Şah İsmayıl Xətai- Safevi Türk Devleti'nin Kurucusu
¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤ :: [Türkçülük] ve [Turancılık] :: Genel Türk Tarih :: Büyük Türk Tarihi
1 sayfadaki 1 sayfası
Şah İsmayıl Xətai- Safevi Türk Devleti'nin Kurucusu
Safevî Devleti veya Devlet-i Safeviyye, Azerice: Səfəvilər Dövləti) 1501 ve 1736 yılları arasında bugünkü Azerbaycan, İran, Ermenistan, Irak, Afganistan, Türkmenistan ve Türkiye'nin doğu kesiminde varlığını sürdürmüş, tarihte ilk kez Şii Onikiciliğini resmî mezhep olarak kabul etmiş olan halkları yönetmiş ve Azerbaycan'ın varis olduğu hakim hanedanın devletidir.
Safevi Devleti'nin kuruluşuna destek veren Türkmen boyları şunlardır; Şamlı, Afşar, Kaçar, Tekeli, Humuslu, Ustaclu, Dulkadirlu, Varsaklar
Akkoyunlu hükümdar Uzun Hasanın torunu olan İsmail Safevi, Akkoyunlu Elvend Mirza'yı Şarur (Nahçıvan) yakınlarında yendikden sonra 1501 yılının temmuz ayında Tebriz'de kendisini Şah ilan etti. İsmail, bütün Azerbaycan'ı imparatorluğa dahil edince Azerbaycan Türkleri ordunun esas nüvesini teşkil etmişdir.
Bundan sonra tüm İran'ı ele geçirerek, Mayıs 1502'de resmen İran Şahı olan I. İsmail sonraki 250 yılda Orta Doğu'ya büyük etki yapacak bir Şii devletinin temelini atmıştır.
Safevî Devleti'nin kurucusu I. İsmail genel olarak Türkçe'nin Azeri lehçesini kullanmıştır. Kendisinin annesi Uzun Hasan'ın kızı olması nedeniyle konuştuğu ve kullandığı dildir.[3] ve kendisi Hıtayi daha sonradan Hataî mahlası ile Azerice[1] şiirler yazmıştır[22]. Safevî Hanedanının saray ve askeri makamların dili Azerice olmuştur[2]. Safevi hanedanın iktidarında İran sınırları içerisinde halkın çoğunluğunca konuşulan Azerice ve bazen Farsça edebi ve resmi dil olarak kullanımıştır.[4]
Safevî Tarikatı
Safevî Hanedanının kökeni, 13. yüzyılın sonunda Şah İsmâil'in altıncı dereceden dedesi olan [23] Safiyüddin İshak'ın Erdebil'de kurmuş olduğu Safevî tarikatından gelmektedir[24]. Gilan'da büyük Sufi mürşidi Şeyh Zahid-i Gilanî'nin müriti olmuş Safiyüddin, şeyhin kızı ile evlenerek Zahidiyye tarikatının başına gelmiş ve Zahid'in ölümünden sonra tarikat Safeviyye olarak tanınmıştır[25].
Şeyh Cüneyt'in tarikat başkanlığı döneminde, Karakoyunluların koruması altında olan Safeviler büyük sayda Azerbaycan ve Anadolu Türklerini Şiiliğe çevirmeye başlamışlar[26]. Bu Şii Türkler genelde başlarına kırmızı sarık giydikleri için, tarihi kızılbaş adını almışlar.[26]
Erdebil Şeyhliğinden Safevi Şahlığına
1447'de tarikatın başında bulunan Şeyh Cüneyt İran'da politik bir güç haline gelmek için devrimci Şii anlayışını benimsedi. Akkoyunluların elinde bulunan Doğu Anadolu'ya gelerek bölgedeki yerel güçleri etrafına toplamaya başlamıştı. Karakoyunlular ile mücadele halinde olan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanına giden Cüneyt onun kız kardeşi Hadice Begim ile evlenmişti. Bu evlilik ile Uzun Hasan, Cüneyt'in Türkmenler üzerindeki nüfuzundan yararlanmayı düşünürken, Cüneyt de bu sayede amaçlarını gerçekleştirmek için serbestiyet elde etmişti. Etrafına topladığı güçle Azerbaycan'da Şirvan ülkesine saldıran Cüneyt yapılan savaşta yaşamını yitirdi.Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar dayısı Uzun Hasan'ın kızı Halime Begim/Alemşah ile evlendi. Bu sayede Anadolu'da Alevi anlayışını daha da artırdı. Osmanlı hükümdarı II.Bayezit'in gerekli önlemleri almaması da Safevilerin güçlenmesinde önemli bir rol oynadı. Anadolu'dan sürekli göçlerle güçlenen Erdebil şeyhi Haydar, Akkoyunluların Otlukbeli yenilgisinden sonra düştüğü bunalımlı durumdan yararlanmaya çalıştı. Fakat dayısının oğlu Akkoyunlu Yakup Bey ile yaptığı bir savaşta yaşamanı kaybetti. Oğlu Şeyh İsmail, Akkoyunluların iç savaşından yararlanarak 1500 yılında Erzincan'a geldi. Etraftaki bütün müritlerinin toplanmasını emredince Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Dulkadir,Tekelü ve Karaman-Turgutlu Türkmenleri ile Varsaklar'dan binlercesi etrafında toplandı.1501'de Akkoyunlu Elvend Mirza'yı Nahçıvan'da yenilgiye uğratan İsmail Azerbaycan'ın tamamını ele geçirerek Tebriz'de kendini şah ilan etti. Böylece dedesinin başlattığı Şii devrimci-politik girişim İsmail tarafından başarıyla sonuçlandırılmış oldu. Artık Erdebil Safeviye Şeyhliği'nin yerini Safevi Şahlığı alıyordu.
Anadolu'da 15.yüzyıl boyunca Osmanlı ilerlemesi devam etmiş Türkmenler de kontrol altına alınmıştı. Kuruluş döneminde heterodoks zümrelere daha müsamahakar davranan Osmanlı Devleti bu sıralarda kontrol etmekte zorlandığı göçebe Türkmen boylarını yasadışı ilan ederek baskı altına almıştı. İşte bu ortamda Erdebil Safeviye şeyhi İsmail, Azerbaycan'dan Anadolu içlerine kadar yayılmış bulunan küskün Oğuz-Türkmen boy ve oymaklarını ruhani otoritesiyle birleştirerek 1501'de zamanın en güçlü Sünni Türkmen federasyonu olarak bilinen Elvend Mirza liderliğindeki Akkoyunlular'dan Tebriz'i kendi yönetimine aldı.
Safevi Devleti'nte en önemli görevlere Türkmenler getirildi. Göçebe Türkmenler, Osmanlı'da yitirdiği yerini Safevi Devletinde buldu. Bundan sonra Türkmenler akın akın İran yolunu tuttular ve onunla da kalmayarak yaşadığı toprakların Safevilere bağlanması için sık sık ayaklanmalar çıkardılar.[28]
Safeviler, kendilerinin 7. Şia imamı Musa el-Kazım yoluyla Ali ve Fatma soyundan geldiklerini iddia ettiler, İsmail ayrıca şahlığını ilan ettikten sonra, otoritesini İran'da daha da güçlü kılmak için Sasani imparatorluğunun mirasında da hak iddia etti.
Tebriz'in zaptıyla Safevi hanedanlığı başlamış oluyordu.I. İsmail 1501'de Tebriz'i başkent, kendini Azerbaycan Şahı ilan etti ve buradan İran içlerine doğru yayılmasını sürdürdü. Kuruluşu takip eden ilk on yıl boyunca bir yandan devletini Osmanlı saldırılarından korumaya çalışan İsmail,öte taraftan Akkoyunlu kalıntılarını ezerek, onların topraklarındaki yayılmasını sürdürdü.1503'te Hemedan,1504'te Şiraz ve Kirman, 1507'de Şia'nın kutsal mekanları Necef ve Kerbela, 1508'de Van,1509'da Bağdat, 1510'da Özbek Şeybani Hanlığının kurucusu Muhammet Şeybani Han'ı hezimete uğrattığı bir savaş neticesinde Horasan ve Herat (Sistan'ın merkezi)şehirlerini zaptetti.1511'de Özbekler bu yenilgi üzerine Maveraünnehir'e çekilerek Safevilere karşı uzun yıllar sürecek saldırılarını devam ettirmişlerdir.
Uzun yıllardır Şah İsmail'in faaliyetlerini yakından izleyen ve onun 1511'de Anadolu'da çıkarttığı Şah Kulu ayaklanmasıyla ne kadar etkili olabileceğini gören Osmanlı sultanı Yavuz Sultan Selim, nihayet 1514'te Safevileri ezmek maksadıyla Doğu Anadolu ve Azerbaycan üzerine yürüdü. Osmanlıların top ve tüfeklerine karşın Safevi ordusu çok daha ilkel silahlarla savaşa hazırlanmıştı. İki tarafın ordusu başlarında bizzat hükümdarları olduğu halde Tebriz'in batısında Çaldıran'da karşılaştı.Safeviler yenilgiye uğradı. Tebriz'i kolayca ele geçiren Osmanlı kuvvetleri I.Selim'in bütün ısrarlarına karşın İran platosunda Safevi ordusunu izlemeyi reddettiler. Kışın yaklaşmasıyla Tebriz terk edildi.Bu savaş yıllar sonra Şah I. Tahmasp ile Sultan I. Süleyman (Kanuni) arasında aynen kendini tekrarlayacaktı.
Şah İsmail, Kızılbaş, Alevi olması ve Ortodoks (koyu) On İki İmam Şiilik inancıyla uzlaşması pek olanaklı olmayan heterodoks Şii (On iki imamcı Tasavvuf, Alevi) inancına rağmen Şia'nın dinsel ileri gelenlerini ülkesine getirerek onlara sadakatleri karşılığında toprak ve paralar bahşetti. Safevi döneminden sonra ve özellikle Kaçar hanedanı döneminde Şii ulemanın rolü artmış, ulema bağımsız ya da hükümetlerle ortaklaşa rol oynamaya başlamıştır. Safeviler sufî/tasavvufî geçmişine sahiptirler. Devlet feodal bir teokrasi haline geldi fakat bu din ve devlet ayrılığı biçiminde değild. Şah dinsel ve dünyevi yetkilerin her ikisini birden elinde tutuyordu.
Osmanlı devleti ile süren güç mücadeleri sırasında Orta Asya'dan Anadoluya göç etmekte olan Türkmenler güzergahları üzeinde olan İrandan geçmekteydiler. Bu nufus kitlelerini kendi tarafına çekmeyi düşünen Safeviler, Alevilik inancının Türkmenler arasında yayılmasını sağladılar[29]. Şah İsmail'in öncelikli hedefi Doğu Anadolu olduğundan burada yaşayan halkların özellikle Zazaların büyük bir çoğunluğu ve bir kısım toplulukların Alevi inancını kabul etmelerinde büyük etkileri olmuştur[29].
Osmanlılarla süregelen savaşlar nedeniyle 1548'de Şah I. Tahmasp başkentini Tebriz'den - bir iç bölge şehri olan Kazvin'e taşıdı. Daha sonra Şah I. Abbas (Büyük Abbas)buradan da vazgeçerek, Orta İran'da yer alan eski İsfahan şehrinin hemen yanına inşa ettiği yeni İsfahan'ı başkent yapacaktır.
Safevilerin en ihtişamlı hükümdarı Şah I. Abbas (1587-1629) Kızılbaş-Türkmen ümeranın (askeri ve sivil bürakratlar) saray entrikaları ve cinayetleri arasında hayatta kalmayı başararak babası Muhammed Hüdabende'nin zorunlu olarak tahtan çekilmesi üzerine 16 yaşında İran tahtına çıktı.
Hükümdar olduğunda ilk fark ettiği şey, savaş meydanlarında Osmanlılar ve Özbekler (Şeybaniler) tarafından sürekli mağlup edilen ordusunun acizliği oldu. Nitekim Osmanlılar Gürcistan ve Ermenistan'ı zaptederken, Özbekler de doğuda yedinci İmam Ali Rıza'nın bulunduğu Meşhet ve Sistan'ı ele geçirmişlerdi. İlk olarak kuzeydoğudaki topraklarının Osmanlılara ait olduğunu kabul etmek karşılığında onlardan barış istedi. Bu sırada İran'a seyahat amacıyla gelmiş Robert ve Anthony Sherley adındaki iki İngiliz gezgini, şah ordusunun Avrupa modeline benzer paralı ve iyi eğitim görmüş daimi bir orduya dönüştürülmesinde Şah'a yardım ettiler Rakibi olan Osmanlı padişahları bu işi çok öncelerden beri başarmış ve ordularını sürekli modernize etmişlerdi. Abbas barutun kullanımını hararetli bir biçimde benimsedi. Yeni reformlarla birlikte ordusu, Kızılbaşlar yanında,Gürcistan, Ermenistan ve Çerkez ülkelerinden devşirilen Gulamlar, Tofenkçiler (Tüfenkçi) ve Topçiler(Topçu) gibi bölüklere ayrılmıştı
İlk olarak Özbeklerle savaşan I. Abbas (İranların verdiği isimle Abbas-i Bozorg=Büyük Abbas) Herat ve Meşhet'i geri aldı. Daha sonra Osmanlılara döndü. 1603'te başlayıp aralıklarla süren savaşlar sonunda 1622'de daha önce Osmanlılara bırakmak zorunda kaldığı Irak-ı Acem ( Doğu Irak) ve Kafkas Berisi (Trans Kafkasya) ülkelerini geri aldı. Ayrıca Bağdat da ele geçirildi. Yeni kurduğu askeri birliklerini kullanarak, 1602'de Portekizlileri Bahreyn'den, 1622'de İngiliz donanmasını Hürmüz Boğazı'ndan çıkardı. Böylece Portekizlilerin Hindistan'la ticaretlerinde şah damarı değerindeki İran (Basra) Körfezi'ni kontrolü altına aldı. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi ve Hollanda Doğu Hindistan Şirketi ile ticari ilişkilerini genişletti.
Abbas, çoğu Ermeni, Gürcü[30] ve Hint kökenlilerden oluşan ve ekonomik gücüyle etkinleşen bir tüccar sınıfı yarattı. Bunları kul sistemi ile bürokrasiye enjekte eden şah, bu sayede devletin kurulup genleşmesinde oynadıkları rol ile her zaman yönetsel-askeri yetkeyi elinde tutan Kızılbaş ümeraya karşı bağımlılığını kırarak merkezi otoriteyi kurabildi. Nitekim ölümü sıralarında Safevi saray tarihçisi İskender Bey Türkmen'in verdiği bilgilere bakılırsa 93 bürokratının (emir) 21'i kul (devşirme) olmak üzere, geri kalan 72 emirin yalnızca 48'i Kızılbaş Türkmen idi. Bu durum Şah Abbas'ın, oymakları ile feodal bağlarını hep canlı tutan Kızılbaş ümeranın devlet mekanizmasındaki politik gücünü ne derece kırdığını gözler önüne sermektedir.
Osmanlılar ile Safeviler, 150 yıldan daha uzun bir süre Irak'ın verimli toprakları uğruna savaştılar. 1509'da Bağdat'ın I. İsmail tarafından fethini, kısa bir süre sonra Osmanlı sultanı I. Süleyman'ın fethi izledi. Daha sonra silsile halinde devam eden saldırılar akabinde Safeviler 1623'te Bağdat'ı henüz geri almışlardı ki, 1638'de tekrar Osmanlı sultanı IV. Murat'a bırakmak zorunda kaldılar. 1639'da Kasr-ı Şirin Antlaşması'nda Osmanlılar ile Safeviler arasında sınırları belirleyen bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşmanın çizdiği sınır her iki tarafın sınırları eskisine nazaran çok daralmış olsa da günümüze kadar hiç değişmeden Türkiye-İran sınırı olarak kaldı.
Bu arada 1609-1610 yıllarında Mahâbât Kürt kabileleri Safeviler'e karşı ayaklandı. Kanlı mücadeleler sonucunda, Şah Abbas Osmanlı yönetiminden kaçıp kendisine sığınan Kalenderoğlu Celalileri'nin isyanını bastırdı.
Şah Abbas suikaste uğramak saplantısından hiçbir zaman kurtulamadı. Bu nedenle şüphe uyandıran hanedan üyelerini ya katletti ya da gözlerine mil çekmek suretiyle saf dışı bıraktı. Nitekim bu şekilde oğullarından birini idam ederken, ikisini de gözlerine mil çektirerek kör bıraktı. Bundan başka iki oğlunu da kendi ölümünden önce kaybedince,sonuç Şah Abbas için bir trajediye dönüştü. 1629'da öldüğünde geride ardılı olabilecek yetenekte hiçbir oğul bırakmamıştı.
Şah Abbas'ın uzun hükümdarlığı sonunda devletin sınırları bugünkü İran, Irak, Ermenistan, Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ile Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan ve Pakistan'ın bazı kısımlarını içine almaktaydı.
Safevi Devleti'nin kurulmasında ve gelişmesinde rol oynayan oymaklara bakıldığında , genelde yaygın olan teze aykırı olarak devletin kuruluşunda esas rolü Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenlerinin değil , orijinal ve yeni Anadolulu (Rumlu) ve Suriyeli (Şamlu) Alevi Türkmen topluluklarının oynadığı ortaya çıkmaktadır. Devletin kuruluşunda rol oynayan büyük oymaklardan ilki Rumlu olup, Sivas'ın Koyulhisar (Koylahisar) ve Karahisar (Şebinkarahisar - Şimdi Giresun'a bağlı) yöreleri ile Tokat ve Amasya bölgelerinindeki köylü Kızılbaş Aleviler tarafından meydana getirilmiştir
Ustacalu oymağı ise Sivas Amasya Tokat bölgesinde yaşayan ve bazı oymakları Kırşehir'e kadar yayılan Ulu Yörük topluluğuna ait bir oymaktı Adından da anlaşılacağı üzere Antalya bölgesi Türkmenlerinden oluşan Tekelü oymağı içinde Hamit-ili (Isparta, Burdur) ve Menteşe-ili (Muğla) Türkmenleri de yer alıyordu
Bu üç Anadolulu oymaktan başka, devletin kuruluşunda görev alan bir diğer topluluk Suriye Türkmenlerinden oluşan Şamlu oymağıydı. Bu oymak yazın Sivas'ın güneyindeki Uzun Yayla'da, kışın Halep, Gaziantep arasında yaşayan ve Osmanlı döneminde Halep Türkmenleri denilen oymaklardan kopmuştu. Devletin kuruluşunda önemli rol oynayan oymaklardan biri de Kahramanmaraş ve Boz Ok (Yozgat) bölgesini içine alan Dulkadir (Ar: Zü'l-Kadr = Tr: Güç, kudret sahibi) elinin bilhassa Boz Ok kesiminde yaşayan Türkmenlerden oluşan Dulkadir (Zü'l- Kadr) oymağıydı. Bu oymak mensuplarının ayrılması ile zayıflayan Dulkadiroğulları Beyliği kolayca Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bütün bu oymaklar dışında kuruluşa katılan daha küçük topluluklar da şunlardır: Tarsus yöresi Varsakları, Orta ve Doğu Karadeniz Çepni'leri, Arapgirlü, Turgudlu (Karamanoğlu Türkmenlerinden), Bozcalu (Halep Türkmeni), Acirlü, Hınıslu Çemişkezeklü , Şadlu/Şadıllı oymağı (Türkmen)[31][32][33][34]
Devletin kuruluş ve örgütlenmesinin esasını oluşturan bu oymaklardan başka, daha sonra Safevi siyasal örgütlenmesine katılan Ak Koyunlu ve Kara Koyunlu boyları da olmuştur. Ancak bunların çoğu Kızılbaşlığı kabul ettikleri halde önemli statüler elde edememişlerdir. Bunlardan Kaçarlar 15. yüzyıl sonlarında Boz Ok 'tan Gence' ye göç etmiş bir Akkoyunlu boyudur. Bir diğeri, Karamanlu oymağı, Karakoyunlu Ulusundan olup Karabağ'da yerleşmişti. Devletin kuruluşunda rol almayıp, sonradan dahil olan boylardan en önemli rol oynayan Türkmen boyudur. Bu boy Akkoyunlu bakıyelerinden olup, Akkoyunluların Musullu ve Pürnek (Purnak) boylarına Safeviler, komple Türkmen demişlerdi. Son olarak, İran 'da yerleşmiş olan Afşarlar da kuruluştan sonra önemli sayılan statüler aldılar.
I. İsmail Safevi Devleti'ni tesis ettikten sonra, kuruluşta rol oynayan iki etnik grup arasındaki görüş ve yaşam tarzı ayrılığının ne şekilde uzlaştırılabileceği gibi büyük ve çetrefilli bir sorunla karşı karşıya kaldı: Bir yanda onu güce taşıyan askeri becerileriyle klasik İslam toplumunun ehl-i kılıçı (Seyfiyye) Kızılbaş - Türkmenler, öte tarafta yüzyıllardır İran'ı yöneten Arap, Türk (Gazneliler, Büyük Selçuklu Devleti vd.), Moğol ve Türkmen (Akkoyunlular, Karakoyunlular) hükümdarları döneminde olduğu gibi dinsel ve bürokratik sınıfları - yani ehl - i kalemi - (Kalemiye) dolduran İranlılar (Farslar).
Aslında iki grup arasında sürtüşme kaçınılmazdı. Çünkü Kızılbaş Türkmenlerin göçebe olması ve bunun getirdiği toplumsal yapıları geleneksel İran sınıflı yapısı ile uzlaşabilir durumda değildi. Bu orijinal sosyo-politik yapılanma, daha önce İran'da kurulmuş olan Büyük Selçuklu Devleti'nin çöküşünde de en nemli etkenlerden biri olmuştu. I. İsmail 1508 yılından, öldüğü 1524 yılına kadar vezirlik makamına peş peşe beş İranlı'yı atadı. Bu İranlı vezirlerden 2.si Maveraünnehir'de Kızılbaş Türkmenlerden oluşan bir ordunun komutasına getirildiği zaman, Kızılbaş asker ve emirleri zorunlu olarak onun hizmetine girmeyi bir utanç nedeni saydılar. Savaş meydanında yüzüstü bıraktıkları vezirin feci bir biçimde katledilmesine sebep oldular. 4. vezir bizzat Kızılbaşlar tarafından katledildi, 5.si ise onların isteği üzerine öldürüldü. Anlaşılacağı gibi Kızılbaşlar, Tacik dedikleri yerli İranlıların yalnızca başkentte oturup mali işlerle ilgilinmelerini istiyorlardı. Şah Abbas'ın Osmanlıları model alarak oluşturduğu kul (devşirme) sistemine karşı çıkıyor ve onları da Kara Oğlu diye küçümsüyorlardı. Fakat daha sonra, başlangıçta Kızılbaş-Türkmen devleti olan Safaviler Fars karakterine büründü.
Kültür
İran kültürü Safevi himayesinde gelişti. I. İsmail'in bizzat kendisi Hıtayi daha sonradan da Hatayî ya da Şah Hatayi mahlasıyla Azerice pekçok şiirler yazdı. Şah Tahmasp bir ressamdı. Şah II. Abbas ise Tanî mahlasıyla Türkçe şiirler yazan bir şair olarak da tanınmıştı.
Bu dönemde kiremit imalatı, çömlekçilik, dokumacılık gibi el sanatları gelişirken, minyatürcülük, ciltçilik, dekorasyon ve hattatlıkta büyük ilerlemeler kaydedildi. 16.yüzyılda halı dokumacılığı bir göçebe ve köylü sanatı olmaktan çıkarak, profesyonel tasarım ve imalata dayalı iyi işleyen bir sanayi haline dönüştü. Tebriz bu sanayinin merkezi konumundaydı. Erdebil halıları yalnızca hanedana hasredilmişti. Yanlış adlandırılmış meşhur Polonez halıları 17.yüzyılda İran'da imal edilirdi.
Geleneksel formlar ve malzemeler kullanan Rıza Abbasi (1565 - 1635) İran resmini, yarı çıplak kadınlar, gençlik ve aşıklar gibi yeni temalarla tanıştırdı. Onun resim ve hat tarzı Safevi döneminin pek çok sanatçılarını etkileyerek, İsfahan ekolü olarak bilinir hale geldi. 17. yüzyılda uzak kültürlerle - özellikle Avrupa ile gelişen ilişkiler İranlı sanatçılara yeni fikirler verdi. Kısa sürede üç boyutlu görünümü, perspektif ve gölgeyi, yağlı boya kullanmayı benimsediler. O kadar ki, Şah II.Abbas Muhammed Zaman adlı ressamını eğitim görmesi için Roma'ya göndermişti.
İsfahan, Büyük Abbas'ın 1598'te başkentini daimi olarak oraya taşımasından sonra Safevi mimarisinin en seçkin örnekleriyle doldu. 1630'da yapımı tamamlanan imparatorluk camisi Mescid - i Şah ile Mescid - i İmamî, Lütfullah Camii ve İmparatorluk sarayı Âlî Kapu (Osmanlı’daki Bab - ı Âli'ye nispeten) en önemli yapılardır.
En meşhur İslam filozoflarından Molla Sadra (Sadrettin eş - Şirazî) (1571 - 1640), Şah Abbas döneminde (1587 - 1629) yaşadı. En önemli eseri Esfar (Yolculuklar - Seyahatlar) 'dır. Tasavuf gizemciliği, Şii ilahiyatı ile Aristo ve İşrakiyyun felsefelerini (en önemli temsilcileri İbni Sina ve Sühreverdi idi) sentezleyen ve Hikmetü'l Müte'âliye (Metafilozofi = Transcendent Theosophi) denilen bir düşünüş ortaya koydu.
Abbasi döneminin en önemli tarihçisi Türkmen İskender Beğ Münşi'dir. Şah Büyük Abbas dönemini anlattığı Tarih - i Âlemârâ - yi Abbasî adlı eseri, Abbas'ın ölümünden birkaç yıl sonra kaleme alınmış olup, tarihi olayların ve şahısların nüanse edilmiş derinliklerini gözler önüne seren çok değerli bir yapıttır.
Ordu
Safevi şahlarının başvuracakları aşiretleri olmadığından, ilk yıllarda yalnızca, eski Moğol adıyla, "sadak taşıyan" diye anılan kişisel korumaları doğrudan emirleri altında olan tek birlikti. Savaşa gittiklerinde "sadak taşıyanlar"ın çevreledikleri safın tam ortasında yer alırlardı. Kızılbaşlar, her aşiretin bir birlik olarak yer aldığı savaş düzeninde, doğrudan kendi aşiret reislerinin koruması altında savaşırlardı. Her aşirete, saygınlığına ve gücüne göre sağ ya da sol, iki kanattan birinde yer verilirdi. Kızılbaşlar ordunun büyük bölümünü oluştururlardı ve at sırtında savaşırlardı.Lurlar'dan da destek alınırdı. Şehname'de ki minyatürlere bakıldığında tüm askerlerin kılıç da mızrak da kullansalar sadakları ve okları olduğu görülür. Yani Safeviler ordularını hafif süvarilerden oluştururdu. Safeviler batıda Osmanlı Devleti gibi Avrupa'nın düzenli, gelişmiş ve ateşli silahlar ile donatılmış ordularından birine karşı savaşırken doğuda ise Özbekler'in Moğollar kadar tehlikeli aşiret atlılarına karşı başarılı olmak zorundaydılar. Çaldıran Savaşı'nda yeğeni Durmuş Han Şamlu'nun Şah İsmail'e Osmanlı ordusunun mevzilenmesini beklemeyi önermesi ve bunun sonucunda alınan ağır yenilgi Safeviler'in Osmanlı Devleti'ne karşı bundan sonra ki tüm savaş taktiklerini değiştirmiştir. Safeviler, Osmanlı ordularına karşı genel olarak meydan savaşlarında karşı karşıya savaşmak yerine Osmanlı ordularının zayıf noktası olan lojistiğine saldırma taktiğini kullandı ve ateşli silahlar, daha etkin yönetim, daha fazla nüfus gibi dezavantajlarına rağmen başarılı da oldu. Safeviler top kullanımını fazla önemsemediler. Büyük ihtimal ile bunun nedeni çevik Safevi süvarisinin top kullanılması durumunda yavaşlayacak olmasıdır. Osmanlı Devleti'ne göre çok daha zayıf olan Safevi Devleti bu anlayış sayesinde Osmanlı Devleti'nin güçlü olduğu sahaya girmemiş ve böylece bağımsızlığını korumuştur.[35]
Safevi Devleti'nin Çöküşü
Safeviler 17. yüzyılda geleneksel düşmanları Osmanlılar ve Özbek Şeybaniler ile savaşını sürdürürken, iki yeni komşu ile de rekabete girişmek zorunda kaldı. Moskova Knezliği/Rus Moskofları bir önceki asırda Altınorda Hanlığı'nın devamı olan Astrahan, Kazan, Sibir (Küçüm ve Nogay Hanlıklarını ortadan kaldırmış, nüfuzunu Kafkasya ve Orta Asya'ya dek yaymıştı. İranlıların Devleti Moğol (Moğol Devleti) dediği Hindistan Babür Devleti ise Kandahar ve Herat'ı alarak daha önce İran kontrolündeki Afganistan'a sızmaya başlamıştı.
Bütün bunlardan başka 17. yüzyıl boyunca Doğu - Batı arasındaki ticaret güzergahı değişmiş, Avrupalıların keşifleri ve Osmanlıların deniz aşırı seferleri sonucunda İran'dan uzaklaşmıştı. Şah Abbas'ın ordusunu ücretli gulam (devşirme) sistemine dönüştürmesi kısa vadede işe yaradıysa da, sonraki yüzyılda eyaletler üzerindeki baskı ve ağır vergilerle birlikte ülkenin sosyo - ekonomik gücünün zayıflamasına yol açtı.
Şah Abbas'tan sonraki Safevi hükümdarları - Şah II. Abbas hariç - silik karakterliydi. Nitekim II. Abbas'ın hükümdarlığının sonu olan 1666 yılı, aynı zamanda Safevi hanedanı için de sonun başlangıcına işaret eder. Vergi gelirlerindeki düşüş ve büyüyen askeri tehlikelere karşın sonraki şahlar bu durumu düzeltememişlerdir.
Ülke sık sık,merkezden uzak sınır boylarında baskın ve yağmalara uğramaya başladı. 1698'de Kirman Eyaleti Beluciler tarafından, 1717'de Horasan Afganlar tarafından ve Mezopotamya Arap bedevilerince istila ve yağmalara uğradı. Afganlar İran'a karşı geldiler. Gilzai Peştunları'nın reisi Mir Veys Han, Kandahar'ın Safevi valisi Gürcü Gürgen Han'a (Gürcüce adı Giorgi) karşı ayaklanma başlattı. Üzerine gelen bir Safevi ordusunu bozguna uğrattı. 1722'de Mir Veys'in oğlu Mahmud'un komuta ettiği bir Afgan ordusu doğudan İran'a girerek başkent İsfahan'ı kuşatıp yağmaladı. Daha sonra kendisini İran Şahı ilan etti.
Afganlar on yıldan fazla bir süre istila ettikleri İran topraklarından çıkarılamadılar. Horasan'daki Afşar Türkmenlerinin beyi ve Safevilerin en etkili komutanı Nadir Han (sonraki Nadir Şah) nihayet 1729'da Damgan Muharebesi'nde Afganları bozguna uğrattı ve İran'dan çıkardı. Buna rağmen ertesi yıl Afganlar hâlâ İran topraklarına yağma hareketlerini sürdürüyorlardı. 1738'de Nadir Şah başta Kandahar olmak üzere tekrar Doğu İran'ı fethetti. Aynı yıl Gazne, Kabil ve Lahor'u fethetti. Delhi üzerine yürüdüyse de İran'dan gerekli desteğin gelmemesi üzerine başarılı olamadı. Şah II. Tahmasp döneminde (1722 - 1732) gerçekte erk onun elindeydi. Çocuk yaşta tahta çıkan III. Abbas'ın saltanat naipliğini yaptı. Nihayet 1736'da, zaten elinde olan iktidar erkini kullanarak kendisini İran şahı ilan etti. Böylece 1736'dan 1747'ye kadar İran'da kısa süreli Afşar Hanedanı kurulmuş ve Safevi hanedanı kesintiye uğramıştı.
1747'de Nadir Şah'ın bir suikast neticesinde öldürülmesi üzerine, Safeviler tekrar İran şahlığını ele geçirdiler. Fakat bu, gelişmekte olan Zend Hanedanı'nın gerçekte iktidarı ele alarak meşruluğunu pekiştirmesini sağlamasından başka bir işe yaramadı. III. İsmail'in kısa süreli rejimi, Zend hanedanının kurucusu Kerim Han'ın ülkede iktidarı ele geçirecek meşruluğu sağlaması ile 1760'ta resmen son buldu.
Safevi Şahları
I. İsmail (Şah İsmail) 1501 –1524
I. Tahmasp 1524–1576
II. İsmail 1576–1578
Muhammed Hüdabende 1578–1587
I. Abbas 1587–1629
I. Safi 1629–1642
II. Abbas 1642–1666
I. Süleyman 1666–1694
I. Hüseyin 1694–1722
II. Tahmasp 1722–1732
III. Abbas 1732–1736
II. Süleyman 1749–1750
III. İsmail 1750–1760
Safevi Devleti'nin kuruluşuna destek veren Türkmen boyları şunlardır; Şamlı, Afşar, Kaçar, Tekeli, Humuslu, Ustaclu, Dulkadirlu, Varsaklar
Akkoyunlu hükümdar Uzun Hasanın torunu olan İsmail Safevi, Akkoyunlu Elvend Mirza'yı Şarur (Nahçıvan) yakınlarında yendikden sonra 1501 yılının temmuz ayında Tebriz'de kendisini Şah ilan etti. İsmail, bütün Azerbaycan'ı imparatorluğa dahil edince Azerbaycan Türkleri ordunun esas nüvesini teşkil etmişdir.
Bundan sonra tüm İran'ı ele geçirerek, Mayıs 1502'de resmen İran Şahı olan I. İsmail sonraki 250 yılda Orta Doğu'ya büyük etki yapacak bir Şii devletinin temelini atmıştır.
Safevî Devleti'nin kurucusu I. İsmail genel olarak Türkçe'nin Azeri lehçesini kullanmıştır. Kendisinin annesi Uzun Hasan'ın kızı olması nedeniyle konuştuğu ve kullandığı dildir.[3] ve kendisi Hıtayi daha sonradan Hataî mahlası ile Azerice[1] şiirler yazmıştır[22]. Safevî Hanedanının saray ve askeri makamların dili Azerice olmuştur[2]. Safevi hanedanın iktidarında İran sınırları içerisinde halkın çoğunluğunca konuşulan Azerice ve bazen Farsça edebi ve resmi dil olarak kullanımıştır.[4]
Safevî Tarikatı
Safevî Hanedanının kökeni, 13. yüzyılın sonunda Şah İsmâil'in altıncı dereceden dedesi olan [23] Safiyüddin İshak'ın Erdebil'de kurmuş olduğu Safevî tarikatından gelmektedir[24]. Gilan'da büyük Sufi mürşidi Şeyh Zahid-i Gilanî'nin müriti olmuş Safiyüddin, şeyhin kızı ile evlenerek Zahidiyye tarikatının başına gelmiş ve Zahid'in ölümünden sonra tarikat Safeviyye olarak tanınmıştır[25].
Şeyh Cüneyt'in tarikat başkanlığı döneminde, Karakoyunluların koruması altında olan Safeviler büyük sayda Azerbaycan ve Anadolu Türklerini Şiiliğe çevirmeye başlamışlar[26]. Bu Şii Türkler genelde başlarına kırmızı sarık giydikleri için, tarihi kızılbaş adını almışlar.[26]
Erdebil Şeyhliğinden Safevi Şahlığına
1447'de tarikatın başında bulunan Şeyh Cüneyt İran'da politik bir güç haline gelmek için devrimci Şii anlayışını benimsedi. Akkoyunluların elinde bulunan Doğu Anadolu'ya gelerek bölgedeki yerel güçleri etrafına toplamaya başlamıştı. Karakoyunlular ile mücadele halinde olan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanına giden Cüneyt onun kız kardeşi Hadice Begim ile evlenmişti. Bu evlilik ile Uzun Hasan, Cüneyt'in Türkmenler üzerindeki nüfuzundan yararlanmayı düşünürken, Cüneyt de bu sayede amaçlarını gerçekleştirmek için serbestiyet elde etmişti. Etrafına topladığı güçle Azerbaycan'da Şirvan ülkesine saldıran Cüneyt yapılan savaşta yaşamını yitirdi.Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar dayısı Uzun Hasan'ın kızı Halime Begim/Alemşah ile evlendi. Bu sayede Anadolu'da Alevi anlayışını daha da artırdı. Osmanlı hükümdarı II.Bayezit'in gerekli önlemleri almaması da Safevilerin güçlenmesinde önemli bir rol oynadı. Anadolu'dan sürekli göçlerle güçlenen Erdebil şeyhi Haydar, Akkoyunluların Otlukbeli yenilgisinden sonra düştüğü bunalımlı durumdan yararlanmaya çalıştı. Fakat dayısının oğlu Akkoyunlu Yakup Bey ile yaptığı bir savaşta yaşamanı kaybetti. Oğlu Şeyh İsmail, Akkoyunluların iç savaşından yararlanarak 1500 yılında Erzincan'a geldi. Etraftaki bütün müritlerinin toplanmasını emredince Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Dulkadir,Tekelü ve Karaman-Turgutlu Türkmenleri ile Varsaklar'dan binlercesi etrafında toplandı.1501'de Akkoyunlu Elvend Mirza'yı Nahçıvan'da yenilgiye uğratan İsmail Azerbaycan'ın tamamını ele geçirerek Tebriz'de kendini şah ilan etti. Böylece dedesinin başlattığı Şii devrimci-politik girişim İsmail tarafından başarıyla sonuçlandırılmış oldu. Artık Erdebil Safeviye Şeyhliği'nin yerini Safevi Şahlığı alıyordu.
Anadolu'da 15.yüzyıl boyunca Osmanlı ilerlemesi devam etmiş Türkmenler de kontrol altına alınmıştı. Kuruluş döneminde heterodoks zümrelere daha müsamahakar davranan Osmanlı Devleti bu sıralarda kontrol etmekte zorlandığı göçebe Türkmen boylarını yasadışı ilan ederek baskı altına almıştı. İşte bu ortamda Erdebil Safeviye şeyhi İsmail, Azerbaycan'dan Anadolu içlerine kadar yayılmış bulunan küskün Oğuz-Türkmen boy ve oymaklarını ruhani otoritesiyle birleştirerek 1501'de zamanın en güçlü Sünni Türkmen federasyonu olarak bilinen Elvend Mirza liderliğindeki Akkoyunlular'dan Tebriz'i kendi yönetimine aldı.
Safevi Devleti'nte en önemli görevlere Türkmenler getirildi. Göçebe Türkmenler, Osmanlı'da yitirdiği yerini Safevi Devletinde buldu. Bundan sonra Türkmenler akın akın İran yolunu tuttular ve onunla da kalmayarak yaşadığı toprakların Safevilere bağlanması için sık sık ayaklanmalar çıkardılar.[28]
Safeviler, kendilerinin 7. Şia imamı Musa el-Kazım yoluyla Ali ve Fatma soyundan geldiklerini iddia ettiler, İsmail ayrıca şahlığını ilan ettikten sonra, otoritesini İran'da daha da güçlü kılmak için Sasani imparatorluğunun mirasında da hak iddia etti.
Tebriz'in zaptıyla Safevi hanedanlığı başlamış oluyordu.I. İsmail 1501'de Tebriz'i başkent, kendini Azerbaycan Şahı ilan etti ve buradan İran içlerine doğru yayılmasını sürdürdü. Kuruluşu takip eden ilk on yıl boyunca bir yandan devletini Osmanlı saldırılarından korumaya çalışan İsmail,öte taraftan Akkoyunlu kalıntılarını ezerek, onların topraklarındaki yayılmasını sürdürdü.1503'te Hemedan,1504'te Şiraz ve Kirman, 1507'de Şia'nın kutsal mekanları Necef ve Kerbela, 1508'de Van,1509'da Bağdat, 1510'da Özbek Şeybani Hanlığının kurucusu Muhammet Şeybani Han'ı hezimete uğrattığı bir savaş neticesinde Horasan ve Herat (Sistan'ın merkezi)şehirlerini zaptetti.1511'de Özbekler bu yenilgi üzerine Maveraünnehir'e çekilerek Safevilere karşı uzun yıllar sürecek saldırılarını devam ettirmişlerdir.
Uzun yıllardır Şah İsmail'in faaliyetlerini yakından izleyen ve onun 1511'de Anadolu'da çıkarttığı Şah Kulu ayaklanmasıyla ne kadar etkili olabileceğini gören Osmanlı sultanı Yavuz Sultan Selim, nihayet 1514'te Safevileri ezmek maksadıyla Doğu Anadolu ve Azerbaycan üzerine yürüdü. Osmanlıların top ve tüfeklerine karşın Safevi ordusu çok daha ilkel silahlarla savaşa hazırlanmıştı. İki tarafın ordusu başlarında bizzat hükümdarları olduğu halde Tebriz'in batısında Çaldıran'da karşılaştı.Safeviler yenilgiye uğradı. Tebriz'i kolayca ele geçiren Osmanlı kuvvetleri I.Selim'in bütün ısrarlarına karşın İran platosunda Safevi ordusunu izlemeyi reddettiler. Kışın yaklaşmasıyla Tebriz terk edildi.Bu savaş yıllar sonra Şah I. Tahmasp ile Sultan I. Süleyman (Kanuni) arasında aynen kendini tekrarlayacaktı.
Şah İsmail, Kızılbaş, Alevi olması ve Ortodoks (koyu) On İki İmam Şiilik inancıyla uzlaşması pek olanaklı olmayan heterodoks Şii (On iki imamcı Tasavvuf, Alevi) inancına rağmen Şia'nın dinsel ileri gelenlerini ülkesine getirerek onlara sadakatleri karşılığında toprak ve paralar bahşetti. Safevi döneminden sonra ve özellikle Kaçar hanedanı döneminde Şii ulemanın rolü artmış, ulema bağımsız ya da hükümetlerle ortaklaşa rol oynamaya başlamıştır. Safeviler sufî/tasavvufî geçmişine sahiptirler. Devlet feodal bir teokrasi haline geldi fakat bu din ve devlet ayrılığı biçiminde değild. Şah dinsel ve dünyevi yetkilerin her ikisini birden elinde tutuyordu.
Osmanlı devleti ile süren güç mücadeleri sırasında Orta Asya'dan Anadoluya göç etmekte olan Türkmenler güzergahları üzeinde olan İrandan geçmekteydiler. Bu nufus kitlelerini kendi tarafına çekmeyi düşünen Safeviler, Alevilik inancının Türkmenler arasında yayılmasını sağladılar[29]. Şah İsmail'in öncelikli hedefi Doğu Anadolu olduğundan burada yaşayan halkların özellikle Zazaların büyük bir çoğunluğu ve bir kısım toplulukların Alevi inancını kabul etmelerinde büyük etkileri olmuştur[29].
Osmanlılarla süregelen savaşlar nedeniyle 1548'de Şah I. Tahmasp başkentini Tebriz'den - bir iç bölge şehri olan Kazvin'e taşıdı. Daha sonra Şah I. Abbas (Büyük Abbas)buradan da vazgeçerek, Orta İran'da yer alan eski İsfahan şehrinin hemen yanına inşa ettiği yeni İsfahan'ı başkent yapacaktır.
Safevilerin en ihtişamlı hükümdarı Şah I. Abbas (1587-1629) Kızılbaş-Türkmen ümeranın (askeri ve sivil bürakratlar) saray entrikaları ve cinayetleri arasında hayatta kalmayı başararak babası Muhammed Hüdabende'nin zorunlu olarak tahtan çekilmesi üzerine 16 yaşında İran tahtına çıktı.
Hükümdar olduğunda ilk fark ettiği şey, savaş meydanlarında Osmanlılar ve Özbekler (Şeybaniler) tarafından sürekli mağlup edilen ordusunun acizliği oldu. Nitekim Osmanlılar Gürcistan ve Ermenistan'ı zaptederken, Özbekler de doğuda yedinci İmam Ali Rıza'nın bulunduğu Meşhet ve Sistan'ı ele geçirmişlerdi. İlk olarak kuzeydoğudaki topraklarının Osmanlılara ait olduğunu kabul etmek karşılığında onlardan barış istedi. Bu sırada İran'a seyahat amacıyla gelmiş Robert ve Anthony Sherley adındaki iki İngiliz gezgini, şah ordusunun Avrupa modeline benzer paralı ve iyi eğitim görmüş daimi bir orduya dönüştürülmesinde Şah'a yardım ettiler Rakibi olan Osmanlı padişahları bu işi çok öncelerden beri başarmış ve ordularını sürekli modernize etmişlerdi. Abbas barutun kullanımını hararetli bir biçimde benimsedi. Yeni reformlarla birlikte ordusu, Kızılbaşlar yanında,Gürcistan, Ermenistan ve Çerkez ülkelerinden devşirilen Gulamlar, Tofenkçiler (Tüfenkçi) ve Topçiler(Topçu) gibi bölüklere ayrılmıştı
İlk olarak Özbeklerle savaşan I. Abbas (İranların verdiği isimle Abbas-i Bozorg=Büyük Abbas) Herat ve Meşhet'i geri aldı. Daha sonra Osmanlılara döndü. 1603'te başlayıp aralıklarla süren savaşlar sonunda 1622'de daha önce Osmanlılara bırakmak zorunda kaldığı Irak-ı Acem ( Doğu Irak) ve Kafkas Berisi (Trans Kafkasya) ülkelerini geri aldı. Ayrıca Bağdat da ele geçirildi. Yeni kurduğu askeri birliklerini kullanarak, 1602'de Portekizlileri Bahreyn'den, 1622'de İngiliz donanmasını Hürmüz Boğazı'ndan çıkardı. Böylece Portekizlilerin Hindistan'la ticaretlerinde şah damarı değerindeki İran (Basra) Körfezi'ni kontrolü altına aldı. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi ve Hollanda Doğu Hindistan Şirketi ile ticari ilişkilerini genişletti.
Abbas, çoğu Ermeni, Gürcü[30] ve Hint kökenlilerden oluşan ve ekonomik gücüyle etkinleşen bir tüccar sınıfı yarattı. Bunları kul sistemi ile bürokrasiye enjekte eden şah, bu sayede devletin kurulup genleşmesinde oynadıkları rol ile her zaman yönetsel-askeri yetkeyi elinde tutan Kızılbaş ümeraya karşı bağımlılığını kırarak merkezi otoriteyi kurabildi. Nitekim ölümü sıralarında Safevi saray tarihçisi İskender Bey Türkmen'in verdiği bilgilere bakılırsa 93 bürokratının (emir) 21'i kul (devşirme) olmak üzere, geri kalan 72 emirin yalnızca 48'i Kızılbaş Türkmen idi. Bu durum Şah Abbas'ın, oymakları ile feodal bağlarını hep canlı tutan Kızılbaş ümeranın devlet mekanizmasındaki politik gücünü ne derece kırdığını gözler önüne sermektedir.
Osmanlılar ile Safeviler, 150 yıldan daha uzun bir süre Irak'ın verimli toprakları uğruna savaştılar. 1509'da Bağdat'ın I. İsmail tarafından fethini, kısa bir süre sonra Osmanlı sultanı I. Süleyman'ın fethi izledi. Daha sonra silsile halinde devam eden saldırılar akabinde Safeviler 1623'te Bağdat'ı henüz geri almışlardı ki, 1638'de tekrar Osmanlı sultanı IV. Murat'a bırakmak zorunda kaldılar. 1639'da Kasr-ı Şirin Antlaşması'nda Osmanlılar ile Safeviler arasında sınırları belirleyen bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşmanın çizdiği sınır her iki tarafın sınırları eskisine nazaran çok daralmış olsa da günümüze kadar hiç değişmeden Türkiye-İran sınırı olarak kaldı.
Bu arada 1609-1610 yıllarında Mahâbât Kürt kabileleri Safeviler'e karşı ayaklandı. Kanlı mücadeleler sonucunda, Şah Abbas Osmanlı yönetiminden kaçıp kendisine sığınan Kalenderoğlu Celalileri'nin isyanını bastırdı.
Şah Abbas suikaste uğramak saplantısından hiçbir zaman kurtulamadı. Bu nedenle şüphe uyandıran hanedan üyelerini ya katletti ya da gözlerine mil çekmek suretiyle saf dışı bıraktı. Nitekim bu şekilde oğullarından birini idam ederken, ikisini de gözlerine mil çektirerek kör bıraktı. Bundan başka iki oğlunu da kendi ölümünden önce kaybedince,sonuç Şah Abbas için bir trajediye dönüştü. 1629'da öldüğünde geride ardılı olabilecek yetenekte hiçbir oğul bırakmamıştı.
Şah Abbas'ın uzun hükümdarlığı sonunda devletin sınırları bugünkü İran, Irak, Ermenistan, Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ile Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan ve Pakistan'ın bazı kısımlarını içine almaktaydı.
Safevi Devleti'nin kurulmasında ve gelişmesinde rol oynayan oymaklara bakıldığında , genelde yaygın olan teze aykırı olarak devletin kuruluşunda esas rolü Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenlerinin değil , orijinal ve yeni Anadolulu (Rumlu) ve Suriyeli (Şamlu) Alevi Türkmen topluluklarının oynadığı ortaya çıkmaktadır. Devletin kuruluşunda rol oynayan büyük oymaklardan ilki Rumlu olup, Sivas'ın Koyulhisar (Koylahisar) ve Karahisar (Şebinkarahisar - Şimdi Giresun'a bağlı) yöreleri ile Tokat ve Amasya bölgelerinindeki köylü Kızılbaş Aleviler tarafından meydana getirilmiştir
Ustacalu oymağı ise Sivas Amasya Tokat bölgesinde yaşayan ve bazı oymakları Kırşehir'e kadar yayılan Ulu Yörük topluluğuna ait bir oymaktı Adından da anlaşılacağı üzere Antalya bölgesi Türkmenlerinden oluşan Tekelü oymağı içinde Hamit-ili (Isparta, Burdur) ve Menteşe-ili (Muğla) Türkmenleri de yer alıyordu
Bu üç Anadolulu oymaktan başka, devletin kuruluşunda görev alan bir diğer topluluk Suriye Türkmenlerinden oluşan Şamlu oymağıydı. Bu oymak yazın Sivas'ın güneyindeki Uzun Yayla'da, kışın Halep, Gaziantep arasında yaşayan ve Osmanlı döneminde Halep Türkmenleri denilen oymaklardan kopmuştu. Devletin kuruluşunda önemli rol oynayan oymaklardan biri de Kahramanmaraş ve Boz Ok (Yozgat) bölgesini içine alan Dulkadir (Ar: Zü'l-Kadr = Tr: Güç, kudret sahibi) elinin bilhassa Boz Ok kesiminde yaşayan Türkmenlerden oluşan Dulkadir (Zü'l- Kadr) oymağıydı. Bu oymak mensuplarının ayrılması ile zayıflayan Dulkadiroğulları Beyliği kolayca Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bütün bu oymaklar dışında kuruluşa katılan daha küçük topluluklar da şunlardır: Tarsus yöresi Varsakları, Orta ve Doğu Karadeniz Çepni'leri, Arapgirlü, Turgudlu (Karamanoğlu Türkmenlerinden), Bozcalu (Halep Türkmeni), Acirlü, Hınıslu Çemişkezeklü , Şadlu/Şadıllı oymağı (Türkmen)[31][32][33][34]
Devletin kuruluş ve örgütlenmesinin esasını oluşturan bu oymaklardan başka, daha sonra Safevi siyasal örgütlenmesine katılan Ak Koyunlu ve Kara Koyunlu boyları da olmuştur. Ancak bunların çoğu Kızılbaşlığı kabul ettikleri halde önemli statüler elde edememişlerdir. Bunlardan Kaçarlar 15. yüzyıl sonlarında Boz Ok 'tan Gence' ye göç etmiş bir Akkoyunlu boyudur. Bir diğeri, Karamanlu oymağı, Karakoyunlu Ulusundan olup Karabağ'da yerleşmişti. Devletin kuruluşunda rol almayıp, sonradan dahil olan boylardan en önemli rol oynayan Türkmen boyudur. Bu boy Akkoyunlu bakıyelerinden olup, Akkoyunluların Musullu ve Pürnek (Purnak) boylarına Safeviler, komple Türkmen demişlerdi. Son olarak, İran 'da yerleşmiş olan Afşarlar da kuruluştan sonra önemli sayılan statüler aldılar.
I. İsmail Safevi Devleti'ni tesis ettikten sonra, kuruluşta rol oynayan iki etnik grup arasındaki görüş ve yaşam tarzı ayrılığının ne şekilde uzlaştırılabileceği gibi büyük ve çetrefilli bir sorunla karşı karşıya kaldı: Bir yanda onu güce taşıyan askeri becerileriyle klasik İslam toplumunun ehl-i kılıçı (Seyfiyye) Kızılbaş - Türkmenler, öte tarafta yüzyıllardır İran'ı yöneten Arap, Türk (Gazneliler, Büyük Selçuklu Devleti vd.), Moğol ve Türkmen (Akkoyunlular, Karakoyunlular) hükümdarları döneminde olduğu gibi dinsel ve bürokratik sınıfları - yani ehl - i kalemi - (Kalemiye) dolduran İranlılar (Farslar).
Aslında iki grup arasında sürtüşme kaçınılmazdı. Çünkü Kızılbaş Türkmenlerin göçebe olması ve bunun getirdiği toplumsal yapıları geleneksel İran sınıflı yapısı ile uzlaşabilir durumda değildi. Bu orijinal sosyo-politik yapılanma, daha önce İran'da kurulmuş olan Büyük Selçuklu Devleti'nin çöküşünde de en nemli etkenlerden biri olmuştu. I. İsmail 1508 yılından, öldüğü 1524 yılına kadar vezirlik makamına peş peşe beş İranlı'yı atadı. Bu İranlı vezirlerden 2.si Maveraünnehir'de Kızılbaş Türkmenlerden oluşan bir ordunun komutasına getirildiği zaman, Kızılbaş asker ve emirleri zorunlu olarak onun hizmetine girmeyi bir utanç nedeni saydılar. Savaş meydanında yüzüstü bıraktıkları vezirin feci bir biçimde katledilmesine sebep oldular. 4. vezir bizzat Kızılbaşlar tarafından katledildi, 5.si ise onların isteği üzerine öldürüldü. Anlaşılacağı gibi Kızılbaşlar, Tacik dedikleri yerli İranlıların yalnızca başkentte oturup mali işlerle ilgilinmelerini istiyorlardı. Şah Abbas'ın Osmanlıları model alarak oluşturduğu kul (devşirme) sistemine karşı çıkıyor ve onları da Kara Oğlu diye küçümsüyorlardı. Fakat daha sonra, başlangıçta Kızılbaş-Türkmen devleti olan Safaviler Fars karakterine büründü.
Kültür
İran kültürü Safevi himayesinde gelişti. I. İsmail'in bizzat kendisi Hıtayi daha sonradan da Hatayî ya da Şah Hatayi mahlasıyla Azerice pekçok şiirler yazdı. Şah Tahmasp bir ressamdı. Şah II. Abbas ise Tanî mahlasıyla Türkçe şiirler yazan bir şair olarak da tanınmıştı.
Bu dönemde kiremit imalatı, çömlekçilik, dokumacılık gibi el sanatları gelişirken, minyatürcülük, ciltçilik, dekorasyon ve hattatlıkta büyük ilerlemeler kaydedildi. 16.yüzyılda halı dokumacılığı bir göçebe ve köylü sanatı olmaktan çıkarak, profesyonel tasarım ve imalata dayalı iyi işleyen bir sanayi haline dönüştü. Tebriz bu sanayinin merkezi konumundaydı. Erdebil halıları yalnızca hanedana hasredilmişti. Yanlış adlandırılmış meşhur Polonez halıları 17.yüzyılda İran'da imal edilirdi.
Geleneksel formlar ve malzemeler kullanan Rıza Abbasi (1565 - 1635) İran resmini, yarı çıplak kadınlar, gençlik ve aşıklar gibi yeni temalarla tanıştırdı. Onun resim ve hat tarzı Safevi döneminin pek çok sanatçılarını etkileyerek, İsfahan ekolü olarak bilinir hale geldi. 17. yüzyılda uzak kültürlerle - özellikle Avrupa ile gelişen ilişkiler İranlı sanatçılara yeni fikirler verdi. Kısa sürede üç boyutlu görünümü, perspektif ve gölgeyi, yağlı boya kullanmayı benimsediler. O kadar ki, Şah II.Abbas Muhammed Zaman adlı ressamını eğitim görmesi için Roma'ya göndermişti.
İsfahan, Büyük Abbas'ın 1598'te başkentini daimi olarak oraya taşımasından sonra Safevi mimarisinin en seçkin örnekleriyle doldu. 1630'da yapımı tamamlanan imparatorluk camisi Mescid - i Şah ile Mescid - i İmamî, Lütfullah Camii ve İmparatorluk sarayı Âlî Kapu (Osmanlı’daki Bab - ı Âli'ye nispeten) en önemli yapılardır.
En meşhur İslam filozoflarından Molla Sadra (Sadrettin eş - Şirazî) (1571 - 1640), Şah Abbas döneminde (1587 - 1629) yaşadı. En önemli eseri Esfar (Yolculuklar - Seyahatlar) 'dır. Tasavuf gizemciliği, Şii ilahiyatı ile Aristo ve İşrakiyyun felsefelerini (en önemli temsilcileri İbni Sina ve Sühreverdi idi) sentezleyen ve Hikmetü'l Müte'âliye (Metafilozofi = Transcendent Theosophi) denilen bir düşünüş ortaya koydu.
Abbasi döneminin en önemli tarihçisi Türkmen İskender Beğ Münşi'dir. Şah Büyük Abbas dönemini anlattığı Tarih - i Âlemârâ - yi Abbasî adlı eseri, Abbas'ın ölümünden birkaç yıl sonra kaleme alınmış olup, tarihi olayların ve şahısların nüanse edilmiş derinliklerini gözler önüne seren çok değerli bir yapıttır.
Ordu
Safevi şahlarının başvuracakları aşiretleri olmadığından, ilk yıllarda yalnızca, eski Moğol adıyla, "sadak taşıyan" diye anılan kişisel korumaları doğrudan emirleri altında olan tek birlikti. Savaşa gittiklerinde "sadak taşıyanlar"ın çevreledikleri safın tam ortasında yer alırlardı. Kızılbaşlar, her aşiretin bir birlik olarak yer aldığı savaş düzeninde, doğrudan kendi aşiret reislerinin koruması altında savaşırlardı. Her aşirete, saygınlığına ve gücüne göre sağ ya da sol, iki kanattan birinde yer verilirdi. Kızılbaşlar ordunun büyük bölümünü oluştururlardı ve at sırtında savaşırlardı.Lurlar'dan da destek alınırdı. Şehname'de ki minyatürlere bakıldığında tüm askerlerin kılıç da mızrak da kullansalar sadakları ve okları olduğu görülür. Yani Safeviler ordularını hafif süvarilerden oluştururdu. Safeviler batıda Osmanlı Devleti gibi Avrupa'nın düzenli, gelişmiş ve ateşli silahlar ile donatılmış ordularından birine karşı savaşırken doğuda ise Özbekler'in Moğollar kadar tehlikeli aşiret atlılarına karşı başarılı olmak zorundaydılar. Çaldıran Savaşı'nda yeğeni Durmuş Han Şamlu'nun Şah İsmail'e Osmanlı ordusunun mevzilenmesini beklemeyi önermesi ve bunun sonucunda alınan ağır yenilgi Safeviler'in Osmanlı Devleti'ne karşı bundan sonra ki tüm savaş taktiklerini değiştirmiştir. Safeviler, Osmanlı ordularına karşı genel olarak meydan savaşlarında karşı karşıya savaşmak yerine Osmanlı ordularının zayıf noktası olan lojistiğine saldırma taktiğini kullandı ve ateşli silahlar, daha etkin yönetim, daha fazla nüfus gibi dezavantajlarına rağmen başarılı da oldu. Safeviler top kullanımını fazla önemsemediler. Büyük ihtimal ile bunun nedeni çevik Safevi süvarisinin top kullanılması durumunda yavaşlayacak olmasıdır. Osmanlı Devleti'ne göre çok daha zayıf olan Safevi Devleti bu anlayış sayesinde Osmanlı Devleti'nin güçlü olduğu sahaya girmemiş ve böylece bağımsızlığını korumuştur.[35]
Safevi Devleti'nin Çöküşü
Safeviler 17. yüzyılda geleneksel düşmanları Osmanlılar ve Özbek Şeybaniler ile savaşını sürdürürken, iki yeni komşu ile de rekabete girişmek zorunda kaldı. Moskova Knezliği/Rus Moskofları bir önceki asırda Altınorda Hanlığı'nın devamı olan Astrahan, Kazan, Sibir (Küçüm ve Nogay Hanlıklarını ortadan kaldırmış, nüfuzunu Kafkasya ve Orta Asya'ya dek yaymıştı. İranlıların Devleti Moğol (Moğol Devleti) dediği Hindistan Babür Devleti ise Kandahar ve Herat'ı alarak daha önce İran kontrolündeki Afganistan'a sızmaya başlamıştı.
Bütün bunlardan başka 17. yüzyıl boyunca Doğu - Batı arasındaki ticaret güzergahı değişmiş, Avrupalıların keşifleri ve Osmanlıların deniz aşırı seferleri sonucunda İran'dan uzaklaşmıştı. Şah Abbas'ın ordusunu ücretli gulam (devşirme) sistemine dönüştürmesi kısa vadede işe yaradıysa da, sonraki yüzyılda eyaletler üzerindeki baskı ve ağır vergilerle birlikte ülkenin sosyo - ekonomik gücünün zayıflamasına yol açtı.
Şah Abbas'tan sonraki Safevi hükümdarları - Şah II. Abbas hariç - silik karakterliydi. Nitekim II. Abbas'ın hükümdarlığının sonu olan 1666 yılı, aynı zamanda Safevi hanedanı için de sonun başlangıcına işaret eder. Vergi gelirlerindeki düşüş ve büyüyen askeri tehlikelere karşın sonraki şahlar bu durumu düzeltememişlerdir.
Ülke sık sık,merkezden uzak sınır boylarında baskın ve yağmalara uğramaya başladı. 1698'de Kirman Eyaleti Beluciler tarafından, 1717'de Horasan Afganlar tarafından ve Mezopotamya Arap bedevilerince istila ve yağmalara uğradı. Afganlar İran'a karşı geldiler. Gilzai Peştunları'nın reisi Mir Veys Han, Kandahar'ın Safevi valisi Gürcü Gürgen Han'a (Gürcüce adı Giorgi) karşı ayaklanma başlattı. Üzerine gelen bir Safevi ordusunu bozguna uğrattı. 1722'de Mir Veys'in oğlu Mahmud'un komuta ettiği bir Afgan ordusu doğudan İran'a girerek başkent İsfahan'ı kuşatıp yağmaladı. Daha sonra kendisini İran Şahı ilan etti.
Afganlar on yıldan fazla bir süre istila ettikleri İran topraklarından çıkarılamadılar. Horasan'daki Afşar Türkmenlerinin beyi ve Safevilerin en etkili komutanı Nadir Han (sonraki Nadir Şah) nihayet 1729'da Damgan Muharebesi'nde Afganları bozguna uğrattı ve İran'dan çıkardı. Buna rağmen ertesi yıl Afganlar hâlâ İran topraklarına yağma hareketlerini sürdürüyorlardı. 1738'de Nadir Şah başta Kandahar olmak üzere tekrar Doğu İran'ı fethetti. Aynı yıl Gazne, Kabil ve Lahor'u fethetti. Delhi üzerine yürüdüyse de İran'dan gerekli desteğin gelmemesi üzerine başarılı olamadı. Şah II. Tahmasp döneminde (1722 - 1732) gerçekte erk onun elindeydi. Çocuk yaşta tahta çıkan III. Abbas'ın saltanat naipliğini yaptı. Nihayet 1736'da, zaten elinde olan iktidar erkini kullanarak kendisini İran şahı ilan etti. Böylece 1736'dan 1747'ye kadar İran'da kısa süreli Afşar Hanedanı kurulmuş ve Safevi hanedanı kesintiye uğramıştı.
1747'de Nadir Şah'ın bir suikast neticesinde öldürülmesi üzerine, Safeviler tekrar İran şahlığını ele geçirdiler. Fakat bu, gelişmekte olan Zend Hanedanı'nın gerçekte iktidarı ele alarak meşruluğunu pekiştirmesini sağlamasından başka bir işe yaramadı. III. İsmail'in kısa süreli rejimi, Zend hanedanının kurucusu Kerim Han'ın ülkede iktidarı ele geçirecek meşruluğu sağlaması ile 1760'ta resmen son buldu.
Safevi Şahları
I. İsmail (Şah İsmail) 1501 –1524
I. Tahmasp 1524–1576
II. İsmail 1576–1578
Muhammed Hüdabende 1578–1587
I. Abbas 1587–1629
I. Safi 1629–1642
II. Abbas 1642–1666
I. Süleyman 1666–1694
I. Hüseyin 1694–1722
II. Tahmasp 1722–1732
III. Abbas 1732–1736
II. Süleyman 1749–1750
III. İsmail 1750–1760
Similar topics
» Selçuklu Devletinin Kurucusu SULTAN TUĞRUL BEY
» Büyük Türk Hakanı Şah İsmail ve Safevi Türkmen Devleti
» YEMEN Eyyubi TÜRK DEVLETİ kurucusu (SELAHATTİN EYYUBİ’NİN AĞABEYİ)
» Osmanlı Devletinin Doğuşu
» Büyük Selçuklu Devletinin Kuruluşu
» Büyük Türk Hakanı Şah İsmail ve Safevi Türkmen Devleti
» YEMEN Eyyubi TÜRK DEVLETİ kurucusu (SELAHATTİN EYYUBİ’NİN AĞABEYİ)
» Osmanlı Devletinin Doğuşu
» Büyük Selçuklu Devletinin Kuruluşu
¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤ :: [Türkçülük] ve [Turancılık] :: Genel Türk Tarih :: Büyük Türk Tarihi
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz