¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

3 mayıs türkçüler günü

Aşağa gitmek

 3 mayıs türkçüler günü  Empty 3 mayıs türkçüler günü

Mesaj tarafından İlteriş Kağan Çarş. 6 Ekim 2010 - 2:35

Bugün 3 Mayıs.

Türkçüler, Milliyetçiler veya Türk Milliyetçileri olarak adlandırılan çevreler tarafından 3 Mayıs günleri 1950’li yıllardan itibaren her sene, Türkçülük Günü veya Milliyetçiler Bayramı olarak kutlanır. Türkçülük Günü diyoruz. Konuya, Türkçülük kavramının açılımı ile girelim.


Türkçülük Nedir ?

Çok kısa tanımı ile Türkçülük, Türk Milleti’ni sevmektir. Bu târif, elbette yeterli değildir. Türk olan herkes milletini sever. Milleti sevmek yetmez. Bizi biz yapan değerleri: dilimizi, dinimizi, târihimizi, kültürümüzü, geleneklerimizi, örf ve âdetlerimizi vatanımızı, bayrağımızı, aynı soydan geldiğimiz halde Misak-ı Millî hudutlarımız dışında kalan insanlarımızı da sevmemiz gerekir.

Türkçülük düşüncesi, statik değil, dinamik bir yapıya sahiptir. Bu sebeple değişmez ve klâsik bir târif yapmak mümkün olmayabilir. Denilebilir ki, Türkçülük; Türk’e has değerleri bilmek ve korumak, Türk Milleti’nin bağımsız olarak daha iyi şartlarda yaşaması için fikir üretmek, Türk Milletine yönelik sevgiyi eyleme dönüştürmektir. Türkçü, bizi biz yapan değerleri bilecek. Bu değerleri sevecek, koruyacak ve daha geniş kitlelere sevdirecek. Kültürlü ve ahlâklı olacak. Giyimde, edebiyatta, müzikte, güzel sanatlarda, beslenme alışkanlıklarında ve hayatın her safhasında Türk gibi düşünmek ve Türk gibi yaşamak her Türkçünün aslî görevidir. Türkçülüğün bir adı da Türk Milliyetçiliği’dir. Genel anlamda milliyetçilik de milletini sevmektir.

MİLLET NEDİR ?

Peki, millet nedir ? Aynı coğrafyada oturmak, aynı geçmişi yaşamış olmak, aynı dili konuşmak, aynı dine inanmak… millet olmak için yeterli midir ? Değildir. Konuya, farklı bir açıdan girelim. Millet denilen topluluk, insanlardan oluşur. Fakat insanlardan oluşan her topluluk millet değildir. Bir futbol maçına giden, belli bir takımın taraftarları da bir insan topluluğudur. Pek çok müşterek yönleri vardır. Dil, coğrafya, kültür,din, târih… ortaktır. Fakat maç bittikten sonra dağılırlar. Gelecek maça kadar irtibatları kalmamıştır. O halde İnsanlar, meydana getirdikleri topluma, daha iyi bir gelecek hazırlamayı, kendilerinden sonra gelen nesilleri de düşündükleri takdirde millet olma vasfına sahip olabilirler.

İnsan denilen yaratıkta 3 milyar hücre olduğu söyleniyor. her birinin ayrı ayrı fonksiyonu olan bu üç milyar hücreyi üretmek mümkün olsa, onları bir küvete doldursak, sonra da insan kalıbı içerisinde bu hücreleri birleştirsek… konuşan, düşünen, hareket eden bir yaratık elde ederiz. O yaratık, elini ateşe uzattığında geri çekebilir de. Bu özelliği de kazandırmak mümkün olabilir. Fakat insana ait her özellik kazandırılamaz. Anne ile evlâdı arasındaki, karşı cinsten insanlar arasındaki etkileşim gibi… gibi özelliklerin kazandırılması mümkün değildir. İşte bu sebeple o yaratığa insan denilemez.

Milletler de böyledir. Müşterek bir geçmişi, iyi olması düşünülen bir gelecek düşüncesini paylaşmayan, tasada ve sevinçte bir olmayan insanların oluşturduğu topluma millet denilemez.

İLK TÜRKÇÜLER

Sümerler’in Türk olduğu söylenir. Doğrudur. Onlar hakkında fazla bir bilgiye sâhip değiliz. Bu sebeple o dönemden örnekler vermek gerçekçi olmaz. Bir başka kesim, tarihteki ilk Türk Devleti’nin, Hun İmparatorluğu olduğunu söyler. Hun İmparatorluğu ile ilgili olarak günümüze ulaşan bilgiler daha kapsamlıdır. Büyük Hun İmparatoru Mete Han, “Bir savaşçının kaderinde, atının üzerinde savaşırken ölmek olmalı. Bizler, ve bizden sonra gelenler, bu şekilde ölmeye devam edersek, milletimiz diğer milletleri yönetir. Böylece; kahraman ve üstün millet olduğumuzu dünyaya kabul ettiririz.” Demişti. Bu sözleriyle Mete Han’ı ilk Türk Milliyetçisi olarak kabul etmemiz, doğru bir değerlendirmedir.

Sonraki yıllarda da pek çok Türk Milliyetçisi, tarih sahnesindeki yerlerini aldılar. Bunların en önemlilerinden biri Göktürk Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdârı Bumin Kağan’dır. O: Türk adını, devlet isminde ilk defa kullanan devlet kurucusudur. Türk Dili’nin en eski yazılı belgelerinden olan Orhun Âbideleri’ni diken ve taş üzerine: Ey Türk Milleti, yukarıda gök çökmedikçe, aşağıda yer delinmedikçe senin töreni kim bozabilir ?” Diye yazdırarak Türkün cihan hâkimiyetini 720 yılında ilân eden Bilge Kağan’ı da hatırlamamız gerekir.

Tarihteki Türkçüler; Abdülkerim Satuk Buğra Han, Selçuk Bey, Çağrı ve Tuğrul Beyler, Alparslan, Birinci ve İkinci Kılıçarslan ile devam eder. Sonra tarih sahnesine Osman Gazi gelir. Osmanlı pâdişahlarının tamamına yakını Türkçüdür. Son Osmanlı Türkçüsü cennetmekân Sultan İkinci Abdülhâmid Han’dır.

1800’lü yılların ikinci yarısında, Askeri Okullar Bakanı olan Şıpka Kahramanı Süleyman Paşa, Türklük Bilgisi adlı dersin müfredat programını hazırladı ve Türk Tarihi isimli kitabı yazdı. Bu sebeple Süleyman Paşa, Türkçülük ülküsünün ilk teorisyeni olma özelliğine sahiptir.

Yine aynı yıllarda, Bursa Valisi olan Ahmet Vefik Paşa, Ebü’l-Gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türkî (Türklerin Soy Kütüğü) isimli eserini Doğu lehçesi olarak adlandırabileceğimiz Çağatay Türkçesi’nden İstanbul Türkçesi’ne çevirdi. Önemli Türkçülerden biridir.

Kırım’da Gaspıralı İsmail ve O’nun teyze-zâdesi Tataristan’da Yusuf Akçura, Azerbaycan’da Ahmet Ağaoğlu, Hüseyin-zâde Ali Bey, Başkırdistan’da Zeki Velidî Togan… Türkçülüğün simge isimleridir.

Türkiye’de Ziya Gökalp, Mustafa Kemal Atatürk, Rıza Nur, Hüseyin Nihal Atsız ve Alparslan Türkeş’le Türkçülüğün önderleri serisinde yakın tarihimize geliyoruz.

Türkçüler, saydığım isimlerden ibâret değil elbette.

Özetin özeti denilebilecek bu girişten sonra, çok kısa olarak yakın tarihimizde Türkçülük fikrinin nasıl doğup geliştiğine temas edip, 1944 TÜRKÇÜLÜK DÂVÂSI ve 3 MAYIS TÜRKÇÜLÜK BAYRAMI konusuna girebiliriz.

TÜRKÇÜLÜĞÜN DOĞUŞU

Osmanlı Devleti’nde Türkçülük, düşünce ve edebiyat alanında hissediliyordu. Devletin çöküş dönemi başladığında dîni ve etnik azınlıklar bağımsızlık hareketlerine giriştiler. Devletin aslî unsurunu oluşturanlar ise konuyu tartışmaya açtılar. Yine de Türkçülük fikrinin, Osmanlılık veya İslâmcılık gibi idare ve siyaset sistemi haline getirilmesi düşünülmüyordu. Türkçülük fikri, edebiyat alanında ve özellikle şiirlerde gelişti. Belli sayıdaki aydınlar, Türkçülük üzerine düşünce üretiyorlardı. Bu aydınlar içerisinde siyasete girmemiş, Türkçülük dışında bir düşünce akımı içerisinde bulunmamış insanlar olduğu gibi İslamcılık ve Osmanlılık taraftarları da vardı.

Osmanlı aydınlarını Türkçülük üzerinde düşünmeye sevk eden âmiller hakkında şunlar söylenebilir:

* Batıda Türkler aleyhinde görüşler oluşuyordu. O halde, Türkler lehinde de görüşler oluşturulması, Türkçülük fikrinin gelişmesi sağlanmalıydı. Aksi takdirde Türk aleyhtarları, Türkleri yok edebilirlerdi.

* İslâm Medeniyeti, Arapların eseridir. Türkler, Arap topraklarını yönetimi altına alınca, iddiaya göre Arap medeniyeti gelişme imkânı bulamamıştır. O halde Türkler, Arap topraklarından kovulmalıdır. Halbuki Türkler o toprakları kan dökerek, can vererek almışlardı. O topraklar vatan olmuştu. Vatanı korumak da Türklük düşüncesinin bir unsuru idi.

* Hıristiyanlar da Türkleri hem Avrupa’dan hem de Avrupa’nın uzantısı olan Anadolu’dan kovmak, Orta Asya’ya sürmek istiyorlardı. Bu açıdan da vatana sahip çıkmak, Türkçülük düşüncesinin bir defa daha aslî unsuru oluyordu.

* Anadolu’da yaşayan gayrimüslimler ile Türk ırkına mensup olmayan etnik gruplar da Türkler aleyhinde önce fikir bazında, sonra da eylem bazında gelişmeler sağlıyorlardı.

Bütün bu gelişmeler karşısında Anadolu’da yaşayan Müslüman Türklerde bir kanaat oluştu: Türk’ün, Türk’ten başka dostu yoktur. Bu düşünce Türkleri bir araya getirdi Kurtuluş Savaşı böylece başladı.

CUMHURİYET DÖNEMİ

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 20 yılındaki uygulamalar, Türkçülük esasına dayalıdır. Bu atmosfer içerisinde dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu, 5 Ağustos 1942 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir konuşma yapar. Konuşmada şu cümleler yer alır:

“Biz Türk’üz. Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük, bir kan meselesi olduğu kadar, en az bir o kadar da vicdan ve kültür meselesidir. Biz, azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit, bu istikamette çalışacağız.”

Başbakan böyle diyordu. Fakat Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel himâyesinde, Sabahattin Ali’nin önderliğini yaptığı bir grup eğitimci, anti Türkçü ve komünist fikirlerin yayılması için geniş kapsamlı faaliyetler içerisindeydi.

Türk Milliyetçiliği’nin önder şahsiyeti Hüseyin Nihal Atsız, Başbakan’a hitaben bir açık mektup kaleme alır. Açık mektubun birinci bölümünü çıkarmakta olduğu Aylık Orhun Dergisi’nin 1 Mart 1944 tarihli sayısında, ikinci bölümünü de 1 Nisan 1944 tarihli sayısında yayınlar. Mektuplarda, devletin içine ve hatta beynine sızmaya çalışan zararlı cereyanlara dikkat çekmektedir.

TARİHÎ DÂVÂ

Sabahattin Ali, yine Hasan Ali Yücel’in teşvikiyle, bu mektupta kendisine hakaret edildiği iddiasıyla, Hüseyin Nihal Atsız aleyhine dâvâ açar. İlk duruşma, 26 Nisan 1944 tarihinde Ankara’da yapılır. Üniversitede okuyan milliyetçi gençler duruşmayı tâkip etmek üzere mahkeme salonunu hınca hınç doldurur. Söylenildiğine göre mahkeme heyeti duruşma salonuna pencereden girebilmiştir.

Hüviyet tespiti yapıldıktan sonra mahkeme 3 Mayıs 1944 tarihine ertelenir. Bu duruşmada gençlerin mahkeme salonuna alınmaması kararlaştırılır. Gençler, hem bu kararı protesto etmek, hem de hocaları ve önderleri Nihal Atsız’a destek vermek için duruşmadan sonra, o dönemde Anafartalar Caddesinde bulunan Adliye binasından Ulus’a doğru bir yürüyüş düzenlerler. Yürüyüş sırasında onbinlerce genç İstiklal Marşı söyleyerek, “Kahrolsun Komünistler”, “Yaşasın Atatürk”, Yaşasın Türk Milliyetçiliği” diyerek sloganlar atmışlar, Şükrü Saraçoğlu lehine de bağırmışlardır. Yürüyüşe
katılanların sayısı gittikçe artmıştır. Kimi meraktan, kimi destek vermek için yol kenarına toplanan halk da sloganlara katılınca, dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, kalabalığın atlı polislerle dağıtılmasını emretti. Bu olay, birçok kişinin yaralanmasına ve sakat kalmasına yol açtı. Yüzlerce kişi tutuklandı. Tutuklamalar daha sonra İstanbul’da VE Türkiye’nin diğer bölgelerinde devam etti. Onlar, ilk duruşmadan sonra serbest bırakıldılar.

Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1944’te Gençlik ve Spor Bayramı kutlama töreninde irat ettiği nutuktan sonra, tutuklamalar şuurlu bir hal aldı. Ankara, İstanbul ve diğer bölgelerde, anti komünist çalışmalara etkili olarak katılan, Türkçü fikirlere sâhip ve fikirlerini kitap ve makalelerle yazıya döken gençler tevkif edildi. İlk sorgulamalardan sonra elebaşı olarak belirlenenler İstanbul’da mahkemeye sevk edildi. O dönemde İstanbul’da Sıkı Yönetim uygulaması vardı. Ankara’da başlayan Nihal Atsız – Sabahattin Ali Dâvâsı’nın da sıkı yönetim mahkemelerinde görülebilmesi için, sonradan tutuklanan kişilerin dosyası ile birleştirilerek İstanbul’a nakledildi. Toplam 24 kişi, duruşma dışındaki günlerde tabutluk denilen hücrelerde tutuldu, işkencelere mâruz bırakıldı.

Sol basının 1944 Irkçılık – Turancılık Dâvâsı olarak adlandırdığı gerçekte ise Türkçülük Dâvâsı olarak anılması gereken, duruşma günleri, Türk Milliyetçileri’nin acılı günleridir.

Başlangıçta Türk Milliyetçileri, o acı günleri, hüzünle anmak için toplanıyorlardı. Dâvânın mağdurlarının tamamı, Askerî Mahkeme’de görülen Temyiz duruşmalarından sonra 3 Mart 1947 tarihinde suçsuz bulunup beraat edince, toplantılar bayram günü kutlamalarına dönüştü. Adına Türkçüler Bayramı denildi. 1988 yılı kutlamalarında merhum Başbuğ Alparslan Türkeş, ‘Türkçülük’ kelimesinin ırkçılık kavramını çağrıştırdığını belirterek, 3 Mayıs için ‘Milliyetçiler Günü’ denilmesinin uygun olacağını söylemişti.

1944 Türkçülük Dâvâsı’nın duruşmaları, Türk Milliyetçileri’nin; inanç, cesâret ve yüksek ahlâk anlayışı ile vatanseverlik konularında imtihanı olmuştur. Her yıl o imtihanda elde edilen üstün başarı kutlanmaktadır.

Ulu dağlar zirvesinde, asâletin ve temizliğin timsâli bembeyaz karlar gibi beklemekte olan Türk Milliyetçiliği ülküsü, 3 Mayıs 1944’te küçücük bir kıpırdanışla büyüyen çığ oldu. Zararlı ideolojiler o çığın altında ezildiler. Belki yok olmadılar. Fakat Türkiye’mizin geleceğini tümü ile etkileme imkânlarını bulamadılar.

1944 Türkçülük Dâvâsı’nın mağdurları olan 24 kişinin isimleri ve bulunabilen biyografiler şöyledir.


ALPARSLAN TÜRKEŞ

(Lefkoşe, 25.11.1917 – Ankara, 04.04.1997)

Dünya Türklüğü’nün son lideri. Kuleli Askeri Lisesi’ni 1936’da, Kara HarpOkulu’nu 1938’de,Piyade Atış Okulu’nu 1939’da bitirdi. 1944’te yüzbaşı iken Irkçılık-Turancılık Davası’nın mağdurları arasında yer aldı, beraat etti. 1948’de Harp Akademisi’ni bitirerek kurmay subay oldu. ABD’ye gönderildi. Orada da Harp Akademisi’ni ve Piyade Okulu’nu bitirdi. 1955 – 1957 yıllarında Washington’da NATO Daimi Komitesi’nde görev aldı. 1959’da Almanya’da Atom ve Nükleer Okulu’nda ihtisas yaptı. Dönüşünde Kurmay Albay olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı NATD Şubesi Müdürlüğü yaptı. Bu görevde iken 27 Mayıs 1960 İhtilali’ni gerçekleştiren kadro içinde yer aldı ve Milli Birlik Komitesi (M.B.K.) üyesi oldu. İhtilalden sonra oluşturulan hükümette Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirildi. M.B.K. üyeleri arasında çıkan görüş ayrılığı sebebiyle 13 Kasım 1960’da orgeneral rütbesiyle emekliye sevk edilerek Hindistan Büyükelçiliği’nde danışman olarak görevlendirildi. 23 Şubat 1963’te Türkiye’ye giriş yasağı kaldırıldı. 16 Ağustos 1965’te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (C.K.M.P.) Genel Başkanlığı’na seçildi. Parti Programını Dokuz Işık – Ülkücü Yol olarak adlandırılan milliyetçi-Türkçü görüş doğrultusunda yeniden düzenledi. 1969’da partinin adını; Milliyetçi Hareket Partisi (M.H.P.) olarak değiştirdi. 1965’te Adana’dan, 1969’da Ankara’dan milletvekili seçildi. 1975 – 1978 yılları arasında başbakan yardımcısı olarak hükümette görev yaptı. 12 Eylül 1980 Harek3atı’ndan sonra tevkif edilerek M.H.P. ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nda yargılandı. 6 Eylül 1987’de, diğer siyasilerle birlikte, hakkındaki siyaset yapma yasağı, referandum sonucu olarak kaldırılınca, Milliyetçi Çalışma Partisi (M.Ç.P.) Genel Başkanlığı’na seçildi. 4 Ocak 1993’de partinin adı, eski şekline döndürüldü, Milliyetçi Hareket Partisi oldu.

Yayınlanmış kitapları: Dokuz Işık (1964), 1944 Milliyetçilik Olayı (1968), Türkiye’nin Meseleleri (1969), Yeni Ufuklara Doğru (1972), 27 Mayıs – 13 Kasım – 21 Mayıs ve Gerçekler (1977), Temel Görüşler (1977).

O yalnız Türkiye Türkleri’nin değil, bütün Türklük Aleminin Başbuğu idi. Ömrünü adadığı Türk Dünyası’nın bağımsızlığına kavuştuğunu görmek saadetini tattı. Bağımsızlığın, Türk Birliği haline dönüşmesi için gecesini gündüzüne katarak çalışmalarını sürdürdü. Dünya üzerinde yaşayan her Türk hür olmadıkça saadet tam olamazdı. Kurultaylar düzenledi. Türklüğün meselelerini dünya kamuoyuna anlattı. Çözümler bulmak, Türk Birliği’ni oluşturmak için kendini feda edercesine çalıştı.

Türklük aşkı ile dolu kalbi, o aşkla büyüdü büyüdü ve artık bu dünyaya sığmaz oldu. Türklük için yoğun koşuşturmalarla geçen bir günün gecesinde Hakk’a yürüdü. O’nun yüreğinde Dünya Türklüğü vardı. Dünya Türkleri’nin kalbine yerleşti. Aziz hâtırası Türkçü gönüllerde yaşıyor. Fikirleri ve ülküsü de daima yaşayacak.

Duruşmalar sırasında Piyâde Üsteğmen idi. İlk durumlalar sonunda 9 ay 10 gün hapis cezâsına çarptırıldı.


CİHAT SAVAŞ FER

Duruşmalar sırasında Yüksek Mühendis Mektebi Dördüncü sınıf öğrencisi idi. İlk duruşmalar sonucunda 4 sene hapis, 2 sene Uşak’ta gözetim altında tutulması ve 4 sene amme hizmetlerinden mahrumiyet cezasına çarptırıldı.


DEMİRCİOĞLU CEBBAR ŞENEL

Duruşmalar sırasında Adana Adliyesi hâkim adaylarından idi. İlk duruşmalar sonucunda 11 ay hapis cezasına mahkûm edildi.


FAZIL HİSARCIKLILAR

Duruşmalar sırasında yedek subay asteğmen idi. Bir iddiaya göre, Mahkemenin ilk safahatında şâhit olarak bulundu. Temyiz sırasında da, askerlikte işlediği bir suç sebebiyle, Türkçülük Dâvâsı’nın mağdurlarıyla olan arkadaşlığı sebebiyle beraberlik söz konusu olmuş. Zaten ismi, ilk duruşmalar sonrasında mahkûm olanlar arasında da, beraat edenler arasında da yer almıyor.


FAZLIOĞLU CEMAL OĞUZ ÖCAL

(Seydişehir, 1913 – İstanbul, 1971)

Duruşmalar sırasında Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü Pedagoji Bölümü öğrencisi idi. İlk duruşmalar sonucunda 11 ay hapis cezasına mahkûm edildi.


FEHİMAN (ALTAN) TOKLUOĞLU

(Hayatta)

20 Eylül 1922 tarihinde Kayseri’nin Tavlusun köyünde dünyaya geldi. Kasap Ahmet Efendi’nin oğludur. İlkokulu Kayseri’de okuduktan sonra parasız yatılı imtihanına girdi, kazandı ve ortaokul ile liseyi bu şekilde bitirdi. O zamanki adı ile Yüksek Mühendis Mektebi olarak anılan İstanbul Teknik Üniversitesi’nden İnşaat Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu.

Savcı, Fehiman Tokluoğlu için 4 yıldan 10 yıla kadar hapis cezâsı istemişti. Duruşmalar sebebiyle okulda bir yıl kaybı oldu. Okuldaki siciline ‘izinli’ olduğu yazıldığından ve duruşmalar sonunda beraat ettiğinden, Yüksek Mühendis diplomasını aldıktan sonra, devlet dairelerinde çalışması mümkün olabildi. Bayındırlık Bakanlığı’nda 5 yıl çalıştı. Bir burs kazanarak Amerika’ya gitti. 5 yıl kalıp lisans eğitimi gördü, staj yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra Devlet malzeme Ofisi’nde çalıştı. İnşaat Daire başkanlığı’na kadar yükseldi. 1987’de emekli oldu. Bir müddet inşaat müteahhitliği yaptı.

Fehiman Altan Tokluoğlu, halen Ankara’da yaşamaktadır. Kendilerine hayırlı ve sağlıklı nice nice yıllar dileriz.

Duruşmalar sırasında Yüksek Mühendis Mektebi 4. sınıf öğrencisi idi. O dönemde Altan soyadını kullanıyordu. Sonradan soyadını Tokluoğlu olarak değiştirdi.


Dr. FETHİ TEVETOĞLU

(İstanbul, 31.01.1916 – Ankara, 27.12.1989)

Politikacı, diplomat ve edebiyatçı-yazar. Yazarlık ve yayıncılık hayatına, Askerî Tıbbiye öğrencisi iken 1939 yılında Kopuz Dergisi’ni çıkararak başladı. Şiirlerini Bir Bayrak Altında (1939), Türklüğe Kurban (1943) isimli kitaplarda topladı. Hamâsî Türk Şiirleri Antolojisi isimli kitabını 1997 yılında yayınladı. Büyük Türkçü Ahmet Hikmet Müftüoğlu (1951), Enis Behiç Kor yürek – Hayatı ve Eserleri (1951), Faşist Yok Komünist Var (1962), (Dört dilde yayınlanan) Dış Politika Görüşümüz (1963) diğer yayınlanmış kitaplarıdır. Adalet Partisinden Samsun Senatörü olarak parlâmentoya girdi. Bu görevi, aralıksız 12 yıl devam etti.

Duruşmalar sırasında Üsteğmen rütbesinde askerî doktor idi. İlk duruşmalar sonucunda 11 ay 20 gün hapis cezasına mahkûm edildi.


HAMZA SÂDİ ÖZBEK

Duruşmalar sırasında Aydın’da Maliye Tahsil Servisi Şefi idi. Beraat etti.


Dr. HASAN FERİT CANSEVER

(Antalya, 1891 – İstanbul, 20.06.1969)

Fikir adamı, tıp doktoru ve yazar. İstanbul Tıp Fakültesi’nden askerî doktor olarak mezun oldu. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda önemli hizmetlerde bulundu. Bsavaşı’nda Sîna Cephesi’ndeki Hilâl-i Ahmer (Kızılay) Hastahânesi’nde başhekim olarak gönderildi. Hastahâne, Sîna’dan sonra Kudüs’e naklediliyor. Küdüs’ün 1919’da elden çıkmasından sonra İstanbul’a geldi. Ordudan ayrıldı ve Haydarpaşa Hastahânesi’ne başhekim oldu. Kısa bir süre sonra da Antalya’ya İl Sağlık Müdürü olarak tâyin edildi. Gerek Antalya’da gerekse daha sonra görev yaptığı Anada’da, o dönemin en önemli ve öldürücü hastalığı olan Sıtma ile savaştı, başarılı sonuçlar aldı. Sıtma Savaş Kurumu, bu çalışmalar üzerine oluşturuldu. Hasan Ferit Cansever Sağlık bakanı olan arkadaşı Adnan Adıvar ile bazı konularda anlaşamadığından devletteki görevinden istifa ederek İstanbul’a yerleşti ve serbest hekim olarak meslekî çalışmalarını sürdürdü. Türk Ocakları’nın kuruluşunda asıl ocaklılar nüvesini oluşturan Tıbbiyelilerin öncüsü idi. Kuruluştan sonra da hayatı boyunca Türk Ocakları Merkez Heyeti’nde Genel Sekreter olarak görev yaptı. Türk Ocakları’nın kapalı olduğu dönemde, Türk Yurdu’nun 12 sayısını yayınladı.

Dr. Hasan Ferit Cansever’in, tevkif edilip 1944 Türkçülük Dâvâsı sanıkları arasında yer almasının sebebi, Zeki Velidi Togan ve İsmail Hâmi Danişmet ile birlikte yayınladıkları “Türklük” isimli dergidir.

Cansever, 1944 Türkçülük Dâvâsının 24 mağdurundan biridir. Duruşmalar sırasında yüzbaşı rütbesinde askerî doktor idi. Mahkeme süresince 1,5 yıl tutuklu kaldı. Duruşmalar sonunda mahkeme, beraatına karar verdi.


HİBETULLAH İDİL

Kazak Türklerindendir. Rus zulmünden kaçarak Türkiye’ye gelmişti. Türkçülük aleyhtarı idarenin zulmüne mâruz kaldı. Çok iri-yarı bir insanmış. Tabutluuğa sığmadığı için hücsenide işkence görmüş. Mahkeme, beraatına karar verdi.


Prof. Dr. HİKMET TANYU

(Ankara, 09.01.1918 – İstanbul, 11.02.1992)

Türkçü ilim adamı. Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi’ni bitirdi. 1944 Irkçılık – Turancılık Dâvâsı’nın mağdurlarındandır. İşkencelere mâruz kaldı, yargılandı ve beraat etti. Buna rağmen Türkçülük aleyhtarı siyâsî otorite onu ezmeye devam etti. Lise öğretmeni olarak tâyini engellendi. İlkokul ve ortaokul öğretmenliğine tâyin edilerek tahkir edildi. Üniversiteye intisabı engellendi. Ancak 1955 yılında Ankara İlâhiyat Fakültesi’ne Dinler Tarihi asistanı olarak kabul edildi. 1973’te profesör oldu. Üç yıl süre ile dekanlık yaptı. Eserlerinden bazıları: Türkçülük ve Gerçek Demokrasi (1945), Türk Gençliğinin Kükreyişi - Türk Milliyetçilerinin Dâvâsı ve Hedefleri, Komünizm ve Komünistlerin Tahlil ve Tenkidi (1947) Türkçülük Dâvâsı ve Türkiye’de İşkenceler (1952), Niçin Komünist Oluyorlar ? (1958), Dinler Tarihi Araştırmaları (1973), Türkler’in Dinî Tarihçesi (1978), İnsan ve Dünya (Şiirler – 1978), İslâm Dininin Düşmanları ve Allah’a İnananlar (1980), Türkler’de Tek Tanrı İnancı (1981).

Duruşmalar sırasında İçişleri Bakanlığı evrak kaleminde memur olarak çalışıyordu. Mahkeme, beraatına karar verdi.


HÜSEYİN NÂMIK ORKUN

(İstanbul – Kasımpaşa, 15.08.1902 – Ankara, 23.03.1956)


Döneminin ilmiye sınıfı mensubu Mehmet Hayri Bey’in oğludur. Orta öğrenimini Nişantaşı Sultânîsi’nde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Tarih Bölümü’nü, bitirdi. Macaristan’da Budapeşte Üniversitesi’nin Felsefe Bölümü’nde ünlü Macar Türkoloğu Oyula Nèmet’in öğrencisi olarak Türkoloji öğrenimi gördü, sertifika aldı. 1930 yılında yurda dönerek Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü, Polis Koleji, Devlet Konservatuarı ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde devrim tarihi ve Türk tarihi dersleri okuttu. Orkun Kitâbeleri ve Türk Kültürü konularındaki araştırmalarıyla tanındı.

Hâkimiyet-i Millîye Gazetesi’nde ve Türk Yurdu, Ülkü, Varlık, Millet Türklük, Bozkurt gibi dergilerde; Türk efsâneleri, Türk destanları, Türk boyları üzerine yazıları yayınlandı.

Eserlerinden bazıları şunlardır:
Türk Dünyası (1932), Avarlar – Peçenekler - Kumanlar (1933), Atillâ ve Oğulları (1933), Oğuzlara Dair (1935),
Eski Türk Yazıtları (4 Cilt, 1936 – 1941), Hunlar (1938), Türk
Tarihi’nin Bizans Kaynakları (1938), Osmanlılar’ın aslına Dâir (1939), Yeryüzünde Türkler (1944), Türk Tarihi (4 Cilt, 1946), TürkçülüğünTarihi (1951), Büyük Türkçü Şıpka kahramanı Süleyman Paşa (1951).

Duruşmalar sırasında Ankara Gazi terbiye Enstitüsü’nde tarih öğretmeni idi. Mahkeme, beraatına karar verdi.


HÜSEYİN NİHAL ATSIZ

(İstanbul, 25.01.1905 – İstanbul, 11.12.1975)


Türkçülük akımına bayraktarlık etmiş olan yazar, şair ve eğitimci.Türkçülük Bayrağını 70 yıl en yükseklere ulaştırmak için çalıştı. Türkçülük düşmanlarının çarptığı en sert kalkan oldu. Milliyetçi görüşleri sebebiyle sonsuz ezâlar, cefâlar çekti. Milliyetçilik ve Turancılık fikrinin, idealizmin sembolü oldu. 1930’lardan beri yazılarıyla ve eserleriyle Türk
Gençliğini aydınlattı, şuurlandırdı ve ruhlandırdı. Ülkü âbidesi olarak gençliğe örnek teşkil etti. Atsız Mecmua’yı, Orkun ve Ötülen Dergilerini çıkardı. Eserlerinden bazıları: Türk Tarihi Üzerine Toplamalar (1935), Türk Tarihinde Meseleler (1966), Bozkurtların Ölümü (1946), Bozkurtlar Diriliyor (1949), Deli Kurt (1958). Şiirleri: Yolların Sonu (1946), Makaleleri, Türk Ülküsü (1959) isimli kitapta toplandı. Atsız Ata, Türkçülüğü şöyle târif ediyordu: Türkçülük, Türk Milliyetçiliği’nin adıdır. Kelimenin sonundaki ek, yerine göre mensupluk, sevgi, taraftarlık gösteren bir ektir. Türkçülük de Türk sevgisi ve taraftarlığı demek olduğuna göre kelime, yerinde kullanılmıştır. Başka milletlerin Türk taraftarlığı ve Türk sevgisi, bu kelime ile ifâde olunamaz. Zaten başka milletlerin Türk’ü sevmesi, gerçek bir sevgi değildir. Geçicidir, çıkara dayalıdır veya nezâket gereğidir. Türk’ü gerçek olarak Türk’ten başkası sevemez. Şiirlerinden mısrâlar:

Haydi artık dinsin bütün ıstırapların / Ufuklardan şanlı bir gün doğacaktır yarın !

* *

Güzellikle, sıcaklıkla ve ihtişamla... / Kumandansız hazır olup O’nu selâmla !

* *

Gönlündeki yaraların kanını dindir... / Yüzde yüz Türk olduğun gün, cihan senindir.

Duruşma kayıtlarında, işi bölümüne: Lise öğretmenliğinden çıkarılma şeklinde bilgi düşülmüştür.

Birinci mahkeme sonunda 6 sene 6 ay 15 gün hapis cezasını çarptırıldı. 3 sene Adana’da gözaltında tutulması, ömür boyu amme hizmetlerinden mahrum edilmesi kararlaştırıldı.


Av. İSMET TÜMTÜRK

(İstanbul, 06.06.1916 – İstanbul, 26.02.1998)

Türkçü yazar ve avukat. Hukukçu olmasına rağmen biyoloji ve antropoloji konularında uzmanölçüsünde bilgi sâhibi idi. İstanbul Erkek Lisesi’nde İngilizce öğretmenliği, belediyede müfettişlik yaptı. 1944 Irkçılık – Turancılık Dâvâsı sebebiyle hapse atıldı. Diğer Türkçüler’le birlikte beraat ettikten sonra avukatlığa başladı. 1950 – 1952 yılları arasında Orkun Dergisi’nin, 1962’den 1965’e kadar Millî Yol Dergisi’nin sahibi ve başyazarı olarak Türk Milliyetçiliğine hizmet etti. Türkçüler Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. 1985’te avukatlık mesleğinden emekli oldu, tüm çalışmalarını Türkçülük Ülküsü’ne tahsis etti. Cenap Şahabeddin’in oğlu idi. İstanbul’da bir trafik kazâsı sonucunda hayata vedâ etti.

Duruşmalar sırasında İstanbul Belediyesi’nde müfettiş olarak çalışmakta idi. Mahkeme, beraatına karar verdi.


MUZAFFER ERİŞ

Duruşmalar sırasında Yüksek Mühendis Mektebi 4. sınıf öğrencisi idi. Mahkeme, beraatına karar verdi. (Not: İstanbul Beyazıt'taki Sahaflar Çarşısı (nda işyeri olan merhum Muzaffer Eriş ile karıştırılmaktadır.)


NECDET SANÇAR

(İstanbul, 01.05.1910 – İstanbul, 15.02.1975)

Türkçü yazar ve eğitimci. Türkçülük ülküsünün bayrak ismi Hüseyin Nihal Atsız’ın ana-baba bir kardeşidir. Edebiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra Sivas Öğretmen Okulu’nda edebiyat öğretmenliğine tâyin edildi. Türk ülküsüne gönül veren öğrenciler yetiştirirken, dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından bakanlık emrine alındı. Bir müddet sonra Balıkesir Lisesi’ne tâyin edildi. Türkçüler aleyhine Haçlı Seferleri benzeri savaşların başlatıldığı 1944 yılında tevkif edilenler arasında Necdet Sançar da vardı. 14 ay hapse mahkûm edildi. Karar temyizde bozuldu, beraata çevrildi. Fakat öğretmenlik hayatının zehir olması için her şey yapıldı. Sıradan memuriyetler için sürgün tâyinlerle cezalandırılmaya çalışıldı. 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince tekrar edebiyat öğretmenliğine tâyin edildi. Pek çok milliyetçi insan yetiştirdi. Hanımı Reşide Sançar Hanımefendi de kendisi gibi öğretmen ve milliyetçi idi.

Duruşmalar sırasında Balıkesir Lisesi’nde Edebiyat öğretmeni idi. İlk mahkeme sonucunda 1 sene 2 ay hapis cezasına mahkûm edildi.


NURULLAH BARIMAN

Duruşmalar sırasında yedek subay teğmen olarak askerlik görevini yapmakta idi. İlk mahkeme sonucunda 4 sene hapis cezasına çarptırıldı. 2 sene Kırşehir’de gözaltında tutulmasına, 4sene amme hizmetlerinden mahkûm
edilmesine karar verildi.


ORHAN ŞAİK GÖKYAY

(İnebolu, 16.07.1902 – İstanbul, 02.12.1994)

Millî şairlerimizdendir. Bulgaristan’ın Filibe şehrinden 1840 yılında Türkiye’ye gelen ve Bolu’nun Göynük ilçesine yerleşen bir ailenin ferdidir. İlk şiiri 1922’de Kastamonu’da çıkan bir gazetede yayınlandı. Aynı yıl Ankara Öğretmen Okulu’ndan mezun olarak öğretmenliğe başladı. Üniversite mensubu olmamasına rağmen önemli bir bilim adamı idi. Türk Dili söz konusu olduğunda, “bilim” adı altında yapılan her yanlışın karşısına dağlar gibi dikilmiştir. O’nun yetiştirdiği öğrenciler, bilim konusundaki titizlikleri ile, hocalarının yolunu tâkip ettiler. Böylece Türk Dili konusunda eşsiz eserler meydana getirdiler. 93 yaşında Hakk’a yürüdüğünde, üniversite kürsüsünde konferans veriyordu. 1924 – 1926 yılları arasında Çağlayan isimli dergiyi yayınladı. 1930’da Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Ölümüne kadar liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı. 1944’de Irkçılık – Turancılık Dâvâsı’nın mağdurları arasında idi. İlim çalışmalarının yanında
yaşadığı yoğun duygu dünyasını şiirlerine aktardı. Böylece hem ilim, hem de edebiyat adamı unvanına hak kazandı. Bu Vatan Kimin adlı şiiri ile tanındı ve sevildi. Eserlerinden bazıları: Dede Korkut (1938), Kâtip Çelebi (1968), Bu Vatan Kimin? (1994). Eşi ile birlikte Dorian Gray’ın Portresi isimli eseri Türkçe’ye çevirdi.

Duruşmalar sırasında Ankara Konservatuarı Direktörlüğü’nden, vekâlet emrine alınmış pozisyonda idi. Mahkeme, beraatına karar verdi.


Ord. Prof. Dr. REHA OĞUZ TÜRKKAN

(Hayatta)

3 Mayıs 1920’de İstanbul’da dünyaya geldi. 6 göbek öncesi, Azerbaycan’ın Gence şehrinden Kastamonu’ya yerleşen bir ailenin ferdidir.

İlkokulu St. Joseph’de, Ortaokulu Kabataş Lisesi’nde okudu. Lise tahsiline Galatasaray Lisesi’nde başladı, Gazi Lisesi’nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde master eğitimine başladı. 1944 Irkçılık Turancılık Dâvâsı sebebiyle tutuklandığından yarım kaldı. Beraat ettikten sonra Edebiyat Fakültesi’nde Tecrübî psikoloji masteri yaptı.

Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nde başladığı Tarih ve Türkoloji tahsili, İkinci Dünya Savaşı sebebiyle yarım kaldı. Savaş sonrasında Tecrübî psikoloji doktorası için tahsiline devam edip tamamladı.

Uzmanlık alanları: Tecrübî psikoloji, eğitim, fütüroloji, hukuk, tarih, sosyo etnografya, hızlı okuma – kolay öğrenme teknikleri ve senaryo yazarlığı.

1944 – 1945 yıllarında duruşmaları yapılan Irkçılık Turancılık Dâvâsı’nın 24 mağduru arasındaydı. Tabutluklarda işkence gördü. İlk Mahkeme kendisini 5 sene 5 ay hapis cezâsına çarptırdı. 2 sene Diyarbakır’da gözetim altında tutulması kararlaştırıldı. Askerî Mahkeme’de görülen temyiz duruşmalarında beraat etti.

Beraat kararını aldıktan sonra ABD’ye gitti. 1947’den 1972’ye kadar Columbia ve CCNY (Cty College of New York) Üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı. 4 Eyâletin eğitim plânlamasını hazırladı, açık üniversitelerin kurulmasında eğitim teknolojisi danışmanı olarak görev aldı. 124 okulun kuruluşuna ait proje ve programları hazırladı. Türkiye’de Yay-kur Açık Öğretim Üniversitesi’ni kurdu.

Fransızca, İngilizce ve Türkçe olarak kaleme aldığı eserlerin sayısı 37’dir. Ayrıca 2 ansiklopedi hazırladı, 9 adet film, 3 adet TV filmi senaryosu yazdı. Sürekli basın kartı sâhibidir. Eserlerinin belli-başlıları şunlardır:

DÖRT İÇTİMÂÎ MESELE : (İstanbul, 1939)
TÜRKÇÜLÜĞE GİRİŞ . (İstanbul, 1940)
MİLLİYETÇİLİĞE DOĞRU : (İstanbul, 1943)
TURKISH NATİONAL CARACTER : (New York, 1971)
YÜKSELEN MİLLİYETÇİLİK (İstanbul, 1995)
TABUTLUKTAN GURBETE (İlk baskı İstanbul, 1975. Üçüncü Baskısı: İstanbul, 1988)
KOLAY VE İYİ ÖĞRENME TEKNİKLERİ : (İstanbul, 1999)
ANLAYARAK ÇOK HIZLI OKUMA (İlk Baskı: İstanbul, 1977, 3. Baskı: İstanbul, 2000
İKNA VE UZLAŞMA PSİKOLOJİSİ (İstanbul, 1988)
KIZILDERİLİLER VE TÜRKLER (İstanbul, 1999)
BİZ KİMİZ ? (İstanbul, 1987)
YİRMİBİRİNCİ YÜZYILDA DÜNYA VE TÜRKİYE (İstanbul, 1988)

* * *

Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan evli ve dört çocuk babasıdır. Halen Türk 2000’ler Vakfı’nın şeref başkanıdır. İstanbul’da Kadıköy yakasında ikamet etmektedir. Hocamıza hayırlı ve sağlıklı nice hizmet dolu yıllar dileriz.


SAİT BİLGİÇ

(Şarkikaraağaç, 1920 – İstanbul, 13.08.1988)

Türkçü fikir adamı ve siyasetçi. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra nahiye müdürlüğü yaptı.Ankara Hukuk Fakültesi’ni 1944’te bitirdi. Aynı yıl Irkçılık – Turancılık Dâvâsı’nın mağdurları arasında idi. 4 ay gözaltında tutuldu. Mahkemede beraat etti. Bir süre hâkim olarak görev yaptı. 1946’da Isparta’da Demokrat Parti İl Teşkilâtı’nı kurdu, 1950’de milletvekili seçildi. Bu görevi 1960 ihtilâline kadar devam etti. 1952’de Türkiye Milliyetçiler Derneği’nin Genel Başkanlığı’na getirildi. Orta Doğu, Bab-ı Âli’de Sabah, Adalet ve Yeni Düşünce gibi yayın organlarında millî ve mânevî değerlerimizi işleyen, yücelten yazılar yazdı. 1978’de Milliyetçi Hareket Partisi Genel İdare Kurulu’na seçildi. Bu görevi sebebiyle 12 Eylül 1980 ihtilâlinden sonra tevkif edildi. 120 gün göz altında tutuldu, beraat etti.

Duruşmalar sırasında Ankara Adliyesi’nde hâkim adayı olarak çalışmakta idi. Mahkeme, beraatına karar verdi.


SÂLİM BAYRAK

Duruşmalar sırasında Temyiz Mahkemesi’nde evrak memuru olarak çalışmakta idi. Mahkeme, beraatına karar verdi.


YUSUF KADIGİL

Mahkeme kayıtlarına göre duruşmalar sırasında herhangi bir meşguliyeti yoktu. Mahkeme, beraatına karar verdi.


MUSTAFA ZEKİ (ÖZGÜR) SOFUOĞLU

(Hayatta)

1920 yılında Adana’da dünyaya geldi. Ailenin dokuz çocuğundan beşincisidir. Doğum yılında Adana, Fransızların işgali altındaydı. Kundakta iken, ailesi Toroslor’da Karaisalı kasabasınınn Çakallı köyüne göç etti. Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar orada kaldılar. Döndüklerinde, Adana’daki evlerinin yakıldığını gördüler. İlk, ortaokul ve lise öğrenimini Adana’da tamamladı. Üniversite tahsili için Ankara’ya geldi. O zamanki adı Mülkiye Mektebi olan Siyasal Bilgiler Fükiltesi’ne girdi. Mezun olduktan sonra yedeksubay olarak askere alındı. Daha fakülte öğrencisi iken Türkçülük düşmanlarıyla mücâdele etmeye başlamıştı. Milliyetçi fikirler ihtiva eden yazıları da bu yıllarda yayınlandı. İlk yazısı, Gökbörü Dergisi’nin 5. sayısında “Kökten Değişiklik Lâzım” başlığı ile çıktı. Yazıda, eğitim ve terbiye sistemimizin bozuk olduğu belirtiliyor, idealizm, diğergâmlık, miiliyet ve ülkü aşkı ile vatanseverlik duyguları veren bir eğitim sistemine olan ihtiyaç dile getiriliyordu. Bu yazı ve benzerleri, Sabahaddin Ali - Nihal Atsız Dâvâsı sebebiyle Hasan Ali Yücel’e ihbar edilince tutuklanmasına karar verildi.

Duruşma sırasında Yedek Subay Asteğmen olarak askerlik görevini ifa etmekte idi ve Özgür soyadını kullanıyordu. Sonra&dan memuriyete dönebilmek için soyadını değiştirip, ailesi tarafından Adana’da kullanılan lâkab olan Sofuoğlu’nu soyadı olarak kabillendi. Mahkeme, beraatına karar verdi.

Bir röportaj sırasında Sofuoğlu Türkçülük hakkında şöyle diyordu: “Türkçülük; kafatasçılığa ve laboratuvar ırkçılığına dayanan, yabancı taklidi bir milliyetçilik değildir. Türkçülük; Türk milleti’nin tarihten sürüp gelen bünye ve ruh özelliklerine uyan, bugünkü ve yarınki ihtiyaçlarına cevap veren, bize has bir milliyetçiliğin adıdır. Türk Milleti’nin en önemli meselesi, millî şuur, millî ruh, millî kültür noksanlığıdır. Millî bir ülkü çerçevesinde yekpâre ve modern bir topluluk seviyesine ulaşmamız gerekiyor. Bu meseleleri halletmeden iktisadî meseleleri halletmeye çalışırsak, hedefe ulaşmayı geciktirmiş, hatta zorlaştırmış oluruz.”

Mustafa Zeki Sofuoğlu’nun çalışma hayatı, eğitim câmiasında geçti. Ankara Ticaret lisesi’nde öğretmenlik ve Müdür Başyardımcılığı, Yüksek Ticâret ve Turizm Öğretmen Okulu’nda hocalık, Meslek Okulları Genel Müdürlüğü ve Millî Eğitim Bakanlığı ‘nda Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Emekli olduktan sonra Ankara’da münzevî bir hayat yaşamaktadır.

Halen 82 yaşında olan hocamıza sağlıklı nice yıllar diliyoruz.


Ord. Prof. Dr. ZEKİ VELEDÎ TOGAN

(Başkırdistan, 10.12.1890 - İstanbul, 26.07.1970)

Türk bilim tarihinin devlerinden ve Türkçülüğün önderlerindendir.Başkırdistan Muhtar Cumhuriyeti’nin Sterlitamak köyünde dünyaya geldi. İlk eserini 20 yaşında iken yayınladı. Türk Kavimlerinde Dört Mısralı Şarkılar isimli kitaptı. Çarlık Rusya’sı döneminde milletvekili seçildi. Ülkesinin ve Türk Dünyası’nın haklarını savundu. Yazıları ile de Türklük şuurunun oluşmasına, yerleşmesine ve gelişmesine çalışıyordu. 1917 Komünist İhtilâli’nden sonra Türkler’in bağımsızlığa kavuşması için gayret gösterdi. Yeni kurulan Başkırdistan Devleti’nin Cumhurbaşkanı oldu. Komünistler, O’nun Türklüğe hizmetlerinden rahatsız oldular. Çünkü Türkler’e esir hayatı yaşatıp sömürmeyi amaçlıyorlardı. Togan, milletinin başında silâhlı mücadeleye girişti. Güç dengesindeki aleyhte faktörler sebebiyle mücadeleyi kaybetti. Başkırdistan, kızıl çizmeler altında ezilmişti. Togan önce Avrupa’ya gitti, akademik kariyerini tamamlayıp İstanbul’a geldi. Üniversitede öğretim üyesi oldu. Yaş haddinden emekli oluncaya kadar Edebiyat Fakültesi’nin Tarih bölümünde hocaların hocası olarak ülküsüne ve ilme hizmet etti. 1944 Irkçılık – Turancılık Dâvâsı’nın çilekeşleri arasında haksızlığa uğradı. Fakat yılmadı. 80 yaşına kadar inandığı yolda yürüdü. Eserlerinden bazıları: Türkistan Tarihi (1939), Umumî Türk Tarihine Giriş (1946), Türkçülüğün Mukadderatı Üzerine (1971), Hâtırâlar (1969).

Duruşmalar sırasında İstanbul Üniversitesi’nde Türk tarihi Profesörü olarak görev yapmakta idi. İlk mahkeme sonunda 10 sene ağır hapis cezasına çarptırıldı. 4 sene Adapazarı’nda gözaltında tutulmasına, ömür boyu amme hizmetlerinden mahrum bırakılmasına karar verildi.

OĞUZ ÇETİNOĞLU
http://milliyetciforum.de.pl/forum/t5685-3-mays-trkler-gn.html
 3 mayıs türkçüler günü  32676  3 mayıs türkçüler günü  148107  3 mayıs türkçüler günü  684658
İlteriş Kağan
İlteriş Kağan
Yazışmalık Yöneticisi


Yazışmalık Yöneticisi


 3 mayıs türkçüler günü  Turkey10
 3 mayıs türkçüler günü  Gencat10
 3 mayıs türkçüler günü  Pro10
Yaş Yaş : 43
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Turan
Lakap Lakap : ©ﻕΞתς яΞiS
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 01/10/81
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Hepsini Okudum
İletiler: İletiler: : 5564
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 06/01/09
 3 mayıs türkçüler günü  Pro1010
 3 mayıs türkçüler günü  290407


 3 mayıs türkçüler günü  Ile10

https://ilteris.forum.st/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz