Nöbeti gariban çocuğu tutacak!
1 sayfadaki 1 sayfası
Nöbeti gariban çocuğu tutacak!
Zengine bedelli PKK’lıya vicdani ret çıkacak...
AKP iktidarının bedelli askerlik ve vicdani ret projesi toplumda infiale yol açtı... Siyasetçisinden hukukçusuna, emekli askerinden şehit yakınlarına herkes tepkili:
Ordunun tasfiyesi anlamına gelen bu kararlar, milli bütünlüğü ve eşitliği zedeler
TSK kışlaya hapsedilecek
İstanbul Barosu Genel Sekreteri Hüseyin Özbek, bedelli ve vicdani reddin peş peşe açıklanmasının tesadüf olmadığını belirterek, “Bu TSK’nın kışlaya hapsedilmesi, tabir-i caizse oyundan atılıp, tribüne çıkarılmasıdır” dedi.
Vatanı kim savunacak?
Gencecİk fidanlarını vatan için toprağa verenlerin tepkisini Şehit Aileleri Derneği Başkanı Hamit Köse verdi: Emperyalizmin gelmesini engellemek amacıyla canlarını feda eden şehitlerimiz nasıl rahatsız olmaz.
http://tarafsizhaber.blogspot.com/2011/11/bedelli-askerlik-kimlere-geliyor.html
Bedelli askerlik kimlere geliyor.?TÜRK UYUMAYA DEVAM
Asker kaçaklarına teşvik
“Zengİnlerİn bedelliyi tercih etmesi, garibanın askerlik yapması anasayanın eşitlik ilkesine aykırı” diyen emekli Tuğg. Nejat Eslen, vicdani reddin de, PKK’ya, KCK’ya sempati duyan gençler için fırsata dönüşeceğini söyledi.
Siyasetten dünyasından tepkiler
Erkan Akçay (MHP Milletvekili)
Ordu-millet anlayışına darbe
Bedellİyİ gündeme getirmek ordu-millet anlayışına vurulmak istenen darbedir. Vicdani reddi vicdanım kabul etmiyor.
Tanju Özcan (CHP Milletvekili)
Cumhuriyete ihanet projesi
PKK istiyor, AB destekliyor, hükümet emir telakki edip, hayata geçiriyor. Vicdani ret talep etmek, TC’ye ihanettir.
Osman Pamukoğlu (HEPAR lideri)
Toplumsal düzeni bozacak
Bu topraklar 20 yaşındaki çocukların mezarlarıyla doluyken bedelliyi ve vicdani reddi konuşmak akıl almaz bir şey.
Vicdani ret ve bedelli ile orduyu tasfiye edecekler
Düzenlemenin Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet projesi olduğu, bedellinin zengine, vicdani reddin de PKK’lıya yarayacağı belirtiliyor
Haber: Salim Yavaşoğlu - Fatih Erboz
Türkiye’de AKP iktidarınca son günlerde yeniden gündeme sokulan, şehit yakınları ve gazileri derinden yaralayan vicdani ret ile bedelli askerlik konularında tepkiler çığ gibi. MHP Manisa Milletvekili Erkan Akçay, vicdani ret düzenlemesi ile Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan “Bedelli askerlik” yasa tasarısının aynı döneme denk getirilmesinin tüm toplumun adalet duygusunu yerle bir ettiğini savundu. Akçay, vicdani ret konusunu kendi vicdanının da reddettiğini dile getirerek şöyle konuştu: “Yıllarca bir çobanın oyuyla bir üniversite mezununun oyu aynı mı olmalı sorusu soruldu. Elbette herkes buna karşı çıktı. Bir olacak tabii ki. Bunun nedeni Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsi eşittir ilkesinden hareket ettiğimizdendir. Bu noktada AKP de savunuyor bunu. Oy söz konusu olunca eşit oluyor da askerlik söz konusu olunca neden olmuyor? Bir kere bedelli askerlik ve vicdani ret konusunun gündeme getirilmesi ordu millet anlayışına vurulmak istenen darbedir.” Türk milletinin vatan savunması yapamaz hale getirilmek istendiğini kaydeden Akçay, “Bu anlayışa ben bir ad koyamıyorum. Bu ülkede çocuklar kandırılarak zorla dağa götürülüyor. Milletin evlatlarındaki adalet duygusunun bir de bedelli askerlik kavramıyla vicdanları yerle bir ediliyor” diye konuştu. CHP Ordu eski milletvekili Rahmi Güner de, Türkiye gibi coğrafi ve stratejik konumu itibariyle dünyanın çok kritik yerinde olan bir ülkede, vicdani ret yasasının yanlış bir durum meydana getireceğini söyledi. Güner, Türkiye gibi ülkelerin silahlı kuvvetlerini devamlı zinde ve dinamik tutma durumunda olduğunu belirterek, bu durumun dünyada bazı ülkeleri tedirgin ettiğine dikkat çekti. “Güçlü bir Türkiye olması için silahlı kuvvetlerinin de güçlü olması gerekli” diyen Güner, Türkiye’de silahlı Kuvvetlerin yapısının değiştirilmek istendiğine vurgu yaparak, doğrudan doğruya paralı bir askerlik ve sözleşmeli bir silahlı kuvvetlerin gündeme getirildiğini ifade etti. Güner, şöyle konuştu: “Bu doğrudan doğruya emperyalist ülkelerde olan bir şeydir. Bilhassa ABD bu duruma gelmiştir. Türkiye’de bunun uyacağı görüşünde değilim. Paralı askerlik görüşünün Türkiye’nin dengesini ve yapısını bozacağı kanaatindeyim. Bu eğer gelenek haline gelirse Türkiye’de inançlı, mücadele eden, inanarak askere giden insanların inancı bozulur. Ayrıca bu Türkiye’deki eşitlik ilkesine de aykırı. Parası olan askerliğini tamamlayacak ama bunu ödeyemeyen gençlerimiz hala sınırlarda teröristlerle mücadele edecek.”
Güçlü ve inançlı
Türkiye’nin her zaman güçlü ve inançlı bir silahlı kuvvetlere ihtiyacı olduğunun altını çizen Güner, bunun tarihte de böyle olduğunu kaydetti. Güner sözlerini şu şekilde tamamladı: “Eğer biz bunları ihmal edersek ve bu duyguları bozarsak sanki I. Dünya savaşından önce nasıl ki ordumuzun bazı ufak güçler karşısında hezimete uğrama durumu olduysa ve I. Dünya savaşında yabancı komutanlar bizi sevk ve idare etmişse aynı duruma düşeriz. Bu duruma düşmemek için Türkiye bilhassa ordusunu çok sağlam tutmalı.”
Çok ciddi durum
Cumhuriyet Halk Partisi Antalya Milletvekili Gürkut Acar da, Türkiye’de PKK ya karşı savaşmış olan ordudaki generallerimizin büyük çoğunluğunun içeride olduğunu hatırlatarak, “ Vicdani ret Türk Ordusunun temelini sarsacak çok ciddi durumdur. Vicdani ret kesinlikle doğru değildir. Türkiye cumhuriyeti ordusunun tasfiyesinin bir parçasıdır” dedi.
Türkiye’ye ihanettir
CHP Bolu Milletvekili Tanju Özcan, “Vicdani ret düzenlemesi talep etmek Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet etmektir” dedi. TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, vicdani reddin, ’askerlik yapmayı ret etmek’, halkın deyimiyle ’askerlikten kaçmak’ anlamına geldiğini savunan Özcan, “Vicdani ret düzenlemesi de askerlikten kaçmak isteyenlere yasal güvence sağlama düzenlemesidir” dedi. Vicdani ret projesini Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet projesi olarak değerlendirdiğini söyleyen Özcan, “Önce PKK istiyor, AB destekliyor, hükümet de emir telakki edip, hayata geçiriyor” dedi. Düzenlemeninin çıkması halinde bundan zengin aile çocukları ve bölücü terör örgütü sempatizanlarının yararlanacağını savunan Özcan, “Vicdani ret düzenlemesi talep etmek, Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet etmektir” dedi.
Köse: Adalet duygusu yaralanır
Şehit Aileleri Derneği Başkanı Hamit Köse, bedelli askerliğin toplum arasında ciddi yaralara sebep olacağını söyledi. Vicdani Ret yasa teklifinin yasalaşması durumunda vatanı savunacak genç bulunamayacağını belirten Köse, bedelli askerlik yapamayıp adalet duygusu zedelenen Anadolu gençlerinin bu haktan yararlanmak isteyeceklerini, bunun sonunun da hayırlı olmayacağını kaydetti. “Askerlik görevi asla parayla ölçülemez. Bizim evlatlarımız bayrak, vatan gibi kutsal değerler için şahadet mertebesine ulaştı” diyen Köse şöyle konuştu: “Vicdani ret demek, bedelli askerlik diyerek toplumun adalet duygusunda yara açmak emperyalizmin yapamadığını yapmak anlamına gelecektir, bu görülmüyor mu? Bir de buradan gelecek paralarla depremzedelere ve şehit ailelerine kaynak aktarılacağı söyleniyor. Biz evlatlarımızı para için şehit vermedik? Ayrıca devletimizi yönetenler diyorlar ki vicdani ret yasası AİHM’nin Türkiye’nin aleyhine sürekli kararlar verdiğinden dolayı çıkarılıyor. AİHM ne zaman Türkiye’nin lehine karar verdi ki bu vicdani retten dolayı verecek? Tüm bunların sorgulanması gerekmez mi?”
Büyük haksızlık vicdansızlık
Milliyetçi Hareket Partisi Bursa eski Milletvekili Hamit Homriş, bedelli askerlik ve vicdani reddin bir haksızlık olduğunu söyledi. Hamit Homriş, “Bu yapılanlar Türk Milletine, gazilerimize, şehitlerimize, şehit yakınlarına büyük bir haksızlıktır. Kanaatimce askerlikten soğutmak için de yapılan bir düzenlemedir” dedi. Vicdani reddin vicdansızlık olduğuna da işaret eden Hamit Homriş, “Buna kimsenin hakkı yok. Türk Milleti için ‘doğuştan askerdir’ tanımı vardır. Bu tanım için de vicdani ret askerlikten kaytarmak için bir sebep olacaktır. Buna kesinlikle karşıyım” diye konuştu.
Halk askerlikten soğutulmaya çalışılıyor
HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, “Bir gün gelecek, bize bu imkan sağlanacak ve biz yararlanacağız. Bu kapının kesin kapatılması lazım” diyerek bedelli askerliğe karşı olduğunu söyledi. Bedelli askerliğin parası olanlara ve asker kaçaklarına hiçbir şey yapmadan tezkere vermek olduğunu bildiren Pamukoğlu, bedelli askerliğin sosyal bir yara açacağını ve toplumsal düzeni bozacağını ifade etti. Osman Pamukoğlu, bu toprakları boydan boya 20 yaşındaki çocukların mezarıyla doluyken bedelli askerliği gündeme getirmek ve hemen arkasından da vicdani ret tartışmalarının başlamasını “akılalmaz bir şey” olarak nitelendirdi.
Askerlikten kaçmayı teşvik anlamı taşıyor
Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, “Zenginlerin bedelli askerlik yapması, bunun karşısında da zengin olmayanların askerlik yapması anasayanın eşitlik ilkesine aykırıdır” dedi. Eslen, “Askerliğini yapmayanlar asker kaçağıdır. Siyasetin bu şekilde davranıyor olması bundan sonraki asker kaçaklarına da teşvik anlamına gelmektedir. Yine bedelli askerlikle ilgili bir uygulama çıkar diye bazı gençler askere gitmek istemeyecektir” dedi. Eslen şöyle konuştu: “Vicdani ret konusuna gelince; Türkiye’de bir terör adı konursa PKK sorunu var. PKK’nın amacı belli. Bunu bir etnik sorun haline getirmeye çalışıyorlar. Vicdani retçilerin sayısı aslında fazla değil. Ama terör sorunu bir etnik sorun haline aldıkça Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almak gerekiyor. Birden bire bu vicdani retçilerin sayısında patlama olabilir. Daha doğrusu şu; PKK’ya, KCK’ya, BDP’ye sempati duyan ?? gençleri askerlik hizmeti yapmamak için vicdani retçilere verilen hakları kullanmak isteyebilirler. Bu da Türkiye için önemli bir problem olarak ortaya çıkabilir. Vicdani ret hakkı bireysel bir haktan ayrılıkçı kitlesel bir eyleme dönüşebilir. Vicdani retçilerin bireysel bir hak peşinde mi olduğu yoksa bir siyasi amacın maşası olarak mı hareket ettiklerini düşünmek gerekir.”
Vatanı savunma sorumluluğuna darbe vurulur
İstanbul Barosu Genel Sekreteri Hüseyin Özbek, “Böyle bir ortamda bedelli askerliğin gündeme getirilmesi ardından da Adalet Bakanı’nın vicdani ret konusunun düzenleneceğini belirtmesi asla tesadüf olarak nitelenemez” dedi. Özbek, “Bu TSK’nın kışlaya hapsedilmesi, tabir-i caizse oyundan atılıp, tribüne çıkartılmasıdır. Türkiye’nin iç ve dış hasımları için caydırıcı bir unsur olmaktan da çıkartılmasıdır. Silivri’de özel yetkili mahkemelerde devam eden davalar, ordunun itibarının örselenmesinde ciddi bir etki yaratmıştır. Askerliğin kamusal bir mükellefiyet olmaktan çıkarılıp, profes yonel bir mesleğe dönüştürülmesiyle var olan itibar da sıfırlanacaktır” diye konuştu. Özbek şöyle devam etti: “Vatan sevgisinin, gerekirse uğruna canını feda etmenin tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ortak bir tavrı ve duygusu olmaktan çıkarılması anlamına gelecektir. Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik içerideki etnik kalkışmada ve dış saldırılarda bazı T.C. yurttaşları, vatanın savunmasından hukuken sorumlu tutulmayacaktır. Ortak bir vatanda yaşamanın duyudaşlığı ve dayanışması bu süreç sonucunda söz konusu olmaktan çıkacaktır.”
AKP iktidarının bedelli askerlik ve vicdani ret projesi toplumda infiale yol açtı... Siyasetçisinden hukukçusuna, emekli askerinden şehit yakınlarına herkes tepkili:
Ordunun tasfiyesi anlamına gelen bu kararlar, milli bütünlüğü ve eşitliği zedeler
TSK kışlaya hapsedilecek
İstanbul Barosu Genel Sekreteri Hüseyin Özbek, bedelli ve vicdani reddin peş peşe açıklanmasının tesadüf olmadığını belirterek, “Bu TSK’nın kışlaya hapsedilmesi, tabir-i caizse oyundan atılıp, tribüne çıkarılmasıdır” dedi.
Vatanı kim savunacak?
Gencecİk fidanlarını vatan için toprağa verenlerin tepkisini Şehit Aileleri Derneği Başkanı Hamit Köse verdi: Emperyalizmin gelmesini engellemek amacıyla canlarını feda eden şehitlerimiz nasıl rahatsız olmaz.
http://tarafsizhaber.blogspot.com/2011/11/bedelli-askerlik-kimlere-geliyor.html
Bedelli askerlik kimlere geliyor.?TÜRK UYUMAYA DEVAM
Asker kaçaklarına teşvik
“Zengİnlerİn bedelliyi tercih etmesi, garibanın askerlik yapması anasayanın eşitlik ilkesine aykırı” diyen emekli Tuğg. Nejat Eslen, vicdani reddin de, PKK’ya, KCK’ya sempati duyan gençler için fırsata dönüşeceğini söyledi.
Siyasetten dünyasından tepkiler
Erkan Akçay (MHP Milletvekili)
Ordu-millet anlayışına darbe
Bedellİyİ gündeme getirmek ordu-millet anlayışına vurulmak istenen darbedir. Vicdani reddi vicdanım kabul etmiyor.
Tanju Özcan (CHP Milletvekili)
Cumhuriyete ihanet projesi
PKK istiyor, AB destekliyor, hükümet emir telakki edip, hayata geçiriyor. Vicdani ret talep etmek, TC’ye ihanettir.
Osman Pamukoğlu (HEPAR lideri)
Toplumsal düzeni bozacak
Bu topraklar 20 yaşındaki çocukların mezarlarıyla doluyken bedelliyi ve vicdani reddi konuşmak akıl almaz bir şey.
Vicdani ret ve bedelli ile orduyu tasfiye edecekler
Düzenlemenin Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet projesi olduğu, bedellinin zengine, vicdani reddin de PKK’lıya yarayacağı belirtiliyor
Haber: Salim Yavaşoğlu - Fatih Erboz
Türkiye’de AKP iktidarınca son günlerde yeniden gündeme sokulan, şehit yakınları ve gazileri derinden yaralayan vicdani ret ile bedelli askerlik konularında tepkiler çığ gibi. MHP Manisa Milletvekili Erkan Akçay, vicdani ret düzenlemesi ile Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan “Bedelli askerlik” yasa tasarısının aynı döneme denk getirilmesinin tüm toplumun adalet duygusunu yerle bir ettiğini savundu. Akçay, vicdani ret konusunu kendi vicdanının da reddettiğini dile getirerek şöyle konuştu: “Yıllarca bir çobanın oyuyla bir üniversite mezununun oyu aynı mı olmalı sorusu soruldu. Elbette herkes buna karşı çıktı. Bir olacak tabii ki. Bunun nedeni Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsi eşittir ilkesinden hareket ettiğimizdendir. Bu noktada AKP de savunuyor bunu. Oy söz konusu olunca eşit oluyor da askerlik söz konusu olunca neden olmuyor? Bir kere bedelli askerlik ve vicdani ret konusunun gündeme getirilmesi ordu millet anlayışına vurulmak istenen darbedir.” Türk milletinin vatan savunması yapamaz hale getirilmek istendiğini kaydeden Akçay, “Bu anlayışa ben bir ad koyamıyorum. Bu ülkede çocuklar kandırılarak zorla dağa götürülüyor. Milletin evlatlarındaki adalet duygusunun bir de bedelli askerlik kavramıyla vicdanları yerle bir ediliyor” diye konuştu. CHP Ordu eski milletvekili Rahmi Güner de, Türkiye gibi coğrafi ve stratejik konumu itibariyle dünyanın çok kritik yerinde olan bir ülkede, vicdani ret yasasının yanlış bir durum meydana getireceğini söyledi. Güner, Türkiye gibi ülkelerin silahlı kuvvetlerini devamlı zinde ve dinamik tutma durumunda olduğunu belirterek, bu durumun dünyada bazı ülkeleri tedirgin ettiğine dikkat çekti. “Güçlü bir Türkiye olması için silahlı kuvvetlerinin de güçlü olması gerekli” diyen Güner, Türkiye’de silahlı Kuvvetlerin yapısının değiştirilmek istendiğine vurgu yaparak, doğrudan doğruya paralı bir askerlik ve sözleşmeli bir silahlı kuvvetlerin gündeme getirildiğini ifade etti. Güner, şöyle konuştu: “Bu doğrudan doğruya emperyalist ülkelerde olan bir şeydir. Bilhassa ABD bu duruma gelmiştir. Türkiye’de bunun uyacağı görüşünde değilim. Paralı askerlik görüşünün Türkiye’nin dengesini ve yapısını bozacağı kanaatindeyim. Bu eğer gelenek haline gelirse Türkiye’de inançlı, mücadele eden, inanarak askere giden insanların inancı bozulur. Ayrıca bu Türkiye’deki eşitlik ilkesine de aykırı. Parası olan askerliğini tamamlayacak ama bunu ödeyemeyen gençlerimiz hala sınırlarda teröristlerle mücadele edecek.”
Güçlü ve inançlı
Türkiye’nin her zaman güçlü ve inançlı bir silahlı kuvvetlere ihtiyacı olduğunun altını çizen Güner, bunun tarihte de böyle olduğunu kaydetti. Güner sözlerini şu şekilde tamamladı: “Eğer biz bunları ihmal edersek ve bu duyguları bozarsak sanki I. Dünya savaşından önce nasıl ki ordumuzun bazı ufak güçler karşısında hezimete uğrama durumu olduysa ve I. Dünya savaşında yabancı komutanlar bizi sevk ve idare etmişse aynı duruma düşeriz. Bu duruma düşmemek için Türkiye bilhassa ordusunu çok sağlam tutmalı.”
Çok ciddi durum
Cumhuriyet Halk Partisi Antalya Milletvekili Gürkut Acar da, Türkiye’de PKK ya karşı savaşmış olan ordudaki generallerimizin büyük çoğunluğunun içeride olduğunu hatırlatarak, “ Vicdani ret Türk Ordusunun temelini sarsacak çok ciddi durumdur. Vicdani ret kesinlikle doğru değildir. Türkiye cumhuriyeti ordusunun tasfiyesinin bir parçasıdır” dedi.
Türkiye’ye ihanettir
CHP Bolu Milletvekili Tanju Özcan, “Vicdani ret düzenlemesi talep etmek Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet etmektir” dedi. TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, vicdani reddin, ’askerlik yapmayı ret etmek’, halkın deyimiyle ’askerlikten kaçmak’ anlamına geldiğini savunan Özcan, “Vicdani ret düzenlemesi de askerlikten kaçmak isteyenlere yasal güvence sağlama düzenlemesidir” dedi. Vicdani ret projesini Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet projesi olarak değerlendirdiğini söyleyen Özcan, “Önce PKK istiyor, AB destekliyor, hükümet de emir telakki edip, hayata geçiriyor” dedi. Düzenlemeninin çıkması halinde bundan zengin aile çocukları ve bölücü terör örgütü sempatizanlarının yararlanacağını savunan Özcan, “Vicdani ret düzenlemesi talep etmek, Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet etmektir” dedi.
Köse: Adalet duygusu yaralanır
Şehit Aileleri Derneği Başkanı Hamit Köse, bedelli askerliğin toplum arasında ciddi yaralara sebep olacağını söyledi. Vicdani Ret yasa teklifinin yasalaşması durumunda vatanı savunacak genç bulunamayacağını belirten Köse, bedelli askerlik yapamayıp adalet duygusu zedelenen Anadolu gençlerinin bu haktan yararlanmak isteyeceklerini, bunun sonunun da hayırlı olmayacağını kaydetti. “Askerlik görevi asla parayla ölçülemez. Bizim evlatlarımız bayrak, vatan gibi kutsal değerler için şahadet mertebesine ulaştı” diyen Köse şöyle konuştu: “Vicdani ret demek, bedelli askerlik diyerek toplumun adalet duygusunda yara açmak emperyalizmin yapamadığını yapmak anlamına gelecektir, bu görülmüyor mu? Bir de buradan gelecek paralarla depremzedelere ve şehit ailelerine kaynak aktarılacağı söyleniyor. Biz evlatlarımızı para için şehit vermedik? Ayrıca devletimizi yönetenler diyorlar ki vicdani ret yasası AİHM’nin Türkiye’nin aleyhine sürekli kararlar verdiğinden dolayı çıkarılıyor. AİHM ne zaman Türkiye’nin lehine karar verdi ki bu vicdani retten dolayı verecek? Tüm bunların sorgulanması gerekmez mi?”
Büyük haksızlık vicdansızlık
Milliyetçi Hareket Partisi Bursa eski Milletvekili Hamit Homriş, bedelli askerlik ve vicdani reddin bir haksızlık olduğunu söyledi. Hamit Homriş, “Bu yapılanlar Türk Milletine, gazilerimize, şehitlerimize, şehit yakınlarına büyük bir haksızlıktır. Kanaatimce askerlikten soğutmak için de yapılan bir düzenlemedir” dedi. Vicdani reddin vicdansızlık olduğuna da işaret eden Hamit Homriş, “Buna kimsenin hakkı yok. Türk Milleti için ‘doğuştan askerdir’ tanımı vardır. Bu tanım için de vicdani ret askerlikten kaytarmak için bir sebep olacaktır. Buna kesinlikle karşıyım” diye konuştu.
Halk askerlikten soğutulmaya çalışılıyor
HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, “Bir gün gelecek, bize bu imkan sağlanacak ve biz yararlanacağız. Bu kapının kesin kapatılması lazım” diyerek bedelli askerliğe karşı olduğunu söyledi. Bedelli askerliğin parası olanlara ve asker kaçaklarına hiçbir şey yapmadan tezkere vermek olduğunu bildiren Pamukoğlu, bedelli askerliğin sosyal bir yara açacağını ve toplumsal düzeni bozacağını ifade etti. Osman Pamukoğlu, bu toprakları boydan boya 20 yaşındaki çocukların mezarıyla doluyken bedelli askerliği gündeme getirmek ve hemen arkasından da vicdani ret tartışmalarının başlamasını “akılalmaz bir şey” olarak nitelendirdi.
Askerlikten kaçmayı teşvik anlamı taşıyor
Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, “Zenginlerin bedelli askerlik yapması, bunun karşısında da zengin olmayanların askerlik yapması anasayanın eşitlik ilkesine aykırıdır” dedi. Eslen, “Askerliğini yapmayanlar asker kaçağıdır. Siyasetin bu şekilde davranıyor olması bundan sonraki asker kaçaklarına da teşvik anlamına gelmektedir. Yine bedelli askerlikle ilgili bir uygulama çıkar diye bazı gençler askere gitmek istemeyecektir” dedi. Eslen şöyle konuştu: “Vicdani ret konusuna gelince; Türkiye’de bir terör adı konursa PKK sorunu var. PKK’nın amacı belli. Bunu bir etnik sorun haline getirmeye çalışıyorlar. Vicdani retçilerin sayısı aslında fazla değil. Ama terör sorunu bir etnik sorun haline aldıkça Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almak gerekiyor. Birden bire bu vicdani retçilerin sayısında patlama olabilir. Daha doğrusu şu; PKK’ya, KCK’ya, BDP’ye sempati duyan ?? gençleri askerlik hizmeti yapmamak için vicdani retçilere verilen hakları kullanmak isteyebilirler. Bu da Türkiye için önemli bir problem olarak ortaya çıkabilir. Vicdani ret hakkı bireysel bir haktan ayrılıkçı kitlesel bir eyleme dönüşebilir. Vicdani retçilerin bireysel bir hak peşinde mi olduğu yoksa bir siyasi amacın maşası olarak mı hareket ettiklerini düşünmek gerekir.”
Vatanı savunma sorumluluğuna darbe vurulur
İstanbul Barosu Genel Sekreteri Hüseyin Özbek, “Böyle bir ortamda bedelli askerliğin gündeme getirilmesi ardından da Adalet Bakanı’nın vicdani ret konusunun düzenleneceğini belirtmesi asla tesadüf olarak nitelenemez” dedi. Özbek, “Bu TSK’nın kışlaya hapsedilmesi, tabir-i caizse oyundan atılıp, tribüne çıkartılmasıdır. Türkiye’nin iç ve dış hasımları için caydırıcı bir unsur olmaktan da çıkartılmasıdır. Silivri’de özel yetkili mahkemelerde devam eden davalar, ordunun itibarının örselenmesinde ciddi bir etki yaratmıştır. Askerliğin kamusal bir mükellefiyet olmaktan çıkarılıp, profes yonel bir mesleğe dönüştürülmesiyle var olan itibar da sıfırlanacaktır” diye konuştu. Özbek şöyle devam etti: “Vatan sevgisinin, gerekirse uğruna canını feda etmenin tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ortak bir tavrı ve duygusu olmaktan çıkarılması anlamına gelecektir. Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik içerideki etnik kalkışmada ve dış saldırılarda bazı T.C. yurttaşları, vatanın savunmasından hukuken sorumlu tutulmayacaktır. Ortak bir vatanda yaşamanın duyudaşlığı ve dayanışması bu süreç sonucunda söz konusu olmaktan çıkacaktır.”
En son İlteriş Kağan tarafından Cuma 18 Kas. 2011 - 9:52 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Bu çığlığı niye duymadın
Tayyip Erdoğan, Karadeniz Enerji ve Ekonomik Forumu’nda konuşurken, Suriye’de ve bölgedeki sorunların lokal değil, küresel olduğuna dikkat çekerek, “Bölgede yaşanan trajediyi görmek, çığlıkları işitmek ve akan kanın durması için acilen tedbirler almalıyız” dedi..
Yine Erdoğan, “Şu anda da, sadece Türkiye’nin değil, birçok ülkenin ve Arap Ligi başta olmak üzere birçok kuruluşun uyarılarına rağmen, Suriye’de maalesef kan akmaya devam ediyor” diye konuştu..
“Bölgede yaşanan trajedi” denilince, sizin aklınıza ne geliyor? “Çığlıkları işitmek” denilince kulaklarınızda nasıl bir ses yankılanıyor? “Akan kan” denilince gözünüzün önüne hangi tablo geliyor..
Siz bu konuyu biraz düşünürken biz Tayyip Erdoğan’ın 15 Kasım 2011 Salı günü yaptığı konuşmayı da hatırlatalım..
Erdoğan, Beşşar Esad’a hitaben diyordu ki “Cezaevlerinde binlerce siyasi tutuklu bulunduran Beşşar, sen Türk Bayrağına saldıranları da bulup gereken cezayı vermek durumundasın. Öldürerek, hapsederek, sindirerek hiç bir yere varılamayacağı artık daha iyi görülmeli, idrak edilmeli. Son dönemde kendi halkına karşı savaş açanların nasıl bir trajik sona ulaştıklarını Beşşar Esad da görmelidir. Zulüm ile abad olunmaz,mazlumun kanı üzerine gelecek inşa edilmez. Aksi takdirde tarih bu tür liderleri kanla beslenen liderler olarak anar. Esad, sen de şu anda, o sayfayı açmaya doğru gidiyorsun. Zira mazlumların ahını alanlar, bunun bedelini er ya da geç öderler.”
“Cezaevlerinde binlerce siyasi tutuklu bulundurmak” denilince sizin aklınıza ne geliyor? Fehmi Koru’nun, “Düğmeye 5 Kasım 2007’deki George Bush-Tayyip Erdoğan görüşmesinde basıldı” diye bildirdiği operasyonlar..
Hele hele cezaevlerinde ölüm denilince aklınıza hangi isimler geliyor? Son olarak Kaşif Kozinoğlu geliyor mu mesela?
Türk bayrağına ve Türk kimliğine saygısızlık denilince aklınıza hangi açılımlar geliyor?
***
Bütün bunları tek tek yazacak olsak, sayfalar yetmez..
Fakat, yine aynı bölgeden gerçek bir çığlığı hatırlatalım..
2004 yılı Nisan ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir milletvekili tarafından da okunan bir mektup vardı. Irak Ebu Gureyb cezaevinden yazan Nur Hanım, bakınız ne diyordu Müslümanlara, insan evlatlarına..
“Amerikalılar, Ebu Garib’te namusumuzu her gün ayaklar altına alıyor. Burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok! Eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa, birleşin ve bu hapishaneye saldırın. Hepimizin karnında onların piçleri var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme razıyız! Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum.. Bacınız Nur.”
***
Bu mektubun okunduğu İslam ülkelerinden, mesela bugünlerde Suriye üzerinde baskı kuran Arap Birliği denilen örgütten, herhangi bir tepki duydunuz mu?
Mesela Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Tayyip Erdoğan, bu işkencelerden sorumlu olan dönemin ABD Başkanı George Bush’a hitaben, “George, George, bu yaptığın insanlığa sığmaz. Ebu Gureyp cezaevinde binlerce tutuklu bulunduran George, öldürerek, hapsederek, sindirerek hiç bir yere varılamayacağını artık görmelisin, idrak etmelisin. Zulüm ile abad olunmaz,mazlumun kanı üzerine gelecek inşa edilmez” dedi mi?
Demedi elbette! Peki ama bir şeyler söylemiş olmalı değil mi? Bu kadar baskı ve zulüm karşısında, dindar başbakanımız, dindaşlarımızın eşlerine, kızlarına yapılan bu zulüm dolayısıyla bir tepki göstermiş olmalı değil mi?
Wall Street Journal gazetesinde yayınlanmış şöyle bir tepkisi var Tayyip Erdoğan’ın:
“Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.”
Peki neden böyle oluyor? Neden müslüman kadınların ırzına geçilirken, 1.5 milyona yakın Müslüman öldürülürken onların çığlıklarını duymayan bir Başbakan ve kadrosunun, Amerika adına Suriye’yi suçlarken “Yeni Osmanlı” ve dindar sayıldığı bir ülke olmuştur Türkiye..
Aslında o çığlıkları duymayan, sadece Tayyip Erdoğan değildir, bu politikalara destek veren herkes, Irak’ta yaşanan vahşetten aynı derecede sorumludur..
Arslan BULUT
Yine Erdoğan, “Şu anda da, sadece Türkiye’nin değil, birçok ülkenin ve Arap Ligi başta olmak üzere birçok kuruluşun uyarılarına rağmen, Suriye’de maalesef kan akmaya devam ediyor” diye konuştu..
“Bölgede yaşanan trajedi” denilince, sizin aklınıza ne geliyor? “Çığlıkları işitmek” denilince kulaklarınızda nasıl bir ses yankılanıyor? “Akan kan” denilince gözünüzün önüne hangi tablo geliyor..
Siz bu konuyu biraz düşünürken biz Tayyip Erdoğan’ın 15 Kasım 2011 Salı günü yaptığı konuşmayı da hatırlatalım..
Erdoğan, Beşşar Esad’a hitaben diyordu ki “Cezaevlerinde binlerce siyasi tutuklu bulunduran Beşşar, sen Türk Bayrağına saldıranları da bulup gereken cezayı vermek durumundasın. Öldürerek, hapsederek, sindirerek hiç bir yere varılamayacağı artık daha iyi görülmeli, idrak edilmeli. Son dönemde kendi halkına karşı savaş açanların nasıl bir trajik sona ulaştıklarını Beşşar Esad da görmelidir. Zulüm ile abad olunmaz,mazlumun kanı üzerine gelecek inşa edilmez. Aksi takdirde tarih bu tür liderleri kanla beslenen liderler olarak anar. Esad, sen de şu anda, o sayfayı açmaya doğru gidiyorsun. Zira mazlumların ahını alanlar, bunun bedelini er ya da geç öderler.”
“Cezaevlerinde binlerce siyasi tutuklu bulundurmak” denilince sizin aklınıza ne geliyor? Fehmi Koru’nun, “Düğmeye 5 Kasım 2007’deki George Bush-Tayyip Erdoğan görüşmesinde basıldı” diye bildirdiği operasyonlar..
Hele hele cezaevlerinde ölüm denilince aklınıza hangi isimler geliyor? Son olarak Kaşif Kozinoğlu geliyor mu mesela?
Türk bayrağına ve Türk kimliğine saygısızlık denilince aklınıza hangi açılımlar geliyor?
***
Bütün bunları tek tek yazacak olsak, sayfalar yetmez..
Fakat, yine aynı bölgeden gerçek bir çığlığı hatırlatalım..
2004 yılı Nisan ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir milletvekili tarafından da okunan bir mektup vardı. Irak Ebu Gureyb cezaevinden yazan Nur Hanım, bakınız ne diyordu Müslümanlara, insan evlatlarına..
“Amerikalılar, Ebu Garib’te namusumuzu her gün ayaklar altına alıyor. Burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok! Eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa, birleşin ve bu hapishaneye saldırın. Hepimizin karnında onların piçleri var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme razıyız! Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum.. Bacınız Nur.”
***
Bu mektubun okunduğu İslam ülkelerinden, mesela bugünlerde Suriye üzerinde baskı kuran Arap Birliği denilen örgütten, herhangi bir tepki duydunuz mu?
Mesela Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Tayyip Erdoğan, bu işkencelerden sorumlu olan dönemin ABD Başkanı George Bush’a hitaben, “George, George, bu yaptığın insanlığa sığmaz. Ebu Gureyp cezaevinde binlerce tutuklu bulunduran George, öldürerek, hapsederek, sindirerek hiç bir yere varılamayacağını artık görmelisin, idrak etmelisin. Zulüm ile abad olunmaz,mazlumun kanı üzerine gelecek inşa edilmez” dedi mi?
Demedi elbette! Peki ama bir şeyler söylemiş olmalı değil mi? Bu kadar baskı ve zulüm karşısında, dindar başbakanımız, dindaşlarımızın eşlerine, kızlarına yapılan bu zulüm dolayısıyla bir tepki göstermiş olmalı değil mi?
Wall Street Journal gazetesinde yayınlanmış şöyle bir tepkisi var Tayyip Erdoğan’ın:
“Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.”
Peki neden böyle oluyor? Neden müslüman kadınların ırzına geçilirken, 1.5 milyona yakın Müslüman öldürülürken onların çığlıklarını duymayan bir Başbakan ve kadrosunun, Amerika adına Suriye’yi suçlarken “Yeni Osmanlı” ve dindar sayıldığı bir ülke olmuştur Türkiye..
Aslında o çığlıkları duymayan, sadece Tayyip Erdoğan değildir, bu politikalara destek veren herkes, Irak’ta yaşanan vahşetten aynı derecede sorumludur..
Arslan BULUT
En son İlteriş Kağan tarafından Cuma 18 Kas. 2011 - 14:20 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
“Türkiye ile ABD ortak çalışıyor”
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon: Çok yakın çalışıyor ve aynı hedefleri paylaşıyoruz.
Son darbe
Türkiye ile sınır komşusu ve dostu Suriye’nin arasını açan ABD, şimdi de Ankara’nın Şam yönetimine son darbeyi indirmesi için çaba sarfediyor.
Süre bitti
ABD’li Bakan Yardımcısı Philip Gordon, “Türkiye’nin tanıdığı süre bitti, şimdi Esad, halkına uyguladığı şiddetin hesabını vermek zorunda” dedi.
“Türkiye ile ABD ortak çalışıyor”
ABD Dışişleri Bakanlığının Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Philip Gordon, Türkiye ve ABD’nin Suriye konusunda birlikte çok yakın çalıştığını ve aynı hedefleri paylaştığını söyledi. ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Avrupa ve Avrasya Alt Komitesi’nde katıldığı “Balkanlar” konulu oturumun ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Gordon, “Esad ülkesinde gerekli reformları yapmayınca Türkiye aynen ABD’nin yaptığı gibi, harekete geçmeye başladı. Bu konuda Ankara ile düzenli olarak çalışıyoruz” dedi. Öte yandan Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe de Beşşar Esad’a baskı yapma konusunda Türkiye’ye işbirliğini sürdürmeyi teklif etti.
Son darbe
Türkiye ile sınır komşusu ve dostu Suriye’nin arasını açan ABD, şimdi de Ankara’nın Şam yönetimine son darbeyi indirmesi için çaba sarfediyor.
Süre bitti
ABD’li Bakan Yardımcısı Philip Gordon, “Türkiye’nin tanıdığı süre bitti, şimdi Esad, halkına uyguladığı şiddetin hesabını vermek zorunda” dedi.
“Türkiye ile ABD ortak çalışıyor”
ABD Dışişleri Bakanlığının Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Philip Gordon, Türkiye ve ABD’nin Suriye konusunda birlikte çok yakın çalıştığını ve aynı hedefleri paylaştığını söyledi. ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Avrupa ve Avrasya Alt Komitesi’nde katıldığı “Balkanlar” konulu oturumun ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Gordon, “Esad ülkesinde gerekli reformları yapmayınca Türkiye aynen ABD’nin yaptığı gibi, harekete geçmeye başladı. Bu konuda Ankara ile düzenli olarak çalışıyoruz” dedi. Öte yandan Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe de Beşşar Esad’a baskı yapma konusunda Türkiye’ye işbirliğini sürdürmeyi teklif etti.
Vahdettin: Coolidge yetiş! Halifelik gidiyor!
Bugün ‘açılım’ yapıp Osmanlı’yı çatırdatan Abdülmecid anılıyor, yarın onun oğlu son padişah Vahdettin de anılacaktır. Vahdettin, yeni bir Türkiye kurulduğunu, kendisine yer olmayacağını anlayınca yurt dışına kaçıyor ve İslâm halifesi sıfatıyla yeniden iktidara geleceğinin hesabını yapıyor.
Hilâfet de 3 Mart 1924’te kaldırılınca bütün umudu sönüyor. Devlet başkanlarına mektup yazıyor. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Coolidge’ye yazdığı mektup tam anlamıyla şanlı Osmanlı’ya sürülmüş bir lekedir. Halifeliği kurtarmak için Coolidge’den yardım istiyor ve âdeta yalvarıyor
Vahdettin biliriz... Tam adı Mehmed Vahîdeddin’dir. Osmanlı padişahları sıralamasında 6. Mehmed olarak geçer. Yani Mehmed-i Sâdis.
Vahîdeddin, 1861’de İstanbul’da doğmuş ve 1926’da San Remo’da ölmüştür. 36. ve son padişah ve 115. halifedir.
(Halifelik meselesini ileride ele alacağım. Tarih meseleleriyle uğraşa uğraşa halifeliğin öyle İslâmla pek alâkalı olmadığını idrak ettim. Sembolik anlamdan öte geçmiyor. Onun için İslâm ve halifeliği yan yana tasavvur etmemek gerekir.)
Vahîdeddin, şimdi Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla bizi Batıya açıp, imparatorluğu çatırdatan Abdülmecid’in sekizinci çocuğu... Abdülmecid’in tohumu çok bereketli! Vahîdedin’den önce oğulları Mehmed Reşad, Abdülhamid ve Murad padişah oluyor.
Vahîdedin kiminin nazarında “hain” kiminin nazarında ülkesini düşünen ama talihsiz bir han...
Biyografisine baktığımız zaman medrese derslerini takip ettiği ve şer’î meselelere vâkıf olduğu yazılı... Bu bir referans mı dindarlığına acaba ve onun için mi bizim “İslâmcı” tesmiye edilen ve Osmanlı’yı kayıt şartsız savunan kesimin gözünde büyütülüyor? Necip Fazıl Kısakürek bile onun için kitap yazmıştır! Necip Fazıl bir tarihçi değil; ideolojik saikla bu kitabı kaleme alıyor. Necip Fazıl yazdıysa, söylenecek söz yoktur birilerine göre...
Hepimiz insanız ve Vahîdeddin de insan, onun karşısında Mustafa Kemal Atatürk de insan... Vahîdedin, elbette ülkesini sevecektir ve elbette işgalden ıstırap duyacaktır. Bu ülke onun “mülk”ü çünkü... İnsan mülkünün zarar görmesini ister mi?
Aşağıda bir mektup yayınlayacağım... Başkaları da kıyısından ucundan yayınladılar. Önce şüpheye düştüm. Kızıma telefon ettim... Uluslararası ilişkilerde araştırma görevlisi... “Şu mektubu araştır, doğru mu gerçekten...”
Ve gerçekten doğru...
Zaten Anadolu Üniversitesi’nden Prof. Dr. İhsan Güneş, -sağolsun- araştırmış ve üzerine mufassal bir makale yazmış. Bize bir söz bırakmamış.
Bu mektubu herkes bilmelidir.
Şu zamanda imparatorluğun aslî unsuru Türkleri yok sayıp “açılım”la gayrimüslimleri Türk’ün tepesine çıkartarak imparatorluğu çatırdatan Abdülmecid resmî olarak hayırla yâd ediliyor.
(Gayrimüslim de bu ülkenin vatandaşıdır; sözüm olamaz ama “açılım”daki niyet, Batıya ülkeyi peşkeş çekmektir. Bunu da gayrimüslimleri kullanarak yaptılar.)
Yakında Vahîdeddin’i de resmî olarak yâd ederlerse hiç şaşırmayalım.
Biz “ikaz”la tarihî vazifemizi yapıyoruz.
***
Vahîdeddin’in atası Osman Gazi’dir. Devlete adını veren Osman Gazi...
Edebali’nin damadı... Edebali’nin nasihatlarını bilirsiniz.
“Ey oğul...” diye başlar.
Gerçi böyle bir nasihatı yazılı olarak zamanımıza ulaşmış değildir. Romancı Tarık Buğra Osmancık’ta Edebali’yi Osman Gazi’ye böyle nasihat ettirmiştir ama Edebali’nin muttakî kişiliği, konar göçerlikten bir cihan devleti çıkarmış Osman Gazi’ye böyle nasihat edebileceğini düşündürebilir. Bu nasihatleri tutan önünü görür ve inançlı olur.
Edebali ne diyordu?
“Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.”
Sonunu da şöyle bağlıyor:
“Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...”
Vahîdeddin, atası gibi öfkesini yenememiş ve atası gibi geleceğe sağlam basamamıştır.
Nereden geldiğini unutmuş ve nereye gideceğini bilemeden Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Coolidge’den medet ummuştur:
***
Önce Vahîdeddin’in yurt dışına nasıl gittiğine bakalım. İstanbul kurtulmuş ve Refet Paşa İstanbul’a girmiştir. Hatta Padişah’la da dört saat görüşür. Vahîdeddin anlar ki, yeni bir dünya kurulacak ve kendisi olmayacaktır.
Prof. Dr. İhsan Güneş gelişmeleri şöyle anlatır:
“Kasım 1922’deki Cuma Selamlığı’nda kimse Padişahla ilgilenmedi. Padişah, Ali Kemal’in kaçırılıp öldürülmesinden sonra hayatından daha çok endişelenmeye başladı. Müttefik işgal kuvvetleri komutanı General Harington’a İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devleti fehimesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan mahalli ahara naklimi talep ederim efendim diye bir mektup yazarak 17 Kasım 1922’de İstanbul’da bulunan İngiliz Malaya zırhlısına bindi ve halkına hesap vermeden ülkesinden kaçtı. İngilizlerin yardımı, Arapların desteği ile halifeliğini sürdüreceğini düşünen Vahdettin; Kral Hüseyin’in çağrısı üzerine Mekke’ye gitti. Burada hilafetle saltanatın ayrılmasının şeriata aykırı olduğunu bildiren bir bildiri yayınladı. Böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı kararı geçersiz kılmaya çalıştı. Ancak sonuç beklediği gibi olmadı. Daha sonra Vahdettin buradan ayrılarak San-Remo’ya geçti ve ölünceye kadar (l6 Mayıs 1926) burada kaldı.”
Vahîdeddin, Müslümanları “tavlamak” için halifeliğin ardına sığınıyor. Ankara cesur bir kararla, 3 Mart 1924’te halifeliği kaldırıyor.
Vahîdeddin bu karar karşısında ne yapacağını bilmiyor... Muhtemelen etrafının da telkiniyle bazı devlet başkanlarına mektup yazıyor, halifliği kurtarmaya çalışıyor. “Halifelik” dini bir makam ama yardım istedikleri ecnebî, Müslümanlıkla alâkası yok!
Osmanlı’yı dünyaya rezil etti...
Bu mektuplardan biri Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Coolidg’ye gidiyor.
Prof. Dr. İhsan Güneş, şunları yazıyor:
“Mektup, San-Remo’da Padişah Vahdettin tarafından yazılmış ve Halis Reşat Bey tarafından Paris’te bulunan Amerikan elçiliğine teslim edilmiştir. Elçilik de bu mektubun orijinalini ve İngilizce çevirisini 15 Nisan 1924 tarihli yazısıyla Washington’a göndermiştir. Mektup Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Arşivi’nde 86700/1788 numarada kayıtlıdır.
Mektupta üzerinde durulan konular nelerdir?
Vahdettin hala Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe karıştığını ve yerine yeni bir devletin kurulduğunu kabul edememektedir. Mevcut durumu geçici görmektedir.
Kendi iradesiyle ülkeyi terk ettiği halde hala saltanat ve hilafet haklarının varlığından söz edebilmektedir.
Ankara’da toplanan ve ulusun gerçek temsilcilerinden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini fitne çıkaran isyancı kişiler olarak görmekte ve bunların alacağı kararları geçersiz saymaktadır. Dolayısıyla da Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımamaktadır. Saltanat ile hilafetin ayrılmasını, önce saltanatın daha sonra da hilafetin kaldırılmasını sağlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini dini, kökeni, vatanı belli olmayan asker kişiler ile onlarla işbirliği içinde bulunan küçük bir şer zümresi olarak nitelemektedir. Vahdettin, hilafeti kaldırmanın Türk Ulusu’nun yetkisinde olmadığını, hilafet sorununun tüm İslam ülkelerinin gönderecekleri uzman kişilerden oluşacak bir meclis tarafından çözüme bağlanabileceğini iddia etmektedir.
Ayrıca şeriata aykırı kararların hangi makam tarafından alınırsa alınsın geçersiz olacağını belirterek ulus egemenliğine dayanan bir devletin var olduğunu kabul etmemektedir.
Vahdettin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı bu kararların İslam dünyasında olumsuz yankılar yaratacağı gibi diğer ülkelerin iç güvenliklerinin bozulmasında da etkili olacağını belirterek adeta aba altından sopa göstermektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı hilafetin kaldırılması ve hanedan mallarına el konulmasını öngören 3 Mart 1924 tarihli yasayı kişisel haklara indirilmiş bir darbe olarak nitelemekte ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kişi hakları tanımayan bir devlet olarak göstermeye çalışmaktadır. Vahdettin, saltanat ve hilafet sorununun çözümlenmesi için diplomatik bir üslup ile Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’ndan yardım istemektedir.”
Hilâfet de 3 Mart 1924’te kaldırılınca bütün umudu sönüyor. Devlet başkanlarına mektup yazıyor. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Coolidge’ye yazdığı mektup tam anlamıyla şanlı Osmanlı’ya sürülmüş bir lekedir. Halifeliği kurtarmak için Coolidge’den yardım istiyor ve âdeta yalvarıyor
Vahdettin biliriz... Tam adı Mehmed Vahîdeddin’dir. Osmanlı padişahları sıralamasında 6. Mehmed olarak geçer. Yani Mehmed-i Sâdis.
Vahîdeddin, 1861’de İstanbul’da doğmuş ve 1926’da San Remo’da ölmüştür. 36. ve son padişah ve 115. halifedir.
(Halifelik meselesini ileride ele alacağım. Tarih meseleleriyle uğraşa uğraşa halifeliğin öyle İslâmla pek alâkalı olmadığını idrak ettim. Sembolik anlamdan öte geçmiyor. Onun için İslâm ve halifeliği yan yana tasavvur etmemek gerekir.)
Vahîdeddin, şimdi Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla bizi Batıya açıp, imparatorluğu çatırdatan Abdülmecid’in sekizinci çocuğu... Abdülmecid’in tohumu çok bereketli! Vahîdedin’den önce oğulları Mehmed Reşad, Abdülhamid ve Murad padişah oluyor.
Vahîdedin kiminin nazarında “hain” kiminin nazarında ülkesini düşünen ama talihsiz bir han...
Biyografisine baktığımız zaman medrese derslerini takip ettiği ve şer’î meselelere vâkıf olduğu yazılı... Bu bir referans mı dindarlığına acaba ve onun için mi bizim “İslâmcı” tesmiye edilen ve Osmanlı’yı kayıt şartsız savunan kesimin gözünde büyütülüyor? Necip Fazıl Kısakürek bile onun için kitap yazmıştır! Necip Fazıl bir tarihçi değil; ideolojik saikla bu kitabı kaleme alıyor. Necip Fazıl yazdıysa, söylenecek söz yoktur birilerine göre...
Hepimiz insanız ve Vahîdeddin de insan, onun karşısında Mustafa Kemal Atatürk de insan... Vahîdedin, elbette ülkesini sevecektir ve elbette işgalden ıstırap duyacaktır. Bu ülke onun “mülk”ü çünkü... İnsan mülkünün zarar görmesini ister mi?
Aşağıda bir mektup yayınlayacağım... Başkaları da kıyısından ucundan yayınladılar. Önce şüpheye düştüm. Kızıma telefon ettim... Uluslararası ilişkilerde araştırma görevlisi... “Şu mektubu araştır, doğru mu gerçekten...”
Ve gerçekten doğru...
Zaten Anadolu Üniversitesi’nden Prof. Dr. İhsan Güneş, -sağolsun- araştırmış ve üzerine mufassal bir makale yazmış. Bize bir söz bırakmamış.
Bu mektubu herkes bilmelidir.
Şu zamanda imparatorluğun aslî unsuru Türkleri yok sayıp “açılım”la gayrimüslimleri Türk’ün tepesine çıkartarak imparatorluğu çatırdatan Abdülmecid resmî olarak hayırla yâd ediliyor.
(Gayrimüslim de bu ülkenin vatandaşıdır; sözüm olamaz ama “açılım”daki niyet, Batıya ülkeyi peşkeş çekmektir. Bunu da gayrimüslimleri kullanarak yaptılar.)
Yakında Vahîdeddin’i de resmî olarak yâd ederlerse hiç şaşırmayalım.
Biz “ikaz”la tarihî vazifemizi yapıyoruz.
***
Vahîdeddin’in atası Osman Gazi’dir. Devlete adını veren Osman Gazi...
Edebali’nin damadı... Edebali’nin nasihatlarını bilirsiniz.
“Ey oğul...” diye başlar.
Gerçi böyle bir nasihatı yazılı olarak zamanımıza ulaşmış değildir. Romancı Tarık Buğra Osmancık’ta Edebali’yi Osman Gazi’ye böyle nasihat ettirmiştir ama Edebali’nin muttakî kişiliği, konar göçerlikten bir cihan devleti çıkarmış Osman Gazi’ye böyle nasihat edebileceğini düşündürebilir. Bu nasihatleri tutan önünü görür ve inançlı olur.
Edebali ne diyordu?
“Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.”
Sonunu da şöyle bağlıyor:
“Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...”
Vahîdeddin, atası gibi öfkesini yenememiş ve atası gibi geleceğe sağlam basamamıştır.
Nereden geldiğini unutmuş ve nereye gideceğini bilemeden Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Coolidge’den medet ummuştur:
***
Önce Vahîdeddin’in yurt dışına nasıl gittiğine bakalım. İstanbul kurtulmuş ve Refet Paşa İstanbul’a girmiştir. Hatta Padişah’la da dört saat görüşür. Vahîdeddin anlar ki, yeni bir dünya kurulacak ve kendisi olmayacaktır.
Prof. Dr. İhsan Güneş gelişmeleri şöyle anlatır:
“Kasım 1922’deki Cuma Selamlığı’nda kimse Padişahla ilgilenmedi. Padişah, Ali Kemal’in kaçırılıp öldürülmesinden sonra hayatından daha çok endişelenmeye başladı. Müttefik işgal kuvvetleri komutanı General Harington’a İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devleti fehimesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan mahalli ahara naklimi talep ederim efendim diye bir mektup yazarak 17 Kasım 1922’de İstanbul’da bulunan İngiliz Malaya zırhlısına bindi ve halkına hesap vermeden ülkesinden kaçtı. İngilizlerin yardımı, Arapların desteği ile halifeliğini sürdüreceğini düşünen Vahdettin; Kral Hüseyin’in çağrısı üzerine Mekke’ye gitti. Burada hilafetle saltanatın ayrılmasının şeriata aykırı olduğunu bildiren bir bildiri yayınladı. Böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı kararı geçersiz kılmaya çalıştı. Ancak sonuç beklediği gibi olmadı. Daha sonra Vahdettin buradan ayrılarak San-Remo’ya geçti ve ölünceye kadar (l6 Mayıs 1926) burada kaldı.”
Vahîdeddin, Müslümanları “tavlamak” için halifeliğin ardına sığınıyor. Ankara cesur bir kararla, 3 Mart 1924’te halifeliği kaldırıyor.
Vahîdeddin bu karar karşısında ne yapacağını bilmiyor... Muhtemelen etrafının da telkiniyle bazı devlet başkanlarına mektup yazıyor, halifliği kurtarmaya çalışıyor. “Halifelik” dini bir makam ama yardım istedikleri ecnebî, Müslümanlıkla alâkası yok!
Osmanlı’yı dünyaya rezil etti...
Bu mektuplardan biri Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Coolidg’ye gidiyor.
Prof. Dr. İhsan Güneş, şunları yazıyor:
“Mektup, San-Remo’da Padişah Vahdettin tarafından yazılmış ve Halis Reşat Bey tarafından Paris’te bulunan Amerikan elçiliğine teslim edilmiştir. Elçilik de bu mektubun orijinalini ve İngilizce çevirisini 15 Nisan 1924 tarihli yazısıyla Washington’a göndermiştir. Mektup Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Arşivi’nde 86700/1788 numarada kayıtlıdır.
Mektupta üzerinde durulan konular nelerdir?
Vahdettin hala Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe karıştığını ve yerine yeni bir devletin kurulduğunu kabul edememektedir. Mevcut durumu geçici görmektedir.
Kendi iradesiyle ülkeyi terk ettiği halde hala saltanat ve hilafet haklarının varlığından söz edebilmektedir.
Ankara’da toplanan ve ulusun gerçek temsilcilerinden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini fitne çıkaran isyancı kişiler olarak görmekte ve bunların alacağı kararları geçersiz saymaktadır. Dolayısıyla da Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımamaktadır. Saltanat ile hilafetin ayrılmasını, önce saltanatın daha sonra da hilafetin kaldırılmasını sağlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini dini, kökeni, vatanı belli olmayan asker kişiler ile onlarla işbirliği içinde bulunan küçük bir şer zümresi olarak nitelemektedir. Vahdettin, hilafeti kaldırmanın Türk Ulusu’nun yetkisinde olmadığını, hilafet sorununun tüm İslam ülkelerinin gönderecekleri uzman kişilerden oluşacak bir meclis tarafından çözüme bağlanabileceğini iddia etmektedir.
Ayrıca şeriata aykırı kararların hangi makam tarafından alınırsa alınsın geçersiz olacağını belirterek ulus egemenliğine dayanan bir devletin var olduğunu kabul etmemektedir.
Vahdettin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı bu kararların İslam dünyasında olumsuz yankılar yaratacağı gibi diğer ülkelerin iç güvenliklerinin bozulmasında da etkili olacağını belirterek adeta aba altından sopa göstermektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı hilafetin kaldırılması ve hanedan mallarına el konulmasını öngören 3 Mart 1924 tarihli yasayı kişisel haklara indirilmiş bir darbe olarak nitelemekte ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kişi hakları tanımayan bir devlet olarak göstermeye çalışmaktadır. Vahdettin, saltanat ve hilafet sorununun çözümlenmesi için diplomatik bir üslup ile Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’ndan yardım istemektedir.”
Similar topics
» Vatandaşın Osmanlı Tarihi; “Osmanlılar Türk Düşmanıydı!” iddiasındaki
» "Onun-bunun çocuğu"
» Eskiden zor zanaattı 'o. çocuğu' olmak !..
» Başsavcı Vekilinden TEM Müdürüne: Çocuğu Göz Göre Göre Ölüme Gönderdin
» Beyoğlu Halkından Meclis Başkanı Şahin e Suşi Tepkisi Gariban dışarıda patates bulamıyor siz mecliste suşi yiyorsunuz
» "Onun-bunun çocuğu"
» Eskiden zor zanaattı 'o. çocuğu' olmak !..
» Başsavcı Vekilinden TEM Müdürüne: Çocuğu Göz Göre Göre Ölüme Gönderdin
» Beyoğlu Halkından Meclis Başkanı Şahin e Suşi Tepkisi Gariban dışarıda patates bulamıyor siz mecliste suşi yiyorsunuz
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz