Yeni Lisan Makalesi / Genç Kalemler
¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤ :: [Türkçülük] ve [Turancılık] :: Türkçülük ve Turancılık Hakkında Her Şey
1 sayfadaki 1 sayfası
Yeni Lisan Makalesi / Genç Kalemler
Muhittil-Ma ‘arif meşrutiyetçi bir milletin zarurî ihtiyaçlarındandır. Hâkim olan bir millet hakîm olmak mecburiyetindedir. Demokrat bir idare ilim ve marifetin de demokratize edilmesini istilzam eder. Muhterem heyetinizin bu âlî teşebbüsünü tebrik ve tekrim vesilesiyle bizce son derece ehemmiyetli telâkki olunan bir ciheti de arz edeceğiz.
Muhitü’l-Ma’ârif in hizmeti yalnız ilmi tamim etmek değildir, hangi lisanda yazılıyorsa o lisana kat’î bir intizam vermek de Muhîf’m vazifelerindendir. Muhitü ‘l-Ma ‘arif senede yahut birkaç senede bir tab edilemez. O hâlde maziden ziyade istikbale bakmak, istikbalin irfan ve lisanını bugünden keşfederek onlara pîşdarlık etmek Muhif’m hem vazifesi hem menfaatidir.
İstikbalin irfanı (yeni lisan encümeni)nın programı haricinde bulunduğu için bahsimizi yalnız istikbalin lisanına hasredeceğiz.
Türk kavmi İslâm diyarına hicret ve İslâm dinini kabul ettikten sonra Arapçadan din ve şeriata, Acemceden edebiyat ve muaşerete dair birçok lâfızlar iktibas etti. Bu lâfızlar arasında klişe hâline gelmiş bazı terkipler ve cem’ler de mevcuttu. O zaman yazı ve kitap çelebilere münhasırdı. Bunlar Arapça ve Acemcedeki iktidarlarını göstermek hevesine düşerek bu inhisarı gittikçe darlaştırdılar.
Türkçe terkip ve cem’ler yerine Arapça ve Acemce cem’ler ve terkipler istimaline başlayarak Türkçeyi gittikçe tabiata muhalif bir şekle soktular. Bu hâl Şinasî devrine kadar devam etti. Şinasî Türkçeyi bu tabiiyyetsizlikten kurtarmak için cihat açtı. Fakat kat’î ve esaslı bir teceddüde zamanı müsaadesiz görerek yalnız (merbut nesr)i (maktu’ nesr) e tahvil ve (tetabular) la (tefsîrî atf)ları ve bunları istilzam eden (sec’) belâsını lisandan ihraç etmeye uğraştı. Şinasî radikal bir müceddit olsa idi ıslahlarını bu noktalara hasr etmeyecek, Arapça Acemce terkiplerle, cem’leri Türkçeden kat’î bir surette tart edecekti. Fakat tekâmülün tedriç kanununa tâbi olması bu radikal mücedditliğe manidi.
Buna binaen (Şinasî lisanı) (Nergisî lisanı) ile (istikbal Türkçesi) arasında mütevassıt bir şekilden başka bir şey değildi. Birkaç aydan beri Selanik gençleri ile İstanbul ve İzmir’in bazı gençleri bu istikbal Türkçesinin alacağı şekli teferrüs ederek (Yeni lisan) namıyla hem kaidelerini irae hem numunelerini arza başladılar.
Muhitü’l-Ma’ârif in hizmeti yalnız ilmi tamim etmek değildir, hangi lisanda yazılıyorsa o lisana kat’î bir intizam vermek de Muhîf’m vazifelerindendir. Muhitü ‘l-Ma ‘arif senede yahut birkaç senede bir tab edilemez. O hâlde maziden ziyade istikbale bakmak, istikbalin irfan ve lisanını bugünden keşfederek onlara pîşdarlık etmek Muhif’m hem vazifesi hem menfaatidir.
İstikbalin irfanı (yeni lisan encümeni)nın programı haricinde bulunduğu için bahsimizi yalnız istikbalin lisanına hasredeceğiz.
Türk kavmi İslâm diyarına hicret ve İslâm dinini kabul ettikten sonra Arapçadan din ve şeriata, Acemceden edebiyat ve muaşerete dair birçok lâfızlar iktibas etti. Bu lâfızlar arasında klişe hâline gelmiş bazı terkipler ve cem’ler de mevcuttu. O zaman yazı ve kitap çelebilere münhasırdı. Bunlar Arapça ve Acemcedeki iktidarlarını göstermek hevesine düşerek bu inhisarı gittikçe darlaştırdılar.
Türkçe terkip ve cem’ler yerine Arapça ve Acemce cem’ler ve terkipler istimaline başlayarak Türkçeyi gittikçe tabiata muhalif bir şekle soktular. Bu hâl Şinasî devrine kadar devam etti. Şinasî Türkçeyi bu tabiiyyetsizlikten kurtarmak için cihat açtı. Fakat kat’î ve esaslı bir teceddüde zamanı müsaadesiz görerek yalnız (merbut nesr)i (maktu’ nesr) e tahvil ve (tetabular) la (tefsîrî atf)ları ve bunları istilzam eden (sec’) belâsını lisandan ihraç etmeye uğraştı. Şinasî radikal bir müceddit olsa idi ıslahlarını bu noktalara hasr etmeyecek, Arapça Acemce terkiplerle, cem’leri Türkçeden kat’î bir surette tart edecekti. Fakat tekâmülün tedriç kanununa tâbi olması bu radikal mücedditliğe manidi.
Buna binaen (Şinasî lisanı) (Nergisî lisanı) ile (istikbal Türkçesi) arasında mütevassıt bir şekilden başka bir şey değildi. Birkaç aydan beri Selanik gençleri ile İstanbul ve İzmir’in bazı gençleri bu istikbal Türkçesinin alacağı şekli teferrüs ederek (Yeni lisan) namıyla hem kaidelerini irae hem numunelerini arza başladılar.
Yeni Lisan Makalesinin Özellikleri
eni lisanın tefhim ve tamimi için Selanik’te, Genç Kalemler, İzmir’de Gençlik namlarıyla iki mecmua intişara başladı. Selânik’in en mühim gazetesi olan Rumeli yeni lisanı kat’î bir surette kabul etti, iki aydan beri intişar eden Rumeli nüshaları mütalâa olunursa baş makalelerinin umumiyetle diğer yazılarının ekseriyetle bu lisanda yazılmış olduğu görülür.
Gündelik Yeni Asır gazetesinin baş makaleleri de yeni lisanladır. Selanik Belediye Hastahanesi tarafından tesis olunan Tıp Kitapları Tercüme Heyeti yeni lisanın tıp ıstılahlarını bulmakta büyük suhuletler bahşettiğini tecrübe ile anlayarak bu harekete iştirak etti. Yine Selanik’te gençlerden içtimaî ve felsefi eserler tercüme etmek üzere teşekkül eden bir heyet de tercüme üslûbu olarak yeni lisanı kabul etti. İstanbul’da felsefeye dair iki kitap yeni lisanla tercüme edilerek tab edildi. Yakında ve yine orada Yeni Lisan unvanıyla aylık ve büyük bir mecmua intişar edecektir.
Yeni lisanın hem ilim, hem edebiyat lisanı olabileceğini Genç Kalemler’deki “Yeni lisan” ve “Gençlik Kavgası” makalelerinden, şiir ve nesir numunelerinden anlaşılabilir. Yeni lisanın en büyük meziyeti ve muvaffakiyyetinin en kuvvetli yardımcısı Türk Derneği’nin yahut diğer münferit ve müçtemî tasfiyecilerin ibdâ’a çalıştıkları lisanlar gibi sun’î bir lisan olmaması, üslûplar arasındaki hayat kavgasında istifayı ihraz etmiş tabiî bir hareketin neticesi bulunmasıdır. Akif Paşa’nın Tabsıra’ı, Muallim Naci’nin Yazmış Bulundum‘u ve Ömer’in Çocukluğu namındaki eserleri.
Kemal Beyin bazı mektupları bu hareketin pîşdarları olduğu gibi dünkü ve bugünkü ediplerimizin ve şairlerimizin eserlerinde tedricî bir surette yeni lisana doğru bir temayül meşhuttur. Halide Hanım yeni lisan programını kabul etmiş olmamakla beraber son eseri olan Harap Mabetleriz haberi olmadan yeni lisana bir güzel şehnüvişt ithaf etti.
“Yeni Lisan” makalesi, o günün edebî ve fikrî çevrelerinde bomba gibi patladı. Bir sonraki sayıda ise, yine aynı başlık ve aynı imza ile ikinci bir yazı yayımlandı. Bu yazıyı Ali Cânib ve Ziya Gökalp birlikte kaleme almışlardı. Ali Cânib’in yazdığı kısımda, Yeni Lisanın, Türkler için yalnızca bir edebiyat meselesi olmayıp, her şeyden evvel bir hayat meselesi olduğu belirtiliyordu. Ziya Gökalp ise Yeni Lisanın okullarda uygulanması konusunu ele alımıştı.
Yeni Lisan yazısının yayımlanmasından hemen sonra şiddetli tepkiler görüldü. Buna karşıık, Genç Kalemler’in yazarları “Yeni Lisan ve Bir İstimzac” adını taşıyan bir kitapçık yayımladılar. Bu kitapçık, satış maksadıyla değil, dönemin tanınmış yazarlarına gönderilmek üzere hazırlanmıştı. Türk dili konusundaki yeni düşünceler ve görüşler de aynı kitapçıkta toplu olarak açıklanıyordu. Böylece Yeni Lisan Programı meydana getirilmişti. Bu program, daha sonra Genç Kalemler’in II. cilt 7. sayısında da yayımlanacaktı.
Yeni Lisan makale serisi dört ayrı yazı olarak yayımlandığı sırada, itirazlar ve hücumlar da başlamıştı. M. Nermi ve Kâzım Nami (Duru), Genç Kalemler’in safında yer alan imzalardı. Buna karşılık, Şehabeddin Süleyman, Yakub Kadri (Karaosmanoğlu), Cenab Şahabeddin, Süleyman Nazif dildeki bu yeni harekete karşı çıkıyorlardı. İzmir’den Mehmed Necib (Türkçü) ve Mehmed Şükrü beyler de tartışmanın içinde yer alıyorlardı. Genç Kalemler’deki Yeni Lisan yazıları, yurdun çeşitli kültür merkezlerinde gittikçe genişleyen ilgi dalgacıkları meydana getiriyordu.
Yeni Lisan’a itirazlar başlıca şu noktalarda toplanıyordu:
Dilimizdeki tamlamaların, özellikle sıfat tamlamalarının kaldırılması Osmanlı dilini tehdit eden en büyük tehlikelerden biridir.
Biz Çağatay olalım ve Çağatayca söyleyelim. Bu, kabil olmayacaktır.
Yeni Lisan bir ilim dili olabilir, ama bir sanat dili olamaz.
Avam diliyle havas dili bir olamaz. Çünkü avam havastan anlamaz (Halk aydınları anlamaz).
Dile müdahale olmaz. Dil, ancak tabiî bir gelişme ile sadeliğe doğru yol alabilir.
Buna karşılık, Yeni Lisan hareketi, gittikçe genişleyen bir yazar kadrosu tarafından sonuna kadar savunuldu. On beş günde bir yayımlanan Genç Kalemler, 4. cildin sonunda (1912) kapandı. Selânik kaybedildi. Subaylıktan ayrılan Ömer Seyfeddin de, Ali Cânib ve Ziya Gökalp’la İstanbul’a geldi.
Genç Kalemler’in uzun vadeli etkileri de görüldü:
Ziya Gökalp “Turan” adlı manzumesini bu dergide yayımladı. “Turan” Türk milliyetçiliğinde yeni bir çağın müjdecisi oldu. Ziya Bey, “Turan” manzumesini Tevfik Sedat imzası ile yayınlamıştı. Daha sonra, Ali Cânib’in müdahalesiyle Gökalp adını kullanmaya başladı. Bu ad, onun âdeta soyadı gibi gerçek adı hâline geldi.
Yeni Lisan hareketi Türkçenin sadeleşmesinde önemli bir dönemeç oldu. Genç Kalemler, bu akımın öncüsü olarak anıldı.
Genç Kalemler, sadece dil konusunda değil, daha geniş olarak milliyetçilik düşüncesinin de ciddî şekilde ele alındığı bir yayın organı oldu.
Yeni Lisan hareketinin ilkeleri, Ziya Gökalp’ın daha sonra kaleme aldığı Türkçülüğün Esasları kitabındaki Lisanî Türkçülük bahsinin temelini oluşturdu.
Gündelik Yeni Asır gazetesinin baş makaleleri de yeni lisanladır. Selanik Belediye Hastahanesi tarafından tesis olunan Tıp Kitapları Tercüme Heyeti yeni lisanın tıp ıstılahlarını bulmakta büyük suhuletler bahşettiğini tecrübe ile anlayarak bu harekete iştirak etti. Yine Selanik’te gençlerden içtimaî ve felsefi eserler tercüme etmek üzere teşekkül eden bir heyet de tercüme üslûbu olarak yeni lisanı kabul etti. İstanbul’da felsefeye dair iki kitap yeni lisanla tercüme edilerek tab edildi. Yakında ve yine orada Yeni Lisan unvanıyla aylık ve büyük bir mecmua intişar edecektir.
Yeni lisanın hem ilim, hem edebiyat lisanı olabileceğini Genç Kalemler’deki “Yeni lisan” ve “Gençlik Kavgası” makalelerinden, şiir ve nesir numunelerinden anlaşılabilir. Yeni lisanın en büyük meziyeti ve muvaffakiyyetinin en kuvvetli yardımcısı Türk Derneği’nin yahut diğer münferit ve müçtemî tasfiyecilerin ibdâ’a çalıştıkları lisanlar gibi sun’î bir lisan olmaması, üslûplar arasındaki hayat kavgasında istifayı ihraz etmiş tabiî bir hareketin neticesi bulunmasıdır. Akif Paşa’nın Tabsıra’ı, Muallim Naci’nin Yazmış Bulundum‘u ve Ömer’in Çocukluğu namındaki eserleri.
Kemal Beyin bazı mektupları bu hareketin pîşdarları olduğu gibi dünkü ve bugünkü ediplerimizin ve şairlerimizin eserlerinde tedricî bir surette yeni lisana doğru bir temayül meşhuttur. Halide Hanım yeni lisan programını kabul etmiş olmamakla beraber son eseri olan Harap Mabetleriz haberi olmadan yeni lisana bir güzel şehnüvişt ithaf etti.
“Yeni Lisan” makalesi, o günün edebî ve fikrî çevrelerinde bomba gibi patladı. Bir sonraki sayıda ise, yine aynı başlık ve aynı imza ile ikinci bir yazı yayımlandı. Bu yazıyı Ali Cânib ve Ziya Gökalp birlikte kaleme almışlardı. Ali Cânib’in yazdığı kısımda, Yeni Lisanın, Türkler için yalnızca bir edebiyat meselesi olmayıp, her şeyden evvel bir hayat meselesi olduğu belirtiliyordu. Ziya Gökalp ise Yeni Lisanın okullarda uygulanması konusunu ele alımıştı.
Yeni Lisan yazısının yayımlanmasından hemen sonra şiddetli tepkiler görüldü. Buna karşıık, Genç Kalemler’in yazarları “Yeni Lisan ve Bir İstimzac” adını taşıyan bir kitapçık yayımladılar. Bu kitapçık, satış maksadıyla değil, dönemin tanınmış yazarlarına gönderilmek üzere hazırlanmıştı. Türk dili konusundaki yeni düşünceler ve görüşler de aynı kitapçıkta toplu olarak açıklanıyordu. Böylece Yeni Lisan Programı meydana getirilmişti. Bu program, daha sonra Genç Kalemler’in II. cilt 7. sayısında da yayımlanacaktı.
Yeni Lisan makale serisi dört ayrı yazı olarak yayımlandığı sırada, itirazlar ve hücumlar da başlamıştı. M. Nermi ve Kâzım Nami (Duru), Genç Kalemler’in safında yer alan imzalardı. Buna karşılık, Şehabeddin Süleyman, Yakub Kadri (Karaosmanoğlu), Cenab Şahabeddin, Süleyman Nazif dildeki bu yeni harekete karşı çıkıyorlardı. İzmir’den Mehmed Necib (Türkçü) ve Mehmed Şükrü beyler de tartışmanın içinde yer alıyorlardı. Genç Kalemler’deki Yeni Lisan yazıları, yurdun çeşitli kültür merkezlerinde gittikçe genişleyen ilgi dalgacıkları meydana getiriyordu.
Yeni Lisan’a itirazlar başlıca şu noktalarda toplanıyordu:
Dilimizdeki tamlamaların, özellikle sıfat tamlamalarının kaldırılması Osmanlı dilini tehdit eden en büyük tehlikelerden biridir.
Biz Çağatay olalım ve Çağatayca söyleyelim. Bu, kabil olmayacaktır.
Yeni Lisan bir ilim dili olabilir, ama bir sanat dili olamaz.
Avam diliyle havas dili bir olamaz. Çünkü avam havastan anlamaz (Halk aydınları anlamaz).
Dile müdahale olmaz. Dil, ancak tabiî bir gelişme ile sadeliğe doğru yol alabilir.
Buna karşılık, Yeni Lisan hareketi, gittikçe genişleyen bir yazar kadrosu tarafından sonuna kadar savunuldu. On beş günde bir yayımlanan Genç Kalemler, 4. cildin sonunda (1912) kapandı. Selânik kaybedildi. Subaylıktan ayrılan Ömer Seyfeddin de, Ali Cânib ve Ziya Gökalp’la İstanbul’a geldi.
Genç Kalemler’in uzun vadeli etkileri de görüldü:
Ziya Gökalp “Turan” adlı manzumesini bu dergide yayımladı. “Turan” Türk milliyetçiliğinde yeni bir çağın müjdecisi oldu. Ziya Bey, “Turan” manzumesini Tevfik Sedat imzası ile yayınlamıştı. Daha sonra, Ali Cânib’in müdahalesiyle Gökalp adını kullanmaya başladı. Bu ad, onun âdeta soyadı gibi gerçek adı hâline geldi.
Yeni Lisan hareketi Türkçenin sadeleşmesinde önemli bir dönemeç oldu. Genç Kalemler, bu akımın öncüsü olarak anıldı.
Genç Kalemler, sadece dil konusunda değil, daha geniş olarak milliyetçilik düşüncesinin de ciddî şekilde ele alındığı bir yayın organı oldu.
Yeni Lisan hareketinin ilkeleri, Ziya Gökalp’ın daha sonra kaleme aldığı Türkçülüğün Esasları kitabındaki Lisanî Türkçülük bahsinin temelini oluşturdu.
Yeni Lisan Makalesi – Maddeleri
Yeni lisanın programı atîdeki kaidelerden ibarettir:
1. Türkçe terkipler ve cem’ler ihtiyaca tamamiyle kâfi bulunduğundan Arapça Acemce terkip ve cem’ler kullanılmayacak. (İzafî, tavsîfî, atfı, mezcî terkipler)
2. Sadr-ı azam, şeyhü’l-İslâm, Bâb-ı âlî, şûrâ-yı devlet, arz-ı hâl, pâ-yı taht, tercüme-i hâl, hasb-i hâl, mürûr-ı zaman gibi terkip bünyesinde bulunduğu hâlde manaca basit ve evlâd, talebe, amele, erbâb, havadis, ahlâk, edebiyât, rüsumat, tahsîlât gibi cem’ bünyesinde bulunduğu hâlde manaca müfret olan tabirler istimal olunabilecektir.
3. Bazı ıstılahların mukabilleri olmak üzere hurdebîn, nîkbîn, bedbîn, yeknüvişt monographie, şehnüvişt chef d’oeuvre müvellidü’l-humûza, müvellidü’l-mâ’ gibi Arapça Acemce mürekkep kelimeler istimal olunabilecektir.
4. Hayvanât, nebatat, ensâc gibi cem’ler hayvanlar, nebatlar, neşeler manasında kullanılmayacak histologie zoologie botanique ilimlerinin mukabilleri olarak kullanılacaktır.
5. İlm-i rûh, ilm-i içtima, ilm-i hayat, ilm-i garize (physiologie) gibi tabirler Fransızca mukabilleri gibi basit addolunacaktır.
6. Sarf ile iştikak bahisleri birbirinden tamamiyle ayrılacak. İştikakça mürekkep olan yukarıdaki 2, 3, 4, 5. maddelerdeki tabirler sarfça basit telâkki olunacaktır. Sarf kitaplarında Arapça, Acemce kaidelerden asla bahsedilmeyecek, Arapça ve Acemcenin müştak ve mürekkep kelimeleri sarf kitaplarında semâ’î ve basit kelimeler gibi gösterilecek ve bu kelimelerin nasıl iştikak ve terekküp ettikleri mufassalan iştikak kitaplarında irae olunacaktır.
7. İştikakça terkip ve cem’ bünyesinde bulunduğu hâlde sarfça basit ve müfret telâkki olunan kelimeler lügat ve muhit kitaplarında müstakil bir kelime vaziyetinde irae olunacak, eski lügat kitaplarının mürekkebi basitte, cem’i müfrette göstermek gibi kaideleri ilga edilecektir. Meselâ “Muhitü’I-Maarif kelimesi “Muhît” yahut “Maarif kelimelerine tahsis olunan satırlar.
arasında izbâr olunmayacak müstakil bir kelime gibi kendi başına yazılıp tefsir edilecektir. Nasıl ki “encyclopedie” kelimesi “cycle” yahut “pedie” kelimelerine tahsis olunan mevkilerden izbâr edilmez. Basit ve müstakil bir kelime suretinde ayrıca yazılır.
8. Yukarıda tadat olunan ve ilmî mefhumların yeni ıstılahları olmak üzere vücutlarına intiyaç bulunan terkip ve cem’lerden maada tahlili mümkün ne kadar klişeler var ise bozulacak yahut vücutlarına ihtiyaç yok ise kafiyen terk olunacaktır: (sanat eseri, nazar noktası, dikkat nazarı) gibi tabirler (eser-i sanat, nokta-i nazar, nazar-ı dikkat) tabirlerine müreccahtır, (nazar-ı dikkate almak) mevkiinde (nazara almak) yahut (dikkate almak) tabirleri istimal olunabilir.
9. Arapça ve Acemce terkiplerin tufeylisi olan Türkçe terkiplerde yaşamasına imkân bulunmayan Arapça ve Acemce kelimeler artık istimal edilmeyecektir.
10. Arapça ve Acemce kelimelerin avamca temsil edilen şekilleri havasça muhafaza olunan aslî şekillerine tercih edilecektir: (Bekere-makara), (çârçûbe-çerçeve), (nerdübân-merdiven), (benefşe-menekşe) gibi.
11. Türkçede Arapça, Acemce kaideler hâkim olmayacağı gibi Arapça, Acemce tecvitler de nâzım olmayacaktır. Türkçeye giren Arapça Acemce kelimeler Türkçenin kaidelerine tamamiyle tâbi olacağı gibi tedricî bir surette de Türkçenin tecvidine tetabuk edecek, Türkçenin hususî ahengiyle itilâf peyda edecektir.
12. Arapça, Acemce kelimelere dahil, yahut lâhik olacak Arapça, Acemce edatlar da mümkünse Türkçe edatlarla değiştirilecektir. (Tabiiyyet- tabiiyyetin), (gayr-i tabiiyyet-tabiiyyetsizlik), (maddî-maddeci), (tabiî-tabiatçı), (şu’ûrî-şuurlu), (gayr-i şuurî-şuursuz)
13. Terkiplerle ifade olunan manalar basit kelimelerle ifade olunmaya çalışılacaktır. (Kuvve-i fâtıra) yerine (fâtıra), (hikmet-i bedâyi’) yerine (bedâ’et), (gâye-i hayâl) yerine (mefkure), (ilm-i hayvanât) yerine (hayvanât), (meclis-i meb’ûsân) yerine (meb’ûsân), (meclis-i umûmî) yerine (meclis) gibi. Lisan ilmi, kelimeler medlullerinin tarifleri değil, işaretleridir, diyor. Mürekkep kelimeler medlulleri tarif etmek ihtiyacıyla yapılmıştır. Kelimeler medlullerinin işareti olmak kâfi ise bu hizmeti basit kelimeler daha iyi ifa eder.
14. Türk Derneği’nin ve sair tasfiyecilerin yaptıkları gibi Çağataycaya, Türkmenceye yahut Anadolu, Rumeli lehçelerine mensup eski ve yeni kelimeler yeni lisanda istimal olunmayacaktır. Yeni lisan İstanbul’da tekellüm edilen ve edebî lisanımızın istifasıyla nezih ve necip bir mevki ihraz eden üslûp ve kelimeleri istimal edecek ve bu üslûp ve kelimeleri İstanbul şivesinde mündemiç bedâete tevfikan daha ziyade güzelleştirmeye çalışacaktır.
1. Türkçe terkipler ve cem’ler ihtiyaca tamamiyle kâfi bulunduğundan Arapça Acemce terkip ve cem’ler kullanılmayacak. (İzafî, tavsîfî, atfı, mezcî terkipler)
2. Sadr-ı azam, şeyhü’l-İslâm, Bâb-ı âlî, şûrâ-yı devlet, arz-ı hâl, pâ-yı taht, tercüme-i hâl, hasb-i hâl, mürûr-ı zaman gibi terkip bünyesinde bulunduğu hâlde manaca basit ve evlâd, talebe, amele, erbâb, havadis, ahlâk, edebiyât, rüsumat, tahsîlât gibi cem’ bünyesinde bulunduğu hâlde manaca müfret olan tabirler istimal olunabilecektir.
3. Bazı ıstılahların mukabilleri olmak üzere hurdebîn, nîkbîn, bedbîn, yeknüvişt monographie, şehnüvişt chef d’oeuvre müvellidü’l-humûza, müvellidü’l-mâ’ gibi Arapça Acemce mürekkep kelimeler istimal olunabilecektir.
4. Hayvanât, nebatat, ensâc gibi cem’ler hayvanlar, nebatlar, neşeler manasında kullanılmayacak histologie zoologie botanique ilimlerinin mukabilleri olarak kullanılacaktır.
5. İlm-i rûh, ilm-i içtima, ilm-i hayat, ilm-i garize (physiologie) gibi tabirler Fransızca mukabilleri gibi basit addolunacaktır.
6. Sarf ile iştikak bahisleri birbirinden tamamiyle ayrılacak. İştikakça mürekkep olan yukarıdaki 2, 3, 4, 5. maddelerdeki tabirler sarfça basit telâkki olunacaktır. Sarf kitaplarında Arapça, Acemce kaidelerden asla bahsedilmeyecek, Arapça ve Acemcenin müştak ve mürekkep kelimeleri sarf kitaplarında semâ’î ve basit kelimeler gibi gösterilecek ve bu kelimelerin nasıl iştikak ve terekküp ettikleri mufassalan iştikak kitaplarında irae olunacaktır.
7. İştikakça terkip ve cem’ bünyesinde bulunduğu hâlde sarfça basit ve müfret telâkki olunan kelimeler lügat ve muhit kitaplarında müstakil bir kelime vaziyetinde irae olunacak, eski lügat kitaplarının mürekkebi basitte, cem’i müfrette göstermek gibi kaideleri ilga edilecektir. Meselâ “Muhitü’I-Maarif kelimesi “Muhît” yahut “Maarif kelimelerine tahsis olunan satırlar.
arasında izbâr olunmayacak müstakil bir kelime gibi kendi başına yazılıp tefsir edilecektir. Nasıl ki “encyclopedie” kelimesi “cycle” yahut “pedie” kelimelerine tahsis olunan mevkilerden izbâr edilmez. Basit ve müstakil bir kelime suretinde ayrıca yazılır.
8. Yukarıda tadat olunan ve ilmî mefhumların yeni ıstılahları olmak üzere vücutlarına intiyaç bulunan terkip ve cem’lerden maada tahlili mümkün ne kadar klişeler var ise bozulacak yahut vücutlarına ihtiyaç yok ise kafiyen terk olunacaktır: (sanat eseri, nazar noktası, dikkat nazarı) gibi tabirler (eser-i sanat, nokta-i nazar, nazar-ı dikkat) tabirlerine müreccahtır, (nazar-ı dikkate almak) mevkiinde (nazara almak) yahut (dikkate almak) tabirleri istimal olunabilir.
9. Arapça ve Acemce terkiplerin tufeylisi olan Türkçe terkiplerde yaşamasına imkân bulunmayan Arapça ve Acemce kelimeler artık istimal edilmeyecektir.
10. Arapça ve Acemce kelimelerin avamca temsil edilen şekilleri havasça muhafaza olunan aslî şekillerine tercih edilecektir: (Bekere-makara), (çârçûbe-çerçeve), (nerdübân-merdiven), (benefşe-menekşe) gibi.
11. Türkçede Arapça, Acemce kaideler hâkim olmayacağı gibi Arapça, Acemce tecvitler de nâzım olmayacaktır. Türkçeye giren Arapça Acemce kelimeler Türkçenin kaidelerine tamamiyle tâbi olacağı gibi tedricî bir surette de Türkçenin tecvidine tetabuk edecek, Türkçenin hususî ahengiyle itilâf peyda edecektir.
12. Arapça, Acemce kelimelere dahil, yahut lâhik olacak Arapça, Acemce edatlar da mümkünse Türkçe edatlarla değiştirilecektir. (Tabiiyyet- tabiiyyetin), (gayr-i tabiiyyet-tabiiyyetsizlik), (maddî-maddeci), (tabiî-tabiatçı), (şu’ûrî-şuurlu), (gayr-i şuurî-şuursuz)
13. Terkiplerle ifade olunan manalar basit kelimelerle ifade olunmaya çalışılacaktır. (Kuvve-i fâtıra) yerine (fâtıra), (hikmet-i bedâyi’) yerine (bedâ’et), (gâye-i hayâl) yerine (mefkure), (ilm-i hayvanât) yerine (hayvanât), (meclis-i meb’ûsân) yerine (meb’ûsân), (meclis-i umûmî) yerine (meclis) gibi. Lisan ilmi, kelimeler medlullerinin tarifleri değil, işaretleridir, diyor. Mürekkep kelimeler medlulleri tarif etmek ihtiyacıyla yapılmıştır. Kelimeler medlullerinin işareti olmak kâfi ise bu hizmeti basit kelimeler daha iyi ifa eder.
14. Türk Derneği’nin ve sair tasfiyecilerin yaptıkları gibi Çağataycaya, Türkmenceye yahut Anadolu, Rumeli lehçelerine mensup eski ve yeni kelimeler yeni lisanda istimal olunmayacaktır. Yeni lisan İstanbul’da tekellüm edilen ve edebî lisanımızın istifasıyla nezih ve necip bir mevki ihraz eden üslûp ve kelimeleri istimal edecek ve bu üslûp ve kelimeleri İstanbul şivesinde mündemiç bedâete tevfikan daha ziyade güzelleştirmeye çalışacaktır.
Yeni Lisan Makalesinin Ana Fikri
Yeni lisanın programına şimdiye kadar ithal edebildiğimiz esaslar bunlardan ibarettir. Bu esaslar indî olarak ileri sürülmüyor. Lisan ilmi üç dilden terekküp etmiş bir lisan olmayacağını ispat ediyor. Bir lisan başka lisanlardan birçok kelimeler alabilir. Fakat (lisaniyyet) alamaz.
Yalnız bir hâkim vardır ki o da o lisanın (lisaniyyeti) dir. Nergisî ve Şinasî lisanları Arapça ve Acemceden yalnız kelimeler almadı, aynı zamanda Arapçanın ve Acemcenin I/sarılıklarını da aldı.
Kaidelerini, tecvitlerini de kabul etti. Bu kaideler ve tecvitler yalnız Arapça, Acemce kelimelere münhasır kalsa idi Türkçe bu fuzulî istilâlara belki biraz daha tahammül edebilirdi. Fakat yavaş yavaş Türkçe kelimelerde Arapça, Acemce terkipler de girmeye, Arapça, Acemce tecvitlerine göre şekiller almaya başladı.
Umut (ümit) oldu. Para (pare) suretinde kullanılmaya başladı. Sancak (sencağ) şekline, ordu (ordu) kıyafetine, donanma (dûnenmâ) kılığına girdi. Çünkü sencâğ-ı şerif, ordû-yı Hümâyûn, dûnenmâ-yı hümâyûn gibi terkiplere girebilmek için kabul resminin bu şartlarına riayet lâzım geliyordu. Arapça ve Acemce tecvitleri (kardeş, elma, elâ) gibi kelimelere de tesir ederek Türkçenin mevhûb-ı ahengini bozmaya başladı.
Alimler Türkçenin lisaniyyetini sade kaideleriyle, kavmî ahengini ifsat ettikleri sırada kozmopolit kaideler ve tecvitler arkasında koşmayarak lisanın kavmî ve mevhûb bedâetine ihtiyarsızca tâbi bulunan mâder-zâd edipler ve ümmî beliğler Arapça, Acemce kelimelerini Türk ahengine uydurmakta, temsil olunmaktan şiddetle içtinap eden bu anut yabancıları yavaş yavaş Türkümsemekte devam ettiler.
Para, çarşı, ablak, dümbelek, davul, sandık, kavga, tasarlamak ( tasavvur etmek) bağışlamak (bahşetmek), inanmak (iman etmek) gibi Türkçeleşmiş kelimeler meydana geldi. Avamla havas arasında bu iki muhalif cereyan müsademe ede ede bir zaman oldu ki artık güzellik zevki kat’î bir surette bilgiçliğe galebe çaldı. Ve yeni lisan bu suretle ilk numunelerini, ilk kaidelerini irâ’eye başladı.
lisan bilgiçleri memnun etmeyecektir. Çünkü bunlar birçok faydasız lügatler ve kaideler ezberlemiş ve bu tahsil mümareseleri esnasında yabancı tecvitlere esirane bir surette ülfet etmiş bulunduklarından kaplumbağa kabuğundan çıkamadığı gibi bunlar da an’anelerinden, itiyatlarından vazgeçemezler. Fakat demokratik bir memlekette ekseriyyet hâkim olduğundan nihayet tabiîlik, sun’îliğe galebe çalacaktır. Siyasî kapitülâsyonların refini en mukaddes gaye bilen Osmanlı milleti lisanî kapitülâsyonları -kendi ihtiyarına tâbi bulunduğu için – bugünden izale edecektir.
Bir millet müsavi hukuka malik fertlerden mürekkep olduğu gibi bir lisan da müsavi salahiyetleri haiz kelimelerden mürekkeptir. Eski lisanda Arapça kelimeler Arapça, Acemce, Türkçe terkiplerden ve edatlardan istifade eder. Acemce kelimeler yalnız Acemce, Türkçe terkip ve edatlardan müstefit olabilir. Türkçe kelimeler ise yalnız Türkçe terkiplere dahil olabilir ve Türkçe edatlarla birleşebilir.
Görülüyor ki eski lisanda Türkçe kelimelere nispetle Arapça kelimeler iki derece. Acemce kelimeler bir derece imtiyaza maliktir. Meşrutiyet bütün imtiyazları ilga ettiği hâlde Türkçede bu tabiatsız mümtaziyetler kalamazdı.
Yeni lisan bu imtiyazları ref etmekle beraber umumun anlayacağı bir lisan olduğu için iki cihetle demokratiktir. Aristokratik bir hükümette havas için ayrı, avam için ayrı lisanlar bulunabilir. Demokratik bir millette yalnız bir lisan olabilir ki o da ahalinin dilinden ibarettir. Yeni lisan eski lisana yalnız mantıkça galebe çalmıyor, yeni lisan henüz hususî bir isimle tevsim edilmeden, kaideleri tedvin ve ilân olunmadan kendi kendiliğinden teessüse ve intişara başlamış tabiî bir lisandır. Bugün gençler tarafından terviç ediliyor.
Yarın bütün Osmanlılar ve umum Türkler yalnız bu lisanda yazacak, bu lisanda okuyacaktır. Bir zaman gelecektir ki Şinasî lisanında yazılmış kitaplar yeni lisana tercüme edilmedikçe okunamayacaktır. Bugün bile yeni lisanı kabul ve terviç eden gençler eski lisanda yazılmış eserleri okuyamıyor; Arapça, Acemce terkipleri cem’leri telâffuzdan iğreniyor. Lisan bu yeni zevk cereyanının tesiri altındadır bu lisan cereyanı istifa neticesi olduğu için durdurulamaz. Bu cereyan kat’î galebeyi ihraz edecektir. Mukavemet edenler eserlerini okunmamak için yazacaklar, inat ve ısrar gösterenler İrfan Paşaların tarihî akranları olacaklardır.
Yalnız bir hâkim vardır ki o da o lisanın (lisaniyyeti) dir. Nergisî ve Şinasî lisanları Arapça ve Acemceden yalnız kelimeler almadı, aynı zamanda Arapçanın ve Acemcenin I/sarılıklarını da aldı.
Kaidelerini, tecvitlerini de kabul etti. Bu kaideler ve tecvitler yalnız Arapça, Acemce kelimelere münhasır kalsa idi Türkçe bu fuzulî istilâlara belki biraz daha tahammül edebilirdi. Fakat yavaş yavaş Türkçe kelimelerde Arapça, Acemce terkipler de girmeye, Arapça, Acemce tecvitlerine göre şekiller almaya başladı.
Umut (ümit) oldu. Para (pare) suretinde kullanılmaya başladı. Sancak (sencağ) şekline, ordu (ordu) kıyafetine, donanma (dûnenmâ) kılığına girdi. Çünkü sencâğ-ı şerif, ordû-yı Hümâyûn, dûnenmâ-yı hümâyûn gibi terkiplere girebilmek için kabul resminin bu şartlarına riayet lâzım geliyordu. Arapça ve Acemce tecvitleri (kardeş, elma, elâ) gibi kelimelere de tesir ederek Türkçenin mevhûb-ı ahengini bozmaya başladı.
Alimler Türkçenin lisaniyyetini sade kaideleriyle, kavmî ahengini ifsat ettikleri sırada kozmopolit kaideler ve tecvitler arkasında koşmayarak lisanın kavmî ve mevhûb bedâetine ihtiyarsızca tâbi bulunan mâder-zâd edipler ve ümmî beliğler Arapça, Acemce kelimelerini Türk ahengine uydurmakta, temsil olunmaktan şiddetle içtinap eden bu anut yabancıları yavaş yavaş Türkümsemekte devam ettiler.
Para, çarşı, ablak, dümbelek, davul, sandık, kavga, tasarlamak ( tasavvur etmek) bağışlamak (bahşetmek), inanmak (iman etmek) gibi Türkçeleşmiş kelimeler meydana geldi. Avamla havas arasında bu iki muhalif cereyan müsademe ede ede bir zaman oldu ki artık güzellik zevki kat’î bir surette bilgiçliğe galebe çaldı. Ve yeni lisan bu suretle ilk numunelerini, ilk kaidelerini irâ’eye başladı.
lisan bilgiçleri memnun etmeyecektir. Çünkü bunlar birçok faydasız lügatler ve kaideler ezberlemiş ve bu tahsil mümareseleri esnasında yabancı tecvitlere esirane bir surette ülfet etmiş bulunduklarından kaplumbağa kabuğundan çıkamadığı gibi bunlar da an’anelerinden, itiyatlarından vazgeçemezler. Fakat demokratik bir memlekette ekseriyyet hâkim olduğundan nihayet tabiîlik, sun’îliğe galebe çalacaktır. Siyasî kapitülâsyonların refini en mukaddes gaye bilen Osmanlı milleti lisanî kapitülâsyonları -kendi ihtiyarına tâbi bulunduğu için – bugünden izale edecektir.
Bir millet müsavi hukuka malik fertlerden mürekkep olduğu gibi bir lisan da müsavi salahiyetleri haiz kelimelerden mürekkeptir. Eski lisanda Arapça kelimeler Arapça, Acemce, Türkçe terkiplerden ve edatlardan istifade eder. Acemce kelimeler yalnız Acemce, Türkçe terkip ve edatlardan müstefit olabilir. Türkçe kelimeler ise yalnız Türkçe terkiplere dahil olabilir ve Türkçe edatlarla birleşebilir.
Görülüyor ki eski lisanda Türkçe kelimelere nispetle Arapça kelimeler iki derece. Acemce kelimeler bir derece imtiyaza maliktir. Meşrutiyet bütün imtiyazları ilga ettiği hâlde Türkçede bu tabiatsız mümtaziyetler kalamazdı.
Yeni lisan bu imtiyazları ref etmekle beraber umumun anlayacağı bir lisan olduğu için iki cihetle demokratiktir. Aristokratik bir hükümette havas için ayrı, avam için ayrı lisanlar bulunabilir. Demokratik bir millette yalnız bir lisan olabilir ki o da ahalinin dilinden ibarettir. Yeni lisan eski lisana yalnız mantıkça galebe çalmıyor, yeni lisan henüz hususî bir isimle tevsim edilmeden, kaideleri tedvin ve ilân olunmadan kendi kendiliğinden teessüse ve intişara başlamış tabiî bir lisandır. Bugün gençler tarafından terviç ediliyor.
Yarın bütün Osmanlılar ve umum Türkler yalnız bu lisanda yazacak, bu lisanda okuyacaktır. Bir zaman gelecektir ki Şinasî lisanında yazılmış kitaplar yeni lisana tercüme edilmedikçe okunamayacaktır. Bugün bile yeni lisanı kabul ve terviç eden gençler eski lisanda yazılmış eserleri okuyamıyor; Arapça, Acemce terkipleri cem’leri telâffuzdan iğreniyor. Lisan bu yeni zevk cereyanının tesiri altındadır bu lisan cereyanı istifa neticesi olduğu için durdurulamaz. Bu cereyan kat’î galebeyi ihraz edecektir. Mukavemet edenler eserlerini okunmamak için yazacaklar, inat ve ısrar gösterenler İrfan Paşaların tarihî akranları olacaklardır.
Yeni Lisan ve Ömer Seyfettin
Rumeli gazetesi yeni lisanı kabul ettiği günden beri iki misli satılmaya başladı. İstanbul’da iki genç tarafından yeni lisanda yapılan tercümeler -mevzular hususîliğine rağmen binlerce satılıyor. Hakikî (encümen-i daniş) halkın zevkidir. Lisandaki istifadır, bu zevke, bu istifaya karşı kafa tutan mağlûptur. İhmale, istihzaya mahkûmdur.
Muhîtü’l-Ma’ârif hâlin istikbale bir hediyesidir. Bu hediyenin istikbal lisanıyla yazılması vücub derecesinde lâzımdır. İlmî ve felsefî ıstılahların yeni lisanda daha kolay bulunabileceği Genç Kalemlerin, tıp tercüme encümeninin, tercüme olunan felsefî kitapların tecrübeleriyle sabittir.
Muhîtü’l-Ma’ârif’m üslûp ve ıstılahları yeni lisana tevfik edildiği ve lügatleri terkip olunurken iştikakça mürekkep olduğu hâlde sarfça basit olan kelimeler müstakil kelimeler suretinde tahrir ve tefsir olunduğu takdirde müstakbel nesiller tarafından daima güzel kabullere mazhar olacağı şüphesizdir. Muhîtü’l-Ma’ârif’m yeni lisanı kabul etmesi muhteşem istikbalimizin bir gün evvel hulul etmesi demektir. Bu surette Muhit istikbalin irfanını atînin lisanıyla yararak millete büyük bir adım attırmış olur.
Aksi takdirde eski lisan büyük ve devamlı bir eserin istihkâmları arkasında daha bir müddet yeni lisanın hücumlarına mukavemet edecek, fakat geç de olsa, nihayet bir gün tahassun ettiği kal’anın anahtarlarını bu genç mücahide teslim edecektir.
Cevdet Paşa merhum hayatı müddetince lisanın tahavvülüne tâbi olarak üç defa üslûbunu tebdil ettiğini söylüyor, Muhîtü’l-Ma’ârif de bu nasibe mazhar olarak her tab’ında zamanın lisanına tercüme edilmek mecburiyetinde kalmamak için şimdiden istikbalin lisanını keşfederek o lisanda yazılmalıdır.
Muhîtü’l-Ma’ârif’m birinci karileri gençler olacaktır. Gençler istikbale bir gün evvel kavuşmak için yalnız yeni lisanda yazılacak eserleri okumaya azm etmişlerdir. Şimdiden gençliğin kabulüne mazhar olmayacak bir eser istikbalden nasıl ümitvar olabilir. Muhîtü’l-Ma’ârif‘e düşen vazife, yeni lisanın müessisliği hizmetini başka eserlere terk etmemek, istikbale hakikî bir temel olmaktır.
Muhterem heyetiniz tarafından yeni lisanın tervicine muvafakat buyurulduğu takdirde yeni lisan encümeni, gerek yeni ıstılahlar bulmak ve gerek içtimaî ve felsefî kısımlardan bazılarını yazmak suretiyle Muhit’e muavenetini vaat eder. Encümenimizin İstanbul’da ve ekser vilâyetlerde muavinleri bulunduğundan Muhît’e az çok yardım edebiliriz itikadındayız. Muhterem heyetinizden yegâne talebimiz (yeni lisan)ın carî bir mesele suretinde dikkate alınarak bu husustaki içtihatların Yeni Muhîtü’l-Ma’ârif mecmuasında temhit buyurulmasıdır. Yüksek zihinler bir meseleyi abluka ettikleri zaman hakikatin az müddet zarfında feth olunacağı şüphesizdir. Bu layihamızın Muhit mecmuasına derci ricasıyla bahse hitam veririz.
Genç Kalemler Tahrir Heyeti
1830 AVRUPA’DA İHTİLÂL
Muharriri: Kaya Alp
-Drieu’den mütercem-
Belçika’da İhtilâl-Fransa’nın Temmuz ihtilâli havadisi bütün Avrupa içinde ehemmiyete şayan bir tesir husule getirdi. Bu ihtilâl kralların uyumuş, sönmüş ıstıraplarını tazelettiği gibi ahali için de bir serbesti işareti oldu. Bu büyük ihtilâlin taarruzî avdetinin haricî tezahürleri oldu. Acaba nasıl bir hudut dahilinde idame olunacaktı?
Bir sınaat sergisi münasebetiyle Brüksel’de büyük şenlikler icra kılınıyordu. Bir gün birtakım ilânlar 23 Ağustos Pazartesi sınaî ateş, 24 Salı tenvirat, 25 Çarşamba ihtilâl olacağını beyan ettiler. 25 Ağustosta filhakika “Muete de Portichi” piyesi temaşa olunuyordu. Burada halk
Ziya Gökalp
Muhîtü’l-Ma’ârif hâlin istikbale bir hediyesidir. Bu hediyenin istikbal lisanıyla yazılması vücub derecesinde lâzımdır. İlmî ve felsefî ıstılahların yeni lisanda daha kolay bulunabileceği Genç Kalemlerin, tıp tercüme encümeninin, tercüme olunan felsefî kitapların tecrübeleriyle sabittir.
Muhîtü’l-Ma’ârif’m üslûp ve ıstılahları yeni lisana tevfik edildiği ve lügatleri terkip olunurken iştikakça mürekkep olduğu hâlde sarfça basit olan kelimeler müstakil kelimeler suretinde tahrir ve tefsir olunduğu takdirde müstakbel nesiller tarafından daima güzel kabullere mazhar olacağı şüphesizdir. Muhîtü’l-Ma’ârif’m yeni lisanı kabul etmesi muhteşem istikbalimizin bir gün evvel hulul etmesi demektir. Bu surette Muhit istikbalin irfanını atînin lisanıyla yararak millete büyük bir adım attırmış olur.
Aksi takdirde eski lisan büyük ve devamlı bir eserin istihkâmları arkasında daha bir müddet yeni lisanın hücumlarına mukavemet edecek, fakat geç de olsa, nihayet bir gün tahassun ettiği kal’anın anahtarlarını bu genç mücahide teslim edecektir.
Cevdet Paşa merhum hayatı müddetince lisanın tahavvülüne tâbi olarak üç defa üslûbunu tebdil ettiğini söylüyor, Muhîtü’l-Ma’ârif de bu nasibe mazhar olarak her tab’ında zamanın lisanına tercüme edilmek mecburiyetinde kalmamak için şimdiden istikbalin lisanını keşfederek o lisanda yazılmalıdır.
Muhîtü’l-Ma’ârif’m birinci karileri gençler olacaktır. Gençler istikbale bir gün evvel kavuşmak için yalnız yeni lisanda yazılacak eserleri okumaya azm etmişlerdir. Şimdiden gençliğin kabulüne mazhar olmayacak bir eser istikbalden nasıl ümitvar olabilir. Muhîtü’l-Ma’ârif‘e düşen vazife, yeni lisanın müessisliği hizmetini başka eserlere terk etmemek, istikbale hakikî bir temel olmaktır.
Muhterem heyetiniz tarafından yeni lisanın tervicine muvafakat buyurulduğu takdirde yeni lisan encümeni, gerek yeni ıstılahlar bulmak ve gerek içtimaî ve felsefî kısımlardan bazılarını yazmak suretiyle Muhit’e muavenetini vaat eder. Encümenimizin İstanbul’da ve ekser vilâyetlerde muavinleri bulunduğundan Muhît’e az çok yardım edebiliriz itikadındayız. Muhterem heyetinizden yegâne talebimiz (yeni lisan)ın carî bir mesele suretinde dikkate alınarak bu husustaki içtihatların Yeni Muhîtü’l-Ma’ârif mecmuasında temhit buyurulmasıdır. Yüksek zihinler bir meseleyi abluka ettikleri zaman hakikatin az müddet zarfında feth olunacağı şüphesizdir. Bu layihamızın Muhit mecmuasına derci ricasıyla bahse hitam veririz.
Genç Kalemler Tahrir Heyeti
1830 AVRUPA’DA İHTİLÂL
Muharriri: Kaya Alp
-Drieu’den mütercem-
Belçika’da İhtilâl-Fransa’nın Temmuz ihtilâli havadisi bütün Avrupa içinde ehemmiyete şayan bir tesir husule getirdi. Bu ihtilâl kralların uyumuş, sönmüş ıstıraplarını tazelettiği gibi ahali için de bir serbesti işareti oldu. Bu büyük ihtilâlin taarruzî avdetinin haricî tezahürleri oldu. Acaba nasıl bir hudut dahilinde idame olunacaktı?
Bir sınaat sergisi münasebetiyle Brüksel’de büyük şenlikler icra kılınıyordu. Bir gün birtakım ilânlar 23 Ağustos Pazartesi sınaî ateş, 24 Salı tenvirat, 25 Çarşamba ihtilâl olacağını beyan ettiler. 25 Ağustosta filhakika “Muete de Portichi” piyesi temaşa olunuyordu. Burada halk
Ziya Gökalp
Similar topics
» Bir sürü yeni vergiyi içeren yeni vergi tasarısı Komisyondan geçmiş
» Türkmənistan: yeni ilə - yeni islahatlarla
» yeni teknoloji yeni pc
» GENÇ TÜRKÇÜLERE MEKTUPLAR -I
» Genç Türkçü ! NEJDET SANÇAR
» Türkmənistan: yeni ilə - yeni islahatlarla
» yeni teknoloji yeni pc
» GENÇ TÜRKÇÜLERE MEKTUPLAR -I
» Genç Türkçü ! NEJDET SANÇAR
¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤ :: [Türkçülük] ve [Turancılık] :: Türkçülük ve Turancılık Hakkında Her Şey
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz