¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ

Aşağa gitmek

ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Empty ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ

Mesaj tarafından İlteriş Kağan Ptsi 11 Mayıs 2009 - 3:11

Türk tarihini dolduran büyük zaferler arasında Dumlupınar da dahil olduğu halde, hiç birisi Çanakkale zaferi kadar kat’i neticeli olmamıştır. Çanakkale müdafaası Sakarya müdafaasının ve Dumlupınar taarruzunun anasıdır. Çanakkale müdafaası olmasaydı cihan savaşı iki yılda bitecek ve Türkiye ortadan kalkacaktı. Türkiye ortadan kalktıktan sonra da artık bir Sakarya, bir Dumlupınar olmıyacaktı.

Çanakkale müdafaası mânevi-ahlâki bakımdan da büyük bir eserdir. Bu müdafaa madde bolluğunun, vesait zenginliğin savaşta “her şey” demek olmadığını ispat etmiş ve yine Türk milletinin bütün cihanda baş döğüşçü ve birinci asker olduğunu bir yol olduğunu ortaya koymuştur.



Düşmanlarımızın en yaygaracısı olan Fransızların bile itiraf ettikleri bu Türk kahramanlığı ve bu kahramanlığın doğurduğu Çanakkale destanı acaba unutuluyor mu?... Hayır, bu destan unutulamaz. Fakat öyleyse niçin bunu milletçe kutlamak hâlâ aklımıza gelmiyor?



Sporcularımızım seyahatleriyle bütün matbuat ve memleket daima ve her zaman alâkadar oluyor. Moruk bir gazetecinin millî bir süs vererek kendi keyfi için seçtirdiği Türk güzelini teşyi için gençlik işini gücünü bırakıp istasyona koşuyor. Fakat iş, bizi bugün yaşatan ölülere ihtiram bahsına gelince, kimsede bir hareket görülmüyor. En fazla yapılan şey Gülcemale binip cazbant dinleyerek ve rakı içerek Seddülbahir’e veya Arıburnu’na gitmek, uzaktan savaş sahalarına bakmak ve vatanperverane nutuklar vermekten ibaret kalıyor.

Halbuki Çanakkale böyle mi ziyaret olunmalıydı? Dünyanın en uzak yerlerinden, Avusturalya ve Yeni Zelant’tan kalkıp Gelibolu’ya ölülerini ziyarete gelen düşmanlarımızla, bir adımlık yola üşenen bizler arasında ne büyük bir ayrılık var. Ey Türk gençliği! Sen Arap Muhammed’in mezarını İngiliz altınları için Türk esirlerini boğazlıyan kahpe araplara bıraktıktan sonra senin kâben Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar değil midir? Sen kâbene rahat bir geminin içinde cazbant dinliyerek mi, yoksa yalçın yollarda, vaktiyle Çanakkale’de Türk vatanını korumaya koşanların çektiği sıkıntıyı çekerek, yayan mı gitmek istersin? Görüyorsun ki eller kendi şerefsizce yenilen ölülerine bile nasıl saygı gösteriyor, onların başına ne büyük taşlar dikiyor... Sana gelince: Senin ölüme göz kırpmadan bakan şerefli şehitlerinin hâlâ âbidesi yok!... Ey Türk gençliği! Çanakkale senin vatanındır!... 18 yıl önce orada korkunç ve nispetsiz bir boğuşma oldu. Bir tarafta her türlü vesaitle pusatlanmış soğuk kanlı İngilizler, çevik Avusturalyalılar, sporcu Yeni Zelantlılar, korkunç Senegalliler, vahşi Hintliler, insanla maymun arasında dehşetli bir mahlûk olan Maûrîler, Martinikliler diğer tarafta da sessiz ve gösterişsiz Türkler vardı. Bu korkunç boğuşmayı harikulâde kahramanlıklarıyla senin kanından olan Türkler kazandı. Fakat ne korkunç tecellidir ki 18 yıl geçtikten sonra orada yenilen düşmanların âbideleri yükseliyor... Senin vatanında düşman âbideleri... Buna nasıl katlanıyorsun Türk genci? Diyelim ki paran olmadığı için onlara lâyık bir taş dikemedin! Fakat yılda bir defa oraya gidecek kadar kendinde kuvvet de bulamıyor musun?

Türk genci! Yurdunda mektepler açılmasını, yolların yapılmasını, fabrika bacalarının tütmesini devletten bekliyebilirsin! Fakat büyük ölülerine hürmet merasimi yapmak icap etti mi devlet senin gerinde kalmalıdır. Her yıl muntazaman bir kütle halinde İstanbul’da kalkıp yaya olarak Çanakkale’ye gitsen, kanlı boğuşma sahalarını gezsen ve orada mertlik dersi alsan nasıl olur?

Geçen yıl Atsız Mecmuayı çıkarırken bizimkilerin yine Gülcemal vapuru ile savaş yerlerine uzaktan bakıp hasretli ahlar çektiğini, İngilizlerin de karaya çıkarak kendi mezarlıklarını ziyaret ettiklerini üzüntü ile gazetelerde okumuş, yanındakilere bu ziyaretin muhakkak karaya çıkarak yapılması icap ettiğini söylemiştim. Arkadaşım Tolunay yalnız karaya çıkmanın yetişmeyeceğini, bu yürüyüşün yaya olarak İstanbul’dan oraya kadar yapılması gerektiğini ileri sürmüştü. Düşünmüştüm: Dün Türklüğü can evinden vurmak için Çanakkale boğazına saldıran batılılar yarın da aynı istekle oraya saldırmazlar mı? O halde Türk gençliği Çanakkale’ye cebri askeri yürüyüş yapmağa alışsa bu bir vatan müdafaası hazırlığı sayılamaz mı? Tolunay’ın düşüncesini beğendim. Başka işitenler de beğendi. Bunu yapılması kabil olduğu kadar yapmağa karar verdik.

Biz Çanakkale yürüyüşünü bir askerlik dersi olarak, bir milli din bilerek, ölülerimize karşı kutlu bir borç tanıyarak yaptık. Sırtında 20 kiloluk yükü taşırken “cepheye cephane taşıyormuşum gibi geliyor” diyen Tolunay bence Türk kadınını temsil ediyordu. Böyle bir yürüyüşte bizimle gelen arkadaşları büyük bir titizlikle seçtik. Türk kanının yarattığı bir mucize olan Çanakkale’yi saygılamak gerekti mi, saygılamağa gelenler Türk kanı taşıyan insanlar olmalıydı. Çanakkale zaferini kanunların ve içtimaiyat ilminin kansız taraftarlarının anlattığı “Türk Milleti” (yani içinde kürdünden yahudisine kadar hepsini ihtiva eden melez topluluk) değil, “TÜRK IRKI” kazanmıştı. Bunun için oraya yalnız Türkler gelmeliydi... Ve öyle yaptık...
İlteriş Kağan
İlteriş Kağan
Yazışmalık Yöneticisi


Yazışmalık Yöneticisi


ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Turkey10
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Gencat10
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Pro10
Yaş Yaş : 43
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Turan
Lakap Lakap : ©ﻕΞתς яΞiS
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 01/10/81
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Hepsini Okudum
İletiler: İletiler: : 5564
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 06/01/09
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Pro1010
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ 290407


ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Ile10

https://ilteris.forum.st/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Empty ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ

Mesaj tarafından İlteriş Kağan Ptsi 11 Mayıs 2009 - 3:13

Çanakkale savaşına girmiş ve iki defa yaralanmış olan mütekait bir yüzbaşı ve 13 yaşındaki oğlu, darülfünundan bir tarih, bir edebiyat ve bir coğrafya talebesi, bir liseli, bir mühendis, bir lise ve bir de ortamektep muallimi... Kafilemiz bu dokuz kişiden mürekkepti ve yedisi asker çocuğu idi.[/size]
Sırtımızda çantalarımızla battaniyelerimiz, boynumuzda matara, dürbün ve fotoğraf makinemiz olduğu halde 3 Ağustos 1933 Perşembe akşamı Sirkeciden kalkan Selâmet vapurunun güvertesine yerleştik. Muallim olsun, talebe olsun, memur olsun hiç birimizin fazla vaktimiz olmadığı için (ders yılı yaklaşıyordu) bu yürüyüşü İstanbul’dan tutturamamıştık. Asıl dileğimiz tirenle Muratlı’ya kadar gitmek, oradan ötesini de askeri yürüyüşle yayan yürümekti. Bu yıl bunu yapamıyacağımız için yolculuk pilanımızı şöyle kararlaştırmıştık: İstanbul’dan vapurla Çanakkale’ye gidilecek, Çanakkale’den motörle Kilidilbahir’e çıkacaktık. Oradan da yaya olarak Seddülbahir’e inecek ve cenuptan şimale doğru bütün savaş yerlerini dolaşacaktık. En şimale çıkınca oradan da Maydos’a inecek, Maydos’tan Kilidilbahir’e gelerek motörle yine Çanakkale’ye geçecek ve vapurla İstanbul’a dönecektik.

Çok ağır giden Selâmet vapurunun güvertesinde, ayın altında konuşarak, liseli arkadaşımız, Kastamonu Lisesi son sınıfından Mengüç’ün ağızla çalınan küçük muzıkası ile çaldığı güzel parçaları, Harbiye marşını, asker türkülerini dinleyerek ve sabahı ederek Çanakkale’ye 4 Ağustos sabahı, saat dokuz buçuk sularında çıktık.

Öğleye kadar Çanakkale’yi gezdik. Türk tarihinde büyük bir dönümün, şanlı bir müdafaanın, insanlığın gücü üstündeki kahramanlıkların remzi olan bu şehir, ne yazık ki tam bir Türk yüzü göstermiyor. Şehirde ne kadar çok yahudi, ne kadar çok çingene, ne kadar çok rum bozuntusu var!...

Buradaki yahudi de her yerde tanıdığımız yahudidir. Sinsi, küstah, zelil, korkak, fakat fırsat düşkünü yahudi; yahudi mahallesi her yerde olduğu gibi burada da çığırtkanlığın, gürültünün ve levsin merkezi... Çarşıdaki dükkânların levhalarını okuyoruz. Onda dokuzu bizi sinirlendiren nankör ve kahpe milletin isimlerini taşıyor. Kuvvetli olduğumuz zaman karşımızda köpekçe yaltaklanan, bozgun çağlarımızla küstahlaşıp düşmanlarımızla birleşen tarihin bu hain ve """"" milletini artık aramızda yurttaş olarak görmek istemiyoruz. Cihan savaşında düşmanlarımıza casusluk eden ve bezirgânlıklarıyla kanımızı emen yahudi tarihin hep o iki yüzlü yahudisidir. Kurtuluş savaşında Bursa’ya Yunanlılar girerken kocaman bir yunan bayrağıyla onları karşılayan fakat Türkler Bursa’yı geri alırken aynı bayrağı ordumuzun ayakları altına seren yine bu vatansız yahudidir. İstanbul’da tımarhanelik bir çılgın sevdiği bir yahudi kızını öldürdüğü zaman, kızın cenaze merasimini Türklere düşmanlık nümayişi şekline sokan ve hatta Türk ordusuna uşaklık eden ( çünkü yahudi hiçbir zaman asker olamaz) askeri üniformalıları da dahil olduğu halde “Kahrolsun Türkler”
diye bağıaran aynı hain yahudilerdir. Türk’e düşmanlık bu yahudilerin irinden kanına o kadar işlemiştir ki vaktiyle katliâmlarla kovuldukları İspanya’yı ve zaman zaman kırgına uğradıkları Rusya’yı kendilerine koruyucu bilecek kadar ileri gitmişlerdir. Sanki Türkiye miskin İspanya’dan veya salak Rusya’dan korkacak da yahudiler hakkında yaptığı tazyiki gevşetecekmiş gibi...

Evet, yahudi şimdiye kadar hiçbir kötülük görmediği Türk’e düşmandır. Çünkü onun mayası yahudilik, yani kahpeliktir. Türkeline “eroin”i dost (!) bir milletin erkânı harbiyesi sokuyor, onun Türkiye’deki komisyonculuğunu da ermeni ve bilhassa yahudi vatandaşlar yapmıyor mu? Büyük atalarımızın değerli savlarını unutmıyalım. Onlar “yahudiden yumurta alan içinde sarısını bulamaz” demişlerdir. Bu, yahudinin hilekârlığını açığa vuran büyük bir hikmettir.

Türkçe konuşan çingeneye gelince: O ne kadar Türk’e benzemek istese onun her halinde yine “ben çingeneyim” diyen bir eda var ki kendisini Türk’ten ayırır. Çok iyi hatırlıyorum : Vaktiyle beşinci alayda askerliğimi yaparken küçük bir hadiseye şahit olmuştum: Bir manevra talimi esnasında çingene bir nefer, savaşta insanın korkudan vatan falan düşünemiyeceğini, ancak canının kaygusuna düşeceğini söylemiş, Karadeniz Ereğlisinden Türk oğlu Türk Rasim onbaşı da: “Sus, Allah belanı versin! Ne biçim insansın?” diye ona hakaret etmişti.

Çingene de bizim aramızda deşilmesi gerek olan bir yaradır. Çingeneleri Türkleştirmek, aramıza katmak ve Türk kanının saflığını bozmak cinayettir. Çoğalmak istiyorsak ilk baş vuracağımız yol çingeneleri iskan ederek bize karıştırmak değildir. Türk olarak kalmalıdır. Çingenenin çingene kalacağı gibi... Çanakkale’de bir hayli halk da rumca konuşuyor. Bunlar Girit müslümanları imişler. Türkçe’yi pek iyi bildikleri halde rumca konuşan bu insanlar Türk değildir. Zaten tarih de bunların kılıç gücüyle ihtida ettirilmiş rumlar olduğunu göstermiyor mu?
***
Çanakkale’nin melez çehresine baktık. Yüksündük. Kanaatımız iman şekline geldi ki: Türk milletinin esası dil değil ırk ve kan olmalıdır. Zarar yok az olalım, azalalım. Fakat temiz ve öz kalalım. Azlık ve özlükleriyle değil midir ki Türkler bütün cihanı dolsurmuşlardır? Biz kovayı doldurmak istiyoruz diye onun içine bulduğumuz her mayii katarsak onun adı “su” mu olacaktır?... Türk’ün kanına yabancı kan ekleme de tarihin ona verdiği fizyolojik büyüklükleri sulandırmak ve azaltmak demektir. Maddî ve mânevi veraset ilmin kabul ettiği bir hakikattır değil mi? O halde milletin terbiye mahsulü olduğunu iddia etmek ahmaklık değil midir?... Afrikanın ortasından kapkara bir zenciyi al, üç yaşında Türkiye’ye getir, Türkçe’yi mükemmelen öğrensin... Başka dil bilmesin ve ben Türk’üm desin... Bu Türk müdür?... Ah!... Buna Türk demek için insanın pek budala olması veya kendi melezliğini örtmek isteyen bir sahtekâr olması lâzımdır
***
Motör bizi öğleyin Kilitbahir’e (Kilidibahir halk dilinde bu şekli almış) çıkardı. Kasabanın batısında tek mesiresi olan havuzlara kadar gidip öğle yemeğimizi yedik. Aynı günde Çanakkale muallimleri de oraya eğlentiye gelmişlerdi. Bizi yolcu kılığı ile görünce alâkadar oldular. İkram ve yardımda bulundular. Saat 14’te havuzlardan kalktık. Seddilbahir yolunu tuttuk. Önümüzde Mengüç muzıkasını çalıyor, arkadakiler söylüyordu.
İlteriş Kağan
İlteriş Kağan
Yazışmalık Yöneticisi


Yazışmalık Yöneticisi


ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Turkey10
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Gencat10
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Pro10
Yaş Yaş : 43
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Turan
Lakap Lakap : ©ﻕΞתς яΞiS
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 01/10/81
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Hepsini Okudum
İletiler: İletiler: : 5564
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 06/01/09
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Pro1010
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ 290407


ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Ile10

https://ilteris.forum.st/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Empty ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ

Mesaj tarafından İlteriş Kağan Ptsi 11 Mayıs 2009 - 3:17

Önce Samih Rifat’ın:
Yaslı gittim şen geldim
Aç koynunu ben geldim,
BU bir yudum su ver
Çok uzaklardan geldim.
Türküsüyle başlamışlardı. Adalar denizinden yüzümüze çarpan serin rüzgâr alnımızı serinlettikten ve ırkımızın kahramanlık sahasına yaklaştıkça damarlarımızın da temizlik ve kahramanlıkla yıkandığını duyuyorduk. Türklüğümüz nabzımızda daha kuvvetle vuruyor, atalarımızın askerliği ve fütuhatçılığı bizi teshir ediyordu. Tarih talebesi Tolunay’la Edebiyat talebesi Nejdet, Kızıl Elma ülküsünü haykıran dörtlükleri birer sazşairi gibi yürürken düzüyorlar ve Mengüç’ün muzıkasına uydurarak söylüyorlardı:

Asya Boz Kurt dolacak
Rus’un benzi solacak
Olukça kan akarak
İlk yurt bizim olacak

***

Kurarak kuraltayı
Alacağız Altay’ı.
Japon, Çin, Rus demede
Çekeceğiz bir yayı.

Asya Boz Kurt dolacak
Çin’in yüzü solacak
Dört yan kana boyanıp
Öz yurt bizim olacaK



Turancılık ülküsü... Bizi kurtaracak ve yükseltecek biricik yol... İradesi zayıf olanların, damarlarındaki kan öz Türk olmıyanların korktuğu uzun yol.... Hangi ülkü emeksiz, kansız, barutsuz ve demirsiz elde edilmiştir? Anadolu sevgili yurttur. Fakat Anadoluculuk ülkü olamaz. Ülkü asırlara bakan, hayal âlemine benziyen, korkunç yollardan sonra varılabilecek bir KIZIL ELMA’dır. Bütün insanları birleştirmek gibi saçma bir rüyanın ardında koşanlar, yahut para öğendiresiyle dürtüşlenip koşturulanlar, tarihte birkaç defa birleşmiş olan Türklerin yeniden birleşmesi düşüncesine güledursunlar. Bu gülüşün ardında kendi melezliğinin yahut gayrıtürklüğünün korkusunu duymak vardır. Dünyada Türk olan bir insan için bütün Türkleri bir görmekten tabiî ne olabilir?... Bütün Türkleri bir görmek istemiyen Türk olmıyanlardır

“Atsız Yoldaş” imzasıyla şiirler yazan Mengüç de irticalen dörtlükler düzüyor bunlar da hep birlikte okunuyor:

Boz Kurtsan koş Boz KurdaKoş doğduğun ilk yurda
Sen Oğuzun oğlusun
Yaslanma durup burda



Çok kaldı kılıç kında
Çekeceğiz yakında
İlk yurda koşacağız
Taşma var Kurt ırkında
Kınında çok duran kılıç paslanır... Türk kılıcı paslanmamalıdır. Zaten Türk tarihi bize en uzun barış devremizin ancak 23 yıl sürdüğünü gösteriyor. Lozandanberi 10 yıl geçti. Demek ki yeni savaşlar yaklaşıyor. Eğer tarih bir tekerrürse ve tarihin kanunları, kaideleri varsa biz en çok 13 yıla kadar yeni bir savaşa gireceğiz demektir.


Türk savaşsız durur mu? Türk durmak istese bile onu bırakırlar mı?... Hayatta esas kavga ve döğüş değil midir? Lozan barışını 1923’te imzaladık. O zamandan beri 10 yılda iki defa kürt isyanı oldu, iki defa kürtleri tepeledik. Bunları da dahilî savaş sayamaz mıyız?
İlteriş Kağan
İlteriş Kağan
Yazışmalık Yöneticisi


Yazışmalık Yöneticisi


ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Turkey10
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Gencat10
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Pro10
Yaş Yaş : 43
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Turan
Lakap Lakap : ©ﻕΞתς яΞiS
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 01/10/81
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Hepsini Okudum
İletiler: İletiler: : 5564
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 06/01/09
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Pro1010
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ 290407


ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Ile10

https://ilteris.forum.st/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Empty Geri: ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ

Mesaj tarafından İlteriş Kağan Ptsi 11 Mayıs 2009 - 3:25

Akşam saat 20 sularında Seddülbahir’e vardık. Burası birkaç evden ibaret bir köy... Köy muhtarı bize camii verdi. Orada sabahladık. Ertesi 5 ağustos cumartesi günü sabahleyin etrafı gezdik. Burada imparatorluk Türkiye’sinin harap tabyaları var. Sahilde Türk-İtalyan savaşına at küçük bir abide yükseliyor. Bir metre murabba taştan bir kaide üzerinde yine taştan ve bir metre yüksekliğinde bir sütun... Daha üzerinde de aşağı yukarı 28’lik veya 30.5’luk bir gülle... Taşın üzerinde şunlar yazılı

Doğuya bakan yüzünde : İtalyan bombardımanı hatırası...

Cenuba bakan yüzünde : 4 Nisan 1328 Perşembe

Batıya bakan yüzünde : İtalyan mermisinin nokta-i sukutu
Şimale bakan yüzünde : 1 Cemaziyülevveel 1330

Fakat bu âbide bakımsızlıktan az çok harap. Hey gidi koca Çanakkale hey! İtalyanlar da kancıkça Trablusgarba saldırdıkları zaman yine seni zorlamışlardı.fakat senden zorla geçmenin imkanı var mı?... işte onların daha kabadayıları da sana saldırdılar ve onlar da aynı dersi aldılar... Yarın da belki daha kabadayıları gelecek... Onlara da biz aynı dersi vereceğiz... Çanakkale, sen yabancılara tarihin ebedi bir ihtarı halinde kalacaksın... Onlar senin ufuklarında daima Tekin değildir levhasını görecekler...

Seddülbahir’den ancak 11’de ayrılabildik. Yol alırken Seddülbahir’den sonra ilk yükselen tepe üzerinde ilk büyük İngiliz âbidesini gördük. 15 metre yüksekliğinde olan bu âbide kâmilen İngiliz atlarıyla doluydu. Batan gemisinden ölen neferine kadar savaşa ait her türlü teferruat kaydeden bu âbide hakikaten bir sanat eseri idi. Fakat bu, sanatın öyle hazin bir cepheden tecellisi idi ki burada bir şeref remzi olarak değil, en kanlı bir bozgun timsali olarak yükseliyordu. TÜRK ezelden beri kendisine şiar edindiği prensiple saldırdıktan sonra dönmemişti
KAHRAMANLIK

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık: Saldırıp bir daha dönmemektir.
[/size]

Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşaradım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.

Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmek doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık;
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık;
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.

[size=9]Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de güneşler gibi parlayıp sönmemektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerektir.
Atıldıktan sonra da bir daha dönmemektir

Fakat bu Türk’ün düsturu idi. Niğbolu’da, Akkâ’da yumruğumuzu yiyen Fransızlar, her kara günümüzde yurdumuza sarkıntılık eden, fakat pay olarak ancak bir yığın kanlı vatandaşla dönen İngilizler bunu haykırsalar da muhakkak ki sonunda Türk gücüne yenileceklerdi.





Sinirlerimizi geren bu âbideden çabuk ayrıldık. Bundan sonraki ilk konağımız düşmanın ihraç noktalarından biri olan Teke Koyu’na hâkim tepe oldu. Biz burada da çok durmadık. Kirte’ye doğru yol aldık. Yollarda mermi kırıntıları okadar bol ki... Sarp yerlerden geçiyor ve çok yol alamıyoruz. Artık çevremiz hep savaş meydanı



Bir saat kadar sonra bir harmana rasladık. İki yağız yüzlü köylü, kadınları, çocukları çevremizi sardılar. Bize kavun, karpuz ikram ettiler. Kim derdi ki bu mütevazi yüzlü, gösterişsiz köylüler Çanakkale Savaşı’nı yaratan, bu savaşta kurşun yiyen erlerden olsun... Bizi en büyük dileklerine kavuşmuş insanların sevinciyle karşıladılar. Yurdun bu en kutlu köşesinin Türk ziyaretçilerden mahrum olduğunu, bizi kıracakları korkusuyla, çekinerek söylediler. Aynı yarayı bizimde kanıyan gönlümüzde gördükleri zaman gözlerindeki mânâ daha derinleşti. Temiz yürekli olan, temize bağlanmayı vazife bilen köylümüz bunda da kötü duygular olmadığına inanmak istiyor. O da kendi kanı pahasına kazanılan bu topraklarda yükselen düşman âbidelerine diş biliyor.

Birisi 57’nci piyade alayından, birisi de topçu çavuşu olan bu iki eski askere sorduk:

“Dayı! Bu gavur âbidelerini niçin yıkmıyorsunuz?”

birdenbire yüzleri aynı mânâ ile gölgelendi. Zorla gülümsediler: “Hükümetimiz kuvvetlensin inşallah o da olur edendi!”... Bu cevap gönüllerimizi, zaferde duyulan bir sevinçle, sevindirdi...
İlteriş Kağan
İlteriş Kağan
Yazışmalık Yöneticisi


Yazışmalık Yöneticisi


ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Turkey10
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Gencat10
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Pro10
Yaş Yaş : 43
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Turan
Lakap Lakap : ©ﻕΞתς яΞiS
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 01/10/81
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Hepsini Okudum
İletiler: İletiler: : 5564
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 06/01/09
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Pro1010
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ 290407


ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Ile10

https://ilteris.forum.st/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Empty Geri: ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ

Mesaj tarafından İlteriş Kağan Ptsi 11 Mayıs 2009 - 3:28

İki köylü dayıdan birisinden, 57’nci alaydan olan Mandacı oğlu Hüseyin’den Kirte yolunu salık aldık. Bizimle birlikte 20 dakika kadar gelerek yol gösterdi. Sonra Zığın Deresi’ni tarif ederek ayrıldı. Bu dereyi oldukça güçlükle geçtik. Naci en önde, elinde baltasıyla yürüyor ve bazen yol açıyordu. Hüseyin Ağa bize domuz tehlikesinden bahsetmiş, bunların sürüyle gezdiklerini ve yaman vuruşlar yaptıklarını anlatmıştı. Kafilemizde silah olarak bir balta, iki bıçak, iki de sopadan başka bir şey yoktu. Hep tetikte yürüdük. Fakat domuzun izinden gayrısına raslamadık. Hüseyin Ağa bize bundan bahsederken: “Bu domuz da giden domuzdan yadigar kaldı; buralara onlar ürettiler” demişti. Düşmandan kalan, onun izi olan bu mahlûku hayli merak etmiş, görmek istemiştik.

Zığın Deresi’ni tabiat çok oymuş. Sağ ve solda arazi 20-25 metre kadar yükseliyor. Bu dereyi de tamamen geçmedik. Hüseyin Ağa’nın tarif ettiği gibi gözümüze yol hissini veren bir bayırdan yukarıya çıktık. Biraz sonra da Kirte’nin harabeleri göründü. Eskiden Kirte bir rum köyü imiş. Şimdi boş ve harap. Yalnız dut ve badem ağaçları bol. Hükümet bunları her yıl müzayede ile satarmış. Müşterisi de ekseriyetle çingeneler. Burada ana, baba, oğul ve bir de küçük çocuktan mürekkep bir çingene ailesi vardı. Yol kenarında bir kuyu başında konakladık. 10-15 metre ilerimizde bir mezar vardı. Bu 3-4 yıl önce patlıyan bir mermi ile ölen bir köylüye aitmiş. Kirte’de kaldığımız gece ayın onbeşi idi. Savaş yerlerine kadar bütün etrafı aydınlatan harıkulâde güzel bir mehtap seyrettik.

Kirte’den saat 10’da yola çıktık. Çingenenin oğlu bize yol gösterdi. Yürüdüğümüz arazi savaştan payını almamıştı. Fakat az bir zaman sonra yolun tümsek bir noktasında acele ile yapılmış ve şimdi çok harap olmuş bir Türk âbidesine rasladık. Düşmana 11.000 mermi atan bu kahraman bataryanın âbidesi rasgele taşların yığılmasıyla elde edilmiş. İnsanın kendini avundurmak için tevazua atfetmek, Türk erlerinin gösterişsizliğine yaklaştırmak istediği bu yığınlar çok acı olarak “biz kayıtsızlıktan doğduk”diye haykırıyorlardı. Gönlümüzdeki derin sızı büyüyor, kızıl alevleriyle uzaklarda yılan gibi başkaldıran düşman âbidelerini sarmak istiyordu. Ve dumanlı gözlerimizle yıkılmak üzre olan yazısını okuyoruz

Mukaddes emeller uğrunda fevkalâde şecaat ve fedakârlıkla muharebe ederek..etmiş olan müstakil 10.5’luk Alay 56 seri ateşli sahra obüs bataryasının hâtıra-ı zaferidir.

Attığı mermi 11.000
Naci, yıpranmış olan yerleri gücü yettiği kadar taşlarla yamadı. Böylelikle âbidenin ömrü bir iki hafta daha uzatılmış oldu. Sonra hiçbir şey söylemeden acımızı sindire sindire yürüdük. Çingene hâlâ kılavuzluk ediyordu. Sağ tarafımızda yükselen bir tepe üzerinde Türk ölülerini toplu olarak gösteren ilk mezar var. Hafif meyli tırmandık. Eski bir parmaklık içinde bir Türk zabitinin, Mustafa Beyin mezarı... Sonra, sürülmüş bir tarladan hiç farkı olmıyan mezarlığa dünyanın en büyük şaşkınlığı ve kini ile baktık. Çingene kılavuzumuz fütursuzca az ileride bulunan Behramköy (eski bir rum köyü) çingelerinin diş toplamak için burayı böyle karıştırdıklarını, esasen bu çingenelerin bütün savaş sahasını gezerek ölü soygunculuğunu yaptıklarını anlattı. Çingene sözünün taşıdığı mânâya bir yol daha hak verdik. Üzerinde yaşadıkları toprağı kanı, canı karşılığı olarak kazanan ünlü Türk neferinin ölüsünü bile saygılamayı bilmeyen, dünyada hiçbir şeyden nasibini almamış bu kansız milleti, daha doğrusu bir sözle bu çakal sürüsünü içimizde tuttuğumuz, ona anayurtta yer verdiğimiz için kendi kendimizden yüksündük, devlet adamlarımıza kızdık. Ve imanla bir kere daha düşündük ki: Türk topraklarında yaşamak hakkı yalnız Türk’ün olmalıdır. Türk toprağında, köyde Türk köylüsünün malını yağma eden, şehirde karmanyolacılık yapan ve nihayet mezarında da Türk şehitlerini (hem de en şanlı bir savaşın en ünlü şehitlerini) soyan ve türlü türlü millet adları taşıyan bu soysuzları artık aramızda istemiyoruz. Türk bünyesini mikroptan temizleyecek en güzel tedavi usulü: Katliâm!...


Yine yola girdik. Suyumuz bitmişti. Bu bitiş bizi hayli yıprandırdı. Fakat şikayet yoktu. En zayıfımız olan, daima yorulacak sandığımız Mehpare bile duraklarda kendisine verdiğimiz bir iki yudum ılık ve tozlu suya kanarak bir Türk askeri gibi yürüyordu. Saat birde Davut Bey çiftliğine vardık. Çiftlik haraptı. Arnavut olan sahipleri Maydos’a inmişler ve burasını – tabiî – bir arnavut olan bekçiye bırakmışlardı. İşte yine kanımızı donduran bir tesadüf... Balkan savaşında ordumuzu kancıkça arkadan vuran bir iğrenç unsura biz yurdun ıssız bucaklarında da raslıyacak mı idik?

Buradan Arıburnu’na kadar köye tesadüf etmiyeceğimiz için ekmek bulmak lâzımdı. Çiftlikte ise o gün için hazır ekmek yoktu. Arkadaşımız Musavver bu işi üzerine aldı. Kafile ilerde konaklıyacağımız yeri bulmak için hareket etti. Ben Musavverle çiftlikte kaldım. Musavver becerikli elleriyle ekmek işini başarırken bugünkü Türk kadınını düşünüyordum: Bugünkü Türk kadını dünü tamamen silkip atmış değildir. Bugünün Türk kadını “dün yok, yarın var” diye haykıran cılız varlık değildir. Türk kadını kalemini, kafasını kullanmayı bildiği gibi sırasında da sırtında cepane taşımayı, kahpe kurşun yaralarını onarmayı ve yiğit Türk çocuklarını yetişmeyi bilen yüksek bir yaratılıştır. Bugünün Türk kadınını “beşikteki Türk çocuklarını sulh ninnileri söyliyerek büyüteceğiz” diyen Aliye Esat Hanım gibiler temsil etmez. Aliye Esat Hanım nihayet zavallı bir varlıktır, yoklukla müsavi bir varlık... Çünkü biz artık insaniyet ve barış değil, milliyetçilik ve savaş istiyoruz. İnsaniyetperverlik köpekliktir. İnsaniyet milliyetçilikle asla uyuşamaz. İnsaniperverlik yüksek gurur ve haysiyet duygularına zıttır. İnsaniyetperverlik domuz katolik papazının ve sinsi protestan misyonerinin kendi alçakça maksatlarına âlet edindikleri bir tuzaktır. Hayır! Biz barışta da değiliz. Biz savaşçıyız. Barışçılığı ilân eden milletler sahiden mi barışçıdırlar? Onun için mi hâlâ boş adaları işgal ediyor ve harıl harıl silâhlanıyorlar? Hey gidi insaniyetperveklik hey!... Senin uğruna Hindistan inliyor. Senin uğruna Şimalî Afrikada katliâm var... Senin için Amerikada zenciler yakılıyor... Ve, hey!... Senin için, kızıl cennete varmak için Tüskistanda, Azerbaycanda, Kırımda, Ural civarında Türkler açlıktan kırdırılıyor değil mi? Hayır! Aliye Esat Hanımın ninnisi Türk çocuklarına hiçbir zaman söylenmiyecek... Çünkü “Kadınlar birliği”ni kuran kadınlar Türk Kadınını temsil edemezler. Onlar dedikodularında devam ededursunlar... Türk çocuğuna ancak savaşçılık telkin eden ninniler söylenebilir. Burada aklıma arkadaşım Tolunay’ın Talebe Birliğinin çıkardığı “Birlik” adlı aylık gazetenin ilk sayısında çıkan şiiri geldi:
İlteriş Kağan
İlteriş Kağan
Yazışmalık Yöneticisi


Yazışmalık Yöneticisi


ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Turkey10
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Gencat10
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Pro10
Yaş Yaş : 43
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Turan
Lakap Lakap : ©ﻕΞתς яΞiS
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 01/10/81
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Hepsini Okudum
İletiler: İletiler: : 5564
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 06/01/09
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Pro1010
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ 290407


ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Ile10

https://ilteris.forum.st/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Empty Geri: ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ

Mesaj tarafından İlteriş Kağan Ptsi 11 Mayıs 2009 - 3:31

YARININ TÜRK ÇOCUĞUNA


Musavver ekmekleri bitirdiği zaman güneş batmıştı. Yatacağımız yeri seçip çadır kurmak üzere önden giden kafileyi bulmak için vakit kaybetmeden yola çıktık. Yolda arkadaşlarımızın, gittikleri yolları bize anlatmak için koydukları işaretleri bulduk. Ortalık karardıktan sonra da uzaktan onların seslerini işittik: Bulundukları tarafı bize anlatmak için hep bir ağızdan bağrıyorlardı. Yürüdük. Kafile bizden önce bir harmanda konaklamış ve bizi bulmak için üç kişiyi geriye gözcü yollamıştı. Uzaktan Mehparenin parlayıp sönen elektrik fenerini görünce konağımıza yaklaştığımızı anladık. Bize Ali Dayı’nın harmanunda konaklandığını söylediler. Davut Bey çiftliğindeki arnavut bekçi gideceğimiz yerde bize bazı arnavutları salık vermişti. Naci, Ali Dayıyı onlardan biri sanarak salık aldığımız isimleri sorduğu zaman Ali Dayı da bizimkileri arnavut sanarak atlatmaya çalışmış. Fakat sonra Türk olduğumuzu anlayınca hemen ağırlamış. Tabiî... Çünkü kan kanı çeker. Arnavut sandığı zaman kafilemizi buz gibi bir soğuklukla karşılayan Ali Dayı şimdi bize candan ikram ediyordu. Ay ışığının altında konuşuyorduk. Ali Ağanın yüzü tam bir Türk yüzüydü. Vaktiyle İstanbul’da bir Türkistanlı bir Türk, hakiki bir Özbek görmüştüm. Ben Oğuzca, o Özbekçe konuşmuş, anlaşmıştık. Yarı göçebe olan o Özbek Türküyle Ali Ağa’nın yüzleri birbirine okadar benziyordu ki... Türk ırkı, Türk kanı Orta Asya’da da, Trakya’da da kendisini gösteriyordu. Bu, tek de olsa, Türk ırkının dayanıklı, sarsılmaz varlığına en büyük tanıktı. Konuştuk... Ve birbirimize ısındı

Çadırımız ancak beş kişi alıyordu. Bu gece çok soğuk geçti. Sarılmış olduğumuz battaniyelerimizin altında titredik. Soğuğa hepimizden çok dayanıklı olan ve örtünecek battaniye bulamadığı için yalnız ceketiyle yatan Tolunay bile çok üşümüştü. Geceleyin korkudan ateş de yakamamıştık. Bu korkumuz “büyü” denilen bir nevi büyük örümceklerden geliyordu. Bütün bu havalide pek bol bulunan bu örümceğin sokar sokmaz öldürdüğü bile söyleniyordu. Kirte’de Mehpare bunlardan bir tanesini öldürmüş ve hayvanın manzarası bile bizi tiksindirmiş, hem de ürkütmüştü. Ali Dayı bunların insanı öldürmediğini ama çok acı çektirdiğini, ateş bulunan yere geldiklerini söylemişti. Yanımızda amonyaktan başka ilaç olmadığı için ihtiyatlı hareket etmiş ve bunun için ateş yakmamıştık

Sabah erken kaktık ve yola erken çıktık. 300 metre kadar ileride mataralarımızı doldurduk, sonra Çınav ovasını bırakarak “Kabatepe”ye doğru yol aldık. Burada hâlâ bozulmamış cepaneliklere, birbirine karışmış irtibat yollarına ve tel örgütlere rasladık. “Kabatepe”nin denize inen etekleri o kadar güzel bir kumsalla bağlanıyor ki... Sahilde yemek yedik, denize girdik ve dinlendik. Sonra en kanlı savaşlara sahne olan, düşman siperlerinin 10 metre yakınımıza kadar sokulduğu Kanlı Sırta tırmandık. Savaş tarihinin vurduğu bu damga bu sırta okadar yerinde verilmiş ki... Yer yer aranmış, bütün kemikler toplanmış olmasına rağmen yine siperlerde kafa taslarına ve kalın kemiklere raslıyoruz. Bunlar muhakkak ki Türk kemikleri... Vakıa bu siperler müteaddit defalar düşmana geçmişti. Fakat onlat siperleri bir bir tarıyarak kendi ölülerini toplamışlar, bir türlü anlıyamadığım duygularla yaptıkları âbidelerine gömmüşlerdi. Naci savaşa girmiş olması itibariyle bu erlik meydanını daha iyi tanıyor, siperlerin yaklaştıkları yerleri gösteriyor, düşmanın tutunduğu yerler hakkında izahat veriyordu. Yalnız Kanlı Sırtta iki saat kadar oyalandık. Küçük bir tümsekte İngilizlerin mavzerle atış için kullandıkları çelik kalkanlara rasladık. Bu kalkan toprağa altında uzanan iki sivri ayağıyla saplanıyor ve ortasına gelen kapaklı bir delikle işe yarıyordu. İçlerinden bir tanesini seçtik. Bu biraz güç olmasına rağmen bir sopaya geçirince iki kişi tarafından taşınabiliyordu. Bunu İstanbul’a kadar getirmek ve içinde bir başkası bulunmadığını hatırladığımız askeri müzeye armağan etmek istiyorduk. Naci de bize: bunların bir kısmını İngiliz siperlerine girdiğimizde talan ederek kendi hatlarımıza getirdiğimizi ve düşmana karşı kullandığımızı anlattı. Yarım saat daha tırmanarak “Lonpe” adlı (tek çam manasındaymış) bir âbideye geldik. Bunun iki bekçisi vardı. Birisi Türk, diğeri çerkes... Türk bekçisinin adı Kadri çavuştu ve Kilitbahirli bir askerdi. Gece konuğu olduğumuzda bize güzel savaş hikayeleri anlattı. Diğeri çerkesti. Ve biz o gün bir kere de çerkes sözüne kandık. Elimizdeki kalkanı bırakmamızı, Mehmet Çavuşta bunlardan bir çoğuna raslıyacağımızı, yok yere yorulmamamızı söyledi. Riyasız, yalansız, her türlü kötü histen uzak olduğumuz bir dakikadaydık. Kabul ettik. Mehmet Çavuşa vardığımız zamansa bunlardan çok aradıksa da bulamadık. Bir kere de bir çerkese kandık. “Lonpe” âbidesinin yüksekliği ancak 8-10 metre kadardı. Fakat mezarlığı çok büyüktü. Ve muntazam bir parka malikti.

Burada diğer âbideler de görülmiyen bir başkalık daha vardı. Üzeri haç işaretli geniş sütunun içi boş ve loştu. Buraya da kiliselerin müteaffın, riyakar havası sinmişti. Bilmem kaçıncı defa olarak yine kinle dolduk ve taşmamak için buradan çabuk ayrıldık. Saat üç buçuktu ve biz Mehmet Çavuşa dördü yirmi geçe vardık.

Türk topraklarının öz oğlu, kahramanlığın ta kendisi olan Mehmet Çavuş gösterişsiz ve bozuk bir taşın önündeki mütevazı toprağın altında yatıyor. Kendi topraklarımızın üzerinde yendiğimiz düşmanın göğe baş kaldırmış âbideleri yükselirken kahraman Mehmetçiklerden biri olan Mehmet Çavuş dünyadaki mütevazı hayatına çok benziyen şimdiki yerinde sonsuz uykusunu uyuyor. Mehmet Çavuşun türbesini görünce ve bu bakımsızlık ve gösterişsizliğin karşısında irkildim. Arkadaşlarımdan, karımdan, kardeşlerimden ve en yürekten yoldaşımdan gizlemek istediğim göz yaşlarımı saklıyabilmek için arkamı döndüm ve yüzümü rüzgara verdim. Bu kahramanlık toprağında yürekler bütün safiyetiyle temizlenir ve birbirine açılırken, ben göz yaşlarımı arkadaşlarımdan saklamak istiyordum. Düşündüm ki dünyada kahramanlıkla hiçbir yakınlığı, hiçbir münasebeti olmıyan düşmanlar için böyle âbideler yapılırsa Mehmet Çavuş için ne dikilmeliydi?... Beynimin içinde dev gibi düşünceler birbirine takıldı. Mehmet Çavuş kahramanlığını bildiğimiz erlerden biriydi. Ya kahramanlığını bilemediklerimiz? Ya hiçbir iz bırakmadan şehit düşen milyonlarca atsız kahraman için neler yapmalıydık?... Mehmet Çavuş!... Bozkırların kanını taşıyan asil er!... Senin için göğe yükselmiş mermer taşlar dikilip üzeri altınla yazılsa yine senin büyük hatıran saygılanmış olmaz... Sen zaten atsız kalmaya mahkumdun... Senin hiçbir karşılık beklemeden vazife için ölüme atılman damarlarındaki kanın temiz cevherindendi. Senin her yerde bol bol akmaya alışmış olan arık kanın, Türk kanıyla bol bol sulanmış olan bu topraklarda vazife için hatta vazifenden daha yüksek bir şey uğrunda, yabancılarının kanına karışarak son damlasına kadar zaten akacaktı. Sen bunu yaparken köyünden uzakta sessiz ve unutulmuş kalacağını biliyor ve bunun için yüksünmüyordun. Mehmet Çavuş sana âbide mi gerek?... Senin büyük adın sana yazılmış en güzel destan ve kahramanlar yurdu olan yine Türk’ün kanıyla yoğrulmuş Türkeli de senin için en büyük ulu âbide değil mi? Türk çocuğunun seni her yürekten anışı başına dikilecek beyaz taşla kazılı kitabelerden daha özlü değil mi?... Sen Türksün ve bu toprağın malısın. Sen esasen ebedisin, sana taştan abide gerekmez.

Gözlerimiz doldu, başlarımız önümüzde uzaklaşıyoruz.

Ey Mehmet Çavuş, Mehmet Çavuşlar, ey adsız ölüler siz de büyük adlı GAZİ kadar ölmiyeceksiniz

Oturduk ve içlendik. Mehpare, kim bilir, belki de kendisini avundurmak için, bu abidedeki tevazuu çok beğendiğini söyledi. Kim bilir, belki de kendisini kandırmak istemişti. 25-30 metre ileride yine küçük bir İngiliz abidesi... Yine üzerinde şu satırlar sırıtıyor: “ebedi” olanlar... Türk topraklarında ne gülünç bir temenni... Derhal “seferberlik ilan edilsin, onlardan teki kalmaz evlat” diye kükreyen mert köylüyü hatırlıyoruz. Artık yolumuz hep yokuş. Dar boğazlardan, tozlu sırtlardan Arıburnuna iniyoruz. Burada 5 - 10 evli bir balıkçı köyü var... Bu köyün sakinleri hep abide bekçileri... Başlarında bir beyaz rus varmış... Burada bekçilerden toplu olarak abideler hakkında izahat istedik. Tam 31 tane saydılar. Yedikleri tokadı unutmamak için 31 abide çoktu fakat aldıkları kahramanlık dersini hatırlatmak için biz bunları az bulduk. Arıburnu ihraç iskelelerinde daha hurda halinde demir enkaz var. Bunlara gülerek baktık. Bugünün iktisat kongresini toplıyan İngilteresi 18 yıl sonrasını düşünse idi dün muhakkak ki bu garabette bulunmazdı... O gece ikinci olarak kapalı yerde yattık. Misafir sever Türk bekçilerinden ikisi bize kendi barakalarını verdiler. Ve bu defa dışarda onlar ayazladılar.
lider1:
İlteriş Kağan
İlteriş Kağan
Yazışmalık Yöneticisi


Yazışmalık Yöneticisi


ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Turkey10
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Gencat10
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Pro10
Yaş Yaş : 43
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Turan
Lakap Lakap : ©ﻕΞתς яΞiS
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 01/10/81
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Hepsini Okudum
İletiler: İletiler: : 5564
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 06/01/09
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Pro1010
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ 290407


ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ Ile10

https://ilteris.forum.st/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz