Ordu millet-ordu devlet ilkesi
¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤ :: [Türkçülük] ve [Turancılık] :: Türk'ün Son Başbuğu: Atatürk
1 sayfadaki 1 sayfası
Ordu millet-ordu devlet ilkesi
TÜRKİYE CUMHURİYETİ YALNIZ İKİ ŞEYE GÜVENİR: Bir MİLLET KARARI, diğeri en elim ve en müşgül şerait içinde dünyanın bihakkın kesb-i liyakat eden ORDUMUZUN KAHRAMANLIĞI!.. (22.2.24)((Bakınız: AÇIKLAMALAR 1ve 2)
MİLLET ve KAHRAMAN EVLATLARI'ndan mürekkep ORDU, o kadar yekdiğeriyle birleşmiştir ki, dünyada ve tarihte bunun misali enderdir!.. (22.2.31)
TÜRK MİLLETİ ORDU'sunu çok sever... Onu, kendi idealinin harisi telakki eder. (22.2.31)
ORDUMUZ, TÜRK BİRLİĞİ'nin, TÜRK KUDRET ve KAABİLİYETİ'nin, TÜRK VATANSEVERLİĞİ'nin çelikleşmiş ifadesidir.
- TÜRKİYE Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin ORDUSU, şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir!.. İnsan ve bağımsız yaşamaktan başka gayesi olmayan ULUSUN, YALNIZ ONUN EMRİNE BAŞEĞEN ÖZ EVLATLARINDAN OLUŞMUŞ SAYGIDEĞER BİR TOPLULUKTUR!..
Milletler yüksek hedeflerine ulaşmak istedikleri zaman, bu feveranları karşısında üniformalı çocuklarını bulmuşlardır... Tarihin bu umumiyeti içinde yüksek bir istisna, TÜRK tarihinde görülür... Bilirsiniz ki, TÜRK MİLLETİ ne vakit yükselmek için adım atmak istemişse, önünde, daima yüksek MİLLİ İDEAL'i tahakkuk ettiren hareketlerin önderi olarak kendi kahraman çocuklarından mürekkep ORDU'sunu görmüştür... Bundan sonra da TÜRK MİLLETİ'nin ULVİ İDEAL'inin husulü için kahraman ASKER evlatları hep önde gidecektir. (22.2.31) (3)
TÜRK ORDUSUNU, ONUN FAZİLETİNİ, KIYMETİNİ ve BU ORDU İLE NELER YAPILABİLECEĞİNİ BENİM KADAR ANLIYAN AZ OLMUŞTUR!.. (13.3.26)
- Bütün iç ve dış varlığını VATAN MÜDAFAASI'na vermeyi savsaklıyan veya hafife alan milletler, savaşı gerçekten göze almış ve başarabileceğine inanmış sayılmazlar. (Eylül 1922)
- Ordumuz hayat ve haysiyet mücadelesinde MİLLET'in ve MİLLETİN GAYELERİ'nin yegane istinatgahıdır... Bu vazife-i mübeccelesinde bihakkın muvaffak olabilmesi için lazım gelen evsafın birincisi, demir gibi bir İNZİBAT'tır. Orduda İNZİBAT'ın yegane vasıta-i tecellisi MÜNEVVER, KAHRAMAN, FEDAKAR zabitandır.
Büyük MİLLİ DİSİPLİN OKULU olan ORDU'nun EKONOMİK, KÜLTÜREL, SOSYAL SAVAŞLAR'ımızda, bize aynı zamanda EN LÜZUMLU ELEMANLAR'ı da yetiştiren büyük bir OKUL haline gelmesine, ayrıca itina ve himmet edileceğine şüphem yoktur. (4)
İnsanların mücadelesinde EN KUVVETLİ İSTİHKAM, İMAN DOLU GÖĞÜSLER'idir. (21.11.22) (5)
Bir MİLLETİN RUHU zaptolunmadıkça, bir milletin AZİM ve İRADESİ kırılmadıkça, o millete HAKİM olmanın imkanı yoktur. (30.8.24)
- Hiç bir millet ve memlekete karşı tecavüz fikri beslemeyiz. Fakat her vakit MEMLEKET ve MİLLET'imizi müdafaaya kaadir bir ORDU'ya malikiyet de, nuhbe-yi amalimizdir. (Ocak 1922, Vakit Gazetesi'ne demeç)
Ben ORDUMUZUN VARLIĞI'nı ve gücünü paramızla orantılı bulundurmak görüşünü kabul edenlerden değilim... PARA VARDIR, YA DA YOKTUR!.. İster olsun, ister olmasın, ORDU VARDIR VE OLACAKTIR! (Mayıs 1922)
VATAN'IN ve rejimin KORUYUCUSU olmakla kalmayıp, en geniş ve hakiki manasıyla bir SULH AMİLİ ve bir EĞİTİM ve ÖĞRETİM OCAĞI olan YENİLMEZ ORDUMUZ'un SON SİSTEM SİLAH ve motorlu VASITALAR'la cihazlandırılması yolundaki çalışmalara hız vermeliyiz. (6)
TÜRK ORDUSU'nun bir cüz'ü tammı, muadilini behemahal mağlup, iki mislini tevkif ve tesbit eder!.. Bunu askeri bir esas, bir düstur olarak nazar-ı dikkatte tutmalıdır... Bu kıymet mahfuz kaldıkça teşkilatımızı talim ve terbiyemizi sevk ve idaremizi bu hedef ve gayeye yürüttükçe, TÜRKİYE'nin her türlü taarruzdan tecavüzden masun ve mahfuz kalacağına kimsenin şüphesi kalmaz. (22.2.34) (Bakınız: AÇIKLAMALAR-2, 7)
- Bir ORDU'nun cevheri ne olursa olsun, SİYASET'e karışırsa, BİRLİKTE HAREKET ve SAVAŞMA KAABİLİYETİ'ni kaybeder!.. Ve VATANIN MÜDAFAA GÜCÜ'nü hiçe indirir. SİYASET'e karışmış bir ORDU'nun, karışmadan önceki DİSİPLİN'i ve SAVAŞMA KAABİLİYETİ'ni yeniden kazanabilmesi için çok zaman ister. (8)
VATAN MÜDAFAASI'na ait vazifelerden daha MÜHİM VAZİFE olamaz!
- "TÜRK yenildi" derlerse, inanmayın!.. Yenilen komutandır! (9)
Farkında değil misiniz ki, bu memlekette MİLLİ bir GENEL kURMAY heyeti yoktur... Bir Alman genel kurmayı vardır... O Alman genel kurmayı ki, ilk iş olarak benim gibi dik başlı bir askeri ordudan çıkarmak kararı verdi.
Enver ve arkadaşları zaten daha önce TÜRK ulusunu uygunsuz duruma sokmuşlardı. Bu uygunsuz durum ORDU'nun yabancı komutanların eline bırakılması, verilmesidir!.. TÜRK ulusunun güçsüz ve kaabiliyetsiz olduğu inancıyla, o heyeti ayaklarına kadar giderek memleketimize davet edenler onlardı... Ben ORDU'nun kayıtsız şartsız bütün sırları ile Alman askeri heyetine verilmesi ve bırakılmasından çok üzgündüm.
- HARB, nihayet yalnız karşı karşıya gelen İKİ ORDU'nun çarpışması değildir... MİLLETLERİN ÇARPIŞMASIDIR. MEYDAN MUHAREBESİ milletlerin bütün mevcudiyetleriyle, ilim ve fen sahasındaki seviyeleriyle, ahlaklariyle, harslariyle, hülasa bütün MADDİ ve MANEVİ kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalariyle çarpıştığı bir İMTİHAN SAHASI'dır. (10)
Bu sahada, çarpışan milletlerin hakiki kuvvet ve kiymetleri ölçülür. Netice yalnız cismani kuvvvetin değil, bütün kuvvetlerin bilhassa AHLAKİ ve HARSİ KUVVET'in üstünlüğünü mertebe-i sübuta vardırır... Bu sebeple meydan muharebesinde yenilen taraf, milletçe ve memleketçe mağlup sayılır... Böyle bir akıbetin ne kadar feci olabileceğini tahmin edersiniz. (30.8.24)
- Kati netice daima TAARRUZ'la alınır, fakat MÜDAFAA ile ifa olunan bir çok vazife de vardır. (22.2.24)
Her taarruza karşı daima MUKABİL TAARRUZ düşünmek lazımdır... MUKABİL TAARRUZ ihtimali düşünmeden, ve KARŞI EMNİYET'e şayan tedbir bulmadan hareket edenlerin akıbeti, mağlup ve münhezim olmaktır, münkariz olmaktır!
Düşmanın VATAN içine girmiş olması, düşman lehine bir çok esbab ve avamil tevlit eder... Düşmanı VATAN İÇİNDE mağlup etmek, başlı başına bir kuvvet eseridir... VATAN dahilinde mağlubiyetin akıbeti, fevkalade vahimdir. (22.2.24)
- Geçen gün bana zırhlı müdafaa hatlarından bahsediliyordu... Bu hatların faydasına inanamıyorum... Zira HARBİ İNSAN YAPAR. Binaenaleyh insanın toprak üstünde bulunması lazımdır... Köstebek gibi toprak altında, beton borularda veya zırhlı kulelerde oturtulacak bir kuvvet, evvelden HARB HARİCİ edilmiş bir kuvvet addedilmelidir... MANEVRA KAABİLİYETİ'ni kendi kendine imha etmiş olmakla bir harbte mağlubiyetten başka ne kazanılabilir, bilmem...(11.3.1938) (11)
Umumi harpte bir ordunun başında idim... TÜRKİYE'de diğer ordular ve onların komutanları vardı. Ben yalnız kendi ordumla değil, öteki ordularla da meşgul oluyordum... Bir gün Erzurum cephesindeki hareketlere ait bir mesele üzerinde durduğum sırada yaverim dedi ki: "Niçin size ait olmayan meselelerle de uğraşıyorsunuz?"... Cevap verdim: Ben bütün orduların vaziyetini iyice bilmezsem, kendi ordumu nasıl sevk ve idare edeceğimi tayin edemem!"
(Büyük Taarruz'da) Mütemadiyen gelen muhtelif rütbedeki esir zabitanla görüştüm... Bunlardan biri erkan-ı harb zabiti idi... Zavallı verdiği malumat meyanında istemiyerek, başkumandan vazifesini alan General TRİKOPİS ve 2. Kolordu komutanı General DİGENİS'in bizim çevirmek istediğimiz çemberin içinde bulunduğunu ifade etmiş oldu... Derhal ordu komutanına, "Kemalettin Paşa'yı bulunuz... Bizzat Trikopis'le beraber bütün düşman generallerini behemahal esir etmesini söyleyiniz," dedim. (30.8.24)
- HAYAT-I MİLLET tehlikeye maruz kalmadıkça, HARB bir CİNAYET'tir!.. (16.3.23) (12)
MİLLET ve KAHRAMAN EVLATLARI'ndan mürekkep ORDU, o kadar yekdiğeriyle birleşmiştir ki, dünyada ve tarihte bunun misali enderdir!.. (22.2.31)
TÜRK MİLLETİ ORDU'sunu çok sever... Onu, kendi idealinin harisi telakki eder. (22.2.31)
ORDUMUZ, TÜRK BİRLİĞİ'nin, TÜRK KUDRET ve KAABİLİYETİ'nin, TÜRK VATANSEVERLİĞİ'nin çelikleşmiş ifadesidir.
- TÜRKİYE Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin ORDUSU, şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir!.. İnsan ve bağımsız yaşamaktan başka gayesi olmayan ULUSUN, YALNIZ ONUN EMRİNE BAŞEĞEN ÖZ EVLATLARINDAN OLUŞMUŞ SAYGIDEĞER BİR TOPLULUKTUR!..
Milletler yüksek hedeflerine ulaşmak istedikleri zaman, bu feveranları karşısında üniformalı çocuklarını bulmuşlardır... Tarihin bu umumiyeti içinde yüksek bir istisna, TÜRK tarihinde görülür... Bilirsiniz ki, TÜRK MİLLETİ ne vakit yükselmek için adım atmak istemişse, önünde, daima yüksek MİLLİ İDEAL'i tahakkuk ettiren hareketlerin önderi olarak kendi kahraman çocuklarından mürekkep ORDU'sunu görmüştür... Bundan sonra da TÜRK MİLLETİ'nin ULVİ İDEAL'inin husulü için kahraman ASKER evlatları hep önde gidecektir. (22.2.31) (3)
TÜRK ORDUSUNU, ONUN FAZİLETİNİ, KIYMETİNİ ve BU ORDU İLE NELER YAPILABİLECEĞİNİ BENİM KADAR ANLIYAN AZ OLMUŞTUR!.. (13.3.26)
- Bütün iç ve dış varlığını VATAN MÜDAFAASI'na vermeyi savsaklıyan veya hafife alan milletler, savaşı gerçekten göze almış ve başarabileceğine inanmış sayılmazlar. (Eylül 1922)
- Ordumuz hayat ve haysiyet mücadelesinde MİLLET'in ve MİLLETİN GAYELERİ'nin yegane istinatgahıdır... Bu vazife-i mübeccelesinde bihakkın muvaffak olabilmesi için lazım gelen evsafın birincisi, demir gibi bir İNZİBAT'tır. Orduda İNZİBAT'ın yegane vasıta-i tecellisi MÜNEVVER, KAHRAMAN, FEDAKAR zabitandır.
Büyük MİLLİ DİSİPLİN OKULU olan ORDU'nun EKONOMİK, KÜLTÜREL, SOSYAL SAVAŞLAR'ımızda, bize aynı zamanda EN LÜZUMLU ELEMANLAR'ı da yetiştiren büyük bir OKUL haline gelmesine, ayrıca itina ve himmet edileceğine şüphem yoktur. (4)
İnsanların mücadelesinde EN KUVVETLİ İSTİHKAM, İMAN DOLU GÖĞÜSLER'idir. (21.11.22) (5)
Bir MİLLETİN RUHU zaptolunmadıkça, bir milletin AZİM ve İRADESİ kırılmadıkça, o millete HAKİM olmanın imkanı yoktur. (30.8.24)
- Hiç bir millet ve memlekete karşı tecavüz fikri beslemeyiz. Fakat her vakit MEMLEKET ve MİLLET'imizi müdafaaya kaadir bir ORDU'ya malikiyet de, nuhbe-yi amalimizdir. (Ocak 1922, Vakit Gazetesi'ne demeç)
Ben ORDUMUZUN VARLIĞI'nı ve gücünü paramızla orantılı bulundurmak görüşünü kabul edenlerden değilim... PARA VARDIR, YA DA YOKTUR!.. İster olsun, ister olmasın, ORDU VARDIR VE OLACAKTIR! (Mayıs 1922)
VATAN'IN ve rejimin KORUYUCUSU olmakla kalmayıp, en geniş ve hakiki manasıyla bir SULH AMİLİ ve bir EĞİTİM ve ÖĞRETİM OCAĞI olan YENİLMEZ ORDUMUZ'un SON SİSTEM SİLAH ve motorlu VASITALAR'la cihazlandırılması yolundaki çalışmalara hız vermeliyiz. (6)
TÜRK ORDUSU'nun bir cüz'ü tammı, muadilini behemahal mağlup, iki mislini tevkif ve tesbit eder!.. Bunu askeri bir esas, bir düstur olarak nazar-ı dikkatte tutmalıdır... Bu kıymet mahfuz kaldıkça teşkilatımızı talim ve terbiyemizi sevk ve idaremizi bu hedef ve gayeye yürüttükçe, TÜRKİYE'nin her türlü taarruzdan tecavüzden masun ve mahfuz kalacağına kimsenin şüphesi kalmaz. (22.2.34) (Bakınız: AÇIKLAMALAR-2, 7)
- Bir ORDU'nun cevheri ne olursa olsun, SİYASET'e karışırsa, BİRLİKTE HAREKET ve SAVAŞMA KAABİLİYETİ'ni kaybeder!.. Ve VATANIN MÜDAFAA GÜCÜ'nü hiçe indirir. SİYASET'e karışmış bir ORDU'nun, karışmadan önceki DİSİPLİN'i ve SAVAŞMA KAABİLİYETİ'ni yeniden kazanabilmesi için çok zaman ister. (8)
VATAN MÜDAFAASI'na ait vazifelerden daha MÜHİM VAZİFE olamaz!
- "TÜRK yenildi" derlerse, inanmayın!.. Yenilen komutandır! (9)
Farkında değil misiniz ki, bu memlekette MİLLİ bir GENEL kURMAY heyeti yoktur... Bir Alman genel kurmayı vardır... O Alman genel kurmayı ki, ilk iş olarak benim gibi dik başlı bir askeri ordudan çıkarmak kararı verdi.
Enver ve arkadaşları zaten daha önce TÜRK ulusunu uygunsuz duruma sokmuşlardı. Bu uygunsuz durum ORDU'nun yabancı komutanların eline bırakılması, verilmesidir!.. TÜRK ulusunun güçsüz ve kaabiliyetsiz olduğu inancıyla, o heyeti ayaklarına kadar giderek memleketimize davet edenler onlardı... Ben ORDU'nun kayıtsız şartsız bütün sırları ile Alman askeri heyetine verilmesi ve bırakılmasından çok üzgündüm.
- HARB, nihayet yalnız karşı karşıya gelen İKİ ORDU'nun çarpışması değildir... MİLLETLERİN ÇARPIŞMASIDIR. MEYDAN MUHAREBESİ milletlerin bütün mevcudiyetleriyle, ilim ve fen sahasındaki seviyeleriyle, ahlaklariyle, harslariyle, hülasa bütün MADDİ ve MANEVİ kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalariyle çarpıştığı bir İMTİHAN SAHASI'dır. (10)
Bu sahada, çarpışan milletlerin hakiki kuvvet ve kiymetleri ölçülür. Netice yalnız cismani kuvvvetin değil, bütün kuvvetlerin bilhassa AHLAKİ ve HARSİ KUVVET'in üstünlüğünü mertebe-i sübuta vardırır... Bu sebeple meydan muharebesinde yenilen taraf, milletçe ve memleketçe mağlup sayılır... Böyle bir akıbetin ne kadar feci olabileceğini tahmin edersiniz. (30.8.24)
- Kati netice daima TAARRUZ'la alınır, fakat MÜDAFAA ile ifa olunan bir çok vazife de vardır. (22.2.24)
Her taarruza karşı daima MUKABİL TAARRUZ düşünmek lazımdır... MUKABİL TAARRUZ ihtimali düşünmeden, ve KARŞI EMNİYET'e şayan tedbir bulmadan hareket edenlerin akıbeti, mağlup ve münhezim olmaktır, münkariz olmaktır!
Düşmanın VATAN içine girmiş olması, düşman lehine bir çok esbab ve avamil tevlit eder... Düşmanı VATAN İÇİNDE mağlup etmek, başlı başına bir kuvvet eseridir... VATAN dahilinde mağlubiyetin akıbeti, fevkalade vahimdir. (22.2.24)
- Geçen gün bana zırhlı müdafaa hatlarından bahsediliyordu... Bu hatların faydasına inanamıyorum... Zira HARBİ İNSAN YAPAR. Binaenaleyh insanın toprak üstünde bulunması lazımdır... Köstebek gibi toprak altında, beton borularda veya zırhlı kulelerde oturtulacak bir kuvvet, evvelden HARB HARİCİ edilmiş bir kuvvet addedilmelidir... MANEVRA KAABİLİYETİ'ni kendi kendine imha etmiş olmakla bir harbte mağlubiyetten başka ne kazanılabilir, bilmem...(11.3.1938) (11)
Umumi harpte bir ordunun başında idim... TÜRKİYE'de diğer ordular ve onların komutanları vardı. Ben yalnız kendi ordumla değil, öteki ordularla da meşgul oluyordum... Bir gün Erzurum cephesindeki hareketlere ait bir mesele üzerinde durduğum sırada yaverim dedi ki: "Niçin size ait olmayan meselelerle de uğraşıyorsunuz?"... Cevap verdim: Ben bütün orduların vaziyetini iyice bilmezsem, kendi ordumu nasıl sevk ve idare edeceğimi tayin edemem!"
(Büyük Taarruz'da) Mütemadiyen gelen muhtelif rütbedeki esir zabitanla görüştüm... Bunlardan biri erkan-ı harb zabiti idi... Zavallı verdiği malumat meyanında istemiyerek, başkumandan vazifesini alan General TRİKOPİS ve 2. Kolordu komutanı General DİGENİS'in bizim çevirmek istediğimiz çemberin içinde bulunduğunu ifade etmiş oldu... Derhal ordu komutanına, "Kemalettin Paşa'yı bulunuz... Bizzat Trikopis'le beraber bütün düşman generallerini behemahal esir etmesini söyleyiniz," dedim. (30.8.24)
- HAYAT-I MİLLET tehlikeye maruz kalmadıkça, HARB bir CİNAYET'tir!.. (16.3.23) (12)
Ordu millet-ordu devlet ilkesi - açıklamalar-2
(7)- Bizce ATATÜRK burada ASKER olarak en önemli emrini ve vasiyetini bildirmiştir... TÜRK ORDUSU'nun herhangi bir birliği, kendisine EŞİT düşman birliğini mutlaka yenecek ve imha edecek tarzda yetiştirilmelidir... Ama yetmez!.. Bu birlik, kendisinin İKİ KATI birliği de hareketsiz kılmalıdır!
Eğer TÜRK ORDUSU bunu kendisine amaç edinerek hazırlanırsa; DENİZDE, KARADA ve HAVADA karşımıza çıkacak güç kalmaz.
İlk Irak savaşını düşünün... BATILILAR 500.000 asker yığdılar... Eğer 750.000'lik TÜRK ORDUSU ATATÜRK'ün dediği gibi hazırlanmış olsaydı, bu güç bizim karşımıza çıksa bile, hap gibi yutardık onları!
Bizdeki "yahudi gibi korkak" deyimine rağmen İSRAİLLİLER, 1945'den beri kat kat üstün ARAPLAR'ı defalarca yendiler... 1967'de 2 milyon YAHUDİ, 80 milyon ARAB'ı perişan etti!.. Dünyanın en gelişmiş, en etkili istihbarat teşkilatı MOSSAD'ı kurdu, ATOM BOMBASI yaptı!..
Biz Yahudi'den geri kalamayız!.. 60 milyonluk TÜRKİYE, üç etek YUNAN'la, küçücük ERMENİSTAN'la, ARAB'ın yalellisiyle uğraşmayı bırakıp; 250 milyonluk AVRUPA'ya, 300 milyonluk Amerika'ya, 200 milyonluk RUSYA'ya kafa tutabilecek duruma gelmelidir!.. Hatta TÜRK DÜNYASI'nı aynı amaç ile yetiştirip 800 milyonluk HİNDİSTAN'a, 120 milyonluk JAPONYA'ya, 1.2 milyarlık ÇİN'e susta durdurabilmelidir... Çünkü gerçek POTANSİYEL RAKİP ve MUHTEMEL TEHLİKE bu ülkelerdir.
Ama maalesef uygulanan yanlış politikalar ve barış teraneleri yüzünden, TÜRK ORDUSU bugün sınırlarımızda çıkacak bir çatışma için gerekli TAARRUZ gücüne bile sahip değildir!.. Bütün düşmanlarımıza âdeta SAVUNMA yapacağımız mesajını verip duruyoruz!.. Onun için de ensemizde boza pişiriyorlar.
(8)- ATATÜRK'ün bu sözleri yukardaki açıklamalarımızla, hatta kendi ifadeleriyle çelişir gibi görünebilir... Ama temelde hiç bir çelişki yoktur... Karışıklık, SİYASET kelimesini POLİTİKA anlamında kullanmasındandır.
Burada bir kere daha belirtelim ki, biz SİYASET ile POLİTİKA'yı ayırıyoruz... ATATÜRK SİYASET kelimesini "politika" anlamında kullanmış, makbul olanı da MİLLÎ SİYASET diye belirtmiştir... Her asker, her memur MİLLÎ SİYASET'i uygulıyarak zaten DEVLET'e hizmet etmektedir... Ama POLİTİKA yapmak isterse, bunu ne makam koltuğundan, ne de üniformasıyla yapabilir... Çünkü politika ŞAHIS VE GRUP MENFAATİNE TÂBİ OLMAK demektir.
ASKER ya ORDU'dadır, ya da istifa eder DEVLET İDARESİ'nde ön plana çıkmaya soyunur... Üzerinde üniforma ile kimse POLİTİKA yapamaz!.. Hiç bir politik, dış bağlantılı derneğe üye olamaz. Hatta bizce OYAK gibi ticaret kurumları oluşturamaz.
ORDU'nun BİRİNCİ ve ASLİ GÖREV'i VATAN SAVUNMASI, ikinci görevi BARIŞ zamanı eksiklerini tamamlıyarak ÜLKE KALKINMASI'na katkıdır!
ATATÜRK politikaya girmek isteyen arkadaşlarını EMEKLİ olma, veya ORDU'da kalma tercihine zorlamıştır.
(9)- ATATÜRK GERÇEKÇİ'dir... İnsan olan her yerde olduğu gibi, TÜRK milleti içinde de BAŞARISIZ, BECERİKSİZ, hatta ARTNİYETLİ, HAİN kimseler olabileceğini kabul etmiştir... Ama MİLLET daima temiz, daima başarılıdır!.. ORDU yenilirse, kabahat MİLLET'in veya ORDU'nun değil; o münferit BECERİKSİZ komutanındır!
Aynı mantıkla MİLLET geri kalmışsa, sıkıntı içine düşmüşse kabahat onun değil; haketmedikleri halde MİLLET'in başına geçmiş olan BECERİKSİZ, ARTNİYETLİ politikacılarındır!.."Biz adam olmayız!" diyerek insanımıza ümitsizlik aşılıyan sözde "aydın"larındır!
ATATÜRK, 1910'larda kan ağlıyor, "ORDU YABANCILARIN İDARESİNDE" diye!.. Buna sebep olan,imkân tanıyan komutanlara LÂNET okuyor!.. İlk işi MİLLÎ bir ORDU kurmak!..
Peki, 1990'da hangi noktadayız?.. Çok şükür, Genel Kurmay Başkanı'mız TÜRK... Ama ordu NATO'nun emrinde!..
1964'de çıkartma gemisi olmadığı için KIBRIS'a çıkamadığımızı, 1973'de yakıt olmadığı için uçak kaldıramadığımızı unuttuk mu?... Ve KIBRIS'a çıktığımızda, "söz dinlemedik" diye uygulanan ambargo hem ordumuzu, hem sanayimizi felç etmedi mi?.. Hâlâ ülkemizdeki nükleer başlıkları denetliyebiliyor muyuz?.. O başlıkların bulunduğu üslere komuta edebiliyor muyuz?... Kendimiz imâl edemediğimiz için başkalarından aldığımız silahları, mermileri düşmanlarımıza kullanabiliyor muyuz?.. Ne gezer!!..
Öyleyse bir ordunun MİLLÎ GENEL KURMAYI olması demek, sadece Başkanı'nın TÜRK olması anlamına gelmez!.. O başkan ve komuta heyetinin tümünün MİLLÎ olması demektir. MİLLÎ MÜDAFAA için vereceği her emri uygulıyabilmesi demektir... MİLLÎ bir ASKERÎ STRATEJİ'miz olması demektir... SIRLAR'ımızın düşman eline geçmemesi demektir!.. Bunun için TELEKOM, ENERJİ TESİSLERİ gibi temel kurumların DEVLET'in elinde olması demektir! ATATÜRK bunu çok açık ifade ediyor.
Bizim ordumuz 1950'den itibaren adım adım ATATÜRK'ün o üstün meziyetlerini saydığı ORDU olmaktan çıkmış, şahsiyetini kaybetmiş; üniformalarıyla, lüksüyle Amerika'ya benzemeye çalışmıştır.
Bu konuda bir sonraki sayfada daha geniş bilgi bulacaksınız.
Burada bir hatıramızı hakletmek isteriz: Yedeksubay okulunda iken TAKTİK dersine gelen ALBAY, tepegöze hazırladığı şeffaf kâğıtları koyuyor ve duvar yansıyan görüntüler üzerinde konuşuyordu... Birden duvarda mayolu bir kadın görüntüsü belirdi... Bütün öğrenciler dersi ve disiplini unutup gülmeye, yorumlar yapmaya başladılar... Koca albay kızardı, bozardı, sonunda bunun "askerin sıkılmaması için benimsenmiş bir Amerikan eğitim tekniği" olduğunu söyledi!..
Aynı şekilde hemen bütün askeri birliklerde seks sahnelerinin birleştirilmesinden oluşmuş filmler oynatıldığını, fahişelerin getirtilip ANADOLU delikanlılarının "aç,aç" nârâları ile soyundukları herkesin malumudur.
Bunlar; karısından, nişanlısından ayrı, kadın yüzü görmeyen gençlerin sakinleşmesine değil; bilâkis daha azmasına, izne çıktığı zaman gördüğü her kadın ve kızı "seyrettikleri"nden zannetmesine yol açmaktadır... Hiç biri bizim ahlakımıza, geleneğimize uygun değildir... Eminiz ki, bu uygulamaların hiç biri ATATÜRK DÖNEMİ'nde yoktu, tahayyülü bile mümkün değildi.
Bu durum mutlaka değişmelidir!.. ASKER OCAĞI'nda verilmesi gereken eğitim her konuda İTİDAL, ÖLÇÜ, SABIR ve NEFSİNE HÂKİMİYET'tir!.. Özellikle KADINA SAYGI konusunda öğretebileceğimiz çok şey vardır, MEHMETÇİKLER'i azdırmak yerine!..
AHLÂKÎ BOZUKLUK, ORDU'nun bütün kademelerini sarmış durumda... Bu satırların yazarı YEDEK SUBAY iken birlikte NÖBET tuttuğu YARBAY'ın her seferinde özel otomobilinin deposunu ASKER benzininden doldurttuğunu görmüş; YARBAY da "Ne yapayım, yıllarca namuslu davrandım... Baktım ki herkes bir yerden kemiriyor, ben de başladım" diye "mazaret" beyan etmişti!
1997 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi "17 yaşında bir kıza karakolda jandarmanın tecavüz etmesi ve resmi makamlarca bir işlem yapılmaması" yüzünden milyarlarca lira tazminata mahkûm etti!.. Hemen arkasından Yunan Dışişleri Bakanı Pangalos bize "tecavüzcü" dedi... biz de çok bozulduk!..
Herif yalan söylemedi ki!.. namussuz bir ırz düşmanı, hem de üzerinde şerefli JANDARMA üniforması varken, bacısı sayılacak kişiye tecavüz ediyor, bu herif HADIM edileceğine, ondan daha namussuz üstleri olayı ört-bas ediyorlar!.. Eminiz, "jandarmanın şerefini koruduklarına" inanmışlardır!.. AVRUPA kamu oyuna rezil oluyoruz, hiç bir DEVLET yetkilisi bir şey yapmıyor!...Sonra da olayı öğrenen Pangalos bize "tecavüzcü" dedi diye, alınıyoruz!..
Bu olayda CUMHURBAŞKANI, BAŞBAKAN'dan KARAKOL KOMUTANI başçavuşa kadar herkes fiilen SUÇ ORTAĞI değil de nedir?..
Kemal Tahir, hapishanede tanıştığı, ASKERİ ARAÇ'la bir çocuğa çarpıp öldürmekten suçlu ere, komutanının "Alaya kadar kaçabilseydin, ben seni kurtarırdım," dediğini duyunca, şu yorumu yapar:
- " Bu YÜZBAŞI galiba İŞGAL KUVVETLERİ'nin KUMANDANI!.. Çünkü ancak o, işgal ettiği ülkenin insanına karşı bir SORUMLULUK duymaz!.."
Doğrudur!.. Bir KOMUTAN'ın görevi, SUÇ işlemiş astını KANUN'dan kurtarmak değil; astlarını suç işlemiyecek şekilde eğitmektir... Böyle MİLLET'in sivil kesimini kendinden ayrı gören, aşağılayan, sırf "üniformalı" diye suçluyu koruyan subaylar, ORDU'nun şerefine halel getirmektedirler... Bunun gibileri, kendisi suç işlememiş olsa dahi; ORDU'dan, DEVLET HİZMETİ'nden ayıklanmalıdır!..
Son bir olay daha kaydedelim: Biz bu yazıyı hazırladıktan kısa bir süre sonra, ORDU ve POLİS'e sızmış SÖYLEMEZLER çetesi yakalandı... Bu kişilerin ORDU malı silah, roket, istihbarat hatta helikopterleri kullandıkları anlaşıldı... SÖYLEMEZ ailesinin Kürt kökenli olması, Suriye istihbarat örgütüyle işbirliğine girmiş olması da, olaya başka bir boyut kazandırdı... SUSURLUK, YÜKSEKOVA gibi RESMİ kişilerin dahil olduğu SUÇ ÖRGÜTLERİ davalarında, "dönen dolapları anlatsam, ORDU'ya ve POLİS'e GÜVEN kalmaz" diyen alt rütbeliler çıktı...LOCKHEED olayı gibi pek çok iddia aydınlanmadı.
Bütün bunlar ORDU'nun dejenere edilmesine yönelik "amerikanlaştırma" politikalarının uzantısıdır... ORDU'yu MİLLET'ten koparma gayretinin sonuçlarıdır... Maalesef gittikçe de artmaktadır.
Bunların hepsi araştırılmalı, YOLSUZLUK ve TECAVÜZLER mutlak tesbit edilmeli, MASUM ve MAĞDURLAR'ın zararları mutlaka karşılanmalıdır... SUÇLULAR'a gelince; HALKIN GÜVENLİĞİ için ÜNİFORMA giydirilmiş, SİLAH verilmiş bu kişiler, ORGENERAL de olsa; görevi kötüye kullandıkları, ORDU'yu küçük düşürdükleri için normal vatandaştan İKİ KAT AĞIR şekilde cezalandırılmalıdır!
Biz bu konuyu CUMHURİYETÇİLİK İLKESİ yazımızda işledik... TÜRK olmaktan başka hiç bir özelliğini öne çıkarmayan DÜRÜST kişilerin STRATEJİK yerlerde görevlendirilmesi; tersine etnik köken güden, aile, hemşehri, dernek kollayan kişilerin ise AYIKLANMASI üzerinde uzun uzun durduk, ilerde vereceğiz.
Aslında TÜRK ORDUSU gerçekten ATATÜRK'ün övgüsüne layık niteliktedir... Bu vasıflarını koruması; politikacılara alet olmaması ve ORDU mensupları arasından çıkan hırsız, rüşvetçi, tecavüzcü, ayyaş, disiplinsiz kişileri daha konu topluma yansımadan derhal cezalandırılması ile mümkündür!.. Suçların hiç bir şekilde ört-bas edilmemesi, ORDU'nun MİLLET nazarındaki şerefli mevkiinin korunması açısından önemlidir.
Ordu Pazarı, OYAK meselesine gelince; böyle kurumlar, hatta vakıflar ORDU'nun dikkatini dağıtır, disiplinini bozar. Hele bu kuruluşların yönetim kurulları birer menfaat kaynağı haline gelirse; ORDU içinde ikilik, sürtüşme çıkar... ORDU, POLİTİKA'ya da, TİCARET'e de bulaşmamalıdır.
TÜRK ORDUSU'nun ilk vazifesi VATAN MÜDAFAASI'dır!.. Bununla ilgili tedbirleri almakla yükümlüdür... İkinci vazifesi EĞİTİM ve ÜRETİM'dir...Onun için ORDU ancak kendi ihtiyacı olan silah, mühimmat, üniforma, ilaç, askeri araç-gereç gibi stratejik malzemelerin fabrikalarını kurmalı, bunları üretmeli; otomobil imali, buzdolabı pazarlaması gibi konularla uğraşmamalıdır. Hele ki ciplerimizi bile gavurlardan yalvar yakar alırken, milletin hurda tanklarını tamire uğraşırken; askeri araç üretimini unutup otomobil üretmek akılsızlıktır.
Hele Ankara'da 4-5 tane ORDUEVİ açmak, bunları astsubay, üstsubay, general orduevi diye ayırmak ta neyin nesi?..Demek ki ORDU, sadece MİLLET'ten kopmakla kalmamış, kendi arasında bile bölünmüştür... Sosyal bir faaliyet olan orduevi ve kamplarda böyle bir ayırımcılığa gitmek DİSİPLİN'i güçlendirmez, tam tersine husumeti arttırır.
Tekrar ediyoruz: TÜRK ORDUSU'nun ÖZ'ü TEMİZ'dir, FEDAKAR'dır!.. Çünkü ORDU, MİLLET'in ta kendisidir... Yapması gereken, silkinip kendine dönmesidir!
Peki, ORDU ihtiyacını karşılamak için HALK'tan yardım göremez mi?.. Elbette görür!.. Ama bu yardım; vakıfların özel, pahalı binalarında; sekreter, makam arabası gibi gereksiz masraflar yaparak değil; ORDU'nun kendi personel fazlasının gayreti ile sağlanmalıdır... İSTİKLAL Savaşı sırasında, elindeki her şeyin %40'ını veren halkın yardımına VAKIF'la mı, OYAK'la mı ulaşıldı?..
Genel Kurmay'da görevlendirilecek 3-5 subayın önderliğinde ülkenin dört bir yanına yayılmış ORDU mensuplarının da katkısı ile, durumu müsait olanlardan makbuz karşılığı sağlanacak yardımlar doğrudan Genel Kurmay'a aktarılır, oradan da ihtiyaç duyulan birimlere transfer edilir... Bu yardımın bir kuruşu bile lükse veya idari harcamalara gitmez!.. Halkın nakti yardımına, ORDU da emek ile katkıda bulunur... Böylesi TÜRK ORDUSU'na daha çok yaraşır... 1995'de Irak Harekatı sırasında yürütülen MEHMETÇİKLE ELELE kampanyasında toplanan para, aracı kurumlara ihtiyaç olmadığının en büyük delilidir.
Aynı şekilde "Şehit Ailelerine Yardım Vakfı" veya derneği de emekli subayların kendi gayreti ile faaliyet göstermeli; bir takım asalaklar evlatlarını VATAN için feda etmiş kişilerin hakkını maaş, makam otomobili, lüks büro, sekreter, hatta uçak seyyahati olarak harcıyamamalıdır.
Öte yandan bugünlerde ORDU'ya başka bir tuzak hazırlanmaktadır. Bu da "PROFESYONEL ORDU" sistemidir.
PROFESYONEL ORDU, yani MAAŞLI YENİÇERİ sayısının artması; MAAŞSIZ SİPAHİ sisteminin bozulması, OSMANLI DEVLETİ'Nİ ÇÖKERTEN SEBEPLERİN BAŞINDA GELİR!.
Yavuz'un bıraktığında 25.000 kadar olan Yeniçeri sayısı, Kanuni'den hemen sonra 150.000'lere ulaşmış ve DEVLET bunların maaşlarını ödeyebilmek için saraydaki altın tabak çanağı eritmek, Yahudi tüccarlardan borç almak zorunda kalmıştı!..
Savaşmayan, savaştığında mağlup olan, buna rağmen maaş almak veya maaşını artırmak için sürekli isyan eden Yeniçeriler, DEVLET'in başına bela olmuştur.
2. Mahmud Yeniçerileri topa tutunca, mesele halloldu sanılmasın!.. NİZAM-I CEDİD de ülkeyi kurtaramamıştır, çünkü o da paralı sisteme dayanıyordu!.. Yapılması gereken SİPAHİ sistemini tekrar ihya etmek, YENİÇERİ sayısını azaltıp denetime almaktı.
TÜRKİYE her konuda olduğu gibi, ORDU meselesinde de BATI tipi "ıslahat" yaptıkça batağa gömülmüştür.
"PROFESYONEL ORDU" MESELESİ DE TÜRK CUMHURİYETİ'Nİ YIKMAK İÇİN ORTAYA ATILMIŞ BİR TEKLİFTİR!..
ZATEN ORDUMUZDA MAAŞ ALAN 100.000 KADAR ÜSTSUBAY-SUBAY-ASTSUBAY VE YEDEK SUBAY VARKEN, BİR DE ERLERE MAAŞ ÖDEMEK; SON DERECE YANLIŞ OLACAKTIR.
ÖZEL TİM-GERİLLA TİPİ ÇOK KÜÇÜK VURUCU EKİPLER TESİS EDİLEBİLİR, BUNLARIN SAYISI DA 10.000 CİVARINDA OLABİLİR.
AMA BU EKİPLER KURULURKEN, MUVAZZAF SUBAY-ASTSUBAY MEVCUDU MUTLAKA BU EKİPLERİN İKİ-ÜÇ KATI AZALTILMALIDIR.
YAPILACAK ŞEY ER KADROSUNU MAAŞA BAĞLAMAK DEĞİL, ONLARI GERÇEKTEN "PROFESYONELLER" NİTELİĞİNE ÇIKARTMAKTIR!.. BUNUN DA ÖRNEĞİ İSVİÇRE VE İSRAİL'DE VARDIR... Hatta ABD, bizim OSMANLI TİMAR SİSTEMİ'ne benzer bir MİLLİ MUHAFIZ ordusu kurmuştur!.. Bu kişiler normalde işinin gücünün başındadır. Cüz'i bir maaş alır, ancak gerektiğinde üniformasını giyip göreve koşar.
Bizim teklifimiz şudur: Uzun barış dönemlerinde ASKERLİK SÜRESİ 6 AYA İNDİRİLİR. Bunun yerine HER ERKEK, HATTA KADIN 50 YAŞINA KADAR İKİ YILDA BİR 15 GÜN BULUNDUĞU YERDE SIKI BİR EĞİTİME ALINIR!.. Sadece ASKERLİK konusunda değil, SİVİL SAVUNMA konusunda iyice eğitilir. İhtiyaç anında nerede, kime tabi olduğunu ve ne iş yapacağını öğrenir. İsrail ve İsviçre'de olduğu gibi!..
BÖYLECE ERLER DAHA AZ, FAKAT DAHA YAYGIN VE ETKİLİ ASKERLİK YAPMIŞ OLURLAR... MODERN SİLAHLARI TANIRLAR... HER AN HARBE HAZIR OLURLAR... VE NİHAYET ASKERLİK, SUBAYLARA UŞAKLIK ETMEKTEN ÇIKAR, GERÇEKTEN SİLAH EĞİTİMİ HALİNE GELİR.
Bizce TÜRK ORDUSU dünyadaki hiç bir orduya benzemez... Bu yüzden üniforması bile kendine has olmalı, hiç kimseye benzememelidir!.. Biz ŞEHİTLERİMİZ'in Hıristiyan Mozart'ın cenaze marşı ile son yolculuğuna çıkarılmasına bile razı değiliz. Bando ile icra edilecek SEGAH MEVLEVİ AYİNİ hem İSLAM hem TÜRk olması bakımından çok daha uygundur... Ne diyordu ATİLLA?..
"Savaşta, düğünde, törende KIYAFETİMİZ geleneklere uygun olmalıdır... HUN yöntemlerini gençlerimize öğretmeliyiz... HUNLAR kuralları öğrenmezlerse, komutanlar onların kendilerini izlemelerini bekliyemez."
"Şarkımız, dansımız tümü mirasımıza özgü ve benzersiz olmalıdır... Atalarımızdan bizlere kalanları bozacak, karıştıracak özellikler eklememeliyiz... Şarkılarımız, dansımız, oyunlarımız ve kutlamalarımız varlığımızı ve kimliğimizi yansıtma fırsatıdır, olduğu gibi kalmalıdır.
"Bir HUN olarak bizi benzersiz savaşçı yapan özelliklerden taviz vermemiz gerekmez!.."
Başkalarını taklit etmekle değil, onları iyi tanıyıp bize düşman oldukları takdirde kendimizi nasıl savunacağımızı düşünerek vakit geçirmek gerekir...
Ancak TÜRK ORDUSU'nda en büyük dejenarasyon ASKERÎ OKULAR'a öğrenci alımı ve ASKERÎ ŞURA aracılığı ile yapılmaktadır. Eskiden ancak şerefli subayların çocukları askerî okullara alınırken, şimdi dönmeler, ermeni-rum tohumları ve hatta Kürt bölücüler girebilmekte; bunlar ASKERÎ ŞURA'da dönen dümenler ve torpiller, hatta dışardan gelen telkinlerle PAŞA olabilmektedirler. Yahudi dönmesi ÇEVİK BİR, paşa olması bir yana, ORGNERAL rütbesi dahi almış ve w GENEL KURMAY 2. BAŞKANI mevkiine gelebilmiştir. OSMAN PAMUKOĞLU gibi sapına kadar asker yiğitler emekliye sevkedilirken, sünepe HİLMİ ÖZKÖK, Genel Kurmay Başkanı olmuştur. Halen emekli bulunan Çevik Bir, Askerî Şura içindeki etkisini kullanarak yanında yalakalık etmiş olan bir albayı generalliğe yükseltirebilmiştir. Böylece TÜRK ORDUSU'nun KOMUTA HEYETİ, en üst kademesi TÜRKLER'den çok Amerikancı subaylardan meydana gelmiş, alt kademelerle ve TÜRK HALKI ile bağı kopmuştur.
Halk içinde muteber inanç şudur ki, ancak yağcılar, Amerikancılar, masonlar, dönmeler general olmaktadır. Onun içindir ki, Çiller gibi bir kadın başbakan döneminde PKK'yı bitiren ordumuz; Tayyip Erdoğan döneminde Kıbrıs elden giderken ses çıkarmamış, yabamcılara vatan toprağı satılırken susmuş, Kuzey Irak'ta kırmızı çizgilerden vazgeçmiş, hatta kafasına çuval geçirildiğinde dahi hiç bir şey yapmamıştır.
Şunu da ekliyelim ki, bütün bu saydığımız aksaklıklarına rağmen TÜRK ORDUSU'nun tabanı, DEVLET'in en sağlam kurumudur!.. Bizim dert yanışımız onun MÜKEMMEL olmasını istediğimizdendir... ALLAH ona zeval vermesin!.. Çünkü ORDU olmazsa, MİLLET te, DEVLET te olmaz!..
(10)- Bu kısımda ATATÜRK, çok değerli ASKERLİK dersleri vermektedir... Herkes tarafından dikkatle okunması, askeri okullarda da ders olarak öğretilmesi gerekir. Biz sadece KARŞI TAARRUZ ve VATAN İÇİNDE HARP konusuna bir açıklama getirmek istiyoruz.
KARŞI TAARRUZ ifadesi ile ATATÜRK'ün DEVLET İŞLERİ'ne nasıl bir ASKER gözüyle baktığını görüyoruz. Kendini güçlü görüp TAARRUZ hazırlığı yapan kişi, rakibi hiç beklemediği bir anda KARŞI TAARRUZ'a geçerse; ne yapacağını bilmek zorundadır... Yani hem TAARRUZ'a, hem de SAVUNMA'ya hazırlanmalı; hatta bir de mağlubiyet ihtimalini düşünerek elindeki kuvvetleri kaybetmeden çekilebilmek için bir RİCAT planı yapmalıdır.
Tamamen ASKERİ görünen bu ifadeler SİYASET ve DİPLOMASİ için de geçerlidir... Mesela TÜRKİYE 1963'den beri geleceğini "AVRUPA BİRLİĞİ'ne girme"ye endekslemiştir. Bu konuda girişimini yaparken(TAARRUZ), AVRUPA'nın kendisini istemeyeceğini(KARŞI TAARRUZ) hiç hesaba katmamıştır.
Hatta 3. defa VİYANA KAPILARI'ndan (Avusturya da AB'ye girdiği için AVRUPA'nın sınırı yine orada) geri çevrilirse (RİCAT), başka hangi alternatife başvuracağını hesap etmemiştir!
İşte bunun içindir ki, beceriksiz ve cahil politikacılarımızın son derece ehil ASKERİ UZMANLAR'a ihtiyacı vardır. DEVLET'in SİYASETİ'nin artık ATATÜRK döneminde olduğu gibi KOMUTAN ÇADIRI'ndan idare edilmesi; yani devlet reisinin bir komutan gibi meselelere bakmasının zamanı gelmiştir. SİYASET, SÜREKLİ SAVAŞTIR!..
VATAN İÇİNDE HARB, bizim 300 yıldır ızdırabını çektiğimiz bir durumdur... Özellikle 93 ve BALKAN harpleri TÜRKLER'in yaşadığı diyarların işgal edilmesine; işkence, sürgün ve ölümle karşı karşıya kalmasına yol açmıştır... Halbuki İSRAİL 50 yıllık bir devlet olmasına rağmen geçirdiği 4 büyük savaşı hep kendi ülkesinin dışında yaparak insanını korumuştur... ABD de daima kendi ülkesinin dışında savaşır. KÜBA krizi bu yüzden neredeyse Dünya Savaşı'na sebep oluyordu... BATI ülkeleri, RUSYA hep topraklarını korumak için tampon bölgelerde kendi kontrollerinde ülkeler oluşturma siyaseti güderler.
TÜRKİYE en kısa zamanda bu siyaseti benimsemeli, özellikle TRAKYA, EGE ve GÜNEYDOĞU'da ülkeyi güven içinde yaşatacak sınırlara ulaşmalıdır.
Bunun ne kadar önemli olduğu 1996 başında yaşanan İKİZLER(Kardak) Kayası krizi ile ortaya çıktı. Yunanistan'ın İzmir'i ve Aliağa'yı bombalamayı hatta işgal etmeyi planladığı anlaşıldı. Neden?.. Yunan burnumuzun dibine sokulmuş ta ondan!..
Öyleyse şimdiden "TÜRKİYE'nin tabii sınırlarını haksız yere kaybettiği 12 ADA, MİDİLLİ, SAKIZ gibi ANADOLU'ya yakın adalar ve KIBRIS ve BATI TRAKYA olarak gördüğü" açıklanmalı, ve "en ufak bir düşmanlık belirtisinde bu adalara çıkacağını ve soluğu GİRİT'le SELANİK'te alacağını" ilan edilmelidir... Görün bakalım, Yunan'da nasıl şafak atıyor!
Aynı şekilde güneydoğuda IRAK sınırından sızmalarla problem yaratan dağlık bölge, ta SÜLEYMANİYE'ye kadar TÜRK topraklarına dahil edilmelidir... O bölge zaten bize Lozan'da teklif edilmişti, beceriksizlikten kaybettik. (Bakınız LOZAN BARIŞI yazımız)
Yine doğumuzda Nahcivan TÜRKİYE'ye katılmak istemekte, AZERBEYCAN da bunu can-ı gönülden desteklemektedir. Bu kaynaşma mutlaka sağlanmalı, böylece hem AZERBEYCAN'ı işgal eden Ermenistan sıkıştırılmalı, İRAN'daki AZERİ BÖLGESİ ile irtibat arttırılmalı; hem de ORTA ASYA ile aramızdaki engel iyice azaltılmalıdır.
İşte biz buna ATATÜRKÇÜ DIŞ SİYASET deriz... Yoksa "sorunları görüşmeler yoluyla çözmeye hazır olduğumuzu" açıklamak, "savaşa gerek yok, gelin o kayalıkları, hatta Kıbrıs'ı biz size masada verelim" anlamına gelir!.. Kimsenin MİLLET kesesinden, VATAN toprağından mirasyedilik yapmaya hakkı yok!
(11)- Bu kısımda yine ATATÜRK'ün ASKERİ değerlendirme ve hatıralarını görüyoruz... Çok açık olduğu için pek fazla bir şey eklenmesine gerek yok... Ancak BAŞKUMANDAN olmasına rağmen, her rütbede subayı kendisinin sorguya çekmesini belirtmeden geçemiyeceğiz.
ATATÜRK genç bir GENERAL'dir, MAREŞAL rütbesine layıktır... Ama kasılmaz... Askerlik görevlerini unutmaz. İnsiyatifi hiç elden bırakmaz... Ve düşman askeri ile yaptığı bir sohbet sırasında DÜŞMAN BAŞKOMUTANI'nı esir edecek bilgileri elde eder...
İşte bundan bütün ÜST KADEME için çıkartılacak dersler vardır... Paşaların rütbesi, sadece olaylara en üst noktadan daha geniş açıdan bakmak içindir. Yoksa sırmalar takınıp, lüks otomobillere kurulup, herkese tepeden bakmak için değil!..
Yine aynı şekilde ATATÜRK bir TEK ordunun komutanı olduğu dönemde dahi, hem bizim bütün ordularımızın durumunu, ne yaptığını; hem de muhatap olmadığı düşman ordularının harekatını takip etmiştir... Bu da ona savaşın ne yönde geliştiğini her an bilme imkanını sağlamıştır. ATATÜRK işte bu yüzden eşsiz bir komutandır!
(12)- Bu cümle de çok önemlidir. ATATÜRK TÜRK MİLLİYETÇİSİ'dir! TAVİZ VERMEZ!.. ASKER'dir, her zaman SAVAŞA HAZIR'dır!.. ORDU'yu dünyanın en güçlü ordularından biri yapmak ister. Çünkü HARB'in dünya durdukça bir TEHLİKE olarak kalacağını bilir!.. Gerçek YURTTA SULH, CİHANDA SULH için TÜRK MİLLETİ'ni ve TÜRK ORDUSU'nu VAZGEÇİLMEZ UNSUR sayar!.. Daima barışı korumaya HAZIR olmasını ister.
Ama maksadı HARB değildir!.. HARB, onun için en son çaredir. Ve VATAN TOPRAĞI tehlikede olmadıkça, HARB'i CİNAYET olarak görür.
Bu ifadeyi ilerde tekrar işliyeceğiz.
Eğer TÜRK ORDUSU bunu kendisine amaç edinerek hazırlanırsa; DENİZDE, KARADA ve HAVADA karşımıza çıkacak güç kalmaz.
İlk Irak savaşını düşünün... BATILILAR 500.000 asker yığdılar... Eğer 750.000'lik TÜRK ORDUSU ATATÜRK'ün dediği gibi hazırlanmış olsaydı, bu güç bizim karşımıza çıksa bile, hap gibi yutardık onları!
Bizdeki "yahudi gibi korkak" deyimine rağmen İSRAİLLİLER, 1945'den beri kat kat üstün ARAPLAR'ı defalarca yendiler... 1967'de 2 milyon YAHUDİ, 80 milyon ARAB'ı perişan etti!.. Dünyanın en gelişmiş, en etkili istihbarat teşkilatı MOSSAD'ı kurdu, ATOM BOMBASI yaptı!..
Biz Yahudi'den geri kalamayız!.. 60 milyonluk TÜRKİYE, üç etek YUNAN'la, küçücük ERMENİSTAN'la, ARAB'ın yalellisiyle uğraşmayı bırakıp; 250 milyonluk AVRUPA'ya, 300 milyonluk Amerika'ya, 200 milyonluk RUSYA'ya kafa tutabilecek duruma gelmelidir!.. Hatta TÜRK DÜNYASI'nı aynı amaç ile yetiştirip 800 milyonluk HİNDİSTAN'a, 120 milyonluk JAPONYA'ya, 1.2 milyarlık ÇİN'e susta durdurabilmelidir... Çünkü gerçek POTANSİYEL RAKİP ve MUHTEMEL TEHLİKE bu ülkelerdir.
Ama maalesef uygulanan yanlış politikalar ve barış teraneleri yüzünden, TÜRK ORDUSU bugün sınırlarımızda çıkacak bir çatışma için gerekli TAARRUZ gücüne bile sahip değildir!.. Bütün düşmanlarımıza âdeta SAVUNMA yapacağımız mesajını verip duruyoruz!.. Onun için de ensemizde boza pişiriyorlar.
(8)- ATATÜRK'ün bu sözleri yukardaki açıklamalarımızla, hatta kendi ifadeleriyle çelişir gibi görünebilir... Ama temelde hiç bir çelişki yoktur... Karışıklık, SİYASET kelimesini POLİTİKA anlamında kullanmasındandır.
Burada bir kere daha belirtelim ki, biz SİYASET ile POLİTİKA'yı ayırıyoruz... ATATÜRK SİYASET kelimesini "politika" anlamında kullanmış, makbul olanı da MİLLÎ SİYASET diye belirtmiştir... Her asker, her memur MİLLÎ SİYASET'i uygulıyarak zaten DEVLET'e hizmet etmektedir... Ama POLİTİKA yapmak isterse, bunu ne makam koltuğundan, ne de üniformasıyla yapabilir... Çünkü politika ŞAHIS VE GRUP MENFAATİNE TÂBİ OLMAK demektir.
ASKER ya ORDU'dadır, ya da istifa eder DEVLET İDARESİ'nde ön plana çıkmaya soyunur... Üzerinde üniforma ile kimse POLİTİKA yapamaz!.. Hiç bir politik, dış bağlantılı derneğe üye olamaz. Hatta bizce OYAK gibi ticaret kurumları oluşturamaz.
ORDU'nun BİRİNCİ ve ASLİ GÖREV'i VATAN SAVUNMASI, ikinci görevi BARIŞ zamanı eksiklerini tamamlıyarak ÜLKE KALKINMASI'na katkıdır!
ATATÜRK politikaya girmek isteyen arkadaşlarını EMEKLİ olma, veya ORDU'da kalma tercihine zorlamıştır.
(9)- ATATÜRK GERÇEKÇİ'dir... İnsan olan her yerde olduğu gibi, TÜRK milleti içinde de BAŞARISIZ, BECERİKSİZ, hatta ARTNİYETLİ, HAİN kimseler olabileceğini kabul etmiştir... Ama MİLLET daima temiz, daima başarılıdır!.. ORDU yenilirse, kabahat MİLLET'in veya ORDU'nun değil; o münferit BECERİKSİZ komutanındır!
Aynı mantıkla MİLLET geri kalmışsa, sıkıntı içine düşmüşse kabahat onun değil; haketmedikleri halde MİLLET'in başına geçmiş olan BECERİKSİZ, ARTNİYETLİ politikacılarındır!.."Biz adam olmayız!" diyerek insanımıza ümitsizlik aşılıyan sözde "aydın"larındır!
ATATÜRK, 1910'larda kan ağlıyor, "ORDU YABANCILARIN İDARESİNDE" diye!.. Buna sebep olan,imkân tanıyan komutanlara LÂNET okuyor!.. İlk işi MİLLÎ bir ORDU kurmak!..
Peki, 1990'da hangi noktadayız?.. Çok şükür, Genel Kurmay Başkanı'mız TÜRK... Ama ordu NATO'nun emrinde!..
1964'de çıkartma gemisi olmadığı için KIBRIS'a çıkamadığımızı, 1973'de yakıt olmadığı için uçak kaldıramadığımızı unuttuk mu?... Ve KIBRIS'a çıktığımızda, "söz dinlemedik" diye uygulanan ambargo hem ordumuzu, hem sanayimizi felç etmedi mi?.. Hâlâ ülkemizdeki nükleer başlıkları denetliyebiliyor muyuz?.. O başlıkların bulunduğu üslere komuta edebiliyor muyuz?... Kendimiz imâl edemediğimiz için başkalarından aldığımız silahları, mermileri düşmanlarımıza kullanabiliyor muyuz?.. Ne gezer!!..
Öyleyse bir ordunun MİLLÎ GENEL KURMAYI olması demek, sadece Başkanı'nın TÜRK olması anlamına gelmez!.. O başkan ve komuta heyetinin tümünün MİLLÎ olması demektir. MİLLÎ MÜDAFAA için vereceği her emri uygulıyabilmesi demektir... MİLLÎ bir ASKERÎ STRATEJİ'miz olması demektir... SIRLAR'ımızın düşman eline geçmemesi demektir!.. Bunun için TELEKOM, ENERJİ TESİSLERİ gibi temel kurumların DEVLET'in elinde olması demektir! ATATÜRK bunu çok açık ifade ediyor.
Bizim ordumuz 1950'den itibaren adım adım ATATÜRK'ün o üstün meziyetlerini saydığı ORDU olmaktan çıkmış, şahsiyetini kaybetmiş; üniformalarıyla, lüksüyle Amerika'ya benzemeye çalışmıştır.
Bu konuda bir sonraki sayfada daha geniş bilgi bulacaksınız.
Burada bir hatıramızı hakletmek isteriz: Yedeksubay okulunda iken TAKTİK dersine gelen ALBAY, tepegöze hazırladığı şeffaf kâğıtları koyuyor ve duvar yansıyan görüntüler üzerinde konuşuyordu... Birden duvarda mayolu bir kadın görüntüsü belirdi... Bütün öğrenciler dersi ve disiplini unutup gülmeye, yorumlar yapmaya başladılar... Koca albay kızardı, bozardı, sonunda bunun "askerin sıkılmaması için benimsenmiş bir Amerikan eğitim tekniği" olduğunu söyledi!..
Aynı şekilde hemen bütün askeri birliklerde seks sahnelerinin birleştirilmesinden oluşmuş filmler oynatıldığını, fahişelerin getirtilip ANADOLU delikanlılarının "aç,aç" nârâları ile soyundukları herkesin malumudur.
Bunlar; karısından, nişanlısından ayrı, kadın yüzü görmeyen gençlerin sakinleşmesine değil; bilâkis daha azmasına, izne çıktığı zaman gördüğü her kadın ve kızı "seyrettikleri"nden zannetmesine yol açmaktadır... Hiç biri bizim ahlakımıza, geleneğimize uygun değildir... Eminiz ki, bu uygulamaların hiç biri ATATÜRK DÖNEMİ'nde yoktu, tahayyülü bile mümkün değildi.
Bu durum mutlaka değişmelidir!.. ASKER OCAĞI'nda verilmesi gereken eğitim her konuda İTİDAL, ÖLÇÜ, SABIR ve NEFSİNE HÂKİMİYET'tir!.. Özellikle KADINA SAYGI konusunda öğretebileceğimiz çok şey vardır, MEHMETÇİKLER'i azdırmak yerine!..
AHLÂKÎ BOZUKLUK, ORDU'nun bütün kademelerini sarmış durumda... Bu satırların yazarı YEDEK SUBAY iken birlikte NÖBET tuttuğu YARBAY'ın her seferinde özel otomobilinin deposunu ASKER benzininden doldurttuğunu görmüş; YARBAY da "Ne yapayım, yıllarca namuslu davrandım... Baktım ki herkes bir yerden kemiriyor, ben de başladım" diye "mazaret" beyan etmişti!
1997 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi "17 yaşında bir kıza karakolda jandarmanın tecavüz etmesi ve resmi makamlarca bir işlem yapılmaması" yüzünden milyarlarca lira tazminata mahkûm etti!.. Hemen arkasından Yunan Dışişleri Bakanı Pangalos bize "tecavüzcü" dedi... biz de çok bozulduk!..
Herif yalan söylemedi ki!.. namussuz bir ırz düşmanı, hem de üzerinde şerefli JANDARMA üniforması varken, bacısı sayılacak kişiye tecavüz ediyor, bu herif HADIM edileceğine, ondan daha namussuz üstleri olayı ört-bas ediyorlar!.. Eminiz, "jandarmanın şerefini koruduklarına" inanmışlardır!.. AVRUPA kamu oyuna rezil oluyoruz, hiç bir DEVLET yetkilisi bir şey yapmıyor!...Sonra da olayı öğrenen Pangalos bize "tecavüzcü" dedi diye, alınıyoruz!..
Bu olayda CUMHURBAŞKANI, BAŞBAKAN'dan KARAKOL KOMUTANI başçavuşa kadar herkes fiilen SUÇ ORTAĞI değil de nedir?..
Kemal Tahir, hapishanede tanıştığı, ASKERİ ARAÇ'la bir çocuğa çarpıp öldürmekten suçlu ere, komutanının "Alaya kadar kaçabilseydin, ben seni kurtarırdım," dediğini duyunca, şu yorumu yapar:
- " Bu YÜZBAŞI galiba İŞGAL KUVVETLERİ'nin KUMANDANI!.. Çünkü ancak o, işgal ettiği ülkenin insanına karşı bir SORUMLULUK duymaz!.."
Doğrudur!.. Bir KOMUTAN'ın görevi, SUÇ işlemiş astını KANUN'dan kurtarmak değil; astlarını suç işlemiyecek şekilde eğitmektir... Böyle MİLLET'in sivil kesimini kendinden ayrı gören, aşağılayan, sırf "üniformalı" diye suçluyu koruyan subaylar, ORDU'nun şerefine halel getirmektedirler... Bunun gibileri, kendisi suç işlememiş olsa dahi; ORDU'dan, DEVLET HİZMETİ'nden ayıklanmalıdır!..
Son bir olay daha kaydedelim: Biz bu yazıyı hazırladıktan kısa bir süre sonra, ORDU ve POLİS'e sızmış SÖYLEMEZLER çetesi yakalandı... Bu kişilerin ORDU malı silah, roket, istihbarat hatta helikopterleri kullandıkları anlaşıldı... SÖYLEMEZ ailesinin Kürt kökenli olması, Suriye istihbarat örgütüyle işbirliğine girmiş olması da, olaya başka bir boyut kazandırdı... SUSURLUK, YÜKSEKOVA gibi RESMİ kişilerin dahil olduğu SUÇ ÖRGÜTLERİ davalarında, "dönen dolapları anlatsam, ORDU'ya ve POLİS'e GÜVEN kalmaz" diyen alt rütbeliler çıktı...LOCKHEED olayı gibi pek çok iddia aydınlanmadı.
Bütün bunlar ORDU'nun dejenere edilmesine yönelik "amerikanlaştırma" politikalarının uzantısıdır... ORDU'yu MİLLET'ten koparma gayretinin sonuçlarıdır... Maalesef gittikçe de artmaktadır.
Bunların hepsi araştırılmalı, YOLSUZLUK ve TECAVÜZLER mutlak tesbit edilmeli, MASUM ve MAĞDURLAR'ın zararları mutlaka karşılanmalıdır... SUÇLULAR'a gelince; HALKIN GÜVENLİĞİ için ÜNİFORMA giydirilmiş, SİLAH verilmiş bu kişiler, ORGENERAL de olsa; görevi kötüye kullandıkları, ORDU'yu küçük düşürdükleri için normal vatandaştan İKİ KAT AĞIR şekilde cezalandırılmalıdır!
Biz bu konuyu CUMHURİYETÇİLİK İLKESİ yazımızda işledik... TÜRK olmaktan başka hiç bir özelliğini öne çıkarmayan DÜRÜST kişilerin STRATEJİK yerlerde görevlendirilmesi; tersine etnik köken güden, aile, hemşehri, dernek kollayan kişilerin ise AYIKLANMASI üzerinde uzun uzun durduk, ilerde vereceğiz.
Aslında TÜRK ORDUSU gerçekten ATATÜRK'ün övgüsüne layık niteliktedir... Bu vasıflarını koruması; politikacılara alet olmaması ve ORDU mensupları arasından çıkan hırsız, rüşvetçi, tecavüzcü, ayyaş, disiplinsiz kişileri daha konu topluma yansımadan derhal cezalandırılması ile mümkündür!.. Suçların hiç bir şekilde ört-bas edilmemesi, ORDU'nun MİLLET nazarındaki şerefli mevkiinin korunması açısından önemlidir.
Ordu Pazarı, OYAK meselesine gelince; böyle kurumlar, hatta vakıflar ORDU'nun dikkatini dağıtır, disiplinini bozar. Hele bu kuruluşların yönetim kurulları birer menfaat kaynağı haline gelirse; ORDU içinde ikilik, sürtüşme çıkar... ORDU, POLİTİKA'ya da, TİCARET'e de bulaşmamalıdır.
TÜRK ORDUSU'nun ilk vazifesi VATAN MÜDAFAASI'dır!.. Bununla ilgili tedbirleri almakla yükümlüdür... İkinci vazifesi EĞİTİM ve ÜRETİM'dir...Onun için ORDU ancak kendi ihtiyacı olan silah, mühimmat, üniforma, ilaç, askeri araç-gereç gibi stratejik malzemelerin fabrikalarını kurmalı, bunları üretmeli; otomobil imali, buzdolabı pazarlaması gibi konularla uğraşmamalıdır. Hele ki ciplerimizi bile gavurlardan yalvar yakar alırken, milletin hurda tanklarını tamire uğraşırken; askeri araç üretimini unutup otomobil üretmek akılsızlıktır.
Hele Ankara'da 4-5 tane ORDUEVİ açmak, bunları astsubay, üstsubay, general orduevi diye ayırmak ta neyin nesi?..Demek ki ORDU, sadece MİLLET'ten kopmakla kalmamış, kendi arasında bile bölünmüştür... Sosyal bir faaliyet olan orduevi ve kamplarda böyle bir ayırımcılığa gitmek DİSİPLİN'i güçlendirmez, tam tersine husumeti arttırır.
Tekrar ediyoruz: TÜRK ORDUSU'nun ÖZ'ü TEMİZ'dir, FEDAKAR'dır!.. Çünkü ORDU, MİLLET'in ta kendisidir... Yapması gereken, silkinip kendine dönmesidir!
Peki, ORDU ihtiyacını karşılamak için HALK'tan yardım göremez mi?.. Elbette görür!.. Ama bu yardım; vakıfların özel, pahalı binalarında; sekreter, makam arabası gibi gereksiz masraflar yaparak değil; ORDU'nun kendi personel fazlasının gayreti ile sağlanmalıdır... İSTİKLAL Savaşı sırasında, elindeki her şeyin %40'ını veren halkın yardımına VAKIF'la mı, OYAK'la mı ulaşıldı?..
Genel Kurmay'da görevlendirilecek 3-5 subayın önderliğinde ülkenin dört bir yanına yayılmış ORDU mensuplarının da katkısı ile, durumu müsait olanlardan makbuz karşılığı sağlanacak yardımlar doğrudan Genel Kurmay'a aktarılır, oradan da ihtiyaç duyulan birimlere transfer edilir... Bu yardımın bir kuruşu bile lükse veya idari harcamalara gitmez!.. Halkın nakti yardımına, ORDU da emek ile katkıda bulunur... Böylesi TÜRK ORDUSU'na daha çok yaraşır... 1995'de Irak Harekatı sırasında yürütülen MEHMETÇİKLE ELELE kampanyasında toplanan para, aracı kurumlara ihtiyaç olmadığının en büyük delilidir.
Aynı şekilde "Şehit Ailelerine Yardım Vakfı" veya derneği de emekli subayların kendi gayreti ile faaliyet göstermeli; bir takım asalaklar evlatlarını VATAN için feda etmiş kişilerin hakkını maaş, makam otomobili, lüks büro, sekreter, hatta uçak seyyahati olarak harcıyamamalıdır.
Öte yandan bugünlerde ORDU'ya başka bir tuzak hazırlanmaktadır. Bu da "PROFESYONEL ORDU" sistemidir.
PROFESYONEL ORDU, yani MAAŞLI YENİÇERİ sayısının artması; MAAŞSIZ SİPAHİ sisteminin bozulması, OSMANLI DEVLETİ'Nİ ÇÖKERTEN SEBEPLERİN BAŞINDA GELİR!.
Yavuz'un bıraktığında 25.000 kadar olan Yeniçeri sayısı, Kanuni'den hemen sonra 150.000'lere ulaşmış ve DEVLET bunların maaşlarını ödeyebilmek için saraydaki altın tabak çanağı eritmek, Yahudi tüccarlardan borç almak zorunda kalmıştı!..
Savaşmayan, savaştığında mağlup olan, buna rağmen maaş almak veya maaşını artırmak için sürekli isyan eden Yeniçeriler, DEVLET'in başına bela olmuştur.
2. Mahmud Yeniçerileri topa tutunca, mesele halloldu sanılmasın!.. NİZAM-I CEDİD de ülkeyi kurtaramamıştır, çünkü o da paralı sisteme dayanıyordu!.. Yapılması gereken SİPAHİ sistemini tekrar ihya etmek, YENİÇERİ sayısını azaltıp denetime almaktı.
TÜRKİYE her konuda olduğu gibi, ORDU meselesinde de BATI tipi "ıslahat" yaptıkça batağa gömülmüştür.
"PROFESYONEL ORDU" MESELESİ DE TÜRK CUMHURİYETİ'Nİ YIKMAK İÇİN ORTAYA ATILMIŞ BİR TEKLİFTİR!..
ZATEN ORDUMUZDA MAAŞ ALAN 100.000 KADAR ÜSTSUBAY-SUBAY-ASTSUBAY VE YEDEK SUBAY VARKEN, BİR DE ERLERE MAAŞ ÖDEMEK; SON DERECE YANLIŞ OLACAKTIR.
ÖZEL TİM-GERİLLA TİPİ ÇOK KÜÇÜK VURUCU EKİPLER TESİS EDİLEBİLİR, BUNLARIN SAYISI DA 10.000 CİVARINDA OLABİLİR.
AMA BU EKİPLER KURULURKEN, MUVAZZAF SUBAY-ASTSUBAY MEVCUDU MUTLAKA BU EKİPLERİN İKİ-ÜÇ KATI AZALTILMALIDIR.
YAPILACAK ŞEY ER KADROSUNU MAAŞA BAĞLAMAK DEĞİL, ONLARI GERÇEKTEN "PROFESYONELLER" NİTELİĞİNE ÇIKARTMAKTIR!.. BUNUN DA ÖRNEĞİ İSVİÇRE VE İSRAİL'DE VARDIR... Hatta ABD, bizim OSMANLI TİMAR SİSTEMİ'ne benzer bir MİLLİ MUHAFIZ ordusu kurmuştur!.. Bu kişiler normalde işinin gücünün başındadır. Cüz'i bir maaş alır, ancak gerektiğinde üniformasını giyip göreve koşar.
Bizim teklifimiz şudur: Uzun barış dönemlerinde ASKERLİK SÜRESİ 6 AYA İNDİRİLİR. Bunun yerine HER ERKEK, HATTA KADIN 50 YAŞINA KADAR İKİ YILDA BİR 15 GÜN BULUNDUĞU YERDE SIKI BİR EĞİTİME ALINIR!.. Sadece ASKERLİK konusunda değil, SİVİL SAVUNMA konusunda iyice eğitilir. İhtiyaç anında nerede, kime tabi olduğunu ve ne iş yapacağını öğrenir. İsrail ve İsviçre'de olduğu gibi!..
BÖYLECE ERLER DAHA AZ, FAKAT DAHA YAYGIN VE ETKİLİ ASKERLİK YAPMIŞ OLURLAR... MODERN SİLAHLARI TANIRLAR... HER AN HARBE HAZIR OLURLAR... VE NİHAYET ASKERLİK, SUBAYLARA UŞAKLIK ETMEKTEN ÇIKAR, GERÇEKTEN SİLAH EĞİTİMİ HALİNE GELİR.
Bizce TÜRK ORDUSU dünyadaki hiç bir orduya benzemez... Bu yüzden üniforması bile kendine has olmalı, hiç kimseye benzememelidir!.. Biz ŞEHİTLERİMİZ'in Hıristiyan Mozart'ın cenaze marşı ile son yolculuğuna çıkarılmasına bile razı değiliz. Bando ile icra edilecek SEGAH MEVLEVİ AYİNİ hem İSLAM hem TÜRk olması bakımından çok daha uygundur... Ne diyordu ATİLLA?..
"Savaşta, düğünde, törende KIYAFETİMİZ geleneklere uygun olmalıdır... HUN yöntemlerini gençlerimize öğretmeliyiz... HUNLAR kuralları öğrenmezlerse, komutanlar onların kendilerini izlemelerini bekliyemez."
"Şarkımız, dansımız tümü mirasımıza özgü ve benzersiz olmalıdır... Atalarımızdan bizlere kalanları bozacak, karıştıracak özellikler eklememeliyiz... Şarkılarımız, dansımız, oyunlarımız ve kutlamalarımız varlığımızı ve kimliğimizi yansıtma fırsatıdır, olduğu gibi kalmalıdır.
"Bir HUN olarak bizi benzersiz savaşçı yapan özelliklerden taviz vermemiz gerekmez!.."
Başkalarını taklit etmekle değil, onları iyi tanıyıp bize düşman oldukları takdirde kendimizi nasıl savunacağımızı düşünerek vakit geçirmek gerekir...
Ancak TÜRK ORDUSU'nda en büyük dejenarasyon ASKERÎ OKULAR'a öğrenci alımı ve ASKERÎ ŞURA aracılığı ile yapılmaktadır. Eskiden ancak şerefli subayların çocukları askerî okullara alınırken, şimdi dönmeler, ermeni-rum tohumları ve hatta Kürt bölücüler girebilmekte; bunlar ASKERÎ ŞURA'da dönen dümenler ve torpiller, hatta dışardan gelen telkinlerle PAŞA olabilmektedirler. Yahudi dönmesi ÇEVİK BİR, paşa olması bir yana, ORGNERAL rütbesi dahi almış ve w GENEL KURMAY 2. BAŞKANI mevkiine gelebilmiştir. OSMAN PAMUKOĞLU gibi sapına kadar asker yiğitler emekliye sevkedilirken, sünepe HİLMİ ÖZKÖK, Genel Kurmay Başkanı olmuştur. Halen emekli bulunan Çevik Bir, Askerî Şura içindeki etkisini kullanarak yanında yalakalık etmiş olan bir albayı generalliğe yükseltirebilmiştir. Böylece TÜRK ORDUSU'nun KOMUTA HEYETİ, en üst kademesi TÜRKLER'den çok Amerikancı subaylardan meydana gelmiş, alt kademelerle ve TÜRK HALKI ile bağı kopmuştur.
Halk içinde muteber inanç şudur ki, ancak yağcılar, Amerikancılar, masonlar, dönmeler general olmaktadır. Onun içindir ki, Çiller gibi bir kadın başbakan döneminde PKK'yı bitiren ordumuz; Tayyip Erdoğan döneminde Kıbrıs elden giderken ses çıkarmamış, yabamcılara vatan toprağı satılırken susmuş, Kuzey Irak'ta kırmızı çizgilerden vazgeçmiş, hatta kafasına çuval geçirildiğinde dahi hiç bir şey yapmamıştır.
Şunu da ekliyelim ki, bütün bu saydığımız aksaklıklarına rağmen TÜRK ORDUSU'nun tabanı, DEVLET'in en sağlam kurumudur!.. Bizim dert yanışımız onun MÜKEMMEL olmasını istediğimizdendir... ALLAH ona zeval vermesin!.. Çünkü ORDU olmazsa, MİLLET te, DEVLET te olmaz!..
(10)- Bu kısımda ATATÜRK, çok değerli ASKERLİK dersleri vermektedir... Herkes tarafından dikkatle okunması, askeri okullarda da ders olarak öğretilmesi gerekir. Biz sadece KARŞI TAARRUZ ve VATAN İÇİNDE HARP konusuna bir açıklama getirmek istiyoruz.
KARŞI TAARRUZ ifadesi ile ATATÜRK'ün DEVLET İŞLERİ'ne nasıl bir ASKER gözüyle baktığını görüyoruz. Kendini güçlü görüp TAARRUZ hazırlığı yapan kişi, rakibi hiç beklemediği bir anda KARŞI TAARRUZ'a geçerse; ne yapacağını bilmek zorundadır... Yani hem TAARRUZ'a, hem de SAVUNMA'ya hazırlanmalı; hatta bir de mağlubiyet ihtimalini düşünerek elindeki kuvvetleri kaybetmeden çekilebilmek için bir RİCAT planı yapmalıdır.
Tamamen ASKERİ görünen bu ifadeler SİYASET ve DİPLOMASİ için de geçerlidir... Mesela TÜRKİYE 1963'den beri geleceğini "AVRUPA BİRLİĞİ'ne girme"ye endekslemiştir. Bu konuda girişimini yaparken(TAARRUZ), AVRUPA'nın kendisini istemeyeceğini(KARŞI TAARRUZ) hiç hesaba katmamıştır.
Hatta 3. defa VİYANA KAPILARI'ndan (Avusturya da AB'ye girdiği için AVRUPA'nın sınırı yine orada) geri çevrilirse (RİCAT), başka hangi alternatife başvuracağını hesap etmemiştir!
İşte bunun içindir ki, beceriksiz ve cahil politikacılarımızın son derece ehil ASKERİ UZMANLAR'a ihtiyacı vardır. DEVLET'in SİYASETİ'nin artık ATATÜRK döneminde olduğu gibi KOMUTAN ÇADIRI'ndan idare edilmesi; yani devlet reisinin bir komutan gibi meselelere bakmasının zamanı gelmiştir. SİYASET, SÜREKLİ SAVAŞTIR!..
VATAN İÇİNDE HARB, bizim 300 yıldır ızdırabını çektiğimiz bir durumdur... Özellikle 93 ve BALKAN harpleri TÜRKLER'in yaşadığı diyarların işgal edilmesine; işkence, sürgün ve ölümle karşı karşıya kalmasına yol açmıştır... Halbuki İSRAİL 50 yıllık bir devlet olmasına rağmen geçirdiği 4 büyük savaşı hep kendi ülkesinin dışında yaparak insanını korumuştur... ABD de daima kendi ülkesinin dışında savaşır. KÜBA krizi bu yüzden neredeyse Dünya Savaşı'na sebep oluyordu... BATI ülkeleri, RUSYA hep topraklarını korumak için tampon bölgelerde kendi kontrollerinde ülkeler oluşturma siyaseti güderler.
TÜRKİYE en kısa zamanda bu siyaseti benimsemeli, özellikle TRAKYA, EGE ve GÜNEYDOĞU'da ülkeyi güven içinde yaşatacak sınırlara ulaşmalıdır.
Bunun ne kadar önemli olduğu 1996 başında yaşanan İKİZLER(Kardak) Kayası krizi ile ortaya çıktı. Yunanistan'ın İzmir'i ve Aliağa'yı bombalamayı hatta işgal etmeyi planladığı anlaşıldı. Neden?.. Yunan burnumuzun dibine sokulmuş ta ondan!..
Öyleyse şimdiden "TÜRKİYE'nin tabii sınırlarını haksız yere kaybettiği 12 ADA, MİDİLLİ, SAKIZ gibi ANADOLU'ya yakın adalar ve KIBRIS ve BATI TRAKYA olarak gördüğü" açıklanmalı, ve "en ufak bir düşmanlık belirtisinde bu adalara çıkacağını ve soluğu GİRİT'le SELANİK'te alacağını" ilan edilmelidir... Görün bakalım, Yunan'da nasıl şafak atıyor!
Aynı şekilde güneydoğuda IRAK sınırından sızmalarla problem yaratan dağlık bölge, ta SÜLEYMANİYE'ye kadar TÜRK topraklarına dahil edilmelidir... O bölge zaten bize Lozan'da teklif edilmişti, beceriksizlikten kaybettik. (Bakınız LOZAN BARIŞI yazımız)
Yine doğumuzda Nahcivan TÜRKİYE'ye katılmak istemekte, AZERBEYCAN da bunu can-ı gönülden desteklemektedir. Bu kaynaşma mutlaka sağlanmalı, böylece hem AZERBEYCAN'ı işgal eden Ermenistan sıkıştırılmalı, İRAN'daki AZERİ BÖLGESİ ile irtibat arttırılmalı; hem de ORTA ASYA ile aramızdaki engel iyice azaltılmalıdır.
İşte biz buna ATATÜRKÇÜ DIŞ SİYASET deriz... Yoksa "sorunları görüşmeler yoluyla çözmeye hazır olduğumuzu" açıklamak, "savaşa gerek yok, gelin o kayalıkları, hatta Kıbrıs'ı biz size masada verelim" anlamına gelir!.. Kimsenin MİLLET kesesinden, VATAN toprağından mirasyedilik yapmaya hakkı yok!
(11)- Bu kısımda yine ATATÜRK'ün ASKERİ değerlendirme ve hatıralarını görüyoruz... Çok açık olduğu için pek fazla bir şey eklenmesine gerek yok... Ancak BAŞKUMANDAN olmasına rağmen, her rütbede subayı kendisinin sorguya çekmesini belirtmeden geçemiyeceğiz.
ATATÜRK genç bir GENERAL'dir, MAREŞAL rütbesine layıktır... Ama kasılmaz... Askerlik görevlerini unutmaz. İnsiyatifi hiç elden bırakmaz... Ve düşman askeri ile yaptığı bir sohbet sırasında DÜŞMAN BAŞKOMUTANI'nı esir edecek bilgileri elde eder...
İşte bundan bütün ÜST KADEME için çıkartılacak dersler vardır... Paşaların rütbesi, sadece olaylara en üst noktadan daha geniş açıdan bakmak içindir. Yoksa sırmalar takınıp, lüks otomobillere kurulup, herkese tepeden bakmak için değil!..
Yine aynı şekilde ATATÜRK bir TEK ordunun komutanı olduğu dönemde dahi, hem bizim bütün ordularımızın durumunu, ne yaptığını; hem de muhatap olmadığı düşman ordularının harekatını takip etmiştir... Bu da ona savaşın ne yönde geliştiğini her an bilme imkanını sağlamıştır. ATATÜRK işte bu yüzden eşsiz bir komutandır!
(12)- Bu cümle de çok önemlidir. ATATÜRK TÜRK MİLLİYETÇİSİ'dir! TAVİZ VERMEZ!.. ASKER'dir, her zaman SAVAŞA HAZIR'dır!.. ORDU'yu dünyanın en güçlü ordularından biri yapmak ister. Çünkü HARB'in dünya durdukça bir TEHLİKE olarak kalacağını bilir!.. Gerçek YURTTA SULH, CİHANDA SULH için TÜRK MİLLETİ'ni ve TÜRK ORDUSU'nu VAZGEÇİLMEZ UNSUR sayar!.. Daima barışı korumaya HAZIR olmasını ister.
Ama maksadı HARB değildir!.. HARB, onun için en son çaredir. Ve VATAN TOPRAĞI tehlikede olmadıkça, HARB'i CİNAYET olarak görür.
Bu ifadeyi ilerde tekrar işliyeceğiz.
Similar topics
» 1- Gülmez yüzlü kadın
» ESKİ TÜRKLERDE ORDU
» BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU
» “Sakın aldanmayın ve yılgınlaşmayın: Tsk sağlamdır!”
» Etkisiz ordu türk milleti'nin olamaz!
» ESKİ TÜRKLERDE ORDU
» BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU
» “Sakın aldanmayın ve yılgınlaşmayın: Tsk sağlamdır!”
» Etkisiz ordu türk milleti'nin olamaz!
¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤ :: [Türkçülük] ve [Turancılık] :: Türk'ün Son Başbuğu: Atatürk
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz