Müslümanlar neden Amerikancı?
1 sayfadaki 1 sayfası
Müslümanlar neden Amerikancı?
Türkiye’de İslamcı siyasete ve cemaat yapılanmasına ABD’nin önemli ölçüde mührünü vurmasının temel sebepleri nedense pek irdelenmez.
Bir Müslüman neden koyu bir Amerika aşığı olabilir? Bir cemaat mensubu nasıl olur da ABD menfaatleri uğruna bütün imkânlarını seferber eder?
Kendi ülkesini yerin dibine batıran bir dindar nasıl olur da “Hıristiyan ABD’yi” özgürlük abidesi olarak görür, Irak’ta ırzına geçilen binlerce Müslüman kızı görmezden gelir?
İngiliz Muhipleri Cemiyeti yakın siyasi tarihimizde çok önemli bir yer tutar.
Bu cemiyet, Osmanlı topraklarında İngilizleri dost olarak belleyen, onları seven bir grup oluşturmayı amaçlıyordu. Bu cemiyetin kuruluşunda İngiltere adına aktif olarak görev alan kişi papaz Frew’dir. Papaz Frew, İngiltere hükümeti adına Türk topraklarında İngiliz aşığı bir oluşum kurmak için çalışırken en büyük yardımcılarından biri de Molla Sait’ti.
Molla Sait ve papaz Frew el ele kol kola vererek İngiliz muhipleri cemiyetini kurdular.
Bir papaz ile bir mollanın birlikte ne işi var diyebilirsiniz. Bir molla, İngiliz sever bir kuruluş için neden bir papazla birlikte çalışır diye de sorabilirsiniz.Ama bu soruları sormadan evvel “Hristiyan ruhanilerle ittifak edin” diye öğütler veren zavata da dikkat etmek gerekir. İslam dini “Hristiyanları dost edinmeyin” derken bir İslam önderi kendi tebaasına “Hrisitiyanlarla ittifak edin” derse bunun sebeplerini iyi irdelemek gerekir.
Hristiyanlarla ittifakı tavsiye edenlerden biri de Saidi Nursi’dir.Saidi Nursi risalelerinde pek çok yerde Hristiyanlarla yakınlaşmayı, kaynaşmayı ve ittifakı şu şok edici sözlerle “emreder”:
“Müslümanlık – Hristiyanlık ittifakını bozmaya çalışanlara karşı üç zümre; Nurcular, Hristiyan ruhaniler ve misyonerler uyanık olmalıdır.” (Emirdağ Lahikası I, s. 1712, Tarihçe–i Hayat, s.434’den nakleden Prof. Dr. Yumni Sezen, Dinlerarası Diyalog İhaneti, Kelam Yayınları)
“Misyonerler ve Hristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etme fikriyle İslam ve misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışacak.” (Lem’alar,111,141)
Yine Saidi Nursi’den devam edelim.
“…Küre–i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükünet ve müsalaha bulacağına (barış bulacağına) karar vermesi ve yeni doğan İslam devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırkbeş sene evvel olan müddeayı isbat ediyor, kuvvetli şahit olur.”
(Tarihçe– Hayat , 88, Arabi Hutba–i Şamiye Eserini tercümesi / Birinci Kelime / Haşiye, İçtima–i Reçeteler II/101, Arabi Hutbe–i Şamiye Eserinin Tercümesi / Birinci Kelime/Haşiye)
Ne diyor Saidi Nursi :
“Dünyanın şu anki en büyük devleti Amerika bütün kuvvetiyle dini hakikatlere sahip çıkıyor”
Başka?
“Amerika, Asya ve Afrika’da İslamiyetle beraber huzur ve saadet geleceğine karar verdi!!!”
Başka?
“Amerika yeni doğan İslam devletlerini okşadı ve onlarla ittifak etti”
Amerika bütün Asya’da, Afrika’da ve Ortadoğu’da, hülasa adım attığı her İslam beldesinde, kan ve gözyaşı bırakırken, ırzına geçilmiş Müslümanlar bırakırken, Ebu Garipler, Samarralar bırakırken Said Nursi , o “engin!” tesbitiyle, Amerika’nın İslam ülkelerine huzur ve saadet getirdiğini anlatıyor.
Bugün, O’nun yolunu takip edenler de, Amerika’nın ve Batı’nın getireceği huzur ve saadeti bekliyorlar.
Allah aşkına; Siz hiç işgale ve emperyalizme böylesine alkış tutan bir ifadeye rasladınız mı?
“Amerika yeni doğan İslam devletlerini okşamışmış!!!”
Hani ırzlarına geçti dese tamam da söze bak: “okşadı!”
Yukarıdaki satırlar aslında yıllar evvel bu sutunda çıkan bir yazımdan alınmıştır. (Yeni Mesaj, 15. 06.2006)
Geçen yıllar Amerikancı cemaatlerin kendi ülkelerinin altını habire oyarken ABD merkezli her projeyi alkışlama noktasında önemli bir mesafe aldıklarını gösteriyor.
Kendi ülkelerindeki “vatansever Müslümanlara” en ağır iftirayı atmaktan, mesnetsiz bir sürü çamur sıçratmaktan çekinmeyen bir anlayışın arkasında “Amerika tarafından okşanmak, Amerikanın dini hakikatlere sahip çıktığı yönündeki yarım öncesinden gelen buyrukları aşk derecesinde bağlanmak” bu gürühun en belirleyici özelliğidir.
Oysa İslam özgürlükçü bir dindir.
İslam bağımsız olmayı emreder.
Bazı ibadetlerin yapılması bile özgür olmaya bağlıdır. Bir Hristiyanı ülkeyi kurtarıcı, İslam’ın hamisi, İslamı’n okşayıcısı olarak görmek “İslam’a aykırı” bir tavırdır.
Bugün Türkiye Müslümanlarının önemli bir bölümü ellerine geçirdikleri medya grupları ile, televizyonlarla bu toprakların yetiştirdiği en mümtaz şahsiyetleri “devletin adamı, askerin adamı, ergenekonun adamı” gibi mesnetsiz suçlamalarla lekelemelerinin temelinde “İngiliz muhipleri cemiyetiyle başlayan, Hıristiyanlarla ittifak etmeyi emreden” bir cemaat ve din anlayışı yatıyor.
Ve o din bizim dinimiz değildir.
MUHARREM BAYRAKTAR
Bir Müslüman neden koyu bir Amerika aşığı olabilir? Bir cemaat mensubu nasıl olur da ABD menfaatleri uğruna bütün imkânlarını seferber eder?
Kendi ülkesini yerin dibine batıran bir dindar nasıl olur da “Hıristiyan ABD’yi” özgürlük abidesi olarak görür, Irak’ta ırzına geçilen binlerce Müslüman kızı görmezden gelir?
İngiliz Muhipleri Cemiyeti yakın siyasi tarihimizde çok önemli bir yer tutar.
Bu cemiyet, Osmanlı topraklarında İngilizleri dost olarak belleyen, onları seven bir grup oluşturmayı amaçlıyordu. Bu cemiyetin kuruluşunda İngiltere adına aktif olarak görev alan kişi papaz Frew’dir. Papaz Frew, İngiltere hükümeti adına Türk topraklarında İngiliz aşığı bir oluşum kurmak için çalışırken en büyük yardımcılarından biri de Molla Sait’ti.
Molla Sait ve papaz Frew el ele kol kola vererek İngiliz muhipleri cemiyetini kurdular.
Bir papaz ile bir mollanın birlikte ne işi var diyebilirsiniz. Bir molla, İngiliz sever bir kuruluş için neden bir papazla birlikte çalışır diye de sorabilirsiniz.Ama bu soruları sormadan evvel “Hristiyan ruhanilerle ittifak edin” diye öğütler veren zavata da dikkat etmek gerekir. İslam dini “Hristiyanları dost edinmeyin” derken bir İslam önderi kendi tebaasına “Hrisitiyanlarla ittifak edin” derse bunun sebeplerini iyi irdelemek gerekir.
Hristiyanlarla ittifakı tavsiye edenlerden biri de Saidi Nursi’dir.Saidi Nursi risalelerinde pek çok yerde Hristiyanlarla yakınlaşmayı, kaynaşmayı ve ittifakı şu şok edici sözlerle “emreder”:
“Müslümanlık – Hristiyanlık ittifakını bozmaya çalışanlara karşı üç zümre; Nurcular, Hristiyan ruhaniler ve misyonerler uyanık olmalıdır.” (Emirdağ Lahikası I, s. 1712, Tarihçe–i Hayat, s.434’den nakleden Prof. Dr. Yumni Sezen, Dinlerarası Diyalog İhaneti, Kelam Yayınları)
“Misyonerler ve Hristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etme fikriyle İslam ve misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışacak.” (Lem’alar,111,141)
Yine Saidi Nursi’den devam edelim.
“…Küre–i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükünet ve müsalaha bulacağına (barış bulacağına) karar vermesi ve yeni doğan İslam devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırkbeş sene evvel olan müddeayı isbat ediyor, kuvvetli şahit olur.”
(Tarihçe– Hayat , 88, Arabi Hutba–i Şamiye Eserini tercümesi / Birinci Kelime / Haşiye, İçtima–i Reçeteler II/101, Arabi Hutbe–i Şamiye Eserinin Tercümesi / Birinci Kelime/Haşiye)
Ne diyor Saidi Nursi :
“Dünyanın şu anki en büyük devleti Amerika bütün kuvvetiyle dini hakikatlere sahip çıkıyor”
Başka?
“Amerika, Asya ve Afrika’da İslamiyetle beraber huzur ve saadet geleceğine karar verdi!!!”
Başka?
“Amerika yeni doğan İslam devletlerini okşadı ve onlarla ittifak etti”
Amerika bütün Asya’da, Afrika’da ve Ortadoğu’da, hülasa adım attığı her İslam beldesinde, kan ve gözyaşı bırakırken, ırzına geçilmiş Müslümanlar bırakırken, Ebu Garipler, Samarralar bırakırken Said Nursi , o “engin!” tesbitiyle, Amerika’nın İslam ülkelerine huzur ve saadet getirdiğini anlatıyor.
Bugün, O’nun yolunu takip edenler de, Amerika’nın ve Batı’nın getireceği huzur ve saadeti bekliyorlar.
Allah aşkına; Siz hiç işgale ve emperyalizme böylesine alkış tutan bir ifadeye rasladınız mı?
“Amerika yeni doğan İslam devletlerini okşamışmış!!!”
Hani ırzlarına geçti dese tamam da söze bak: “okşadı!”
Yukarıdaki satırlar aslında yıllar evvel bu sutunda çıkan bir yazımdan alınmıştır. (Yeni Mesaj, 15. 06.2006)
Geçen yıllar Amerikancı cemaatlerin kendi ülkelerinin altını habire oyarken ABD merkezli her projeyi alkışlama noktasında önemli bir mesafe aldıklarını gösteriyor.
Kendi ülkelerindeki “vatansever Müslümanlara” en ağır iftirayı atmaktan, mesnetsiz bir sürü çamur sıçratmaktan çekinmeyen bir anlayışın arkasında “Amerika tarafından okşanmak, Amerikanın dini hakikatlere sahip çıktığı yönündeki yarım öncesinden gelen buyrukları aşk derecesinde bağlanmak” bu gürühun en belirleyici özelliğidir.
Oysa İslam özgürlükçü bir dindir.
İslam bağımsız olmayı emreder.
Bazı ibadetlerin yapılması bile özgür olmaya bağlıdır. Bir Hristiyanı ülkeyi kurtarıcı, İslam’ın hamisi, İslamı’n okşayıcısı olarak görmek “İslam’a aykırı” bir tavırdır.
Bugün Türkiye Müslümanlarının önemli bir bölümü ellerine geçirdikleri medya grupları ile, televizyonlarla bu toprakların yetiştirdiği en mümtaz şahsiyetleri “devletin adamı, askerin adamı, ergenekonun adamı” gibi mesnetsiz suçlamalarla lekelemelerinin temelinde “İngiliz muhipleri cemiyetiyle başlayan, Hıristiyanlarla ittifak etmeyi emreden” bir cemaat ve din anlayışı yatıyor.
Ve o din bizim dinimiz değildir.
MUHARREM BAYRAKTAR
Kuran'ı Bırakın
Dünyaca ünlü sufîlerin farklı inançlara “SAPIK” bakışlarına dair unutturulan,gösterilmeyen sözleri
Tasavvufun ana kaynaklarından Kuşeyrî Risalesinde Hz, İbrâhîm aleyhisselâm hakkında zikredilen şu anekdot, aslında, sofilerin diğer din mensuplarına bakışı ve aynı zamanda onların bu davranışlarının maksadını sanırız net bir şekilde yansıtmakta ve özetlemektedir;
“Hz. İbrâhîm aleyhisselâma bir yolcu gelir. Kendisini misafir etmesini ister. Hz. İbrahim aleyhisselâm ona:
“-Dinini değiştirip, tevhidi kabul edersen seni misafir ederim” der. Yolcu teklifi kabul etmez, gider. Bunun üzerine Hz. İbrahim aleyhisselâma şöyle bir hitap gelir: “Biz onu, kâfir olduğu hâlde, yetmiş yıldır beslemekteyiz. Sen, bir gececik, onu inancına bakmadan besleseydin ne olurdu?!..” [1]
Diğer taraftan, bilhassa İbrâhîm b. Edhem aleyhisselâmın (hyt. 161/779) bir Hıristiyan rahibi kendisine arkadaş edinmesi ve ondan zühdün inceliklerini öğrenmesi sûfîlerin diğer din mensuplarına ve Özellikle de Ehl-i Kitâb’a bakışları konusunda kayda değer bir örnektir.
Yukarıda en son zikrettiğimiz şiirin ilk beyitleri Hallâc-ı Mansûr’a da (idâmı 309/921) nisbet edilir. “ Hallâc’ın buna benzer başka ifadeleri de vardır.” Hallaç, bir Yahûdîye “köpek” diye hitap etmesinden dolayı kızdığı kişinin kendisinden özür dilemesi ve gönlünü almaya çalışması üzerine o şahsa şöyle nasihat eder:
“Yavrucuğum! Dinlerin tümü Allah Teâlâ’nındır, Her din ile bir kitleyi meşgul ediyor. Her kitle kendisi için seçilmiş olan dini izliyor; kendi iradeleriyle seçtikleri dini değil. Bir insanın bir başkasını, izlediği din yüzünden İtham edebilmesi için, o dinin o kişi tarafından özgür irâdeyle seçilmiş olması gerekir. Şunu bil ki, Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık ve öteki dinler değişik unvanlar, değişik adlardır; ama hepsinin ortak amacı birdir, değişmez.” [2]
“Küfür ve îman isim yönünden farklıdırlar, ama hakîkat yönünden aralarında fark yoktur.” [3]
İlâhî aşkı zirvelerde yaşayan sûfîlerden Mevlânâ (hyt. 672/1273) da diğer insanlara sonsuz bir rahmet gözüyle bakmıştır, insanlar arasında muhabbete dayalı bir birlikteliğin olabileceğini defalarca vurgulamıştır. O bütün dinleri ve mezhepleri insanî olgunluğa erişmede bir vasıta olarak görür. Ona göre yaratıcıyı arayan her düşünce, aynı yere çıkan, aynı hakîkate ulaştıran gizli birer merdivendir:
“Cihanda gizli merdivenler var; basamak basamak, tâ göklere dek. Her bölüğün bir başka merdiveni var; her yürüyüşün başka bir göğü…
Her biri öbürünün hâlinden habersiz.
Bir mülk ki, geniş mi geniş; ne başı var, ne sonu [4]
“Her nebinin bir yolu, her velînin bir meşrebi vardır. Değil mi ki, hepsi de halkı Hakk’a ulaştırıyor; öyleyse hepsi de birdir.
Dinler arasındaki ihtilâf, gidiş tarzında ve görünüştedir; yolun hakikatinde ise ayrılık yoktur.” [5]
Ne var ki, dinlerin hakikatlerinin birliğini, insanların inançlarının hakikatini anlayabilmek için belli bir fikir ve gönül tekâmülüne ulaşmış olmak gerekir;
“Sır gözü ile gönül gözü ile mü’mine de, kâfire de bir bak;
Hiçbirinde, Yâ Rab! Sesinden. Yâ Hay! Sedasından başka bir şey yok.”[6]
Bu bakış tarzı aşk yoludur. “Birdir nazar-ı Hak’ta mecûs ile müselmân” diyen Ziya Paşa’nın tabiriyle Hakk’ın nazarıyla bakabilmektir. Bu bakış açısından bakıldığında ise küfür, îmân gibi şeyler görünmez. Zîrâ aşk mezhebinde küfür ve îman yoktur; tıpkı âşıkta tenin, aklın, canın ve gönlün olmadığı gibi. Mevlânâ’ya göre, bu hakikati kavrayamayanlar, herkesin çeşitli dillerde Hakk’a yalvardığını göremeyenler gerçek Müslümanlığa ulaşamamışlar demektir, [7] Mevlânâ bu fikrini bir başka şiirinde de şu şekilde ifade eder:
“Bâzan gizlenen, bâzan aşikâr olan biziz,
Bâzan mü’min, bâzan Musevî, bâzan da Hıristiyanız.
Bu gönlümüz örneği olmak için her gönlün
Görünür bir başka surette her gün…” [8]
Aşk kavramının Mevlânâ düşüncesinde müstesna bir yeri vardır. “Dinî anlamda aşk mevcut yetmiş iki fırkadan daha güçlüdür. Dahası, putperestlikten de, dinden de üstündür; şüphenin de, gerçeğin de ötesindedir. O ayrılığı azaltan bir dindir. İnsanlar arasında birlik oluşturur. Çünkü bütün dinlerin kaynağı ilâhî sevgidir, ilâhî aşktır, ya da sevgiden kaynaklanan korkudur. Eflâkî, bu konuyla ilgili şöyle bir rivayet nakleder;
“Bir gün bir Rum usta Hüdâvendigâr’ın evinde ocak yapıyordu. Dostlar şaka yoluyla ona; “Niçin Müslüman olmuyorsun? Dinlerin en iyisi İslâm’dır” dediler. O: “Elli seneye yakındır ki, İsâ dinindeyim. Dinimi terk etmek hususunda ondan korkar ve utanırım” dedi. Birdenbire Mevlânâ hazretleri içeri girdi ve şöyle dedi:
“İmânın sırrı korkudur. Her kim Tanrı’dan korkarsa, o Hıristiyan da olsa din sahibidir, dinsiz değildir.” [9]
Mevlânâ’nın diğer dinlere bakışı ile ilgili örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak bu bahsi şu değerlendirme ile bitirmek istiyoruz: Ona göre başkalarına hakir bir gözle bakmak, başkalarına kâfir deyip, kendisini kâfir olarak yaratmadığı için Allah Teâlâ’ya hamd etmek, sapıklıktan ve halkı saptırmaktan başka bir şey değildir. Böylesi bir davranışın nebilerin ve evliyaların terazisinde yeri yoktur. [10]
Mevlânâ’nın çeşitli dinler ve inançlar ile ilgili görüşlerini dört ana başlık altında toplamak mümkündür:
1. Ona göre, dinlerin yolları, yöntemleri ayrı ise de, gayeleri birdir ve yola değil, maksada bakmak gerekir.
2. Çeşitli inançların farklı görünmesinin ve algılanmasının asıl sebebini, görünüşteki farklılıkların özdeki benzerliği gölgeleyecek derecede asıl görülmesinde ve abartılmasında aramak gerekir.
3- Yolların ayrılığının bir başka nedeni, yetmiş iki milletin birbirini tanımaması, aralarında diyalog olmaması ve birinin ötekinden şüphe içerisinde olmasıdır.
4- Farklı inanç sahipleri arasındaki kavgaların bir diğer sebebi de, ötekinin dilini anlayamamak, onun düşünce ve duygu Dünyası hakkında bilgisiz olmaktır.[11]
İnsanları sevmeyi ilâhî aşkın ve gerçek âşık olabilmenin şartlarından sayan Yûnus Emre (hyt. 721/1321), bu konuyu şiirlerinde en güzel İşleyen sûfîlerdendir.
“Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan, halka müderris olsa da hakikatte kâfirdir” diyen bu ünlü şâir sûfîmiz, böylesi kimseleri “şer’in evliyası, hakîkatin kâfiri” şeklinde tanımlar.[12] Çünkü Yûnus’un din anlayışına göre, Allah Teâlâ’yı gerçekten sevenler onun en mükemmel eseri ve halîfesi olan “insan”ı da sevmek zorundadır.[13]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Müslümanlar birbirlerini sevmede, birbirilerine merhamet etme ve şefkat göstermede bir vücut gibidir. Vücuttan bir organ şikâyet ederse, vücudun diğer organları uykusuzluk ve humma ile ona katılırlar.”[14]
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez” [15]
“Kardeşinin başına gelen musibete sevinme. Olabilir ki, Allah ona merhamet eder de seni hastalığa dûçâr eder.” [16]
“Hakk’ı gerçek sevenlere cümle âlem kardeş gelir.
***
Maşuk neyi severse lâzımdır sevmek onu;
Dostumuzun dostuna yâd endîşe ne lâyık?!
Sen gerçek âşık isen dost’un dostuna dost ol;
Ger böyle olmaz isen, dostum demegil bayık.
***
Yetmiş iki millete kurban ol âşık isen,
Tâ âşıklar safında imam olasın sâdık..
***
Yetmiş iki millete suçum budur “Hakk” dedim,
Korku hıyanetedir, ya ben niçin kızaram!?..
Hâss u âm, mutî, âsî dost kuludur cümlesi.”
[1] el-Kuşeyrî, Abdülkerîm, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, tah. Abdülhalîm Mahmud-Mahmûd b. eş-Şerîf, Kahire 1966, ss. 154, 227.
[2] Öztürk, Y. Nuri, Hallâc-ı Mansûr ve Eseri, İstanbul 1996, s. 401 (Massignon-Paul Kraus, Ahbâru’l-Hallâc, ? 1936, s. 69′dan naklen).
[3] age., s. 399 (Ahbâru’l-Hallâc, s. 53′ten naklen). Hallâc’ın görüşleri için ayrıca bk. Uludağ, Süleyman, “Hallâc-ı Mansûr” DİA, İstanbul 1997, c. XV, s. 379.
[4] Mevlânâ, Celâleddîn-i Rûmî. Mesnevi, Ankara 1993, tıpkı basım,c. V, s. 244, b.; 2557-2559.
[5] Aynı eser, c. I, s. 14 (504. beyitin konu başlığı). (Yorumu için bk. Can, Şefik, “Mevlânâ’yı Göre; Bin, îmân ve Küfür” 5. Milli Mevlânâ Kongresi Tebliğleri, Konya 1992, & 19-27.)
[6] Can, Şefik, Mevlânâ, Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri, İstanbul 1995, s. 147 Mevlana, Dîvân-ı Kebîr, c. V, nr. 2578′den naklen).
[7] Can, Mevlânâ, Hayâtı, Şahsiyeti, Fikirleri, s. 149.
[8] Mevlâna, Celâleddîn-i Rûmî, Hz. Mevlânâ’nın Rubaileri, trc. Şefik Can, Ankara 2001, rubâî nr. 1527.
[9] Eflâkî, Ahmed, Ariflerin Menkıbeleri, trc. Tahsin Yazıcı, İstanbul 1989, c. 11, s 517.
[10] Can, Mevlânâ, Hayâtı, Şahsiyeti, Fikirleri, s. 145.
[11] Fazla bilgi İçin bk. Yârân, Sâdık, “İbn Arabî, Mevlânâ ve Yûnus Emre’ye Göre “Öteki”nin Durumu”, İslâm ve öteki içerisinde, editör; C. Sâdık Yârân, İstanbul 2001, ss. 326-332.
[12] Yûnus Emre, Yûnus Emre Dîvânı, hzl. Faruk Kadri Timurtaş, İstanbul trs., s. 55.
[13] (Dil)
[14] Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66; Ahmed, Müsned, IV, 270; Taberânî, el-Mu’cemü’s-sağîr, Beyrut, 1983,I, 137; a. mlf. er-Ravdu’d-dânî ile’l- Mu’cemis’-sağîr li’t-Taberânî, I, 230 (382); Beyhakî, Şu’abü’lîmân,VI, 481 (8985), a. mlf, es-Sünenü’l-kübrâ, III, 353 (6223); Kudâ’î, Müsnedü’ş-şihâb, II, 283 (1366, 1367). Mesel için bkz. Hakîm et-Tirmizî, Kitâbü’l-Emsâl, s. 52; Râmhurmüzî, Kitâbü emsâli’l-hadîs, s. 81, 82 (40); Ebu’ş-Şeyh, Kitâbü’l-emsâl, s. 237 (350). (UYSAL, 23 Bahar 2007 )
[15] Buhârî, Edeb, 18, 27; Müslim, Fedâil, 65, 66; Ebû Dâvûd, Edeb, 145; Tirmizî, Birr, 12. (UYSAL, 23 Bahar 2007 )
[16] Tirmizî, Kıyâme, 54; İbn Hıbbân, el-Mecrûhîn, thk. Mahmûd İbrahim Zâyed, Dâru’l-va’y, Haleb, ty. I, 355 (465); Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, XXII, 53 (127), a. mlf, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, I, 214 (384), IV, 305 (3379); Ebu’ş-Şeyh, el-Emsâl fi’l-hadîs, s.121 (202); Kudâ’î, Müsnedü’ş-şihâb, II,77 (592, 917), 78 (919) (UYSAL, 23 Bahar 2007 )
[17] Tarihçiler Sultan I. İzzettin Keykâvus’un annesinin aslen Konya’lı bir Hıristiyan kızı olduğunu ve yine Hıristiyan olan dayılarının da bir hayli siyâsî faaliyetlerde bulunduklarını rivayet ederler. (Turan, Orhan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993, s. 458)
“Yeteri kadar kilise onardık” isyanı!
Müslümanlar neden Amerikancı?
Diyalogdan Yeni Din' e
Tasavvufun ana kaynaklarından Kuşeyrî Risalesinde Hz, İbrâhîm aleyhisselâm hakkında zikredilen şu anekdot, aslında, sofilerin diğer din mensuplarına bakışı ve aynı zamanda onların bu davranışlarının maksadını sanırız net bir şekilde yansıtmakta ve özetlemektedir;
“Hz. İbrâhîm aleyhisselâma bir yolcu gelir. Kendisini misafir etmesini ister. Hz. İbrahim aleyhisselâm ona:
“-Dinini değiştirip, tevhidi kabul edersen seni misafir ederim” der. Yolcu teklifi kabul etmez, gider. Bunun üzerine Hz. İbrahim aleyhisselâma şöyle bir hitap gelir: “Biz onu, kâfir olduğu hâlde, yetmiş yıldır beslemekteyiz. Sen, bir gececik, onu inancına bakmadan besleseydin ne olurdu?!..” [1]
Diğer taraftan, bilhassa İbrâhîm b. Edhem aleyhisselâmın (hyt. 161/779) bir Hıristiyan rahibi kendisine arkadaş edinmesi ve ondan zühdün inceliklerini öğrenmesi sûfîlerin diğer din mensuplarına ve Özellikle de Ehl-i Kitâb’a bakışları konusunda kayda değer bir örnektir.
Yukarıda en son zikrettiğimiz şiirin ilk beyitleri Hallâc-ı Mansûr’a da (idâmı 309/921) nisbet edilir. “ Hallâc’ın buna benzer başka ifadeleri de vardır.” Hallaç, bir Yahûdîye “köpek” diye hitap etmesinden dolayı kızdığı kişinin kendisinden özür dilemesi ve gönlünü almaya çalışması üzerine o şahsa şöyle nasihat eder:
“Yavrucuğum! Dinlerin tümü Allah Teâlâ’nındır, Her din ile bir kitleyi meşgul ediyor. Her kitle kendisi için seçilmiş olan dini izliyor; kendi iradeleriyle seçtikleri dini değil. Bir insanın bir başkasını, izlediği din yüzünden İtham edebilmesi için, o dinin o kişi tarafından özgür irâdeyle seçilmiş olması gerekir. Şunu bil ki, Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık ve öteki dinler değişik unvanlar, değişik adlardır; ama hepsinin ortak amacı birdir, değişmez.” [2]
“Küfür ve îman isim yönünden farklıdırlar, ama hakîkat yönünden aralarında fark yoktur.” [3]
İlâhî aşkı zirvelerde yaşayan sûfîlerden Mevlânâ (hyt. 672/1273) da diğer insanlara sonsuz bir rahmet gözüyle bakmıştır, insanlar arasında muhabbete dayalı bir birlikteliğin olabileceğini defalarca vurgulamıştır. O bütün dinleri ve mezhepleri insanî olgunluğa erişmede bir vasıta olarak görür. Ona göre yaratıcıyı arayan her düşünce, aynı yere çıkan, aynı hakîkate ulaştıran gizli birer merdivendir:
“Cihanda gizli merdivenler var; basamak basamak, tâ göklere dek. Her bölüğün bir başka merdiveni var; her yürüyüşün başka bir göğü…
Her biri öbürünün hâlinden habersiz.
Bir mülk ki, geniş mi geniş; ne başı var, ne sonu [4]
“Her nebinin bir yolu, her velînin bir meşrebi vardır. Değil mi ki, hepsi de halkı Hakk’a ulaştırıyor; öyleyse hepsi de birdir.
Dinler arasındaki ihtilâf, gidiş tarzında ve görünüştedir; yolun hakikatinde ise ayrılık yoktur.” [5]
Ne var ki, dinlerin hakikatlerinin birliğini, insanların inançlarının hakikatini anlayabilmek için belli bir fikir ve gönül tekâmülüne ulaşmış olmak gerekir;
“Sır gözü ile gönül gözü ile mü’mine de, kâfire de bir bak;
Hiçbirinde, Yâ Rab! Sesinden. Yâ Hay! Sedasından başka bir şey yok.”[6]
Bu bakış tarzı aşk yoludur. “Birdir nazar-ı Hak’ta mecûs ile müselmân” diyen Ziya Paşa’nın tabiriyle Hakk’ın nazarıyla bakabilmektir. Bu bakış açısından bakıldığında ise küfür, îmân gibi şeyler görünmez. Zîrâ aşk mezhebinde küfür ve îman yoktur; tıpkı âşıkta tenin, aklın, canın ve gönlün olmadığı gibi. Mevlânâ’ya göre, bu hakikati kavrayamayanlar, herkesin çeşitli dillerde Hakk’a yalvardığını göremeyenler gerçek Müslümanlığa ulaşamamışlar demektir, [7] Mevlânâ bu fikrini bir başka şiirinde de şu şekilde ifade eder:
“Bâzan gizlenen, bâzan aşikâr olan biziz,
Bâzan mü’min, bâzan Musevî, bâzan da Hıristiyanız.
Bu gönlümüz örneği olmak için her gönlün
Görünür bir başka surette her gün…” [8]
Aşk kavramının Mevlânâ düşüncesinde müstesna bir yeri vardır. “Dinî anlamda aşk mevcut yetmiş iki fırkadan daha güçlüdür. Dahası, putperestlikten de, dinden de üstündür; şüphenin de, gerçeğin de ötesindedir. O ayrılığı azaltan bir dindir. İnsanlar arasında birlik oluşturur. Çünkü bütün dinlerin kaynağı ilâhî sevgidir, ilâhî aşktır, ya da sevgiden kaynaklanan korkudur. Eflâkî, bu konuyla ilgili şöyle bir rivayet nakleder;
“Bir gün bir Rum usta Hüdâvendigâr’ın evinde ocak yapıyordu. Dostlar şaka yoluyla ona; “Niçin Müslüman olmuyorsun? Dinlerin en iyisi İslâm’dır” dediler. O: “Elli seneye yakındır ki, İsâ dinindeyim. Dinimi terk etmek hususunda ondan korkar ve utanırım” dedi. Birdenbire Mevlânâ hazretleri içeri girdi ve şöyle dedi:
“İmânın sırrı korkudur. Her kim Tanrı’dan korkarsa, o Hıristiyan da olsa din sahibidir, dinsiz değildir.” [9]
Mevlânâ’nın diğer dinlere bakışı ile ilgili örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak bu bahsi şu değerlendirme ile bitirmek istiyoruz: Ona göre başkalarına hakir bir gözle bakmak, başkalarına kâfir deyip, kendisini kâfir olarak yaratmadığı için Allah Teâlâ’ya hamd etmek, sapıklıktan ve halkı saptırmaktan başka bir şey değildir. Böylesi bir davranışın nebilerin ve evliyaların terazisinde yeri yoktur. [10]
Mevlânâ’nın çeşitli dinler ve inançlar ile ilgili görüşlerini dört ana başlık altında toplamak mümkündür:
1. Ona göre, dinlerin yolları, yöntemleri ayrı ise de, gayeleri birdir ve yola değil, maksada bakmak gerekir.
2. Çeşitli inançların farklı görünmesinin ve algılanmasının asıl sebebini, görünüşteki farklılıkların özdeki benzerliği gölgeleyecek derecede asıl görülmesinde ve abartılmasında aramak gerekir.
3- Yolların ayrılığının bir başka nedeni, yetmiş iki milletin birbirini tanımaması, aralarında diyalog olmaması ve birinin ötekinden şüphe içerisinde olmasıdır.
4- Farklı inanç sahipleri arasındaki kavgaların bir diğer sebebi de, ötekinin dilini anlayamamak, onun düşünce ve duygu Dünyası hakkında bilgisiz olmaktır.[11]
İnsanları sevmeyi ilâhî aşkın ve gerçek âşık olabilmenin şartlarından sayan Yûnus Emre (hyt. 721/1321), bu konuyu şiirlerinde en güzel İşleyen sûfîlerdendir.
“Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan, halka müderris olsa da hakikatte kâfirdir” diyen bu ünlü şâir sûfîmiz, böylesi kimseleri “şer’in evliyası, hakîkatin kâfiri” şeklinde tanımlar.[12] Çünkü Yûnus’un din anlayışına göre, Allah Teâlâ’yı gerçekten sevenler onun en mükemmel eseri ve halîfesi olan “insan”ı da sevmek zorundadır.[13]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Müslümanlar birbirlerini sevmede, birbirilerine merhamet etme ve şefkat göstermede bir vücut gibidir. Vücuttan bir organ şikâyet ederse, vücudun diğer organları uykusuzluk ve humma ile ona katılırlar.”[14]
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez” [15]
“Kardeşinin başına gelen musibete sevinme. Olabilir ki, Allah ona merhamet eder de seni hastalığa dûçâr eder.” [16]
“Hakk’ı gerçek sevenlere cümle âlem kardeş gelir.
***
Maşuk neyi severse lâzımdır sevmek onu;
Dostumuzun dostuna yâd endîşe ne lâyık?!
Sen gerçek âşık isen dost’un dostuna dost ol;
Ger böyle olmaz isen, dostum demegil bayık.
***
Yetmiş iki millete kurban ol âşık isen,
Tâ âşıklar safında imam olasın sâdık..
***
Yetmiş iki millete suçum budur “Hakk” dedim,
Korku hıyanetedir, ya ben niçin kızaram!?..
Hâss u âm, mutî, âsî dost kuludur cümlesi.”
[1] el-Kuşeyrî, Abdülkerîm, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, tah. Abdülhalîm Mahmud-Mahmûd b. eş-Şerîf, Kahire 1966, ss. 154, 227.
[2] Öztürk, Y. Nuri, Hallâc-ı Mansûr ve Eseri, İstanbul 1996, s. 401 (Massignon-Paul Kraus, Ahbâru’l-Hallâc, ? 1936, s. 69′dan naklen).
[3] age., s. 399 (Ahbâru’l-Hallâc, s. 53′ten naklen). Hallâc’ın görüşleri için ayrıca bk. Uludağ, Süleyman, “Hallâc-ı Mansûr” DİA, İstanbul 1997, c. XV, s. 379.
[4] Mevlânâ, Celâleddîn-i Rûmî. Mesnevi, Ankara 1993, tıpkı basım,c. V, s. 244, b.; 2557-2559.
[5] Aynı eser, c. I, s. 14 (504. beyitin konu başlığı). (Yorumu için bk. Can, Şefik, “Mevlânâ’yı Göre; Bin, îmân ve Küfür” 5. Milli Mevlânâ Kongresi Tebliğleri, Konya 1992, & 19-27.)
[6] Can, Şefik, Mevlânâ, Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri, İstanbul 1995, s. 147 Mevlana, Dîvân-ı Kebîr, c. V, nr. 2578′den naklen).
[7] Can, Mevlânâ, Hayâtı, Şahsiyeti, Fikirleri, s. 149.
[8] Mevlâna, Celâleddîn-i Rûmî, Hz. Mevlânâ’nın Rubaileri, trc. Şefik Can, Ankara 2001, rubâî nr. 1527.
[9] Eflâkî, Ahmed, Ariflerin Menkıbeleri, trc. Tahsin Yazıcı, İstanbul 1989, c. 11, s 517.
[10] Can, Mevlânâ, Hayâtı, Şahsiyeti, Fikirleri, s. 145.
[11] Fazla bilgi İçin bk. Yârân, Sâdık, “İbn Arabî, Mevlânâ ve Yûnus Emre’ye Göre “Öteki”nin Durumu”, İslâm ve öteki içerisinde, editör; C. Sâdık Yârân, İstanbul 2001, ss. 326-332.
[12] Yûnus Emre, Yûnus Emre Dîvânı, hzl. Faruk Kadri Timurtaş, İstanbul trs., s. 55.
[13] (Dil)
[14] Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66; Ahmed, Müsned, IV, 270; Taberânî, el-Mu’cemü’s-sağîr, Beyrut, 1983,I, 137; a. mlf. er-Ravdu’d-dânî ile’l- Mu’cemis’-sağîr li’t-Taberânî, I, 230 (382); Beyhakî, Şu’abü’lîmân,VI, 481 (8985), a. mlf, es-Sünenü’l-kübrâ, III, 353 (6223); Kudâ’î, Müsnedü’ş-şihâb, II, 283 (1366, 1367). Mesel için bkz. Hakîm et-Tirmizî, Kitâbü’l-Emsâl, s. 52; Râmhurmüzî, Kitâbü emsâli’l-hadîs, s. 81, 82 (40); Ebu’ş-Şeyh, Kitâbü’l-emsâl, s. 237 (350). (UYSAL, 23 Bahar 2007 )
[15] Buhârî, Edeb, 18, 27; Müslim, Fedâil, 65, 66; Ebû Dâvûd, Edeb, 145; Tirmizî, Birr, 12. (UYSAL, 23 Bahar 2007 )
[16] Tirmizî, Kıyâme, 54; İbn Hıbbân, el-Mecrûhîn, thk. Mahmûd İbrahim Zâyed, Dâru’l-va’y, Haleb, ty. I, 355 (465); Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, XXII, 53 (127), a. mlf, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, I, 214 (384), IV, 305 (3379); Ebu’ş-Şeyh, el-Emsâl fi’l-hadîs, s.121 (202); Kudâ’î, Müsnedü’ş-şihâb, II,77 (592, 917), 78 (919) (UYSAL, 23 Bahar 2007 )
[17] Tarihçiler Sultan I. İzzettin Keykâvus’un annesinin aslen Konya’lı bir Hıristiyan kızı olduğunu ve yine Hıristiyan olan dayılarının da bir hayli siyâsî faaliyetlerde bulunduklarını rivayet ederler. (Turan, Orhan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993, s. 458)
“Yeteri kadar kilise onardık” isyanı!
Müslümanlar neden Amerikancı?
Diyalogdan Yeni Din' e
Similar topics
» Türkler neden cahil? Bilim neden gelişmiyor Türkiye'de?
» Müslümanlar tezkereyi meclisten geçirdi
» Senegalli Müslümanlar aman dikkat…
» Haçlı Seferleri Kardeşlikse Müslümanlar Niye Ölüyor?
» Allah’ın müslümanları susuyor, bop’a hizmet eden müslümanlar ilerliyor
» Müslümanlar tezkereyi meclisten geçirdi
» Senegalli Müslümanlar aman dikkat…
» Haçlı Seferleri Kardeşlikse Müslümanlar Niye Ölüyor?
» Allah’ın müslümanları susuyor, bop’a hizmet eden müslümanlar ilerliyor
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz