursam, kaymakam olarak aileme yardım edebilecek sosyal imkanlarım olurdu. Ama DP iktidara gelip Karadeniz’de çay ekimi başlayınca, ailemin gelir düzeyi yükseldi, kaymakam olmama gerek kalmadı.
-Ama kısa bir süre kaymakamlık maceranız oldu...
Üniversitede akademik kariyer yapmak istiyordum ama kadro beklerken Ankara’da maaşsız dolaşmak epey masraflı bir durumdu. Mülkiye mezunu olarak, Ankara Valiliği nezlinde maiyet memurluğuna başvurdum. Şereflikoçhisar’a Kaymakam Vekili olarak görevlendirdiler. Ankara’ya yakın olduğu, akademik kariyere hazırlığımı engelmeyeceği için ve tecrübe edinmek imkanı bulacağım için kabul ettim.
-Ne tecrübe ettiniz?
Otoriter tek parti rejiminden yeni çıkılmış, kalkınma ihtiyacında olan fakir bir ülkeydik. Halkın talepleri sonsuzdu ve ben de her şeye yardım etmek istediğimden, her sorun için sabah erkenden kaymakam vekilinin kapısına gelirlerdi. Bir ayağımda pantolon, diğerinde pijama sorunlarını dinlerdim. Bir kısmını çözerdim ama ‘Karım beni dinlemiyor, eve gelmiyor’ diye gelenler de vardı...
MÜLKİYE MESCİDİ VE KANTİNDEKİ ÜNLÜLER
-Mülkiye’de nerede ve kimlerle namaz kılıyordunuz?
İnanmayacaksınız ama o tarihte Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde mescit vardı. Fakülteye her yıl 120 öğrenci alınır, bütün sınıfların toplamında 400’ün üzerinde öğrenci olurdu. Ama namaz kılan yüzde bir kadar, dört beş kişiydik. Biri şair Sezai Karakoç ve diğeri de yazar Şevket Eygi’ydi.
-Eygi ve Karakoç’la neler konuşurdunuz?
Solcu, komünist, tanrıtanımaz arkadaşlarımız da vardı. Cemal Süreya, Mete Tunçay, Taner Timur, Orhan Duru, Ergin Günçe de vardı.
-Devlete kaymakam, vali, bakan yetiştiren Mülkiye’de okuyan muhafazakar bir öğrencisiniz ve sınıf arkadaşlarınız Cemal Süreya, Mete Tunçay, Sezai Karakoç, Şevket Eygi... Ne olmak isterdiniz, Ankara’ya nasıl bakar ve nasıl değiştirmek isterdiniz?
Çok iyi anlaşır, kantinde sohbet ederdik. DP veya CHP gibi siyasetten çok entelektüel konuları, bilim ve felsefe meselelerini tartışırdık.Arasında hiçbir zaman sert tartışmalar çıkmazdı. Hepimiz Türkiye’yi çok seviyorduk. Aldığımız eğitim nedeniyle sanki memleket bizden sorulurmuş gibiydik. Türkiye’nin meselelerini kendi şahsi meselemiz gibi düşünürdük. Türkiye’nin başına bir şey geldiği zaman rüyalarımıza girer, uykularımızı kaçırırdı. Sanki biz dışişleri bakanı, başbakanız gibi! Düşüncelerimiz farklı olduğunnda birbirimizi tenkit ediyor, düşüncemizi rakip düşünceyle test etmekten ayrı bir haz duyuyorduk.
OSMANLI TARİHİ DÜNYA TARİHİN KARA DELİĞİ
-İstanbul Üniversitesi’ne 1960 yılında Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’ın asistanı olarak girmiş, 1965’ten 1982 yılına kadar ‘İktisat Tarihi Uzmanlığı’ yapmışsınız. Kendinizi ilme adamışsınız ama bir yandan hayat da devam ediyor. İki çocuğunuz olmuş, iki kez boşanmışsınız. Boşanmaya giden süreçte evdeki o binlerce kitap ve onlara ayırdığınız zaman etkili oldu mu?
Evet, şüphesiz.
-Geçirdiğiniz yaklaşık yarım asırlkı sürenin ardından, Osmanlı arşivleri için ne diyebilirsiniz? Osmanlı tarihi iyi işlenmiş olsa, Türkiye ve dünya tarihinde doğru bilinen şeylerin yanlış olduğu ortaya çıkabilir mi?
Muhakkak değişecektir. En basit örneği, ben teze başlarken Osmanlı’nın kuruluş, yükseliş, duraklama ve çöküş dönemlerinden bahsedilirdi. Mesela 17’nci yüzyıl duraklama dönemi olarak niteleniyordu. Osmanlı arşivlerine göre 17nci yüzyıla duraklama demek için adamın aklını kaçırmış olması lazım. 17. yüzyıl fırın, kaynıyor, nasıl bir duraklama bu? Onu takip eden 18’inci yüzyıla da layık görülen sıfat gerilemedir. Ama Osmanlı arşivinden bu yüzyılında gerilemeden çok değişme ve gelişme yüzyılı olduğunu anlıyoruz.
Medeniyet değişme fenomenini açıklamak!
-Araştırmaya başlarken ne düşünüyordunuz?
Osmanlı dünyasının başına gelen macerayı merak ediyordum. Başlangıçta büyük başarı göstermiş sistem neden 20’nci yüzyılda bu hale geldi? Kısacası medeniyet değiştirmesi fenomenini açıklamak istiyordum. Bu dönüşümün nasıl açıklanabileceğini görmek için iktisat tarihinin iyi bir başlangıç zemini olabileceğini düşündüm.
-Tez konunuzu nasıl seçtiniz?
Tezin asıl konusu Batı’daki Sanayi Devrimi karşısında Osmanlı sanayisi nasıl bir değişim geçirdi? Bunu araştırmak üzere önce Fransız literatüründeki Osmanlı ekonomisiyle ilgili elçi, tüccar ve seyyahların yazılarını okudum. Bu arada tabii, Fransızca’ya çevrilmiş olan diğer Batılılar’ın yazdıklarını da okudum. Bu çeviriler içinde İngiliz ve Amerikalı yazarlarınki dikkatimi çekti. Onların verdiği bilgilerin, özelikle kantitatif ve gerçeğe daha uygun olduğunu gördüm. Ve mecburen İngilizce’yi de öğenerek o kaynakları da okudum.
-Bu sırada kaç sene geçti?
Çok sene oldu. Normal bir doktora tezi süresi 4-5 senedir. Sadece Fransız kaynaklarındaki yüzlerce rapor ve seyahatnameyi okumak üç senemi aldı. Üç sene de İngilizce öğrenip o dildeki kaynakları okumakla geçti. Batı literatüründen yeterli verilere ulaşamayınca, mecburen Osmanlı arşivine girdim. Ancak tezi yazmak için tanınan süre de dolmak üzereydi.
-O sırada tez hocanız Barkan ne dedi?
‘Artık araştırmayı bitir, elinde ne varsa onunla tezini yaz’ dedi. O ana kadar literatürden bulduklarım, birbirine ters bakan rakamlardan ibaretti. Teori kurmak için daha sağlam verilere ihtiyaç vardı. Ve araştırmaya devam ettim.
-Ama mevcut bilgilerle birkaç doktora tezi yazılabilirdi herhalde.
Tabii ama unvan umrumda değildi. Meselem merak ettiğim problemi, bulmacayı çözmekti.
-Tezi ne zaman yazmaya başladınız?
Asistanlığa 1960’ta başladım, 62-63’te tez için araştırmaya başladım. 10 yıl sonra bir seminer tebliği verdim. Sonraki 25 yıl içersinde çok sayıda makale yayınladım. Asistanlığa başladıktan yaklaşık 40 yıl sonra, bunları bir kitap halinde yayımladım. Birkaç sayfalık makalelerin hipotez ve modelini oluşturmak için yıllarımı verdim.
-Osmanlı’da toprak kayıplarına rağmen gelirleri nasıl azalmıyor? Bu sorunun yanıtını arıyorsunuz..
Gelirler aynı kalmıyor ama gelir rakamları aynı kalıyor... Topraklar azaldığı halde 19’uncu yüzyıla kadar gelir kalemleri değişmiyor. Bunu görünce, tezi bir kenara bıraktım ve o değişmeyen rakamları analiz etmeye karar verdim. Bazı rakamları değiştirmiyorlar ama başka bazı şeyleri değiştirerek, o bir değişen ve değişmeyen arasında bıçak sırtında yürüyorlardı. Osmanlılar, vergileri toplamak için maaşlı maliye bürokrasisi yerine özel sektör gibi faaliyet gösteren mültezimlerle çalıştılar. Bugünkü özelleştirmeler gibi bir nevi. 17’nci yüzyıldan itibaren bu sistemin olumsuz etkileri sonucu üretim de azalma görülünce de iltizamları senelik değil de uzun süreli, öbür boyu vermeye başladılar. 1695 yılında bunu bir nevi kalkınma projesi olarak uygulamaya koydular. Yaklaşık 150 yıl da başarıyla sürdürdüler. Osmanlı sistemi 18’nci yüzyılda da gelişmeye devam etti. Viyana Kuşatması’yla tamamlanan yüzyıla ki bu 17’inci yüzyıldır, Duraklama Devri denemez.
Similar topics
» Nihal atsızın ardından ne dediler ne yazdılar?
» Nihal atsızın ardından ne dediler ne yazdılar?
» Genç Atsızın mal mülk davası yoktur. Mal mülk için dua etmez. Tek yakarışı, “ Tanrı Türk’ü Korusun “ yakarışıdır.
» Aleviler'in yargıç olmasına evet mi hayır mı?
» BU GÜN MƏŞHUR TÜRKCÜ N.ATSIZIN ÖLÜM GÜNÜDÜR
» Nihal atsızın ardından ne dediler ne yazdılar?
» Genç Atsızın mal mülk davası yoktur. Mal mülk için dua etmez. Tek yakarışı, “ Tanrı Türk’ü Korusun “ yakarışıdır.
» Aleviler'in yargıç olmasına evet mi hayır mı?
» BU GÜN MƏŞHUR TÜRKCÜ N.ATSIZIN ÖLÜM GÜNÜDÜR
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz