Recep’in Oltasına Koşan Sazanlar… Zahide E. UÇAR
1 sayfadaki 1 sayfası
Recep’in Oltasına Koşan Sazanlar… Zahide E. UÇAR
Recep oynuyor, sazanlar koşuyor. Türkiye’de 12 yıldır değişmeyen tek perdelik bir oyun var. “Zır delinin günlüğü” oyunu… Başrol oyuncusu 12 yıldır “zır deliyi” istikrarlı bir şekilde oynuyor. Mahalledeki evlerin, dükkanların camını kıran bir zır deli gibi…
Bazen bir üniversitede, bazen meydanlarda, bazen kurumların kuruluş yılı etkinliklerinde rolünü oynuyor. Apırıyor, köpürüyor, saldırıyor… Kavga etmediği kurum, camını kırmadığı meslek örgütü kalmadı. Sonra da mağdura yatıp, ağlıyor. Komik olan ne biliyor musunuz? Bu zır deliyi oynayan adama kendini akıllı sanan adamlar akılla mantık çerçevesinde cevap veriyor(!).. Kimi mektup yazıyor, kimi oynadığı oyunu gerçek sanıp yorumlar yapıyor…
İşin ucunda ülkem olmasaydı, bu şapşallar ordusuna güler geçerdim ama gülemiyorum. Bu kadar basiretsiz, öngörüsüz adamın nasıl bir araya geldiğine şaşırıyorum sadece…
Meslek örgütleri, sözde muhalefet “küresel deliyi, oynadığı oyunu” beğenmiyor ama 12 senedir de bir delinin oynadığı oyunda figüran durumuna düşmekten öte de bir rol üstlenemiyor. Kendi oyununu kuramıyor. Kendi sahnesini açamıyor.
Deli topu atıyor. Hurra… Kendini akıllı sanan zevat o topun peşinde koşuyor da koşuyor. Onlar koşa dursun, perde gerisinde ülkenin kalan malları satılıyor. Ağaçları kesiliyor. Paralar el değiştiriyor. Güneydoğu’da hızla paralel bir devlet kuruluyor. Kalan son kurumlar çökertiliyor.
Bırakın camları kırsın. Camı kırılan gereğini yapsın. Yahu, bir kere de üstü örtülen gündemin peşinde koşun da, bir kişilik zır deli oyununun gönüllü figüranı olmayın.
Mesela ben merak ediyorum. Bu ağaç katliamı sapıklığının arkasında ne yatıyor? Tamam, rant alanları ağaç katliamına neden oluyor da, kesilen o binlerce ağaç nereye gidiyor? Bu ağaçların da bir ederi var değil mi? Kesilen ağaçların akıbetini merak eden muhalefet var mı?
Mesela bölgeyi bilen kişilerden bir komisyon oluşturup Güneydoğu’ya göndermeyi, orada olanları millete bir rapor ile duyurmayı düşünen siyasetçi var mı?
Türk Ordusu içinde farklı şekilde sürdürülen tasfiyeler hakkında bir araştırma yapmayı düşünen var mı?
Küçük esnafın banka-vergi kıskacında nasıl yok edildiğini öğrenmek ve millete duyurmak isteyen bir muhalefet var mı?
Camilerin Emevi camilerine nasıl dönüştüğünü, dinin siyasetin emrine nasıl girdiğini görmek isteyen birileri var mı?
Zır deli her gün bir cam kırıyor. Bir çam deviriyor. Kendini akıllı sananlar, deli rolü oynayan şahsın belirlediği gündemin gönüllü figüranı olmaktan öte bir oyun kuramıyor.
Bırakın!!.. Duymayın!!. Görmeyin!!.
Kendi kendine bağırıp duysun.
Siz arkadan boşaltılan ceplerimizin, yürütülen cüzdanlarımızın peşinde koşun.
Zır deli, gayrimeşru sevgili Fetullah çetesiyle çıkar kavgasına düşmeseydi; ne ayakkabı kutularından, ne altın nakil kralı Rıza’dan, ne de milyarlık kol saatlerinden haberimiz olacaktı. “Başbakan ne dediyse ben onu yaptım” diye ağlaşan, ağlamanın Bayraktar’ından da, kıt zekasıyla milletin paralarını istif eden mahdumdan da, ayetle dalga geçen Truva atlarından da milletin haberi olmayacaktı. Sahi, bu muhalefet ne işe yarar ki? Zır deliyi oynayan şahsın oyununda figüran olmaya mı?
Karga ile tilkinin hikayesi gibi. Peyniri kapan sonunda hep tilki oluyor.
Gaklamayı ne zaman bırakacaksınız? Bıkmadınız mı tilkiye peyniri kaptırmaktan?
Bıkmadınız!!. Neden mi?
Çünkü bazı sazanlar hariç, sizler bu oyunun zaten birer parçasısınız. Bu oyunun birer parçası olmasaydınız eğer, Kuva-i İnzibatiye Ordusu, Kuvva-i Milliye ruhu karşısında bu kadar cesur olamazdı.
Bazı kelli felli adamlar zır deliye mektup yazıyor(!).. Benim de içimden bu mektupçuları bir psikoloğa götürmek geçiyor.
Kardeş, hala anlamamakta niye inat ediyorsunuz? Zır deli öyle mektuptan falan anlamaz. O’na yeşilleri göstereceksiniz. Çünkü programında başka bir değer “tanımlı değil”. Anlasana!!. Salak mısınız? Salağa mı yatıyorsunuz?
Adamın bir görevi var;
25 Haziran 1920'de Kuvva-i Milliye karşısında başarısız olduğu için kaldırılan Kuva-yı İnzibatiye'yi(*) yeniden harekete geçirmek, terhis edilen İnzibatiye askerlerinin torunlarını aktif hale geçirmek…
Tabi bu işi de bedava yapacak değil ya? Millet işi anladığında kendini kurtaracak kadar paraya ihtiyacı olacak. O parayı kazanmasına izin veriliyor. Gerçek bu kadar basit ve yalın... Bu kadar basit ve yalın olduğu için o kalın kafanız almıyor. Tıpkı sınavda öğrencilerin en basit soruları, “bu kadar basit soru olmaz, içinde başka bir şey var” mantığıyla çözemediği gibi…
Görmek isteyenin görebileceği gibi; yıllardır yabancı istihbaratların koynunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, Türk Milletine düşman olarak yetişenler, karanlık dehlizlerinden bir bir çıkıyor. 1920’de yenilenlerin çocukları, akıllarınca rövanş alıyor. Mason localarında kimliğini bırakanlar, şeytanın hizmetine girenler, devletle sorunu olanlar, cebini sistemden dolduranlar ile İtilaf devletleri… Hepsi ortak çıkar noktalarında birleşerek bir araya geldi. Zır deli rolünü oynayan, her gün bir kavga çıkartıp gündem belirlerken zihinleri dumura uğratan şahsa kurdukları şemsiyenin altında toplandı.
Kuva-i İnzibatiye Kuva-i Milliye’ye karşı kaldığı yerden savaşmaya devam ediyor.
Bugün ülkemizde olan şudur;
Arkasında İtilaf Devleri olan Kuva-i İnzibatiye ordusu, Kuva-i Milliye Ordusuna karşı kıyasıya bir savaş veriyor. Bu savaşta hiçbir ahlak kuralı işlemiyor, işlemez!!.
Milletin mallarına el konuyor. Çünkü savaş ganimeti sayılıyor. Ortada bir rüşvet olayı falan yok!!. Ne var? El koyma var. Milletin malına el konuyor. Milletin el konulan, gasp edilen ederleri, yandaşlar arasında kalibresi, etkisi oranında pay ediliyor.
Esir alınan Türkler hastalanıyor, hastalandı-rı-lı-yor... Ölüyor. Aslında bilerek, isteyerek ÖL-DÜ-RÜ-LÜ-YOR!!.
En ufak bir merhamet, üzüntü işareti görüyor musunuz? Hayır değil mi? Çünkü onlar savaşıyor. Savaşta ölen düşmana niye üzülsünler değil mi? İşte anlamadığınız gerçek budur!!.
Bu gerçeği saklayan, dillendirmeyen, örten; Kuva-i İnzibatiye’nin varlığını perdeleyen her kurum, kuruluş, siyasetçi, asker, istihbarat, üniversiteler, basın, sivil kuruluşlar Türk Milletine kurulan bu kumpasın içindedir.
İç ihanet şebekeleri ile dış düşmanların çıkarı ortak paydada buluşunca, Türk Milleti beklemediği, hazır olmadığı bir savaşla karşı karşıya kaldı. İhanet din kılıyla paketlendi. Sanal gündemlerle tütsülendi.
Arının balı alınırken tütsü verilir. O tütsü ile arı etkisiz kılınırken kovan boşaltılır. Zır deliye yatan adamın cam kırma, önüne gelene tekme, arkasındakine kafa atmasının nedeni budur. Bütün bu eylemler milleti tütsüleme işlevi görüyor. Bu arada kovanlar boşaltılıyor.
Hala birileri zır deliye mektuplar yazıyor. Oysa o delinin programında sadece yeşiller tanımlı.
Ey mektupçular, sizde yeşil var mı? Yok!!. O zaman yazdığınız mektubun da bir değeri yok!!..
Ne mi yapmalı?
Zır deliyi oynayan adam kimin camını kırdıysa sadece o cevap versin. Kime tekme attıysa o cevap versin. Cevabı ülkeye yaymayın. Oyunu bozun. Çalışmadığı yerden sorular sorun. Gündem karartılırken arkadan cepleri boşaltanların elini ceplerimizde iken yakalayın …
Becerebiliyorsanız, “deliyi oynuyor madem”, deli gömleğini giydirin. Kollarını bağlayın.
Beceremiyorsanız, bırakın kendi kendine bağırıp çağırsın. Muhatap almayın. Tabii oyunun bir parçası olmayanlaradır bu tavsiye.
Neyzen Tevfik’ten yaşanmış bir hikaye ile bitirelim yazımızı:
Neyzen Tefvik her sene gönüllü olarak Bakırköy Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatarmış. O tarihte hastane başhekimi Mazhar Osman’dır. Neyzen hastanede sıkılır. Deniz kenarında olan bir başka hastaneye naklini ister. Mashar Osman Neyzen’e istediği hastaneye nakil yetkilerinin olmadığını söyler. Neyzen çok kızar. Günyüzü görmedik ne kadar küfür varsa sayar. Hastane Neyzen’e alışkındır. Kimse oralı olmaz. Neyzen hastanede birlikte yattıkları Hüseyin’e döner ve;
-Hüseyin, ben herkese kızıyorum.
Hüseyin;
-Kızarsınız ya efendim.
Neyzen;
-Herkese küfür ediyorum.
Hüseyin;
-Edersiniz ya efendim.
Neyzen;
-E, bana kimse kızmıyor, cevap vermiyor.
Hüseyin;
-Vermez ya efendim.
Neyzen patlatır;
-ULAN YOKSA BUNLAR BENİ ADAM YERİNE KOYMUYOR MU? “
Kıssadan hisse efendim.
Anlayana….
(*)Kuva-i İnzibatiye (Hilafet Ordusu), Kurtuluş Savaşı'nda İstanbul Hükümeti'nin Kuva-yi Milliye'ye karşı kurduğu, yarı resmi askeri örgüt. İngiltere, Damat Ferit Hükümeti'ne 7 Nisan 1920 tarihinde Hilafet Ordusunun kurulması için izin verdi. 18 Nisan tarihinde kuruldu. Sadrazam Damat Ferit hükümeti kurduktan 2 gün sonra 7 Nisan 1920 tarihinde İngiliz Yüksek Komiseri Amiral John de Robbeck ile milliyetçilere karşı alınacak tedbirleri görüştü. 11 Nisan'da Kuva-yi Milliyecilerin eşkiya olduğu ve öldürülmelerinin sevap ve vatani bir yükümlülük olduğuna dair Dürrizade Abdullah Efendi'nin bir fetva çıkarması sağlandı. İngiltere devleti Hilafet Ordusu'nun erlerine 30, teğmenlerine 60 ve alay komutanlarına 150 lira maaş bağladı. Lojistik ihtiyaçlarını silah, araç ve gereçlerini temin etti.
NOT: Erdoğan’ın peşine takılıp salonu terk eden Gül çok komikti. Erdoğan’ı takip eden sanki Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden şahıs değil de, Emine Erdoğan’dı…
Gül İngiltere Kraliçesinden ödül ve taltif aldıkça ne buyurmuştu?
“İngiltere ile birçok defa omuz omuza savaştık” demişti değil mi? Oysa Türk Milleti İngiltere ile asla birlikte savaşmadı.
1-Kuva-i İnzibatiye Ordusu İngilizler ile bir olup Türk Milletine karşı savaştı. O zaman Gül İnzibatiye Ordusu askerlerinden birinin torunu mu?
2-Araplar, Şerif Hüseyin ve adamları İngilizler ile bir olup Türk Milletine karşı savaştı. Gül Şerif Hüseyin ve askerlerinin akrabası mı?
3-Bir de Rus, İngiliz, Amerika ile birlik olup Türklere savaş açan Ermeniler, Taşnak teşkilatı var.
Sahi, Gül’ün dedeleri İngilizlerin yanında kimlere karşı savaşmış? Çünkü biz Türkler bırakın İngilizler ile omuz omuza savaşmayı, daima karşı cephelerde savaştık. Hatta büyüklerimiz;
“Her oyunun altından İngiliz çıkar” derdi. Gül bu oyunların acaba neresiyle bağlantılı?
İnsan merak ediyor tabii…
Sahi, Erdoğan’ın peşinden salonu terk eden kimdi? Emine Erdoğan mı(!)?.
Bazen bir üniversitede, bazen meydanlarda, bazen kurumların kuruluş yılı etkinliklerinde rolünü oynuyor. Apırıyor, köpürüyor, saldırıyor… Kavga etmediği kurum, camını kırmadığı meslek örgütü kalmadı. Sonra da mağdura yatıp, ağlıyor. Komik olan ne biliyor musunuz? Bu zır deliyi oynayan adama kendini akıllı sanan adamlar akılla mantık çerçevesinde cevap veriyor(!).. Kimi mektup yazıyor, kimi oynadığı oyunu gerçek sanıp yorumlar yapıyor…
İşin ucunda ülkem olmasaydı, bu şapşallar ordusuna güler geçerdim ama gülemiyorum. Bu kadar basiretsiz, öngörüsüz adamın nasıl bir araya geldiğine şaşırıyorum sadece…
Meslek örgütleri, sözde muhalefet “küresel deliyi, oynadığı oyunu” beğenmiyor ama 12 senedir de bir delinin oynadığı oyunda figüran durumuna düşmekten öte de bir rol üstlenemiyor. Kendi oyununu kuramıyor. Kendi sahnesini açamıyor.
Deli topu atıyor. Hurra… Kendini akıllı sanan zevat o topun peşinde koşuyor da koşuyor. Onlar koşa dursun, perde gerisinde ülkenin kalan malları satılıyor. Ağaçları kesiliyor. Paralar el değiştiriyor. Güneydoğu’da hızla paralel bir devlet kuruluyor. Kalan son kurumlar çökertiliyor.
Bırakın camları kırsın. Camı kırılan gereğini yapsın. Yahu, bir kere de üstü örtülen gündemin peşinde koşun da, bir kişilik zır deli oyununun gönüllü figüranı olmayın.
Mesela ben merak ediyorum. Bu ağaç katliamı sapıklığının arkasında ne yatıyor? Tamam, rant alanları ağaç katliamına neden oluyor da, kesilen o binlerce ağaç nereye gidiyor? Bu ağaçların da bir ederi var değil mi? Kesilen ağaçların akıbetini merak eden muhalefet var mı?
Mesela bölgeyi bilen kişilerden bir komisyon oluşturup Güneydoğu’ya göndermeyi, orada olanları millete bir rapor ile duyurmayı düşünen siyasetçi var mı?
Türk Ordusu içinde farklı şekilde sürdürülen tasfiyeler hakkında bir araştırma yapmayı düşünen var mı?
Küçük esnafın banka-vergi kıskacında nasıl yok edildiğini öğrenmek ve millete duyurmak isteyen bir muhalefet var mı?
Camilerin Emevi camilerine nasıl dönüştüğünü, dinin siyasetin emrine nasıl girdiğini görmek isteyen birileri var mı?
Zır deli her gün bir cam kırıyor. Bir çam deviriyor. Kendini akıllı sananlar, deli rolü oynayan şahsın belirlediği gündemin gönüllü figüranı olmaktan öte bir oyun kuramıyor.
Bırakın!!.. Duymayın!!. Görmeyin!!.
Kendi kendine bağırıp duysun.
Siz arkadan boşaltılan ceplerimizin, yürütülen cüzdanlarımızın peşinde koşun.
Zır deli, gayrimeşru sevgili Fetullah çetesiyle çıkar kavgasına düşmeseydi; ne ayakkabı kutularından, ne altın nakil kralı Rıza’dan, ne de milyarlık kol saatlerinden haberimiz olacaktı. “Başbakan ne dediyse ben onu yaptım” diye ağlaşan, ağlamanın Bayraktar’ından da, kıt zekasıyla milletin paralarını istif eden mahdumdan da, ayetle dalga geçen Truva atlarından da milletin haberi olmayacaktı. Sahi, bu muhalefet ne işe yarar ki? Zır deliyi oynayan şahsın oyununda figüran olmaya mı?
Karga ile tilkinin hikayesi gibi. Peyniri kapan sonunda hep tilki oluyor.
Gaklamayı ne zaman bırakacaksınız? Bıkmadınız mı tilkiye peyniri kaptırmaktan?
Bıkmadınız!!. Neden mi?
Çünkü bazı sazanlar hariç, sizler bu oyunun zaten birer parçasısınız. Bu oyunun birer parçası olmasaydınız eğer, Kuva-i İnzibatiye Ordusu, Kuvva-i Milliye ruhu karşısında bu kadar cesur olamazdı.
Bazı kelli felli adamlar zır deliye mektup yazıyor(!).. Benim de içimden bu mektupçuları bir psikoloğa götürmek geçiyor.
Kardeş, hala anlamamakta niye inat ediyorsunuz? Zır deli öyle mektuptan falan anlamaz. O’na yeşilleri göstereceksiniz. Çünkü programında başka bir değer “tanımlı değil”. Anlasana!!. Salak mısınız? Salağa mı yatıyorsunuz?
Adamın bir görevi var;
25 Haziran 1920'de Kuvva-i Milliye karşısında başarısız olduğu için kaldırılan Kuva-yı İnzibatiye'yi(*) yeniden harekete geçirmek, terhis edilen İnzibatiye askerlerinin torunlarını aktif hale geçirmek…
Tabi bu işi de bedava yapacak değil ya? Millet işi anladığında kendini kurtaracak kadar paraya ihtiyacı olacak. O parayı kazanmasına izin veriliyor. Gerçek bu kadar basit ve yalın... Bu kadar basit ve yalın olduğu için o kalın kafanız almıyor. Tıpkı sınavda öğrencilerin en basit soruları, “bu kadar basit soru olmaz, içinde başka bir şey var” mantığıyla çözemediği gibi…
Görmek isteyenin görebileceği gibi; yıllardır yabancı istihbaratların koynunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, Türk Milletine düşman olarak yetişenler, karanlık dehlizlerinden bir bir çıkıyor. 1920’de yenilenlerin çocukları, akıllarınca rövanş alıyor. Mason localarında kimliğini bırakanlar, şeytanın hizmetine girenler, devletle sorunu olanlar, cebini sistemden dolduranlar ile İtilaf devletleri… Hepsi ortak çıkar noktalarında birleşerek bir araya geldi. Zır deli rolünü oynayan, her gün bir kavga çıkartıp gündem belirlerken zihinleri dumura uğratan şahsa kurdukları şemsiyenin altında toplandı.
Kuva-i İnzibatiye Kuva-i Milliye’ye karşı kaldığı yerden savaşmaya devam ediyor.
Bugün ülkemizde olan şudur;
Arkasında İtilaf Devleri olan Kuva-i İnzibatiye ordusu, Kuva-i Milliye Ordusuna karşı kıyasıya bir savaş veriyor. Bu savaşta hiçbir ahlak kuralı işlemiyor, işlemez!!.
Milletin mallarına el konuyor. Çünkü savaş ganimeti sayılıyor. Ortada bir rüşvet olayı falan yok!!. Ne var? El koyma var. Milletin malına el konuyor. Milletin el konulan, gasp edilen ederleri, yandaşlar arasında kalibresi, etkisi oranında pay ediliyor.
Esir alınan Türkler hastalanıyor, hastalandı-rı-lı-yor... Ölüyor. Aslında bilerek, isteyerek ÖL-DÜ-RÜ-LÜ-YOR!!.
En ufak bir merhamet, üzüntü işareti görüyor musunuz? Hayır değil mi? Çünkü onlar savaşıyor. Savaşta ölen düşmana niye üzülsünler değil mi? İşte anlamadığınız gerçek budur!!.
Bu gerçeği saklayan, dillendirmeyen, örten; Kuva-i İnzibatiye’nin varlığını perdeleyen her kurum, kuruluş, siyasetçi, asker, istihbarat, üniversiteler, basın, sivil kuruluşlar Türk Milletine kurulan bu kumpasın içindedir.
İç ihanet şebekeleri ile dış düşmanların çıkarı ortak paydada buluşunca, Türk Milleti beklemediği, hazır olmadığı bir savaşla karşı karşıya kaldı. İhanet din kılıyla paketlendi. Sanal gündemlerle tütsülendi.
Arının balı alınırken tütsü verilir. O tütsü ile arı etkisiz kılınırken kovan boşaltılır. Zır deliye yatan adamın cam kırma, önüne gelene tekme, arkasındakine kafa atmasının nedeni budur. Bütün bu eylemler milleti tütsüleme işlevi görüyor. Bu arada kovanlar boşaltılıyor.
Hala birileri zır deliye mektuplar yazıyor. Oysa o delinin programında sadece yeşiller tanımlı.
Ey mektupçular, sizde yeşil var mı? Yok!!. O zaman yazdığınız mektubun da bir değeri yok!!..
Ne mi yapmalı?
Zır deliyi oynayan adam kimin camını kırdıysa sadece o cevap versin. Kime tekme attıysa o cevap versin. Cevabı ülkeye yaymayın. Oyunu bozun. Çalışmadığı yerden sorular sorun. Gündem karartılırken arkadan cepleri boşaltanların elini ceplerimizde iken yakalayın …
Becerebiliyorsanız, “deliyi oynuyor madem”, deli gömleğini giydirin. Kollarını bağlayın.
Beceremiyorsanız, bırakın kendi kendine bağırıp çağırsın. Muhatap almayın. Tabii oyunun bir parçası olmayanlaradır bu tavsiye.
Neyzen Tevfik’ten yaşanmış bir hikaye ile bitirelim yazımızı:
Neyzen Tefvik her sene gönüllü olarak Bakırköy Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatarmış. O tarihte hastane başhekimi Mazhar Osman’dır. Neyzen hastanede sıkılır. Deniz kenarında olan bir başka hastaneye naklini ister. Mashar Osman Neyzen’e istediği hastaneye nakil yetkilerinin olmadığını söyler. Neyzen çok kızar. Günyüzü görmedik ne kadar küfür varsa sayar. Hastane Neyzen’e alışkındır. Kimse oralı olmaz. Neyzen hastanede birlikte yattıkları Hüseyin’e döner ve;
-Hüseyin, ben herkese kızıyorum.
Hüseyin;
-Kızarsınız ya efendim.
Neyzen;
-Herkese küfür ediyorum.
Hüseyin;
-Edersiniz ya efendim.
Neyzen;
-E, bana kimse kızmıyor, cevap vermiyor.
Hüseyin;
-Vermez ya efendim.
Neyzen patlatır;
-ULAN YOKSA BUNLAR BENİ ADAM YERİNE KOYMUYOR MU? “
Kıssadan hisse efendim.
Anlayana….
(*)Kuva-i İnzibatiye (Hilafet Ordusu), Kurtuluş Savaşı'nda İstanbul Hükümeti'nin Kuva-yi Milliye'ye karşı kurduğu, yarı resmi askeri örgüt. İngiltere, Damat Ferit Hükümeti'ne 7 Nisan 1920 tarihinde Hilafet Ordusunun kurulması için izin verdi. 18 Nisan tarihinde kuruldu. Sadrazam Damat Ferit hükümeti kurduktan 2 gün sonra 7 Nisan 1920 tarihinde İngiliz Yüksek Komiseri Amiral John de Robbeck ile milliyetçilere karşı alınacak tedbirleri görüştü. 11 Nisan'da Kuva-yi Milliyecilerin eşkiya olduğu ve öldürülmelerinin sevap ve vatani bir yükümlülük olduğuna dair Dürrizade Abdullah Efendi'nin bir fetva çıkarması sağlandı. İngiltere devleti Hilafet Ordusu'nun erlerine 30, teğmenlerine 60 ve alay komutanlarına 150 lira maaş bağladı. Lojistik ihtiyaçlarını silah, araç ve gereçlerini temin etti.
NOT: Erdoğan’ın peşine takılıp salonu terk eden Gül çok komikti. Erdoğan’ı takip eden sanki Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden şahıs değil de, Emine Erdoğan’dı…
Gül İngiltere Kraliçesinden ödül ve taltif aldıkça ne buyurmuştu?
“İngiltere ile birçok defa omuz omuza savaştık” demişti değil mi? Oysa Türk Milleti İngiltere ile asla birlikte savaşmadı.
1-Kuva-i İnzibatiye Ordusu İngilizler ile bir olup Türk Milletine karşı savaştı. O zaman Gül İnzibatiye Ordusu askerlerinden birinin torunu mu?
2-Araplar, Şerif Hüseyin ve adamları İngilizler ile bir olup Türk Milletine karşı savaştı. Gül Şerif Hüseyin ve askerlerinin akrabası mı?
3-Bir de Rus, İngiliz, Amerika ile birlik olup Türklere savaş açan Ermeniler, Taşnak teşkilatı var.
Sahi, Gül’ün dedeleri İngilizlerin yanında kimlere karşı savaşmış? Çünkü biz Türkler bırakın İngilizler ile omuz omuza savaşmayı, daima karşı cephelerde savaştık. Hatta büyüklerimiz;
“Her oyunun altından İngiliz çıkar” derdi. Gül bu oyunların acaba neresiyle bağlantılı?
İnsan merak ediyor tabii…
Sahi, Erdoğan’ın peşinden salonu terk eden kimdi? Emine Erdoğan mı(!)?.
Similar topics
» YALANİSTAN - Zahide Uçar
» AKP PKK'ya Katıldı(!).. / Zahide UÇAR
» Hedefteki ülke; TÜRKİYE! / Zahide Uçar
» Cahil Yalancı Dolmalar… Zahide Uçar
» Zahide Uçar: Süleyman Şah Türbesini Çalıp Kaçtılar…
» AKP PKK'ya Katıldı(!).. / Zahide UÇAR
» Hedefteki ülke; TÜRKİYE! / Zahide Uçar
» Cahil Yalancı Dolmalar… Zahide Uçar
» Zahide Uçar: Süleyman Şah Türbesini Çalıp Kaçtılar…
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz