GERÇEK YÜZLERİNİ ORTAYA KOYDULAR
1 sayfadaki 1 sayfası
GERÇEK YÜZLERİNİ ORTAYA KOYDULAR
Aslında Baykal’ın istifası hakkında söyleneceklerin çok büyük bölümü söylendi. Yandaşlar ve karşıtlar eteklerindekini büyük ölçüde döktüler. Ben de konuyu kendi sistematiğimle ele alıp bir öngörüde bulunacağım ve özellikle dikkat edilmesi gereken bir noktayı vurgulayacağım.
CHP hakkında genel düşüncelerimi daha önce okurlarımla paylaşmıştım. Bu partinin temel sorununun sosyal demokrat olamamak değil, tam tersine sosyal demokrat olmaya çalışmak olduğunu belirtmiştim. Aslında sol bir ideoloji olarak bile anılmaması gereken sosyal demokrasinin, bir çevre ülkesinin temel sorunlarını, -her şeyin belirleyicisi olan- ekonomik altyapıya yönelik taleplerini karşılayamayacağını vurgulamıştım. Bu talepleri karşılayan üç okun; devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerini göz ardı etmelerinin, güncel politik rüzgarlara kapılmalarının temel açmazları olduğunu belirtmiştim. Yani AB ve ABD’ye doğrudan karşı çıkmadan gerçek anlamda sol bir parti olunamayacağının özellikle altını çizmiştim.
Eleştirilecek yanları olmasına karşın Deniz Baykal’ın genel başkanlığının temel bir sorun olduğunu da düşünmüyorum. Türkiye’de çok iyi siyaset bilimi donanımına sahip insanlardan biri olan Baykal, ayrıca üstün hitabet yeteneği ve dürüst kişiliğiyle de yerini dolduran bir lider özelliklerine sahip.Özellikle son dönemlerde hayli formda olduğu ve performansını yükselttiği de fark ediliyor. Sorun CHP’nin kendini tanımlama biçiminde,sosyal demokrat kimliğinin altını çizmesinde.
Ancak bu CHP’nin, bu eleştirdiğim yönlerine karşın Cumhuriyetin temel değerlerinin, özellikle laikliğin gerçek bir savunucusu durumunda olması onu karanlık merkezlerin hedefi haline getirmiştir. Dünyanın başat gücü olma özelliğini yitirme sürecindeki ABD ile ona Cumhuriyet tarihindeki en yakın hükümet olan AKP’nin CHP’ye yüklenmeleri anlamsız değildir. Cumhuriyetle olan 80 küsur yıllık hesaplaşmalarını zaferle taçlandırmak isteyenler, karşılarındaki herkesi ve her kurumu sindirme politikalarını son olarak CHP’ye ve Baykal’a yönlendirmişlerdir. Ordu, yargı, üniversiteler, aydınlar, kitle iletişim araçları etkisiz kılınmaya ya da yanlarına çekilmeye çalışılırken, CHP de bu furyadan nasibini almıştır.
İşin özetinin özeti budur.
BU İNSANLAR DEMOKRAT OLABİLİR Mİ?
Şimdi gelelim işin çok dikkat çekmesi gereken ama –galiba-biraz es geçilen bir boyutuna. Bu, yüz kızartıcı yöntemlerle ele geçirilen şaibeli kaset ortaya çıktığında AKP yöneticileri başlangıçta olumlu bir tavır sergilemiş; durumu kınamış, Başbakanın talimatıyla, yayınlandığı internet sitesinden görüntüleri kaldırmışlardı. Ancak Deniz Baykal’ın istifa konuşmasında, hükümetin bilgisi dışında böyle bir komplonun kurulamayacağını haykırması üzerine bir anda gerçek yüzlerini ortaya koymuşlardı. İşte konunun can alıcı noktalarından birinin burası olduğunu düşünüyorum. Burası bugünkü hükümet üyelerinin ve yandaşlarının –asla- demokrat olamayacaklarının kanıtlandığı nokta olmuştur. Hatırlayalım, ne demişti Başbakan? “Bu görüntüler aile düzenimiz için aykırı olduğundan yayından kaldırılmıştır.” Bu yazıyı kaleme aldığım sırada da “Eşini aldatan mağdur olamaz” diyerek ısrarla konuyu insanların özel hayatlarına yönlendirme çabasını sürdürmekteydi… Burada temel sorun kesinlikle ailenin korunması ya da insanların bireysel yaşamlarındaki zafiyetleri değil; AİHM kararlarıyla, Anayasamızla ve Türk Ceza Kanunu’yla güvence altına alınmış olan birey haklarının, onun özel hayatının, mahremiyetinin mutlak bir biçimde muhafaza edilmesidir. Böylesi bir mahremiyet tecavüzünün sorumlusu olmayı bir yana bırakın, bunu koruyamayan bir hükümetin ülkeyi yönetmeye ne hakkı olabilir?
Şimdi biraz mayın tarlasına dalalım ve geleneksel değerlerle, tarım toplumu kültürüyle kısa ama sıkı bir ödeşmeye girelim, oradan kendi konumuza dönelim, bunların bugünkü ülke yönetimiyle ilişkisini kuralım… Geleneksel kültür ve ahlak anlayışı için toplumun temeli aile olabilir, oysa modern insan için toplumun temeli “birey”dir. Bir toplumda aile kurmayan insanlar da en az aile üyeleri kadar saygındırlar, yasalar karşısında onlar kadar eşittirler. Geleneksel ahlakın aileye, aile bireylerine yüklediği klasik roller, herkes tarafından kabul edilmek zorunda da değildir. Erkeğin egemen- kadının ikincil rolde olduğu bir yaşam biçimi, birileri tarafından, hatta toplumun çok büyük çoğunluğu tarafından benimsenebilir, ancak herkes bu “en ortalama insan topluluğu” gibi düşünmek ve yaşamak zorunda değildir. Ayrıca o geleneksel yaşam biçiminin bir de örtülü kuralları ,–deyim yerindeyse- kendine özgü bir racon’u vardır. Bu da iki başlık altında toplanabilir. Bu düzende erkek bir başka kadınla birlikte olduğunda, bu durum onun elinin kiridir yalnızca. Kadının böyle bir şey yapmasının ise bağışlanır yanı yoktur. İkinci kural ise daha modern çevreler için geçerli ve hem kadına hem de hem erkeğe yönelik. Burada kadının da ve erkeğin de geleneksel değerlere aykırı her şeyi yapmaları mubahtır,ancak “yapılanların gizli kalması” koşuluyla… Dileyen dilediği gibi düşünebilir, yaşayabilir;bunların hepsi özel hayat sınırları içindedir. Ancak birilerinin de bu ikiyüzlü ahlak anlayışını eleştirme hakları vardır. Bir toplumda alışılmış kalıpların dışında, farklı cinsel tercihler ve farklı yaşamlar da varlığını sürdürme hakkına sahiptir. İnsanların bireysel yaşamlarını, mahremiyetlerini ahlaksızca ifşa edip,onları bu biçimde yıpratmak belden aşağı vurmaktan başka bir şey değildir.Ne var ki bu durum geleneksel tarım toplumu değerlerine sahip olanlar için şaşırtıcı bir şey değildir. Onlar için her türden “öteki” dışlanması gereken “yaratık”tır. Bu yaratıklara(!) karşı ailelerini korurlar, çocuklarını korurlar,mahallelerini korurlar;bu onlar için doğal bir haktır.Daha geçenlerde Ege’de Roman yurttaşlar,yaşadıkları yerden sürülmemiş miydi? Farklılıklara hayatı zindan etmek, bu çevrelerde bir yaşam biçimi ve –hatta-kıvanç kaynağı olabilmektedir.”Öteki”lere karşı toplu linç ritüelleri düzenlemek,her türlü şiddete başvurmak bir başka alışkanlıklarıdır.1993 Sivas katliamı örneğindeki gibi 37 “öteki”ni hunharca yakıp,bu katliamın önderlerini parlamentoya göndermek de bir başka davranış biçimleridir… Bu son olaydaki gibi, en onursuzca işlenmiş bir insanlık suçu karşısında da, aileyi korumak için görüntüleri internetten kaldırdıklarını söyleyebilirler.Konuyu ortalama insan söylemiyle bir mahalle dedikodusuna dönüştürüp indirgemeye,sıradanlaştırmaya çalışabilirler.Yetişme koşullarıyla,hayata bakışlarıyla,bozuk diksiyonlarıyla hiçbir biçimde farklılıklara tahammül edemeyen bu insanların demokrat olmaları düşünülebilir mi?..Demokrasi havarisi liberal aydınlarımızın bu noktaya kafa yormalarını salık veriyorum.
Bu süreç esnasında hem Baykal’ın hem de hanım milletvekilinin,kendilerine düzenlenen komplo karşısında bireysel savunma yapmamalarını son derece saygın ve ilkeli bir tavır olarak görüyorum.Her ikisinin de yaşadıkları çok derin acılara karşın,hükümetin istediği yönde,sorunu kişiselleştirmeyip,gerçek boyutundan uzaklaştırmamış olmalarını takdir ve hayranlıkla karşılıyorum.
FG.’DEN BAYKAL’A NE?
Bu arada konunu değişik bir yönüne daha eğilmek gerekiyor. Gerçi buna değinildi ama es geçmemek gerekir düşüncesindeyim. Yukarıda belirttiğim çok olumlu tavrına karşılık Baykal’ın istifa konuşmasının bir de bağışlanamayacak yanı vardı. Baykal burada neden Pensilvanya’daki şahsı koruma alma ihtiyacını hissetti? Olabilir, o malum kişinin bu yaşananlarda dahli bulunmayabilir. Bunu belirtmenin ne gereği var? Bunun sonucunda cemaat ile hükümetin arası mı açılacak; ya da cemaatin oyları CHP’ye mi akacak. Ecevit’in bütün bir siyasal hayatının en büyük yanlışını yinelemenin kime ne yararı olacak? Bugün laik Cumhuriyetimizin karşı karşıya kaldığı tehdit ve tehlikelerde F tipi yargının, F tipi emniyetin sorumluluğunu göz ardı edebilir miyiz? Ülkelerinin bütünlüğünü ve Cumhuriyet Aydınlanmasını savundukları için en ağır bedelleri ödeyen, tutukluluk işkencesiyle hapishanelerde çürütülen asker ve sivil aydınlarımızı derinden yaralayan bu cümleler Baykal’ın büyük yanlışıydı.
BUNDAN SONRASI
Bundan sonra neler olabilir?... Öncelikle ben bu istifayı bir “taktik çekilme” olarak görüyorum Eğer bunalım iyi yönetilirse CHP bu süreçten kazanım sağlayarak da çıkabilir. Partinin hiçbir biçimde Baykal’dan desteğini çekmemesi ve kurultayda kendisini yeniden aday göstermesi gerektiği kanısındayım. Başka türlü arayışların, -hele- fırsat düşkünlüğünün hiç zamanı değil. –Eğer gidilirse- referandum süreci ve gelecek yıl yapılacak genel seçimler hem CHP hem Türkiye için olağanüstü önem taşıyor. Dere geçerken at değiştirilmeyeceği gerçeğini CHP’lilerin unutmaması gerekir.Bu konuda yazılacak,söylenecek,CHP’ye yöneltilecek pek çok eleştiri var ama bunların önemli bölümünü ertelemeyi uygun buluyorum.Anayasa değişikliklerinin Anayasa Mahkemesi’nce iptali için yapılacak başvuru ile kurultay sürecini beklemek gerektiğini düşünüyorum.Yalnız şu kadarını belirteyim.1960’lı yıllardan bu yana ülkenin siyasal gündemini ve CHP’yi yakından izlemeye çalışan biri olarak,bugünkü çok zayıf kadroların fahiş hatalar yapabilecekleri kaygısını taşıyorum.Çünkü 2000’li yıllara kadar ülkenin aydın birikiminin çok önemli bir merkezi olan bu parti, bugün-ne yazık ki-bu görünümünden çok uzakta.Siyasi Partiler Yasası’nın genel başkanlara tanıdığı olağanüstü yetkiler bütün partilerde genel başkanları çok güçlü kılarken,partililerin ve parti organlarının seçiminde genel başkan yandaşlığını her şeyin başı durumuna getirmiştir.CHP’de bugünkü kalite erozyonunun en önemli nedeni budur.
FARKINDA MISINIZ ALLAH AŞKINA?
Bu arada Hürriyet’in Baykal’ın dönmemesi yolunda gösterdiği çaba dikkatinizi çekiyor mu?Ortaya yeni genel başkan isimleri atmaktan,bunlara yönelik anketler düzenlemeye kadar yoğun bir çaba içinde oldukları gözden kaçmıyor değil mi?.Kitle iletişim araçları üzerine analiz yapan arkadaşların konuya eğilmeleri gerektiği kanısındayım..
Evet, istifa depreminin bıraktığı izler-şu an için- bunlar…
BİRAZ BURUK BİR MERHABA
Mart ayı sonunda geçirdiğim kalp krizi sonrası ilk yazımı yazıyorum. Her başlangıç ve yeniden başlangıç,yeniden yola koyulmaktır ve coşku uyandırır insanda.O yol-bu kez-daha zorlu ve beklenenden daha kısa sürebilecek bir yol olsa da yeniden başlamalar güzeldir daima.Pek çok riskler de taşısa, bütün başlangıçların kendine özgü bir şiirselliği vardır. O coşkuyla,sevgiyle ve-yitirmemek zorunda olduğumuz- umutlarla “merhaba” herkese…
OdaTV okurlarıyla paylaştığım son yazımda AKP’nin seçim sath-ı mailine girdiğimiz şu dönemde, bütün politikalarını seçim sandığına göre üreteceğini, yani bütünüyle tribünlere oynayacağını belirtmiştim. Bunda pek şaşacak bir şey yok tabiî. Önce ABD-AKP ilişkilerinin bu süreçte nasıl olabileceğinin değerlendirmesini yapmak gerekiyordu. Orada bu konuyu ele almış; ABD’nin temel beklentileri konusunda AKP’ye hoşgörülü davranmasının akılcı olacağı düşüncesini dile getirmiştim. Anayasa değişiklikleri ve Silivri duruşmaları konusundaki AKP politikalarını bir sonraki yazıya bırakmıştım. Ancak malum rahatsızlığım nedeniyle bu yazım gecikmişti. O kriz sonrasında bir hastane odasında dünyayı izleyebilmek ne kadar mümkünse, o ölçüde izlemeye çalışmıştım. Gündem olağanüstü yoğundu, Anayasa değişikliği tartışmaları ve ardından patlak veren Deniz Baykal’ın istifası ülke gündemine bomba gibi düşmüştü.
Ne zaman iyileşeceğim, dahası iyileşip iyileşemeyeceğim belli olmadığı için taburcu olduğum 11 Mayıs 2010’da, tedavim devam etmesine karşın, hemen hayata dönmeye karar verdim ve çalışma masamın başına oturdum. OdaTV okurlarına verdiğim sözü unutmuş değilim, AKP’nin seçim sürecindeki politikalarını irdelemeye devam edeceğim. Ancak bu yazımda, olağanüstü önemli bir gelişme olan Deniz Baykal’ın istifası hakkında genel düşüncelerimi aktarmayı, böyle bir sıra değişikliği yapmayı uygun buluyorum… Bu arada söyleyecek sözü olduğunu düşünen insanların, düşüncelerini aktaracakları bir kanala sahip olmalarının mutluluğunu bir kez daha hissediyorum ve yaşıyorum. Çünkü yaşamayı yazmak, yazmayı yaşamak belleyenler için bu olanağı kaybetmekten daha kahredici bir durum düşünemiyorum
CHP hakkında genel düşüncelerimi daha önce okurlarımla paylaşmıştım. Bu partinin temel sorununun sosyal demokrat olamamak değil, tam tersine sosyal demokrat olmaya çalışmak olduğunu belirtmiştim. Aslında sol bir ideoloji olarak bile anılmaması gereken sosyal demokrasinin, bir çevre ülkesinin temel sorunlarını, -her şeyin belirleyicisi olan- ekonomik altyapıya yönelik taleplerini karşılayamayacağını vurgulamıştım. Bu talepleri karşılayan üç okun; devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerini göz ardı etmelerinin, güncel politik rüzgarlara kapılmalarının temel açmazları olduğunu belirtmiştim. Yani AB ve ABD’ye doğrudan karşı çıkmadan gerçek anlamda sol bir parti olunamayacağının özellikle altını çizmiştim.
Eleştirilecek yanları olmasına karşın Deniz Baykal’ın genel başkanlığının temel bir sorun olduğunu da düşünmüyorum. Türkiye’de çok iyi siyaset bilimi donanımına sahip insanlardan biri olan Baykal, ayrıca üstün hitabet yeteneği ve dürüst kişiliğiyle de yerini dolduran bir lider özelliklerine sahip.Özellikle son dönemlerde hayli formda olduğu ve performansını yükselttiği de fark ediliyor. Sorun CHP’nin kendini tanımlama biçiminde,sosyal demokrat kimliğinin altını çizmesinde.
Ancak bu CHP’nin, bu eleştirdiğim yönlerine karşın Cumhuriyetin temel değerlerinin, özellikle laikliğin gerçek bir savunucusu durumunda olması onu karanlık merkezlerin hedefi haline getirmiştir. Dünyanın başat gücü olma özelliğini yitirme sürecindeki ABD ile ona Cumhuriyet tarihindeki en yakın hükümet olan AKP’nin CHP’ye yüklenmeleri anlamsız değildir. Cumhuriyetle olan 80 küsur yıllık hesaplaşmalarını zaferle taçlandırmak isteyenler, karşılarındaki herkesi ve her kurumu sindirme politikalarını son olarak CHP’ye ve Baykal’a yönlendirmişlerdir. Ordu, yargı, üniversiteler, aydınlar, kitle iletişim araçları etkisiz kılınmaya ya da yanlarına çekilmeye çalışılırken, CHP de bu furyadan nasibini almıştır.
İşin özetinin özeti budur.
BU İNSANLAR DEMOKRAT OLABİLİR Mİ?
Şimdi gelelim işin çok dikkat çekmesi gereken ama –galiba-biraz es geçilen bir boyutuna. Bu, yüz kızartıcı yöntemlerle ele geçirilen şaibeli kaset ortaya çıktığında AKP yöneticileri başlangıçta olumlu bir tavır sergilemiş; durumu kınamış, Başbakanın talimatıyla, yayınlandığı internet sitesinden görüntüleri kaldırmışlardı. Ancak Deniz Baykal’ın istifa konuşmasında, hükümetin bilgisi dışında böyle bir komplonun kurulamayacağını haykırması üzerine bir anda gerçek yüzlerini ortaya koymuşlardı. İşte konunun can alıcı noktalarından birinin burası olduğunu düşünüyorum. Burası bugünkü hükümet üyelerinin ve yandaşlarının –asla- demokrat olamayacaklarının kanıtlandığı nokta olmuştur. Hatırlayalım, ne demişti Başbakan? “Bu görüntüler aile düzenimiz için aykırı olduğundan yayından kaldırılmıştır.” Bu yazıyı kaleme aldığım sırada da “Eşini aldatan mağdur olamaz” diyerek ısrarla konuyu insanların özel hayatlarına yönlendirme çabasını sürdürmekteydi… Burada temel sorun kesinlikle ailenin korunması ya da insanların bireysel yaşamlarındaki zafiyetleri değil; AİHM kararlarıyla, Anayasamızla ve Türk Ceza Kanunu’yla güvence altına alınmış olan birey haklarının, onun özel hayatının, mahremiyetinin mutlak bir biçimde muhafaza edilmesidir. Böylesi bir mahremiyet tecavüzünün sorumlusu olmayı bir yana bırakın, bunu koruyamayan bir hükümetin ülkeyi yönetmeye ne hakkı olabilir?
Şimdi biraz mayın tarlasına dalalım ve geleneksel değerlerle, tarım toplumu kültürüyle kısa ama sıkı bir ödeşmeye girelim, oradan kendi konumuza dönelim, bunların bugünkü ülke yönetimiyle ilişkisini kuralım… Geleneksel kültür ve ahlak anlayışı için toplumun temeli aile olabilir, oysa modern insan için toplumun temeli “birey”dir. Bir toplumda aile kurmayan insanlar da en az aile üyeleri kadar saygındırlar, yasalar karşısında onlar kadar eşittirler. Geleneksel ahlakın aileye, aile bireylerine yüklediği klasik roller, herkes tarafından kabul edilmek zorunda da değildir. Erkeğin egemen- kadının ikincil rolde olduğu bir yaşam biçimi, birileri tarafından, hatta toplumun çok büyük çoğunluğu tarafından benimsenebilir, ancak herkes bu “en ortalama insan topluluğu” gibi düşünmek ve yaşamak zorunda değildir. Ayrıca o geleneksel yaşam biçiminin bir de örtülü kuralları ,–deyim yerindeyse- kendine özgü bir racon’u vardır. Bu da iki başlık altında toplanabilir. Bu düzende erkek bir başka kadınla birlikte olduğunda, bu durum onun elinin kiridir yalnızca. Kadının böyle bir şey yapmasının ise bağışlanır yanı yoktur. İkinci kural ise daha modern çevreler için geçerli ve hem kadına hem de hem erkeğe yönelik. Burada kadının da ve erkeğin de geleneksel değerlere aykırı her şeyi yapmaları mubahtır,ancak “yapılanların gizli kalması” koşuluyla… Dileyen dilediği gibi düşünebilir, yaşayabilir;bunların hepsi özel hayat sınırları içindedir. Ancak birilerinin de bu ikiyüzlü ahlak anlayışını eleştirme hakları vardır. Bir toplumda alışılmış kalıpların dışında, farklı cinsel tercihler ve farklı yaşamlar da varlığını sürdürme hakkına sahiptir. İnsanların bireysel yaşamlarını, mahremiyetlerini ahlaksızca ifşa edip,onları bu biçimde yıpratmak belden aşağı vurmaktan başka bir şey değildir.Ne var ki bu durum geleneksel tarım toplumu değerlerine sahip olanlar için şaşırtıcı bir şey değildir. Onlar için her türden “öteki” dışlanması gereken “yaratık”tır. Bu yaratıklara(!) karşı ailelerini korurlar, çocuklarını korurlar,mahallelerini korurlar;bu onlar için doğal bir haktır.Daha geçenlerde Ege’de Roman yurttaşlar,yaşadıkları yerden sürülmemiş miydi? Farklılıklara hayatı zindan etmek, bu çevrelerde bir yaşam biçimi ve –hatta-kıvanç kaynağı olabilmektedir.”Öteki”lere karşı toplu linç ritüelleri düzenlemek,her türlü şiddete başvurmak bir başka alışkanlıklarıdır.1993 Sivas katliamı örneğindeki gibi 37 “öteki”ni hunharca yakıp,bu katliamın önderlerini parlamentoya göndermek de bir başka davranış biçimleridir… Bu son olaydaki gibi, en onursuzca işlenmiş bir insanlık suçu karşısında da, aileyi korumak için görüntüleri internetten kaldırdıklarını söyleyebilirler.Konuyu ortalama insan söylemiyle bir mahalle dedikodusuna dönüştürüp indirgemeye,sıradanlaştırmaya çalışabilirler.Yetişme koşullarıyla,hayata bakışlarıyla,bozuk diksiyonlarıyla hiçbir biçimde farklılıklara tahammül edemeyen bu insanların demokrat olmaları düşünülebilir mi?..Demokrasi havarisi liberal aydınlarımızın bu noktaya kafa yormalarını salık veriyorum.
Bu süreç esnasında hem Baykal’ın hem de hanım milletvekilinin,kendilerine düzenlenen komplo karşısında bireysel savunma yapmamalarını son derece saygın ve ilkeli bir tavır olarak görüyorum.Her ikisinin de yaşadıkları çok derin acılara karşın,hükümetin istediği yönde,sorunu kişiselleştirmeyip,gerçek boyutundan uzaklaştırmamış olmalarını takdir ve hayranlıkla karşılıyorum.
FG.’DEN BAYKAL’A NE?
Bu arada konunu değişik bir yönüne daha eğilmek gerekiyor. Gerçi buna değinildi ama es geçmemek gerekir düşüncesindeyim. Yukarıda belirttiğim çok olumlu tavrına karşılık Baykal’ın istifa konuşmasının bir de bağışlanamayacak yanı vardı. Baykal burada neden Pensilvanya’daki şahsı koruma alma ihtiyacını hissetti? Olabilir, o malum kişinin bu yaşananlarda dahli bulunmayabilir. Bunu belirtmenin ne gereği var? Bunun sonucunda cemaat ile hükümetin arası mı açılacak; ya da cemaatin oyları CHP’ye mi akacak. Ecevit’in bütün bir siyasal hayatının en büyük yanlışını yinelemenin kime ne yararı olacak? Bugün laik Cumhuriyetimizin karşı karşıya kaldığı tehdit ve tehlikelerde F tipi yargının, F tipi emniyetin sorumluluğunu göz ardı edebilir miyiz? Ülkelerinin bütünlüğünü ve Cumhuriyet Aydınlanmasını savundukları için en ağır bedelleri ödeyen, tutukluluk işkencesiyle hapishanelerde çürütülen asker ve sivil aydınlarımızı derinden yaralayan bu cümleler Baykal’ın büyük yanlışıydı.
BUNDAN SONRASI
Bundan sonra neler olabilir?... Öncelikle ben bu istifayı bir “taktik çekilme” olarak görüyorum Eğer bunalım iyi yönetilirse CHP bu süreçten kazanım sağlayarak da çıkabilir. Partinin hiçbir biçimde Baykal’dan desteğini çekmemesi ve kurultayda kendisini yeniden aday göstermesi gerektiği kanısındayım. Başka türlü arayışların, -hele- fırsat düşkünlüğünün hiç zamanı değil. –Eğer gidilirse- referandum süreci ve gelecek yıl yapılacak genel seçimler hem CHP hem Türkiye için olağanüstü önem taşıyor. Dere geçerken at değiştirilmeyeceği gerçeğini CHP’lilerin unutmaması gerekir.Bu konuda yazılacak,söylenecek,CHP’ye yöneltilecek pek çok eleştiri var ama bunların önemli bölümünü ertelemeyi uygun buluyorum.Anayasa değişikliklerinin Anayasa Mahkemesi’nce iptali için yapılacak başvuru ile kurultay sürecini beklemek gerektiğini düşünüyorum.Yalnız şu kadarını belirteyim.1960’lı yıllardan bu yana ülkenin siyasal gündemini ve CHP’yi yakından izlemeye çalışan biri olarak,bugünkü çok zayıf kadroların fahiş hatalar yapabilecekleri kaygısını taşıyorum.Çünkü 2000’li yıllara kadar ülkenin aydın birikiminin çok önemli bir merkezi olan bu parti, bugün-ne yazık ki-bu görünümünden çok uzakta.Siyasi Partiler Yasası’nın genel başkanlara tanıdığı olağanüstü yetkiler bütün partilerde genel başkanları çok güçlü kılarken,partililerin ve parti organlarının seçiminde genel başkan yandaşlığını her şeyin başı durumuna getirmiştir.CHP’de bugünkü kalite erozyonunun en önemli nedeni budur.
FARKINDA MISINIZ ALLAH AŞKINA?
Bu arada Hürriyet’in Baykal’ın dönmemesi yolunda gösterdiği çaba dikkatinizi çekiyor mu?Ortaya yeni genel başkan isimleri atmaktan,bunlara yönelik anketler düzenlemeye kadar yoğun bir çaba içinde oldukları gözden kaçmıyor değil mi?.Kitle iletişim araçları üzerine analiz yapan arkadaşların konuya eğilmeleri gerektiği kanısındayım..
Evet, istifa depreminin bıraktığı izler-şu an için- bunlar…
BİRAZ BURUK BİR MERHABA
Mart ayı sonunda geçirdiğim kalp krizi sonrası ilk yazımı yazıyorum. Her başlangıç ve yeniden başlangıç,yeniden yola koyulmaktır ve coşku uyandırır insanda.O yol-bu kez-daha zorlu ve beklenenden daha kısa sürebilecek bir yol olsa da yeniden başlamalar güzeldir daima.Pek çok riskler de taşısa, bütün başlangıçların kendine özgü bir şiirselliği vardır. O coşkuyla,sevgiyle ve-yitirmemek zorunda olduğumuz- umutlarla “merhaba” herkese…
OdaTV okurlarıyla paylaştığım son yazımda AKP’nin seçim sath-ı mailine girdiğimiz şu dönemde, bütün politikalarını seçim sandığına göre üreteceğini, yani bütünüyle tribünlere oynayacağını belirtmiştim. Bunda pek şaşacak bir şey yok tabiî. Önce ABD-AKP ilişkilerinin bu süreçte nasıl olabileceğinin değerlendirmesini yapmak gerekiyordu. Orada bu konuyu ele almış; ABD’nin temel beklentileri konusunda AKP’ye hoşgörülü davranmasının akılcı olacağı düşüncesini dile getirmiştim. Anayasa değişiklikleri ve Silivri duruşmaları konusundaki AKP politikalarını bir sonraki yazıya bırakmıştım. Ancak malum rahatsızlığım nedeniyle bu yazım gecikmişti. O kriz sonrasında bir hastane odasında dünyayı izleyebilmek ne kadar mümkünse, o ölçüde izlemeye çalışmıştım. Gündem olağanüstü yoğundu, Anayasa değişikliği tartışmaları ve ardından patlak veren Deniz Baykal’ın istifası ülke gündemine bomba gibi düşmüştü.
Ne zaman iyileşeceğim, dahası iyileşip iyileşemeyeceğim belli olmadığı için taburcu olduğum 11 Mayıs 2010’da, tedavim devam etmesine karşın, hemen hayata dönmeye karar verdim ve çalışma masamın başına oturdum. OdaTV okurlarına verdiğim sözü unutmuş değilim, AKP’nin seçim sürecindeki politikalarını irdelemeye devam edeceğim. Ancak bu yazımda, olağanüstü önemli bir gelişme olan Deniz Baykal’ın istifası hakkında genel düşüncelerimi aktarmayı, böyle bir sıra değişikliği yapmayı uygun buluyorum… Bu arada söyleyecek sözü olduğunu düşünen insanların, düşüncelerini aktaracakları bir kanala sahip olmalarının mutluluğunu bir kez daha hissediyorum ve yaşıyorum. Çünkü yaşamayı yazmak, yazmayı yaşamak belleyenler için bu olanağı kaybetmekten daha kahredici bir durum düşünemiyorum
Similar topics
» Reza Zarrab'ın büyük palavrası ortaya çıktı
» Ege Denizi Ve Ege Adalarının Coğrafi Konumu
» BOP Ankara'yı Yaktı
» PKK eyleminde yakalandı, MİT elemanı olduğu ortaya çıktı!
» Windows Live Messenger 2010 ortaya çıktı
» Ege Denizi Ve Ege Adalarının Coğrafi Konumu
» BOP Ankara'yı Yaktı
» PKK eyleminde yakalandı, MİT elemanı olduğu ortaya çıktı!
» Windows Live Messenger 2010 ortaya çıktı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz