X Meselesi
1 sayfadaki 1 sayfası
X Meselesi
Bir gazete okuyucusunun, elifbamıza "x" ve "w" harflerinin de alınıp alınmaması hakkında ortaya sürdüğü düşünce epey dallandı budaklandı. Birçok kimselerin ve bu arada üniversite hocalarından bazılarının fikirleri soruldu. Netice itibarıyla bazıları ecnebî adların asıl imlâsıyla, bazıları da bizim okuyuşumuza göre yazılması icap ettiğini söylediler.
Halbuki elifbamızın eksikliği, tamamlığı mütalaa olunurken düşünülecek başka noktalar vardır. O da bugünkü harflerimizin dildeki bütün sesleri çıkarıp çıkarmadığı ve imlâmızın bu haliyle, zengin bir dile yaraşıp yaraşmadığı meselesidir.
Bugünkü elifbamız bugünkü Türkçe için çok eksiktir. Bazen iki sedayı bir tek şekille gösterdiğimiz için dilimizin zenginliği kaybolmaktadır. Hele iki harfimiz vardır ki onlar için ayrı işaretler kabul olunmadıkça Türkçe'de birçok iltibaslarını önüne geçmek kabil olmayacak, netice itibarıyla da dilimiz yoksul bir dil halinde kalacaktır. Bu iki harf "açık e" dediğimiz "ä" harfiyle "sağır nun" dediğimiz "g" harfidir. Bugünkü Türkçe'de "e" ve "a" sedaları için yalnız bir tek "e" şekli kabul olunmuştur. Halbuki "e" harfi "a" den ayrı ve "i" ye yakın bir sestir. Bu yüzden birçok ayrı kelimeler aynı imlâ ile yazılmakladır. Meselâ: Memleket mânâsına gelen "el" ile, insanın bir uzun olan "el"in imlâsı aynıdır. Halbuki telâffuz itibarıyla birincisini "el" diye, ikincisini "al" diye yazmamız lâzımdır. Keza "ekmek" imlâsıyla yazdığımız iki kelime vardır ki hakikatte birini ekmek (malûm gıda), ötekini "ekmäk" (tohum) diye telâffuz ediyoruz. Bu misaller pek ziyade çoğaltılabilir. Sayfaların müsaadesizliği yüzünden şimdilik buna lüzum görmüyoruz.
"Sağır nun" meselesine gelince: Bu ötekinden daha mühimdir. Bir kere İstanbul Türkleri müstesna olmak üzere hemen bütün dünya Türkleri bu harfi telaffuz ederler. Türkçe'de daha v,f,h,c harfleri yokken (yani sekizinci asırda) kullanılan bu çok eski harfi yeni elifbamıza almayınca yine ikişer ikişer birçok sözleri aynı imlâ ile yazmak mecburiyeti karşısında kalıyoruz. işte birkaç misal:
ben (zamir) ben (insan vücudundaki siyah leke) = doğrusu: beh
son (doğan çocuğun) zarı son (nihayet) = doğrusu: son
on (sayı) on (şifa) = doğrusu: oh
ban (banmaktan emir sigası) ban (ezan) = hah
in (hayvan yuvası) in (feryat) = doğrusu: İh
Fakat iş yalnız birkaç sözün imlâsıyla da kalmıyor. Bazen tam bir cümleden mânâ çıkarmak da güçleşiyor. "Ahmet'i al, evine git" dediğimiz zaman "evine" kelimesinin hakikî mânâsı, yani Ahmet'in evi mi, yoksa muhatabın evi mi olduğu anlaşılmıyor. Halbuki sağır nunu kullansak bu cümlenin "Ahmet'i al, evine git" veya "Ahmet'i al, evine git" şeklinde yazılışına göre mânasını anlamak kabil olurdu. Görülüyor ki sağır nun bakımından şimdiki elifbamız eskisinden daha geridir.
Filvaki bu iki harfi de ilâve edince elifbamızın güçleşeceği muhakkaktır. Fakat eğer yeni harfleri kabul etmekten maksat yalnız kolayca öğrenilmesini temin etmek olsaydı bu itiraz kuvvetli sayılabilirdi. Halbuki yeni harfleri kabul etmekten maksat bilhassa ve her şeyden önce garp medeniyeti çerçevesine girmekti. Çünkü Arap harfleri kaldıkça dilde, imlâda ve yazıda yeni medeniyete uymayacaktık. Bunun için bu itiraz o kadar varit değildir. Eğer maksat yalnız kolayca öğrenmek olsaydı o zaman doğrudan doğruya konuşulduğu gibi yazmak prensibini kabul etmek icap ederdi.
Meselâ o zaman sonu "n" ile biten sözlerin cemilerinin "ler, lar" edatıyla değil, ''ner, nar" edatıyla yapılması icap ederdi. Çünkü bugün ekseriyet güvercin, insan kelimelerini cemilerinin güvercinner, insannar şekillerinde söylüyor. Fakat bunu yapmak kolaylık olsun diye dilin disiplinini bozmak olurdu. Halbuki biz kolaylık olsun diye dilimizi zenginleştiren iki harfimizi feda etlik. Hem de bu harflerden birisi (yani sağır nun) yalnız Türkler'e mahsus bir harf olup on birinci asırda yaşayan Kaşgarlı Mahmut'un da söylediği gibi Türkler'den başkası tarafından telaffuz olunmayan, yani Türkler'i başkalarından ayıran bir harfti.
Yeni harfleri kabul eden sabık Dil Encümeninin azaları arasında Ragıp Hulûsi Bey'den başka lisaniyatçı yoktu. Alaylı lisaniyatçılardan, ediplerden, şairlerden mürekkep olan bir encümenden zaten daha ilmî bir netice beklenemezdi.
Memleketin dil mütehassıslarının dikkatini celp ederiz: Henüz vakit geçmemiştir. Bu "a" ve "n" harfleri meselesini halletsinler. Bunlar kabul olunmazsa Türkçe kafiyen zengin bir dil olmayacaktır.
İmla meselesini de ayrı bir makalede mütalaa edeceğiz.
ORHUN, 1934, Sayı: 3
Halbuki elifbamızın eksikliği, tamamlığı mütalaa olunurken düşünülecek başka noktalar vardır. O da bugünkü harflerimizin dildeki bütün sesleri çıkarıp çıkarmadığı ve imlâmızın bu haliyle, zengin bir dile yaraşıp yaraşmadığı meselesidir.
Bugünkü elifbamız bugünkü Türkçe için çok eksiktir. Bazen iki sedayı bir tek şekille gösterdiğimiz için dilimizin zenginliği kaybolmaktadır. Hele iki harfimiz vardır ki onlar için ayrı işaretler kabul olunmadıkça Türkçe'de birçok iltibaslarını önüne geçmek kabil olmayacak, netice itibarıyla da dilimiz yoksul bir dil halinde kalacaktır. Bu iki harf "açık e" dediğimiz "ä" harfiyle "sağır nun" dediğimiz "g" harfidir. Bugünkü Türkçe'de "e" ve "a" sedaları için yalnız bir tek "e" şekli kabul olunmuştur. Halbuki "e" harfi "a" den ayrı ve "i" ye yakın bir sestir. Bu yüzden birçok ayrı kelimeler aynı imlâ ile yazılmakladır. Meselâ: Memleket mânâsına gelen "el" ile, insanın bir uzun olan "el"in imlâsı aynıdır. Halbuki telâffuz itibarıyla birincisini "el" diye, ikincisini "al" diye yazmamız lâzımdır. Keza "ekmek" imlâsıyla yazdığımız iki kelime vardır ki hakikatte birini ekmek (malûm gıda), ötekini "ekmäk" (tohum) diye telâffuz ediyoruz. Bu misaller pek ziyade çoğaltılabilir. Sayfaların müsaadesizliği yüzünden şimdilik buna lüzum görmüyoruz.
"Sağır nun" meselesine gelince: Bu ötekinden daha mühimdir. Bir kere İstanbul Türkleri müstesna olmak üzere hemen bütün dünya Türkleri bu harfi telaffuz ederler. Türkçe'de daha v,f,h,c harfleri yokken (yani sekizinci asırda) kullanılan bu çok eski harfi yeni elifbamıza almayınca yine ikişer ikişer birçok sözleri aynı imlâ ile yazmak mecburiyeti karşısında kalıyoruz. işte birkaç misal:
ben (zamir) ben (insan vücudundaki siyah leke) = doğrusu: beh
son (doğan çocuğun) zarı son (nihayet) = doğrusu: son
on (sayı) on (şifa) = doğrusu: oh
ban (banmaktan emir sigası) ban (ezan) = hah
in (hayvan yuvası) in (feryat) = doğrusu: İh
Fakat iş yalnız birkaç sözün imlâsıyla da kalmıyor. Bazen tam bir cümleden mânâ çıkarmak da güçleşiyor. "Ahmet'i al, evine git" dediğimiz zaman "evine" kelimesinin hakikî mânâsı, yani Ahmet'in evi mi, yoksa muhatabın evi mi olduğu anlaşılmıyor. Halbuki sağır nunu kullansak bu cümlenin "Ahmet'i al, evine git" veya "Ahmet'i al, evine git" şeklinde yazılışına göre mânasını anlamak kabil olurdu. Görülüyor ki sağır nun bakımından şimdiki elifbamız eskisinden daha geridir.
Filvaki bu iki harfi de ilâve edince elifbamızın güçleşeceği muhakkaktır. Fakat eğer yeni harfleri kabul etmekten maksat yalnız kolayca öğrenilmesini temin etmek olsaydı bu itiraz kuvvetli sayılabilirdi. Halbuki yeni harfleri kabul etmekten maksat bilhassa ve her şeyden önce garp medeniyeti çerçevesine girmekti. Çünkü Arap harfleri kaldıkça dilde, imlâda ve yazıda yeni medeniyete uymayacaktık. Bunun için bu itiraz o kadar varit değildir. Eğer maksat yalnız kolayca öğrenmek olsaydı o zaman doğrudan doğruya konuşulduğu gibi yazmak prensibini kabul etmek icap ederdi.
Meselâ o zaman sonu "n" ile biten sözlerin cemilerinin "ler, lar" edatıyla değil, ''ner, nar" edatıyla yapılması icap ederdi. Çünkü bugün ekseriyet güvercin, insan kelimelerini cemilerinin güvercinner, insannar şekillerinde söylüyor. Fakat bunu yapmak kolaylık olsun diye dilin disiplinini bozmak olurdu. Halbuki biz kolaylık olsun diye dilimizi zenginleştiren iki harfimizi feda etlik. Hem de bu harflerden birisi (yani sağır nun) yalnız Türkler'e mahsus bir harf olup on birinci asırda yaşayan Kaşgarlı Mahmut'un da söylediği gibi Türkler'den başkası tarafından telaffuz olunmayan, yani Türkler'i başkalarından ayıran bir harfti.
Yeni harfleri kabul eden sabık Dil Encümeninin azaları arasında Ragıp Hulûsi Bey'den başka lisaniyatçı yoktu. Alaylı lisaniyatçılardan, ediplerden, şairlerden mürekkep olan bir encümenden zaten daha ilmî bir netice beklenemezdi.
Memleketin dil mütehassıslarının dikkatini celp ederiz: Henüz vakit geçmemiştir. Bu "a" ve "n" harfleri meselesini halletsinler. Bunlar kabul olunmazsa Türkçe kafiyen zengin bir dil olmayacaktır.
İmla meselesini de ayrı bir makalede mütalaa edeceğiz.
ORHUN, 1934, Sayı: 3
Similar topics
» ŞAMANİZM MESELESİ
» ATATÜRKÇÜLÜK MESELESİ-I
» Sınır Meselesi
» 35. madde meselesi
» İki AKP Milletvekili ve Ermeni Meselesi
» ATATÜRKÇÜLÜK MESELESİ-I
» Sınır Meselesi
» 35. madde meselesi
» İki AKP Milletvekili ve Ermeni Meselesi
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz