Barzani'nin dedeleri Türk Askerlerini asmıştı, unuttunuz mu?
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
Barzani'nin dedeleri Türk Askerlerini asmıştı, unuttunuz mu?
AKP KONGERASİ'NDE ÇIĞLIKLAR ATILDI BARZANİ İÇİN: "BARZANİ, TÜRKİYE SENİNLE GURUR DUYUYOR", DİYEREK. Bu çığlıkları atanların ya Türk tarihinden haberi yok, ya da niyet başka... Yüzbaşı Hilmi Bey genç cumhuriyetimizin zabitlerindedir.
1887 yılında Erzincan’a bağlı Kemaliye(Eğin) ilçesinde doğdu. 1. Dünya Savaşı’nın başlarında İstanbul Darüşşafaka’da okuyordu. Savaşın ilk dönemlerinde Doğu Cephesi’nde topçu subayı olarak görev aldı. 1. Dünya savaşı sonrası jandarma sınıfına geçerek,
Hakkâri Seyyar Jandarma Alayı’nda görev yaptı. Şemdinli Bembo vadisinde, Nesturi ve Barzanlara karşı yaptığı harekatta gösterdiği başarıdan dolayı, 1927 yılında İstiklal Madalyası almaya layık görüldü. Hilmi Öker, Doğu’da uzun yıllar kaldı ve takdire layık hizmetlerde bulundu. Sonrasında Karadeniz bölgesine tayin edildi. 1932 yılında kendi isteği ile emekli oldu ve memleketi Kemaliye’ye döndü. Cumhuriyet zabiti Jandarma Yüzbaşı Hilmi Öker Bey, 1974 yılında, İstanbul’da vefat etti.
Kendileri ile tanışmayı dilerdik ama geç kaldık, varlığını öğrendiğimizde aramızdan ayrılmıştı. Oğlu Ahmet Fevzi Öker Bey, bir kitap fuarında yanımıza gelip de Hilmi Bey’in anılarından bahsetmiş olmasaydı, belki de, anılarıyla da olsa, tanışma fırsatımız hiç olmayacaktı.
Ama şimdi mutluyuz, Hilmi Bey’i tanımış olduk, o dönemde yaşananları ilk ağızdan öğrendik ve anılarını, birazdan sizlerle buluşturacağız. Bu önemli bir olay, bizim için. Önemli, çünkü Sarıkamış’ta çektiği acı ve çileler bir yana, kitabımıza konu olan yaşamı hep Şemdinli’de geçmiş, on üç koca yıl. Bir yanda asayişi sağlarken, öte yanda Nesturiler ve Barzani peşmergeleriyle Bembo vadisinde savaşmış,1924’te, Cumhuriyet’in ta ilk yıllarında, bizim vadide.
Kendileri ve askerlerine kurşun atanlardan biri İhsan Nuri, diğeri Barzani Şeyh Ahmet’in kuvvetleri, bir diğeri de Nesturiler…
Barzani’yi hepimiz tanıyoruz. Hilmi Bey ve askerlerine kurşun atmış olması bizi pek şaşırtmadı, çünkü 1982’de PKK terör örgütüne de, zamanında kucak açmış, Irak kuzeyinde yer göstermişti.
84 Şemdinli baskınından kaçanları da aynı arazide barındırmıştı. 92 Ekim harekatında kaçanları da saklamıştı. Bu nedenle Barzani’nin ihanetlerine alışığız biz. İhsan Nuri’ye gelince, onu da tanırız Cumhuriyet’e karşı giriştiği Ağrı isyanlarından.
Peki ya Nesturiler? İşte bu ad bize biraz yabancı, duymamıştık hiç. Ermeni isyanları, Yunan katliamları, ayrılıkçı Kürtlerin isyanlarını çok duymuştuk ama Nesturi isyanlarını duymamıştık, bu yüzdendir şaşkınlığımız. Kaldı ki Şemdinli’de iki yıl görev yapmış olmamıza karşın, Şemdinli’nin bu eski sakinleri Nesturiler nedense gündeme düşmedi hiç, yazılmadı belki de, belki de anlatılmadı bizlere. Peki, neden şimdi konu bu Nesturiler? Okuyunca, pek yabancı olmadığımız İngiliz oyunlarını gördük ardında, çünkü mesele Anadolu…
Anadolu’da geçmişte çok oyunlar oynandı, günümüzde de bu oyunlar devam ediyor. Tarihin her döneminde tanıklık edilmiştir bunlara. Ancak bugün karşı karşıya kaldığımız sorunlar, bugünün oyunu değil, geçmişten gelen izleri var, yolları var, adları var. “1071’te Malazgirt’e Bizanslıları yendik” demekle olmuyor bu iş. “Osmanlı üç kıtaya hükmetti, anlıyız ve şanlıyız”, demek de sonuç vermiyor. Üç kıtaya hükmettiğimiz topraklar nasıl elimizden çıktı, bunu anlamamız gerek. 1699 Karlofça’dan 1918 Mondros’u arasında geçen yaklaşık iki yüzyılda, üç Anadolu büyüklüğünde toprağımızı nasıl kaybettik, bilmemiz gerekiyor.
Doğrudur, milyonlarca Türk evladını Balkanlarda, Kafkaslarda, Mısır’da, Yemen’de, Arabistan’da, Irak’ta, Musul’da şehit verdik biz. Geçen son bin yılda, kaybede kaybede çekildik ve nihayetinde bir Anadolu kaldı elimizde. Ona sahip çıkmamız gerek, yoksa yaşatmayacaklar bizi, bu kesin. Ona sahip çıkabilmek için, geçmişimizi iyi bilmemiz gerek, yoksa ne oyunlar dönüyor, anlamayacağız hiç. Nesturileri seçmemizin bir nedeni de budur, “neden hedef Türkler ve Anadolu” sorusuna bir cevap bulabilmek için seçilmiş bir topluluktur. Küçük bir Hıristiyan topluluk, Anadolu’yu ele geçirmek isteyenlere nasıl alet oluyor, ayrılıkçı Müslüman Nakşi Kürtler, yeri geldiğinde nasıl Hıristiyanlarla işbirliği yapıyor, tıpkı Mekke Şerifi Hüseyin’in yaptığı gibi, göstermek istedik.
Yoksa “Ruslar sıcak denizlere inmek istiyor” ya da “ABD petrol kaynaklarını ele geçirmek istiyor” ya da “İsrail kutsal toprakları almak istiyor” söylemleri, Anadolu’da dönen akıl ötesi oyunları tek başına izah etmiyor. Baksanıza şimdi de “Osmanlı Milletler Topluluğu” çıktı. Neymiş bu; ümmetçilik yaparak Ortadoğu’da söz sahibi bir ülke olacakmışız!
İslam birliği adına Mekke Şerifi Hüseyin İngilizlerle işbirliği yapıp Türk askerinin su kuyularını zehirlemedi mi? “Osmanlı askerleri Kabe’yi bombalayacak” deyip halkı kışkırtmadı mı?
Biz Yunan’a karşı savaşırken Koçgiri isyanını yine İngiliz işbirlikçileri çıkarmadı mı?
Musul ve Kerkük’e harekat yapıp İngilizlerle bile savaşmayı göze Genç Cumhuriyet’e karşı, “din elden gidiyor” deyip isyan çıkarmadı mı Nakşi keko Şeyhi Said?
Bugün Osmanlı diye ortaya çıkanlar, Anadolu’yu etnik ve dini mezhep temelinde parça parça etmeyi düşleyenlerdir ve bu bir Yahudi siyasetidir.
Bu siyasete ait belgeleri sizlere Kurt Kapanı adlı kitabımızda sunmuştuk, şimdi de Nil’den Fırat’a Devlet Oyunları kitabımızla daha geniş bir bakışla anlattık. Bugün ihtiyacımız olan, tehlikeyi görebilmek, yurdumuz üzerindeki akıl ötesi oyunları çözebilmektir. Bu amaçla tekrar yola çıktık biz, bu kez Yüzbaşı Hilmi Bey’le çıktık, üstelik Bembo’dan başlayarak çıktık. Ve size, siz geleceğimizin umudu olanlara, geçmişten günümüze Anadolu’da ateşle oynayanları anlatmaya çalışacağız.
Yüzbaşı Hilmi Bey, sizi alıp taşıyacak ve tarihe doğru bir yolculuk yaptıracaktır, sırf tarihimizi anlamak ve ondan ders almak için. Yüzbaşı Hilmi Bey anlatıyor, dinleyiniz ve ibret alınız, olaylar Şemdinli’de geçer …
“Bir gece geç vakit Şervina/Konak köyünden Salih oğlu Muhammed, yanında Mehmet adında tanıdığım biriyle geldi. Barzanlar beş yüz kişiyle köylerini basmış; yakında buraya da gelirler, dedi. Durumu hemen bildirdim. Beni sevenler, “bey, buralarda durma, yakında buraya da gelirler, hayatın tehlikeye direr”, diyorlardı.
Çok geçmeden 10 Haziran 1924’te Seyit Abdullah’ın Irak’tan topladığı Barzan ve Nesturilerle (tahminen 1.500- 2.000 kişi), Şemdinli Gerdi Şapatan bölüğünü ve Nehri/Bağlar’da bulunan tabur merkezini bastığı haberi geldi.
Tabur komutanı Binbaşı İsmail Hakkı Bey, tabur doktoru Binbaşı Ali Rıza Bey isyancıların eline düşmüş ve esir olmuşlardı. Üsteğmen Bekir Sıtkı Bey yardımına koşuyor fakat onu da pusuya düşürüyorlar.
Gerdi Şapatan Bölük komutanı Yüzbaşı Kemal Bey’i de hile ile ellerine geçiren isyancılardan Ahmet bey; “takım komutanına mektup yaz, o da teslim olsun”, diyordu. Yüzbaşı Kemal beyin mektubunu aldığımda, bunun zoraki yazdırıldığını anlayıp cevap olarak “sizin isyancıların elinde olduğunuzu anladım, şu andan itibaren bölüğün kumandası bendedir. Son mermim kalıncaya kadar çarpışacağım”, dedim. Ben hariç bütün subayların esir olduğunu, Kemal yüzbaşının dışında diğerlerinin şehit edildiğini sonradan öğrenmiştim…”
Yüzbaşı Hilmi Bey’in anlattığı ve Şemdinli Bağlar/Nehri köyündeki jandarma taburumuza saldıran Şeyh Abdullah, AKP kongresinde TÜRKİYE SENİNLE SURUR DUYUYOR DİYE ÇIĞLIK ATILAN BARZANİ’nin dedesidir. Bu şeyh, Bülent Arınç’ın müridi olduğu Iraklı keko Halid-i Bağdadi Nakşi tarikatındandır. Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı çıkarılan isyanların elebaşları, Seyit Abdulkadir gibi, Emin Ali Bedirhan gibi, Şeyh Abdullah gibi, hepsi bu tarikatın müritleridir.
Barzani’lerin dedeleri de Ermenilerle bir olup Türk Ordusu’na saldırmış ve askerlerimizi şehit etmiştir. Bu tarihi belge niteliğinde olan açıklama da bizzat Molla Mustafa Barzani’nin ağzından yapılmış, oğlu Mesud Barzani tarafından kitap yazılarak anlatılmıştır: “ 1920’ye doğru, Ermeni Antranik Paşa, Şeyh Ahmed’e( Not; bu da Barzani’nin dedesidir) bir mektup göndererek kendilerini kurtarmasını istemişti. Bunun üzerine Şeryh Ahmed, Veli Beyi silahlı 200 kişinin başında Antranik’in yardımına gönderdi. Ben de Veli beyin liderliğindeki silahlı gurubun içindeydim. Ermenilere yardım etmek üzere harekete geçtik… Ermenilere yardım ederken Türk Ordusuyla girdiğimiz çatışmalarda 14 şehit vermiştik…”
Barzani’nin dedeleri Ermenilerle birlikte olup Türk Ordusuna karşı savaşmıştır.
Barzani’nin dedeleri Nesturilerle bir olup ŞEMDİNLİ Bağlar/Nehri köyündeki Seyyar Jandarma Taburumuza baskın düzenlemiş ve askerlerimizi öldürmüştür.
Barzani’nin dedeleri Iraklı keko Halid-i Bağdadi Nakşi tarikatının müritleri olup Anadolu’da çıkarılan isyanlara hep elebaşılık etmiştir.
Ve gelelim günümüze, Irak kuzeyindeki Barzani alanlarında PKK himaye görmektedir. PKK buradan ülkemize, karakollarımıza, köylerimize yaptığı saldırılarla 11.000 askerimizi şehit etmiş ve 10.000 vatandaşımızı öldürmüştür. Barzani bölgesindeki pkk yüzünden 3.225 köyümüz boşaltılmış, iki milyon insanımız göç etmek zorunda kalmıştır.
Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani İsrail/Mossad ajanıdır ve her düzenli maaş almıştır, bu gerçeği de bize Uğur Mumcu öldürülmeden önce yazdığı son makalesinde anlatmıştır.
Barzani işte budur. Şimdi soruyoruz; AKP kongresinde Barzani ile gurur duyanlar kimlerdir?
Herkes aklını başına alsın, Türkiye bugün ayrılıkçı Yahudi keko-Ermeni ittifakı ile karşı karşıyadır ve bu ittifak Anadolu’yu, Anadolu’daki Türk varlığını hedef almıştır, bu mesele artık AKP meselesi değil vatan meselesidir!
Erdal Sarızeybek
KAYNAK: ÇARÇELLA, Anadolu'da Ateşle Oynayanlar.
1887 yılında Erzincan’a bağlı Kemaliye(Eğin) ilçesinde doğdu. 1. Dünya Savaşı’nın başlarında İstanbul Darüşşafaka’da okuyordu. Savaşın ilk dönemlerinde Doğu Cephesi’nde topçu subayı olarak görev aldı. 1. Dünya savaşı sonrası jandarma sınıfına geçerek,
Hakkâri Seyyar Jandarma Alayı’nda görev yaptı. Şemdinli Bembo vadisinde, Nesturi ve Barzanlara karşı yaptığı harekatta gösterdiği başarıdan dolayı, 1927 yılında İstiklal Madalyası almaya layık görüldü. Hilmi Öker, Doğu’da uzun yıllar kaldı ve takdire layık hizmetlerde bulundu. Sonrasında Karadeniz bölgesine tayin edildi. 1932 yılında kendi isteği ile emekli oldu ve memleketi Kemaliye’ye döndü. Cumhuriyet zabiti Jandarma Yüzbaşı Hilmi Öker Bey, 1974 yılında, İstanbul’da vefat etti.
Kendileri ile tanışmayı dilerdik ama geç kaldık, varlığını öğrendiğimizde aramızdan ayrılmıştı. Oğlu Ahmet Fevzi Öker Bey, bir kitap fuarında yanımıza gelip de Hilmi Bey’in anılarından bahsetmiş olmasaydı, belki de, anılarıyla da olsa, tanışma fırsatımız hiç olmayacaktı.
Ama şimdi mutluyuz, Hilmi Bey’i tanımış olduk, o dönemde yaşananları ilk ağızdan öğrendik ve anılarını, birazdan sizlerle buluşturacağız. Bu önemli bir olay, bizim için. Önemli, çünkü Sarıkamış’ta çektiği acı ve çileler bir yana, kitabımıza konu olan yaşamı hep Şemdinli’de geçmiş, on üç koca yıl. Bir yanda asayişi sağlarken, öte yanda Nesturiler ve Barzani peşmergeleriyle Bembo vadisinde savaşmış,1924’te, Cumhuriyet’in ta ilk yıllarında, bizim vadide.
Kendileri ve askerlerine kurşun atanlardan biri İhsan Nuri, diğeri Barzani Şeyh Ahmet’in kuvvetleri, bir diğeri de Nesturiler…
Barzani’yi hepimiz tanıyoruz. Hilmi Bey ve askerlerine kurşun atmış olması bizi pek şaşırtmadı, çünkü 1982’de PKK terör örgütüne de, zamanında kucak açmış, Irak kuzeyinde yer göstermişti.
84 Şemdinli baskınından kaçanları da aynı arazide barındırmıştı. 92 Ekim harekatında kaçanları da saklamıştı. Bu nedenle Barzani’nin ihanetlerine alışığız biz. İhsan Nuri’ye gelince, onu da tanırız Cumhuriyet’e karşı giriştiği Ağrı isyanlarından.
Peki ya Nesturiler? İşte bu ad bize biraz yabancı, duymamıştık hiç. Ermeni isyanları, Yunan katliamları, ayrılıkçı Kürtlerin isyanlarını çok duymuştuk ama Nesturi isyanlarını duymamıştık, bu yüzdendir şaşkınlığımız. Kaldı ki Şemdinli’de iki yıl görev yapmış olmamıza karşın, Şemdinli’nin bu eski sakinleri Nesturiler nedense gündeme düşmedi hiç, yazılmadı belki de, belki de anlatılmadı bizlere. Peki, neden şimdi konu bu Nesturiler? Okuyunca, pek yabancı olmadığımız İngiliz oyunlarını gördük ardında, çünkü mesele Anadolu…
Anadolu’da geçmişte çok oyunlar oynandı, günümüzde de bu oyunlar devam ediyor. Tarihin her döneminde tanıklık edilmiştir bunlara. Ancak bugün karşı karşıya kaldığımız sorunlar, bugünün oyunu değil, geçmişten gelen izleri var, yolları var, adları var. “1071’te Malazgirt’e Bizanslıları yendik” demekle olmuyor bu iş. “Osmanlı üç kıtaya hükmetti, anlıyız ve şanlıyız”, demek de sonuç vermiyor. Üç kıtaya hükmettiğimiz topraklar nasıl elimizden çıktı, bunu anlamamız gerek. 1699 Karlofça’dan 1918 Mondros’u arasında geçen yaklaşık iki yüzyılda, üç Anadolu büyüklüğünde toprağımızı nasıl kaybettik, bilmemiz gerekiyor.
Doğrudur, milyonlarca Türk evladını Balkanlarda, Kafkaslarda, Mısır’da, Yemen’de, Arabistan’da, Irak’ta, Musul’da şehit verdik biz. Geçen son bin yılda, kaybede kaybede çekildik ve nihayetinde bir Anadolu kaldı elimizde. Ona sahip çıkmamız gerek, yoksa yaşatmayacaklar bizi, bu kesin. Ona sahip çıkabilmek için, geçmişimizi iyi bilmemiz gerek, yoksa ne oyunlar dönüyor, anlamayacağız hiç. Nesturileri seçmemizin bir nedeni de budur, “neden hedef Türkler ve Anadolu” sorusuna bir cevap bulabilmek için seçilmiş bir topluluktur. Küçük bir Hıristiyan topluluk, Anadolu’yu ele geçirmek isteyenlere nasıl alet oluyor, ayrılıkçı Müslüman Nakşi Kürtler, yeri geldiğinde nasıl Hıristiyanlarla işbirliği yapıyor, tıpkı Mekke Şerifi Hüseyin’in yaptığı gibi, göstermek istedik.
Yoksa “Ruslar sıcak denizlere inmek istiyor” ya da “ABD petrol kaynaklarını ele geçirmek istiyor” ya da “İsrail kutsal toprakları almak istiyor” söylemleri, Anadolu’da dönen akıl ötesi oyunları tek başına izah etmiyor. Baksanıza şimdi de “Osmanlı Milletler Topluluğu” çıktı. Neymiş bu; ümmetçilik yaparak Ortadoğu’da söz sahibi bir ülke olacakmışız!
İslam birliği adına Mekke Şerifi Hüseyin İngilizlerle işbirliği yapıp Türk askerinin su kuyularını zehirlemedi mi? “Osmanlı askerleri Kabe’yi bombalayacak” deyip halkı kışkırtmadı mı?
Biz Yunan’a karşı savaşırken Koçgiri isyanını yine İngiliz işbirlikçileri çıkarmadı mı?
Musul ve Kerkük’e harekat yapıp İngilizlerle bile savaşmayı göze Genç Cumhuriyet’e karşı, “din elden gidiyor” deyip isyan çıkarmadı mı Nakşi keko Şeyhi Said?
Bugün Osmanlı diye ortaya çıkanlar, Anadolu’yu etnik ve dini mezhep temelinde parça parça etmeyi düşleyenlerdir ve bu bir Yahudi siyasetidir.
Bu siyasete ait belgeleri sizlere Kurt Kapanı adlı kitabımızda sunmuştuk, şimdi de Nil’den Fırat’a Devlet Oyunları kitabımızla daha geniş bir bakışla anlattık. Bugün ihtiyacımız olan, tehlikeyi görebilmek, yurdumuz üzerindeki akıl ötesi oyunları çözebilmektir. Bu amaçla tekrar yola çıktık biz, bu kez Yüzbaşı Hilmi Bey’le çıktık, üstelik Bembo’dan başlayarak çıktık. Ve size, siz geleceğimizin umudu olanlara, geçmişten günümüze Anadolu’da ateşle oynayanları anlatmaya çalışacağız.
Yüzbaşı Hilmi Bey, sizi alıp taşıyacak ve tarihe doğru bir yolculuk yaptıracaktır, sırf tarihimizi anlamak ve ondan ders almak için. Yüzbaşı Hilmi Bey anlatıyor, dinleyiniz ve ibret alınız, olaylar Şemdinli’de geçer …
“Bir gece geç vakit Şervina/Konak köyünden Salih oğlu Muhammed, yanında Mehmet adında tanıdığım biriyle geldi. Barzanlar beş yüz kişiyle köylerini basmış; yakında buraya da gelirler, dedi. Durumu hemen bildirdim. Beni sevenler, “bey, buralarda durma, yakında buraya da gelirler, hayatın tehlikeye direr”, diyorlardı.
Çok geçmeden 10 Haziran 1924’te Seyit Abdullah’ın Irak’tan topladığı Barzan ve Nesturilerle (tahminen 1.500- 2.000 kişi), Şemdinli Gerdi Şapatan bölüğünü ve Nehri/Bağlar’da bulunan tabur merkezini bastığı haberi geldi.
Tabur komutanı Binbaşı İsmail Hakkı Bey, tabur doktoru Binbaşı Ali Rıza Bey isyancıların eline düşmüş ve esir olmuşlardı. Üsteğmen Bekir Sıtkı Bey yardımına koşuyor fakat onu da pusuya düşürüyorlar.
Gerdi Şapatan Bölük komutanı Yüzbaşı Kemal Bey’i de hile ile ellerine geçiren isyancılardan Ahmet bey; “takım komutanına mektup yaz, o da teslim olsun”, diyordu. Yüzbaşı Kemal beyin mektubunu aldığımda, bunun zoraki yazdırıldığını anlayıp cevap olarak “sizin isyancıların elinde olduğunuzu anladım, şu andan itibaren bölüğün kumandası bendedir. Son mermim kalıncaya kadar çarpışacağım”, dedim. Ben hariç bütün subayların esir olduğunu, Kemal yüzbaşının dışında diğerlerinin şehit edildiğini sonradan öğrenmiştim…”
Yüzbaşı Hilmi Bey’in anlattığı ve Şemdinli Bağlar/Nehri köyündeki jandarma taburumuza saldıran Şeyh Abdullah, AKP kongresinde TÜRKİYE SENİNLE SURUR DUYUYOR DİYE ÇIĞLIK ATILAN BARZANİ’nin dedesidir. Bu şeyh, Bülent Arınç’ın müridi olduğu Iraklı keko Halid-i Bağdadi Nakşi tarikatındandır. Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı çıkarılan isyanların elebaşları, Seyit Abdulkadir gibi, Emin Ali Bedirhan gibi, Şeyh Abdullah gibi, hepsi bu tarikatın müritleridir.
Barzani’lerin dedeleri de Ermenilerle bir olup Türk Ordusu’na saldırmış ve askerlerimizi şehit etmiştir. Bu tarihi belge niteliğinde olan açıklama da bizzat Molla Mustafa Barzani’nin ağzından yapılmış, oğlu Mesud Barzani tarafından kitap yazılarak anlatılmıştır: “ 1920’ye doğru, Ermeni Antranik Paşa, Şeyh Ahmed’e( Not; bu da Barzani’nin dedesidir) bir mektup göndererek kendilerini kurtarmasını istemişti. Bunun üzerine Şeryh Ahmed, Veli Beyi silahlı 200 kişinin başında Antranik’in yardımına gönderdi. Ben de Veli beyin liderliğindeki silahlı gurubun içindeydim. Ermenilere yardım etmek üzere harekete geçtik… Ermenilere yardım ederken Türk Ordusuyla girdiğimiz çatışmalarda 14 şehit vermiştik…”
Barzani’nin dedeleri Ermenilerle birlikte olup Türk Ordusuna karşı savaşmıştır.
Barzani’nin dedeleri Nesturilerle bir olup ŞEMDİNLİ Bağlar/Nehri köyündeki Seyyar Jandarma Taburumuza baskın düzenlemiş ve askerlerimizi öldürmüştür.
Barzani’nin dedeleri Iraklı keko Halid-i Bağdadi Nakşi tarikatının müritleri olup Anadolu’da çıkarılan isyanlara hep elebaşılık etmiştir.
Ve gelelim günümüze, Irak kuzeyindeki Barzani alanlarında PKK himaye görmektedir. PKK buradan ülkemize, karakollarımıza, köylerimize yaptığı saldırılarla 11.000 askerimizi şehit etmiş ve 10.000 vatandaşımızı öldürmüştür. Barzani bölgesindeki pkk yüzünden 3.225 köyümüz boşaltılmış, iki milyon insanımız göç etmek zorunda kalmıştır.
Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani İsrail/Mossad ajanıdır ve her düzenli maaş almıştır, bu gerçeği de bize Uğur Mumcu öldürülmeden önce yazdığı son makalesinde anlatmıştır.
Barzani işte budur. Şimdi soruyoruz; AKP kongresinde Barzani ile gurur duyanlar kimlerdir?
Herkes aklını başına alsın, Türkiye bugün ayrılıkçı Yahudi keko-Ermeni ittifakı ile karşı karşıyadır ve bu ittifak Anadolu’yu, Anadolu’daki Türk varlığını hedef almıştır, bu mesele artık AKP meselesi değil vatan meselesidir!
Erdal Sarızeybek
KAYNAK: ÇARÇELLA, Anadolu'da Ateşle Oynayanlar.
Şeriatçıların kekoçülüğü
Şeriatçıların kekoçülüğü
keko İsyanlarının Yeniden Başlaması
Türkiye'de ilk keko isyanları Osmanlı'nın son dönemlerinde çıkmıştır. Osmanlı'nın zayıflamasıyla birlikte özellikle Rusya'nın kışkırtmasıyla birlikte isyan denemeleri olmuştur. Ancak bunlar başarılı olmamıştır.
Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'ndan yenik ayrılması süreci değiştirmiştir. Gelişen işgalle birlikte keko meselesi doğrudan uluslararası müdahaleye açık bir hale gelmiştir. Bu süreçte keko devleti kurma meselesi, isyanlardan öte, masa başında gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Kurtuluş Savaşı'nın başlaması bu durumu değiştirecektir. Daha önce merkezi devleti zayıflatmada kullanılan Kürtler bu kez işgali geliştirmek ve Milli Mücadele'yi baltalamak için devreye sokulacaktır.
keko isyanlarının yeniden başlaması Koçgiri Ayaklanması'yla gerçekleşecektir. Yunan ordusunun büyük ilerleyişinden önce Kürtler, Koçgiri bölgesinde ayaklanma çıkartırlar. Ayaklanmanın ilerlemesiyle birlikte Ankara Hükümeti'ne verdikleri notada İstanbul Hükümeti'nin kabul ettiği keko özerkliğinin Ankara Hükümeti tarafından da kabul edilmesi istenmektedir. İstanbul Hükümeti gerek Sevr Antlaşması'yla gerekse İngilizlerle yaptığı gizli antlaşmalarla keko devletini tanımıştır.
Koçgiri İsyanı'nda açıktan Yunan işgalini kolaylaştırma tavrı görülmektedir. Orduların bir kısmı Yunanlılarla savaşmak yerine isyanı bastırmak için bölgeye sevk edilmiştir. Bunun yanında dikkat çeken nokta, Kürtlerin Ankara Hükümeti'ne, İstanbul Hükümeti'nin programını benimsetme çabalarıdır. Bu noktada Kürtlerin ve İstanbul Hükümeti'nin, Ankara Hükümeti'ne karşı konumlandıkları görülmektedir. Bu işbirliği ilerleyen zamanda daha da gelişecektir.
keko devleti projesinin işgal güçleri tarafından gerçekleştiriliyor olması isyanın nitelik olarak sınırlarını daraltmıştır. İsyan daha çok özerkliğin tanıması, Ankara Hükümeti'nin işlevsizleştirilmesi ve Yunan işgalinin kolaylaştırılması amacıyla sınırlı kalmıştır.
Şeyh Sait İsyanı: kekoçü ve İslamcı Hareketin Birbiriyle Eklemlenmesi
Daha sonra çıkan Şeyh Sait İsyanı'nda ise bu sınırlar aşılacaktır. Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasıyla birlikte, Sevr'in dayattığı keko devletinin yanı sıra, bu anlaşmayı imzalayan İstanbul Hükümeti de ortadan kaldırılmıştır. Bunun yanında Hilafetin ve Saltanatın kaldırılması bir rejim değişikliğini de beraberinde getirmiştir. Hilafetçi güçlerin tasfiyesi keko hareketinde değişikliğe yol açacaktır. Daha önce Koçgiri İsyanı'nda özerklik istemiyle kendini sınırlandıran Kürtler bu kez bir keko-İslam devleti kurmak için isyana kalkışacaklardır.
Halifelik varken Kürtler, Halifeliği rahatsız eden Milli Mücadelecilere karşı savaşmayı ve programlarını keko özerkliği ile sınırlandırmayı yeterli görmüşlerdir. Nasıl olsa İstanbul Hükümeti bu özerkliği tanımıştır ve Sevr'e göre bu durum devletleşmeye kadar gidecektir.
Ancak Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasıyla birlikte hem Halifeliğin kaldırılması, hem de keko devleti projesinin ortadan kalkması yeni bir süreci doğurmuştur. Daha önce aynı programı uygulamak için birbirleriyle ittifak eden kekoçü ve Şeriatçı güçler bu kez ideolojide de bir araya gelerek birbirlerine eklemlenmişlerdir. Aynı siyasal iktidarı korumak için ittifak yapanlar bu sefer aynı düzeni yeniden kurmak için bir araya gelmişlerdir. Aynı toplumsal yapıya dayanmak ve aynı projede rol oynamak bu hareketlerin birleşmelerini sağlamıştır.
Bundan dolayı işbirliğinin nesnel ve toplumsal bir zemini de vardır. Bu açıdan bakıldığında kekoçülerin ve Şeriatçıların işbirliği sadece İngiliz emperyalizminin basit bir oyunu değildir. kekoçü ve Şeriatçı işbirliği, dünya konjonktürünün dayattığı basit bir cephe hareketinin üzerinde bir yerdedir. Önemli olan, Kürtlerin, Cumhuriyet'in ortadan kaldırdığı gerici yapıyı tekrar kurmak istemeleridir. Kurtuluş Savaşı döneminde ezilen Şeriatçıların görevini Kürtler devralacaktır. Bunun ileriki süreçte yansıması ise Şeriatçıların, kekoçülüğü programlarının ana öğesi olarak sürekli savunmaları olacaktır.
Şeriatçılığın ve kekoçülüğün Maddi Zemini
Sosyolojik olarak etnik ve mezhepsel kimlikler ulus öncesi döneme aittir. Aşiretlere dayalı örgütlenmenin temel olduğu toplumsal bir yapıda aidiyetin etnisiteye veya mezhebe dayalı olarak ifade edilmesi gayet doğaldır.
Osmanlı Devleti'nin yapısı idari olarak merkezi olsa da, yerel anlamda kültürel özerklikleri geniş bir biçimde tanımıştır. Bu anlamda imparatorluk etnik ya da dinsel kimliklerin eritilmediği, hatta rahat bir biçimde ifade edildiği kozmopolit bir yapıdadır. Farklı gruplar Osmanlılık kimliği etrafında bir araya getirilmeye çalışılmıştır. İmparatorluğun çoğunun Müslümanlardan oluştuğu dikkate alındığında dinsel kimlik daha da ön plana çıkmıştır.
Genel olarak Şeriata dayalı toplumlarda kavimcilik bu yüzden yok olmamaktadır. Şeriatçılara göre toplum ümmet olarak tanımlanır. Ümmeti bir arada tutan şey ise din olgusudur. Hatta bu toplum içinde ne kadar çok farklı etnisite olursa din olgusu daha çok ön plana çıkacaktır. Çünkü toplumu birleştirecek kimlik olan din daha da ön plana çıkacaktır. Bu yüzden Şeriatçılar etnikçiliği doğal olarak savunmuşturlar. Özellikle Osmanlı Devleti'nin yıkılması, Osmanlılık kimliğinin çözülmesi İslam kimliğini ön plana çıkarmıştır. Hatta Halifelik işgale karşı cihat ilan ederek tüm Müslümanları direnmeye çağırmıştır. Bu pek işe yaramamış, özellikle Araplar büyük oranda ulusal kimliklerini ön plana çıkararak ayrılmışlardır.
Kürtlerin konumu ise biraz daha farklıdır. Osmanlı'nın dinsel yapısı Kürtlerin özerkliğine zarar vermemektedir. Bu yüzden Kürtler, bağımsız devlet istemekle birlikte İstanbul Hükümeti'ni desteklemiş, Milli Mücadelecilere karşı doğrudan savaşmışlardır. Hatta daha sonra İslam devletini Kürtlük temelinde yeniden kurmak için Şeyh Sait önderliğinde mücadeleye de girmişlerdir. Türklerin Osmanlı'yı diriltmeyerek Türklüğe dayalı bir Cumhuriyet kurmalarına karşın Kürtler doğrudan Osmanlı'nın olmasa bile İslama dayalı yapılanmanın temsilcisi konumuna gelmişlerdir.
Bunun sonucunda Cumhuriyet döneminden itibaren Şeriatçılarla kekoçüler bir araya gelmişlerdir. Cumhuriyet dönemiyle Türk kesim genel olarak dinsel kimliğini geriye atıp laik, milliyetçi yönelime girerken, Şeriatçıların temel gücü Kürtler olmuştur. keko kimliğinin yeni devlette yaşayamayacağını gören Kürtler de, kimliklerini koruyabilecekleri bir İslam devleti için mücadeleye girişmişlerdir.
Bunun yanında Şeriatçıların Türk düşmanlığı da onları kekoçü yapmaktadır. Ulusal kimlik olan Türklük dinsel kimliğe yer vermemektedir. Bunun örneklerinden birisi Abdülhamit zamanının uygulamalarıdır. Bu dönemde Türk milliyetçiliğinin örgütlenmesine özellikle engel olunmuştur. Ancak bununla birlikte doğudaki keko aşiretleri Ermenilerin isyan etme ihtimaline karşı Hamidiye Alayları adı altında toplanmıştır. Türk milliyetçilerinin örgütlenmesi ileriki süreçte imparatorluğu savunmasız bırakacaktır. Kürtler ise bir araya getirilmelerini daha sonra isyanlar çıkartmak için değerlendirecektir.
Şeriatçılığın Yeniden Yapılanması: Sağcılık ve kekoçülük
Milli Mücadele döneminde ilk olarak Şeriatçıların, daha sonraki dönemde de Kürtlerin isyanları bastırılmıştır. 1950'lerden itibaren bu hareketler yeniden toparlanmaya başlayacaktır. Ancak açıktan kekoçülük ve Şeriatçılık yapmayacaklardır. Dünyadaki gelişmeler bu dönemde gerici hareketi farklı bir görünümde ortaya çıkartacaktır. Milli Mücadele dönemindeki açıktan keko ve Ermeni devletlerini savunan Kafkas Seddi politikasının yerini, "Demokrasi Cephesi" kurma şeklinde yeni bir emperyalist politika almıştır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra parlamenter demokrasi ve serbest piyasa düzeni pek çok ülke gibi Türkiye'ye de dayatılmıştır. Emperyalistler politikalarını daha çok sivil uzantılarla gerçekleştirmeye çalışmışlardır.
Bu yüzden Demokrat Parti kurdurulur. Liberal bir programa sahip olan hareket zamanla Şeriatçı ve kekoçü yönünü gösterecektir. DP bir yandan "Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz" gibi söylemlerle gericiliği güçlendirirken, bir yandan da keko aşiretlerinin temsilcilerini milletvekili olarak Meclis'e sokmuştur.
Atatürk'ün keko isyanlarından sonra Doğu ve Güneydoğu bölgesinde kurduğu yapılanmaları tasfiyeye girişilmiştir. Bölgede yeniden isyan çıkmasını engellemek, keko kimliğini eriterek Türkleştirmeyi sağlamak için bizzat Atatürk tarafından kurdurulan Umumi Müfettişlikler DP tarafından kapatılmıştır. Yine Atatürk zamanında başlanan aşiretleri dağıtma ve toprak reformu gibi uygulamalar yarım bırakılacaktır. DP, Kürtlüğün toplumsal zemini olan aşiretlerin varlığını korumasını sağlayacaktır.
DP ile temsil edilen gericiliğin kekoçü yönünün bir başka örneği, Said-i Nursi ile girdiği ilişkidir. Menderes'in Cumhuriyet yönetimi tarafından sürgüne gönderilen Said-i Nursi'yi ziyarete gittiği ve eteğini öptüğü iddia edilmektedir. Nur cemaatinin kurucusu olan Said-i Nursi, ilk olarak Said-i Kürdi ismi ile ortaya çıkmıştır. kekoçülüğün üzerine gidilmesinden sonra adını değiştirmiştir. Said-i Nursi aynı zamanda işgal yıllarında kurulan ve Şeyh Sait Ayaklanması'nı doğrudan destekleyen keko Teali Cemiyeti'nin kurucu üyesidir.
Sağ hareketler (liberal, muhafazakâr ya da doğrudan İslamcı) hangi görüntüyle çıkarlarsa çıksınlar sonuçta kekoçülüğe doğru gitmektedirler. Sağın savunduğu program ne olursa olsun dayandığı toplumsal zemin, Osmanlı'dan kalma aşiretler ve tarikatlardır.
kekoçülük bu zeminde kendisine yalnızca hareket alanı bulmamaktadır. Ayrıca bu zeminin bir unsurudur. DP'nin kekoçülüğünün benzerini daha önce Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da yapmıştır. Şeyh Sait İsyanı çıktığında Fethi Okyar'ın başkanlığında hükümette bulunan TCF isyanı önemsememiştir. Bunun üzerine Atatürk'ün müdahalesiyle İnönü Hükümeti kurulmuş, Takrir-i Sükûn gibi radikal uygulamalarla isyan bastırılmıştır.
Türkiye'de sağ adına ortaya çıkan tüm akımlarda benzer durumu görmekteyiz. Hürriyet ve İtilaf hareketi de benzer şekilde kekoçü politikalar gütmüştür. Hatta Damat Ferit Hükümeti bizzat keko özerkliğini tanımıştır. Bu sağ çizgi TCF, DP gibi farklı isimlerde ortaya çıksa da, kekoçülükten taviz vermemiştir. Nitekim Menderes'in devamcısı olan Demirel "keko realitesi"ni tanımıştır. Ancak kekoçülüğün esas güçleneceği süreç 12 Eylül darbesinden sonra başlayacaktır.
12 Eylül Sonrası keko-İslamcı Yükseliş
12 Eylül 1980 darbesine kadar toplumda solcu, ulusalcı güçler tam olarak çözülmemiştir. Türk toplumunun Atatürkçü birikimi gerici hareketi belli sınırlar içinde durdurmaktadır. Bu durum 12 Eylül'den itibaren değişecektir. Askeri darbe, rejimi koruyacak Atatürkçü birikimi yok etmeyi amaçlamış ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuştur. İlerleyen süreçte kekoçü ve Şeriatçı hareket büyük bir ivme kazanacaktır.
Bu, aynı zamanda dünyadaki gelişmelerin de bir sonucudur. ABD, Sovyetler Birliği'ni kuşatma projesi geliştirmiştir. Sovyetler Birliği'nin çevresinde çoğu Türk cumhuriyetlerinden oluşan İslamcı rejimler kurulmaya çalışılmıştır. Yeşil Kuşak adı verilen bu proje, Türk-İslamcılık olarak ülkemize yansımıştır. Emperyalist politikanın bu şekilde değişimi, Türkiye'deki gerici hareketin liberal görüntüsünün yanında daha çok İslami motiflerle gelişmesine sebep olacaktır.
Gerici yükseliş sadece askeri yollar kullanılarak yapılmayacaktır. Daha sonraki süreçte iktidara gelen Özal siyasi yolları kullanarak gericiliğin önünü açacaktır. 12 Eylülcüler ideolojik yönelim olarak kendilerini Türk-İslamcı olarak lanse etseler de, bu dönemde esas gelişen kekoçülük olacaktır. Hatta kekoçü hareket ilk zamanlarına dönerek kendi merkezini kuracaktır. Daha önce sağcı ve Şeriatçı akımlarda gizlenen kekoçülük PKK'yı kurarak hareket alanını genişletecektir. Ancak kekoçülüğün güçlenmesi genel olarak İslamcı politikalarla gerçekleştirilecektir. Bu dönemde devlete egemen olmaya başlayan ideoloji İslamcılık olacaktır. Bu hem faşist rejimin başı olan Evren'de, hem de hükümette bulunan Özal'da kendini gösterecektir.
Nakşibendî tarikatından yetişme olan Özal İslamcılığının yanında kekoçü fikirleri olan birisidir. İlk eylemlerini yapmaya başlayan PKK'yı üç beş çapulcu deyip önemsemeyerek bölücülükle mücadele etmemiştir. PKK Güneydoğu merkezli bir şekilde ülke çapında örgütlenmeye başlamıştır. Özellikle bu bölgedeki Türk solcularını ortadan kaldırmıştır. Bu bizzat 12 Eylülcülerin korumasında gerçekleşmiştir. Bu dönemde ayrıca Türkiye genelinde nüfus planlaması uygulanmıştır. Genel olarak Türk nüfusun artışı engellenmiştir. Ancak bu politika Güneydoğu bölgesinde uygulanmamıştır. Aksine keko nüfus son derece hızlı bir şekilde artmıştır. Bölücülükle fiili mücadelenin engellenmesinin yanında kekoçü fikirler bizzat iktidar tarafından savunulmuştur.
Bunlardan en önemlisi federasyon tartışmalarıdır. Bu dönemde gerçekleşen I. Körfez Savaşı'yla bölgede keko devletinin adımları atılmıştır. Bizzat Özal tarafından Amerikan işgalinin desteklenmesi savunulmuştur. Özal'ın planı, Irak'ın kuzeyinden kopacak Kürtlerin Türkiye'ye federatif bir şekilde bağlanmasıdır. Böylelikle Türkiye'nin devlet yapısı üniter ulus devletin dışında, Türk-keko federasyonu şeklinde değişecektir. Ancak bu proje uygulanamamıştır.
12 Eylül'ün başındaki Evren ise yıllar sonra eyalet sistemini savunarak kekoçülük yapacaktır. Türkiye'yi sekiz eyalete bölecek çalışmanın kendi döneminde hazırlandığını, ancak koşullar uygun olmadığı için uygulanamadığını söylemiştir. Evren bununla birlikte seçim barajının % 7'ye düşürülerek DTP'nin Meclis'e girmesi gerektiğini de savunmuştur. Ancak yine de esas kekoçülük, bu dönemde güçlenen Şeriatçılar tarafından yapılacaktır.
Şerıatçıların kekoçülüğüne Tipik Bir Örnek Olarak Erbakan
Bu dönemde güçlenecek bir diğer İslamcı isim de Erbakan'dır. Daha önce bir kere koalisyonla iktidara ortak olabilen Erbakan, bu dönemde Milli Selamet Partisi adıyla çalışmalarına başlayacak ve Güneydoğu başta olmak Türkiye genelinde güçlenmeye çalışacaktır.
Erbakan Şeriatçıların tipik bir örneğini oluşturmaktadır. İslamcı fikir yapısı doğal olarak milliyetçiliği dışlamaktadır. Ancak durum sadece milliyetçi olmamayla sınırlı değildir, Türklüğe açıktan bir karşı çıkış söz konusudur. Erbakan bunu, "Sen 'Ne mutlu Türk'üm diyene' dersen, öteki de çıkar 'Ne mutlu Kürdüm' der" sözüyle ifade etmiştir. Türklük onların gözünde İslam kardeşliğini parçalayan bir yapıdır ve Türk gibi milli bir kimliğinin egemen olduğu toplumda dinsel kimliğe yaşama alanı kalmayacaktır.
Erbakan bu konuda benzer şekilde, "Elbette keko kardeşlerimizin tabii hakları var. Kendi dilleriyle konuşmaları, medyayı kullanmaları, eğitim yapmaları onların tabii haklarıdır ve zaten tarih boyunca bu haklarını kullanmışlardır. Ancak son 70 yılda izlenen milliyetçi, materyalist ve ırkçı politikalar problem yaratmış ve problemi ağırlaştırmıştır" diyerek Cumhuriyet döneminin Türklüğe dayalı politikalarını reddetmektedir.
Bütün Şeriatçılarda doğrudan Türk düşmanlığı görülmektedir. Türklüğe sadece milli kimliğimiz olduğu için değil, Osmanlı'yı yıkan bir kimlik olarak görüldüğü için de düşmanlık gösterilmektedir. Ancak aynı tavır doğal olarak keko kimliğine karşı gösterilmemektedir. Kürtlük ya da farklı etnisiteler, Türklüğü yani milli kimliği parçalamaktadır. Ayrıca etnik kimliklerin artması, toplumda birleştirici öğe olarak dinsel kimliği ön plana çıkarmaktadır. Bu tavır Şeriatçıların tüm dönemlerinde görülmüştür.
Türkiye'de ilk olarak Said-i Kürdi'nin fikirleriyle gelişen Şeriatçı ve sağcı hareketler, 1970'lerde Necip Fazıl Kısakürek'ten etkilenmişlerdir. Necip Fazıl'ın çıkarttığı Büyük Doğu dergisi Yeşil Kuşak projesine uygun sol ve milliyetçilik düşmanı fikirleri yaymaktadır. Bu dergiden etkilenerek ismini buradan alan İslami Büyük Doğu Akıcılar Cephesi (İBDA/C) hareketi de benzer şekilde Türk düşmanı fikirler geliştirmiştir. Yayınlarında PKK'lı teröristlere gerilla diye hitap ederek onları selamlamış, ölen her Türk askeri için baklava ziyafeti çektiklerini dergilerinde açıktan yazmışlardır.
Erdoğan'ın Erbakan'a Sunduğu keko Raporu
Milli Görüş çizgisinin kekoçülüğünün bir örneği, partinin hazırladığı keko raporunda gözükmektedir. 1991 yılında bizzat o dönemin İstanbul İl Başkanlığı'nı yürüten Tayyip Erdoğan tarafından hazırlatılan rapor bugün PKK'nın mücadelesini yürüttüğü pek çok şeyi savunmaktadır.
İlk olarak bölgede yaşananlar "keko sorunu" olarak tanımlanmıştır. Sorunun bu şekilde ortaya konuşu Demirel ve Özal'ın "keko sorunu" ya da "keko realitesi" gibi tanımlamalarıyla aynı zamana denk düşmektedir. Liberal ya da doğrudan Şeriatçı sağcılar aynı zamanda keko meselesini tanımlamışlardır.
Meselenin keko Sorunu olarak tanımlanması ise kekoçü hareketin önemli bir mevzi kazanması anlamına gelmektedir. Daha önce sorun terör olarak ortaya konuluyordu. En fazla bölgenin ekonomik olarak geri kalmışlığının çıkardığı ya da beslediği bir olay olarak tanımlanıyordu. Ancak etnik temelde bir yaklaşım bu dönemde bizzat sağcılar tarafından geliştirilmiştir. Bu yaklaşım doğal olarak Türk kimliğinden başka ulusal kimliklerin olduğu, bunların ifade edilemediği için sorunların yaşandığı sonucuna varıyordu.
Tayyip Erdoğan'ın raporunda bu durum, "Bugün 'Doğu' veya 'Güneydoğu sorunu' olarak adlandırılan sorun, aslında bir 'keko sorunu'dur... Sorun gerçekte ulusal bir sorundur, yani bir keko sorunudur... Bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, tarihin en eski devirlerinde 'Kürdistan' olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir... Kürtlerin konuştuğu dil olan kekoçe, Türkçeyle ilgisi olmayan müstakil bir dildir..." şeklinde ifade edilmektedir. Ayrı bir dilin, ayrı bir kimliğin ifade edilmesi doğal olarak Türkiye'nin ulusal bütünlüğüne karşı girişilmiş bir eylem olmaktadır. Bu ise aynı zamanda Türkiye'nin kuruluş ilkelerini ve Lozan'ı tanımamak anlamına gelmektedir.
Resmi İdeolojinin Sorgulanması İsteniyor
Bunun yanında devletin teröre karşı verdiği, uyguladığı yöntemler de eleştirilmektedir: "Bugün Güneydoğu'da PKK eliyle sürdürülen keko silahlı mücadelesi şehre inmiştir. Devlet, kontrgerillasıyla, özel timiyle, harcadığı trilyonlarca lirasıyla, köy korucularıyla vs. bu sorunun üstesinden gelinemeyeceğini artık anlamış bulunmaktadır. Kemalist devletin geleneksel zora ve silaha başvurma yöntemi artık iflas etmiştir."
Şeriatçılar devletin yaptığı mücadelenin yöntem olarak yanlışlığından öte, sorunu genelleştirerek devletin kuruluşuna kadar götürmektedirler. O zamanlarda açık olarak ifade edilemeyen şey, Türkiye Cumhuriyeti'nin belli kesimleri inkâr ederek zora dayalı olarak kurulduğudur. İnkâr edilen ise Kürtler ve Hilafettir. Şeriatçıların temel tezi bunun üzerine kuruludur. Milli Mücadele, Saltanatı korumak ve Osmanlı'yı yeniden diriltmek için verileceği yerde, laik (kendi anlayışlarına göre dinsiz) bir devlet kurarak, bir bakıma ihanetle sonuçlanmıştır. Yeni devletin temelleri olan Kemalizm, laiklik ve Türklük bu ihanetin araçlarıdır. Bu yaklaşımın sonucu da Türkiye Cumhuriyeti'nin (kendi anlayışlarıyla TC'nin) gayrimeşru olduğudur. Bu yaklaşım raporun sonuç bölümünde açıktan olmasa da savunulacaktır.
Türkiyelilik Tezleri Apo'dan Önce Şeriatçılar Tarafından Geliştiriliyor
Raporun sonucunda, on iki maddelik bir uygulama önerisi kabul edilmiştir. İlk olarak keko kimliğinin açıktan savunulması kararlaştırılmıştır: "Yeni dönemde RP olarak gelişmelerin gerisinde kalmak istemiyorsak artık keko sözcüğünü rahatlıkla telaffuz edebilmeli, Türkiye'de keko halkının çektiği onca acıya ve sıkıntıya tercüman olabilmeliyiz."
keko kimliğinin tanınması devletin kuruluş ilkelerine karşı çıkmayı da getirmiştir. Kabul edilen bir diğer madde ise resmi ideolojinin sorgulanmasıdır: "Türkiye'de 75 yıldan beridir resmi ideolojinin keko meselesinde inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığını açık seçik söylemeli ve resmi ideolojiyi yüksek sesle sorgulayabilmeliyiz." Resmi ideolojinin oturduğu tek dil, tek bayrak, tek millet yaklaşımı açıktan reddedilmektedir.
Raporun ilerleyen bölümlerinde anadilde eğitim ve kültürel hakların tanımlanması gibi öneriler de sunulmuştur: "Türkiye'de keko kimliğinin tanınması ve keko kültürünün geliştirilmesi için engelleyici tüm yasaların kaldırılması gerektiğini, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde kekoçenin öğrenilmesi ve öğretilmesi için yasal imkânların hazırlanması gerektiğini, bütün bu hakların Türkiye'de yaşayan diğer halklara da -Laz, Çerkez, Gürcü, Arap vs.- tanınması gerektiğini, bu çerçevede Türkiye'nin kültürel bir çoğulculuğa sahip olması gerektiğini savunmak.. Türkiye'de dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim-öğretim yapabilmesini savunmak, kitle iletişim araçlarından yararlanmasını savunmak."
Ancak AB'nin baskısıyla 2003'te kabul edilen anadilde eğitim ve yayın gibi yasalar, daha 1991 yılında Şeriatçılar tarafından savunulmuştur. Bu hakların tanınması doğal olarak ayrı kimliklerin ifadesinin kabulünü de beraberinde getirecektir: "Türkiye'de, resmi ideolojisi ırkçı, asimilasyoncu ve baskıcı olmayan, Türkiye'de yaşayan herkesin eşit siyasal, sosyal ve kültürel haklar temelinde gönüllü bir birlikteliğini esas alan yeni bir hukuk devleti anlayışını ön plana çıkartmak. Ülke bütünlüğünü bu gönüllü kardeşlik temelinde savunmak."
Bunun yanında ırkçılığa karşı çıkan bir madde de savunulmuştur: "Her türlü ırkçılığa karşı çıktığımızı, Türk ırkçılığına da, keko ırkçılığına da karşı çıktığımızı ilan etmek ve bunu davranışlarımızla göstermek."
Bu iki maddeden bugün Tayyip Erdoğan'ın ve Apo'nun savunduğu Türkiyelilik tezi ortaya çıkmaktadır. Türklük ve Kürtlük eşit görülmektedir. Ulusal kimlikle, etnik kimliğin yan yana değerlendirilmesi Şeriatçıların kavmiyetçi bakış açılarının bir sonucudur. Aslında Türklüğü etnik kimliğe indirgeyerek esas bu kesimler ırkçılık yapmaktadır. Ulusal kimliğin kalmadığı, etnik kimliklerin serbestçe ifade edildiği toplumsal yapıda doğal olarak din öğesi birleştirici olacaktır: "Güneydoğu'da RP'nin diğer partilerden şanslı bir yanı var. O da inanç partisi olmasıdır. Müslüman keko halkının problemleriyle yukarıda belirttiğimiz yaklaşımlar çerçevesinde ilgilenildiğinde RP büyük bir başarı kazanacaktır." RP'nin örgütlenme stratejisi aynı zamanda Türkiye için öngördüğü toplumsal düzeni de açığa çıkartmaktadır. Bir bakıma Osmanlı modelinin yeniden diriltilmesi savunulmaktadır.
Bu raporda savunulanların benzeri tezler sonra tekrarlanacaktır. 1994 yılı Ağustos ayında Genel Başkan Yardımcısı Şevket Kazan öderliğinde RP'liler Güneydoğu gezisi düzenlerler. Bu gezi sonucunda yeni öneriler oluşturulur. Önerilenler ise daha önceki raporda savunulanların benzeridir. Gezi sonucu hazırlanan raporda "Olağanüstü hal uygulamasının derhal kaldırılması, Ordu'nun, asli görevi olan sınırları koruma görevine iade edilmesi, tehcir (zoraki göç) ve taciz politikalarına son verilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kekoçe konuşmanın önündeki engellerin kaldırılması, kekoçe müzik, basın, yayının yapılabilmesi, kekoçe eğitim hakkının serbest bırakılması" savunulmuştur.
AKP Dönemi ve keko-İslam Rejiminin Kurulması
İslamcı zeminde gittikçe güçlenen kekoçülük, AKP iktidarından itibaren neredeyse resmi politika haline getirilmiştir. Bunda dış faktörler de etkilidir. 1970'lerin Yeşil Kuşak politikası, yerini Büyük Ortadoğu Projesi'ne bırakmıştır. Açıktan keko devleti kurma çabası 2. Körfez Savaşı'ndan sonra gittikçe belirginleşmiştir. AKP böyle bir dönemde Irak'ın işgaline bizzat Türkiye'yi ortak etmek için iktidara getirilecektir. keko devletinin kuruluşunda Türkiye'yi ikna etmek için İslamcı ideolojiye sahip bir hareketin seçilmesi, tarihsel süreç incelendiğinde normal gözükmektedir.
Ancak AKP dönemi diğerlerinden daha farklıdır. Bu dönemde Şeriatçıların kekoçü yanları nitelik olarak değişmiştir. Daha önce kekoçülüğü güçlendiren Şeriatçılar, bu dönemde dış gelişmelerin de doğrudan etkisiyle Türklüğe karşı savaş açmışlardır. Bu yönelim bazen ideolojik olarak, bazen de Türklüğü savunan yapıları tasfiye ederek kendini göstermiştir.
Türklüğe Karşı Doğrudan Mücadele
Daha RP hareketinin içindeyken Türklük karşıtı fikirler geliştiren Erdoğan, bunları AKP dönemindeyken uygulamaya koymuştur. Türklüğe karşı tavır, ideolojik olarak keko kimliğinin savunulması ve Türkiyelilik tezlerinin hayata geçirilmeye çalışılması olarak gösterilmiştir. Bu dönemde alt kimlik-üst kimlik tartışmaları yeniden canlandırılmıştır.
Tayyip Erdoğan bunu, "Türk, keko, Laz, Çerkez aklınıza ne gelirse... Hepsi... Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliği altında bir ve beraber olacağız. Alt kimliklere saygı duyacağız. Ancak hepimizin bir üst kimliği var. Nedir o? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız" sözleriyle anlatmıştır.
Erdoğan bu tezlerine örnek olarak da Amerika'yı göstermektedir: "ABD'de zenciler, beyazlar vardır. ABD vatandaşlığı üst kimlik olarak kabul edilmiştir. Farklı etnik kimlikler bulunmaktadır. Uluslararası yarışmalara baktığımızda, zenci yüz metrede birinci olur, bayrağını sırtına alır, kürsüsüne çıkar. Zencinin gözündeki yaşları görürüz. Asıl mesele budur."
Bu tip açıklamalar İslamcıların Osmanlı modelini yeniden diriltme çabalarının bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı, ulusa dayalı bir yapı olmayıp, farklı etnik ve dinsel yapıların Osmanlı üst kimliğinde bir araya getirildiği bir modeli hayata geçirmeye çalışmıştı. Uluslaşma öncesi dönemi temsil eden Şeriatçılar doğal olarak Türklüğe karşı mücadele edeceklerdir. Erdoğan hem Türk kimliğini ulusal kimlik olmaktan çıkartarak etnik kimliğe indirgemektedir, hem de bütün etnik kimliklerin ifade edilmesini savunarak bir bakıma ırkçılık yapmaktadır. Türk kimliğine dayalı üniter, laik bir ulus-devlet yerine; farklı etnik ve dinsel kimliklerin savunulduğu federatif tarzda örgütlenmiş bir yapı oluşturulmak istenmektedir. Bu aynı zamanda BOP'a uygun bir yaklaşımdır.
Erdoğan'ın tezlerine en büyük destek Apo'dan gelmektedir: "Başbakan'ın kullandığı kavramları daha önce ben kullanmıştım, bu kavramlar bana aittir" diyerek bu yaklaşımı savunmuştur.
Türklüğe karşı ideolojik mücadelenin yanında yasa değişiklikleriyle de mücadele yürütülmektedir. Türklüğe karşı hakareti engelleyen 301. madde AKP hükümeti tarafından kaldırılmaya çalışılmıştır. Bunun yanında üniter yapıyı bozacak, eyalet sistemi tarzı bir yönetimi AKP uygulamak istemektedir. Kamu Reformu Tasarısı gibi çalışmalarla Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısı bozulmak istenmektedir.
Bunlarla birlikte esas mücadele Türk Ordusu'na karşı verilmektedir. Şemdinli, Atabeyler, Danıştay saldırısı gibi tertiplerle ulusal yapıların merkezinde olan Ordu yıpratılmaya çalışılmaktadır.
AKP Türklüğü savunan kesimlere karşı doğrudan psikolojik savaş da uygulamıştır. Bizzat hükümetin içinde olduğu provokasyonlarla Türklüğü savunan kesimler tecrit edilmeye, tehlikeli gösterilmeye çalışılmıştır.
keko Realitesini Tanımaktan Masaya Oturmaya Geçiş
Daha önceki süreçte Kürtlük temelinde politikalar geliştirilip bu kimliğin tanınması gerçekleştirilmişti. Bu dönemde kendini kabul ettiren bu kimlik üzerinden çözüm üretilmeye başlanmıştır. Bu çözüm Kürtlüğün kabulünden PKK'nın kabulüne doğru gelişmiştir.
İlk olarak Tayyip Erdoğan, "keko sorunu vardır ve demokratik yollarla çözülecektir" açıklamalarıyla geleneksel sağ, İslamcı yaklaşımı devam ettirmiştir. Ancak bununla sınırlı kalınmamış, daha sonra "Terör bırakılsın, masaya oturalım" yaklaşımı geliştirilmiştir.
Bu dönemde PKK, keko hareketinin doğal temsilcisi olarak muhatap alınmaya başlanmıştır. Meselenin bölücülükten çıkartılıp sadece teröre indirgenmesi, kekoçü hareketin büyük bir başarı kazanması anlamına gelmektedir. Bir bakıma bölücülük meşrulaştırılmıştır. Yalnızca mücadele yöntemine karşı çıkılmaktadır. Hatta günümüzde af tasarılarıyla PKK'lılar dağdan indirilerek, silahlı mücadele yerine, yasal yollardan siyasi mücadeleye sokulmaya çalışılmaktadır.
Bu dönem, PKK'nın siyasi uzantısı olarak çalışan DTP'nin en rahat çalışma yürüttüğü dönem olmuştur. Hatta seçimlerden önce Erdoğan, DTP ile koalisyon kurulabileceğini bile savunmuştur.
Ancak son gelişmeler, AKP'nin doğrudan keko hareketinin de temsilciliğine soyunduğunu göstermektedir. AKP yeni dönemde keko kimliğini Anayasa'ya geçirmeye çalışacağının sinyalini vermektedir. Bu yönüyle Erdoğan, takipçisi olduğu Erbakan'ı kekoçülük konusunda geçmiştir. Bu anlamda AKP'nin temsil ettiği anlayışı, Şeyh Sait'in yeniden canlanması olarak nitelendirebiliriz.
Meclis'ten sonra, Cumhurbaşkanlığının da AKP'nin kontrolüne geçmesi Türkiye'nin rejiminin değişmesi anlamına gelmektedir. Şeyh Sait'in silahla başaramadığı keko-İslam devleti kurma projesi, bizzat devletin en üst noktasından ilerlemektedir.
Bu Süreçte Son Adım: Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı
AKP ile birlikte son aşamasına gelen keko-İslam devleti kurma projesinin önemli bir aşaması da Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesi olmuştur. Gül, Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez ilk gezisini Güneydoğu bölgesine gerçekleştirmiştir. Hatta gezisini Said-i Kürdi'nin hayalindeki Kürdistan'ın başkenti olarak düşündüğü Van'dan başlatmıştır.
Gül, İslamcı çizginin kekoçü, Türk düşmanı yönünü tam anlamıyla yansıtmaktadır. Daha önce yaptığı bir konuşmana şunları söylemiştir: "Yetmiş yılın çok büyük yanlışları olmuştur. Çukurca'da dağa 'Ne mutlu Türk'üm diyene!' yazmışsınız. Hâlâ Diyarbakır'ın ortasında bu tür sloganlar yazılıdır. Maalesef resmi ideoloji, Türk milliyetçiliği şeklinde kendisini, ırki taassup olarak tezahür ettirmiştir..."
Gül, Türklüğe karşı düşmanlıkta Erbakan'ı ve Erdoğan'ı da geçmektedir. Türk milliyetçiliğine dayanan Kemalist kuruluş felsefesini doğrudan ırkçılık olarak nitelendirmektedir. Yine benzer şekilde "'Bir Türk dünyaya bedel' gibi laflar aslında Türkiye'nin o bütünlüğünü, Türkiye'nin o geçmişteki bütün insanları İslam kardeşliği etrafında toplayan bu bütünlüğünü tehdit eder anlama gelmiştir" diyerek Türklük temelindeki ulusal yapıya karşı İslam temelinde dinsel yapıyı olumladığını belirtmiştir. İslam birleştiriciliğinin altında etnik ayrılıkların toplanması öngörülmektedir. Bu yüzden Gül, "Ne mutlu Türk'üm diyene!" özdeyişinden Çukurca'daki, Diyarbakır'daki vatandaşın rahatsız olacağını söylemektedir.
Şeriatçıların toplum görüşü gene kendini göstermektedir. Önce ulusu etnik parçalara bölüp, sonra din temelinde birleştirmek. Bunun için de Gül, kendisini yetiştiren Erbakan gibi Kürtleri yardıma çağırmaktadır. Resmi ideolojinin onların kimliklerini inkâr eden ırkçı bir yönü olduğunu, ancak İslami bir rejimde onların kendi kimliklerini ifade edebileceklerini söylemektedir.
Bu anlayış Şeyh Sait'ten beri Şeriatçılar ve kekoçüler tarafından benimsenmektedir. Bu anlamda Gül'ün Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti'nin rejiminin keko-İslam devleti şekline doğru dönüştüğünü de göstermektedir.
Bu görüşün iktidarına karşı milliyetçi- bir sentez örgütlenmediği sürece de bu dönüşüm devam ederek tamamlanacaktır.
Barzani ve Erdoğan
Kürt Yahudisi Barzani , Yıllarca PKK'yı beslemiş birçok insanımızın katili olmuştur. Buyruğundaki Peşmergeler, Kerkük'te Türkmen tapularını yoketmiş , mezarlarını yıkmıştır. Barzani; Avrupa Birliği , Amerika ve Vatikan ziyaretlerinde takım elbise giyerken, Türkiye ve Irakla olan görüşmelerini, 'savaşa hazırım' anlamı taşıyan Peşmerge askeri kıyafet ile yapmıştır. Emperyalizmin kuklası ve onlardan aldığı güç ile gözdağı veren Barzani'nin dostlarını iyi tanıyın ve Türk Milleti bu ihanetleri unutmayın.
Similar topics
» Barzaninin Bir Pisliği Daha…
» Fetullah'ın Dedeleri
» Diyarbakır...dört Türk devletine başkentlik yapmış kadim Türk şehridir
» Barzani'yi OSMANLI ASMIŞTI / Tarihi bilmeyen, bir devleti yönetemez…
» “Türk yoktur” diyen Yasin Aktay’a Türk dersleri
» Fetullah'ın Dedeleri
» Diyarbakır...dört Türk devletine başkentlik yapmış kadim Türk şehridir
» Barzani'yi OSMANLI ASMIŞTI / Tarihi bilmeyen, bir devleti yönetemez…
» “Türk yoktur” diyen Yasin Aktay’a Türk dersleri
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz