Ateşin Tam Orta Yerindeyiz!
¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤ :: [Türkçülük] ve [Turancılık] :: Türkçülük ve Turancılık Hakkında Her Şey
1 sayfadaki 1 sayfası
Ateşin Tam Orta Yerindeyiz!
Millet ve Milliyet, üzerinde çok tartışılan kavramlar olmakla birlikte, bu kavramlar en temelde “kişinin özünü ait hissettiği kimlik” kadar basit bir mana ifade eder. Kişiler öz kimliklerine yabancılaşamaz ve milliyetlerini de değiştiremezler. Bununla birlikte halk kitlelerinin de milliyetlerini değiştirebildikleri düşünülemez, 1000 yıl idaremizde yaşayan halkların neredeyse hiç biri Türk olmamıştır. Araplar hala Arap, Gürcüler hala Gürcü, Farslar hala Farstır. Hatta bu birlikte yaşanılan binyıl içinde, daha evvel varlığı belirsiz milliyetler de sonradan teşekkül edebildiler. Bu bir şeyi kanıtlıyor; Millet-Milliyet tanımları yapılırken kullanılan vatandaşlık bağı, coğrafi birlik, kültürel ortaklıklar, inanç birliği gibi kavramlar tek başlarına mana ifade etmiyor. Bu ve benzeri kavramlar üzerine yapılan milliyet tanımları, aralarında soy bağı bulunmayan toplumlara çimento icâd etmek ihtiyacından doğmuştur! Soy bağına bağlı millet ifadeleri 21. Yüzyılda hala en geçerli ve gerçekçi ifadelerdir. Buna karşı çıkanlar Amerika birleşik devletlerini ve Avrupa’nın bazı milletlerini öne sürerler. ABD konusu kendi içinde ayrıca incelenecek bir konu, orada bir milletin değil, büyükçe bir çıkar grubunun varlığından bahsedilebilir. Hayatın acı günlerini birlikte yaşama ve büyük travmalardan sonra hala birlikte olma istidadını gösterebilecek ve bin yıl sonra hala birbirine bağlı kalmayı düşünecek bir ABD toplumundan bahsedebilmek için hayalperest ötesi saf olmak icap eder. Bu bir millet değildir. Avrupa’nın çeşitli devletlerinin halklarının aynı kökten gelmediği fakat kuvvetli millet yapıları teşkil ettikleri söylenir. Bu da baştan başa yanlıştır. Asıl itibariyle Avrupa topluluklarının tamamı köklerini aynı yerlere dayandıran tek bir milletler konfederasyonunun şubeleridirler. Avrupa kıtasının bütün hanedanları ve asiller kan bağıyla birbirlerine bağlıdırlar. Yüzyıllarca savaştıktan sonra ortak ve büyük bir Avrupa devleti (AB) kurabilmeleri de bundandır. Hülasa, Millet adı verilen içtimai yapı yüz yıllardır olduğu gibi bugün de küremizin en büyük realitesidir ve biz öyle istediğimiz için değil, yapısı gereği soy akrabalığını temel alır…
Nitekim yüzyıllardır içtimai birliklerin yapıları sürekli olarak daha temel aidiyetlere doğru küçülerek yol alıyor. Milletler üstü (enternasyonal) yapılar sürekli olarak parçalanmaya devam ediyor. Bin yılı aşkın din temelinde kurulan içtimaiyatın yerinde yeller esiyor. Yenidünyanın ideolojik taraflaşmalar çerçevesinde oluşturmaya çalıştığı içtimai yapı da doğmadan ölmüş bir ulus üstü sistem olarak tarihe gömüldü. Bugün medeniyetler üst kimliğinde tanımlanmaya çalışılan enternasyonal yapının da aynı sona müstehak olduğunu görebiliyoruz.
21. Yüzyılın şu ilk başlarında aidiyetler etnik temele doğru evrilirken bunu tespit edememek ahmaklıktır. Renkli devrimler ve Arap baharı etnik temelli yeni yapılanmaların doğum sürecidir. Yaşanılanlar ise etnisiteler doğuran üniter yapıların çektiği doğum sancıları! Elbette bunun küreselleşmenin bir merhalesi olduğunu müşahede etmekten de aciz değiliz. Mümkün olduğunca küçük (ayrıca etnik) parçalara bölünmüş ve küresel gücün vicdanına kendini teslim etmiş devletçikler, içtimai topluluklar ve toprak…
Bu yeni bir süreç. Süreçten zarar görmeden çıkabilmek süreci reddetmekten değil doğru anlamaktan geçiyor. Kavramlar doğru tanımlanmalı. Doğru analiz yapılmalı. Doğru niyet okunmalı ve doğru konumlandırılan politikalar geliştirilmeli. Bu meseleler milli düşünceyi mihenk edinmiş akademisyenlerin ve siyaset erbabının işi. En azından öyle olmalı. Biz meselenin profesyoneli değiliz. Yalnız bir çerçeve çizmeye gayret ediyoruz…
Türkiye’nin hinterlandı sayılabilecek coğrafyanın büyük kısmında, ideolojik, ekonomik, istihbari ve sair “soğuk” çatışmaların ötesine geçmiş reel, silahlı, kanlı bir “sıcak” savaş devam ediyor. Yukarıda bahsettiğimiz etnikleşme, üniter olanın etnik yapılara parçalanması süreci, küremizin en çok bu kısmında maddeye bürünüyor. Ne oluyorsa Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu’da oluyor!
Yani; Ateşin tam orta yerindeyiz!
Ve bize öyle geliyor ki, keko baharının yaratılmasına, üstelik bunun resmi ellerce bizzat yapılmasına müsaade eden Türk Milleti, ateş çemberi içinde kalınca kendini sokarak intihar eden bir akrebin ruh haliyle sürece dahil oluyor!
Milletin bazı kesimlerinin (Muhafazakarlar- liberaller-sosyalistler vb.) kendi kaderini tayine elbette hakkı vardır ancak bu kader tayini milletin bütününün hayatiyeti ile ilgiliyse buna “dur” demeye de bizim hakkımız vardır! Nasıl aynı bedende iki beyinle yaşayan siyam ikizlerinden biri diğerinin hayatı pahasına karar veremezse, bir milletin bazı kesimlerinin de millet hayatı pahasına karar vermesine müsaade edilemez. Rahmetli Durmuş HOCAOĞLU bir makalesinde şöyle diyordu; “Bin yıllık mâcerâmızı burada noktalayacak mıyız; "devam" mı diyeceğiz, "tamam" mı? Ve ben Türkiye'nin, ileride Türkler'in kendi aralarında bir çatışmasına sahne olabileceğini düşünüyorum. Bir kısım Türkler, "tamam biz bin yıllık mâcerayı noktalıyoruz" derken, bir kısım Türkler de "devam" diyecektir. Ve bunların çok da yumuşak ve demokratik bir ortamda bunu demeyeceğini, bunun bir silâhlı çatışmaya dönüşebileceğini düşünüyorum: "
Tamam" diyenlerle "devam" diyenler arasında son bir çatışma. Anadolu'da korkarım ki Türkler birbirleriyle çatışacaklardır. Asıl, Türkiye zâten o zaman biter.”
Bu mesele çok ciddi!
Gerçi -şimdilik - bütün olumsuz tavırlarına rağmen (küçük marjinal gruplar dışında) milletimizin hiç bir kesiminin, bu topraklardaki bin yıllık maceramızı noktalamak fikrinde olmadığına eminim. Şimdiki vaziyette kısmen bilinçsiz –taklîdî- tavırlar sergiliyor milletimiz. Her hangi partiye oy verirse versin, her hangi cemaatin tesiri altında kalırsa kalsın, her hangi ideolojik ya da menfaat gruplarının içinde yer alırsa alsın milletimizin fertleri, kasti olarak “tamam biz bin yıllık mâcerayı noktalıyoruz” diyecek kadar kanlarına yabancılaşmadılar. Fakat milletimizin bu yola doğru sevk edilmesi maksadıyla çeşitli bilinçaltı telkinlerin ve çeşitli psikolojik operasyonların yapıldığını nazardan uzak tutmamalı! Çünkü biliyorlar ki; Türklerden bir şey alabilmenin yolu da ancak Türklerin buna gönüllü olması ile mümkündür.
Türk Milletinden zor kullanmakla bir karış toprak alınamayacağını gayet iyi tetkik ettiler ve yöntemlerini değiştirip “yumuşak güç” ile maksatlarına ermeye çalışıyorlar. Milletimizi güçsüz, çaresiz, edilgen olduğumuza ikna etmeye yönelik yoğun bir psikolojik harp devam ediyor…
Türkler, kendi kaderlerini tayine her zaman muktedir olmuş tarihin ender milletlerindendir. En eski Türk kağanlıklarında, İslam sonrası Türk devletlerinde ve nihayet Türkiye Cumhuriyetinde de Türkler kendi seçeneklerini kendileri yaratmış, yazılı senaryoları yırtıp atmış, kendi yazgılarını yönlendirmeyi başarmıştır. Bütün bu tarih elbette tesadüflerin eseri değildir. Büyük halk kitleleri her zaman yüksek bir bilinç seviyesine sahip değildir. Kitleler içlerinde barındırdıkları seciye ve istidadı harekete geçirecek bilinçli ve teşkilatlı azınlıklara ihtiyaç duyarlar. Elbette ilk mesele, uyandırıldığında başarıya ulaştıracak hasletlerin millette bulunmasıdır. Atsız Beğ’in “Arkasında olmasaydı şanlı bir mazi. Bu milletten çıkar mıydı bir büyük Gazi?” mısralarının manası buna işaret eder. Ancak büyük milletler içlerinden büyük ülkücüler çıkarabilirler ve büyük milletler de ancak büyük ülkücülerin sevk ve idaresi ile büyük olurlar. Bu bir sarmaldır. Büyük millet ve büyük ülkücüler, birbirlerinin varlık nedeni ve aynı zamanda sonucudurlar. Bu teorinin bu günkü pratik uygulaması noktasında bir takım sıkıntılarımızın bulunduğu ortada. Milletimizin karakter ve istidadında bulunan hasletleri kim harlayıp tutuşturacak? Büyük ülkü insanı olmaya kim ya da kimler namzet? Hangi teşkilatlı yapı bu ülkü erinin etrafında birleşip milleti bataklıktan kurtaracak fikir alt yapısına ve ameli yeterliliğe sahip? Bütün bu soruların yanıtları bugün belirsiz.
“Vatanın bahtı kara maderini” kurtarmaya kimin muvaffak olacağını bilemesek de kestirebildiğimiz bir şey var; Bu ülkü eri mutlaka bugünün Türkçülerinin içinden çıkacak ve onun teşkilatı da mutlaka bugünkü Türkçülerden müteşekkil olacaktır!
Vazifenin büyüklüğü karşısında ürpermemek elde değil…
Vazife ne kadar zor ve başarılamaz görünse de, vazifeye kayıtsız kalmayacağını umduğum Türkçü gençliğin, bütün iç tartışmalar, günlük meseleler, kısır döngülerin ötesinde cevaplaması gereken iki hayati soru şekilleniyor;
1-Bu ateşten çemberin dışına güvenli bir çıkış bulabilmek mümkün mü -mümkünse nedir?
2-Milletimizin bu topraklardaki bin yıllık hakimiyetinden vazgeçmesine yönelik propagandalar nasıl etkisiz kılınabilir – millet nasıl irşâd edilebilir?
Bu soruların cevaplarını tek başıma verebilmekten acizim. Bu cevaplara kolektif bir akıl yürütme sürecinin sonunda ulaşılmalı. Türkçüler mutlak suretle etkin bir istişare sürecine girmeli. Memleketin bütün bölgelerinden katılan Türkçülerin bildiriler sunacağı üç-dört günlük bir sempozyum programını ve programlardan sonra birlikte geçirilecek serbest zamanları kapsayan bir kamp planlanmalıdır. Buradan 21. Yüzyılın serdengeçtilerine, 21. Yüzyılın adsız kahramanlarına bir çağrıda bulunuyorum; Bütün günlük meseleleri, hizipleşmeleri, bir takım usul farklılıklarından kaynaklanan ayrışmaları bir kenara bırakıp, teferruat ve ileri meseleler ile ilgili tartışmaları erteleyip, bugünün sonuç almaya yönelik, gerçek vazifelerine yoğunlaşmalıyız. Karşımızdakinin emeğinden çaldığımız, kendimizi kazanmaya şartlandırdığımız ve yıllardır üç beş basit ve farazi meselenin dışına çıkmayan kısır tartışmalara devam etmekte ısrar edecek olanlar, gerçek vazifeyi geciktiren hainler olarak tarihe geçeceklerdir.
Son olarak şunu söylemek gerekir ki; Milliyetçiliğin akçe değil pul olduğu, Türkçülükten bir zührevi hastalıktan bahsedilirkenki yüz buruşturmayla bahsedildiği böyle bir dönemde, her ne çeşidiyle olursa olsun Türkçülük ülküsü güden herkesi Kürşâd’ın 40 çerisi kadar yürekli ve kıymetli görmek icap eder. Her birini ayrı ayrı ve her Tümenini topluca selamlıyorum.
Tengri Biz Menen!
Mehmet Altıntaş
Nitekim yüzyıllardır içtimai birliklerin yapıları sürekli olarak daha temel aidiyetlere doğru küçülerek yol alıyor. Milletler üstü (enternasyonal) yapılar sürekli olarak parçalanmaya devam ediyor. Bin yılı aşkın din temelinde kurulan içtimaiyatın yerinde yeller esiyor. Yenidünyanın ideolojik taraflaşmalar çerçevesinde oluşturmaya çalıştığı içtimai yapı da doğmadan ölmüş bir ulus üstü sistem olarak tarihe gömüldü. Bugün medeniyetler üst kimliğinde tanımlanmaya çalışılan enternasyonal yapının da aynı sona müstehak olduğunu görebiliyoruz.
21. Yüzyılın şu ilk başlarında aidiyetler etnik temele doğru evrilirken bunu tespit edememek ahmaklıktır. Renkli devrimler ve Arap baharı etnik temelli yeni yapılanmaların doğum sürecidir. Yaşanılanlar ise etnisiteler doğuran üniter yapıların çektiği doğum sancıları! Elbette bunun küreselleşmenin bir merhalesi olduğunu müşahede etmekten de aciz değiliz. Mümkün olduğunca küçük (ayrıca etnik) parçalara bölünmüş ve küresel gücün vicdanına kendini teslim etmiş devletçikler, içtimai topluluklar ve toprak…
Bu yeni bir süreç. Süreçten zarar görmeden çıkabilmek süreci reddetmekten değil doğru anlamaktan geçiyor. Kavramlar doğru tanımlanmalı. Doğru analiz yapılmalı. Doğru niyet okunmalı ve doğru konumlandırılan politikalar geliştirilmeli. Bu meseleler milli düşünceyi mihenk edinmiş akademisyenlerin ve siyaset erbabının işi. En azından öyle olmalı. Biz meselenin profesyoneli değiliz. Yalnız bir çerçeve çizmeye gayret ediyoruz…
Türkiye’nin hinterlandı sayılabilecek coğrafyanın büyük kısmında, ideolojik, ekonomik, istihbari ve sair “soğuk” çatışmaların ötesine geçmiş reel, silahlı, kanlı bir “sıcak” savaş devam ediyor. Yukarıda bahsettiğimiz etnikleşme, üniter olanın etnik yapılara parçalanması süreci, küremizin en çok bu kısmında maddeye bürünüyor. Ne oluyorsa Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu’da oluyor!
Yani; Ateşin tam orta yerindeyiz!
Ve bize öyle geliyor ki, keko baharının yaratılmasına, üstelik bunun resmi ellerce bizzat yapılmasına müsaade eden Türk Milleti, ateş çemberi içinde kalınca kendini sokarak intihar eden bir akrebin ruh haliyle sürece dahil oluyor!
Milletin bazı kesimlerinin (Muhafazakarlar- liberaller-sosyalistler vb.) kendi kaderini tayine elbette hakkı vardır ancak bu kader tayini milletin bütününün hayatiyeti ile ilgiliyse buna “dur” demeye de bizim hakkımız vardır! Nasıl aynı bedende iki beyinle yaşayan siyam ikizlerinden biri diğerinin hayatı pahasına karar veremezse, bir milletin bazı kesimlerinin de millet hayatı pahasına karar vermesine müsaade edilemez. Rahmetli Durmuş HOCAOĞLU bir makalesinde şöyle diyordu; “Bin yıllık mâcerâmızı burada noktalayacak mıyız; "devam" mı diyeceğiz, "tamam" mı? Ve ben Türkiye'nin, ileride Türkler'in kendi aralarında bir çatışmasına sahne olabileceğini düşünüyorum. Bir kısım Türkler, "tamam biz bin yıllık mâcerayı noktalıyoruz" derken, bir kısım Türkler de "devam" diyecektir. Ve bunların çok da yumuşak ve demokratik bir ortamda bunu demeyeceğini, bunun bir silâhlı çatışmaya dönüşebileceğini düşünüyorum: "
Tamam" diyenlerle "devam" diyenler arasında son bir çatışma. Anadolu'da korkarım ki Türkler birbirleriyle çatışacaklardır. Asıl, Türkiye zâten o zaman biter.”
Bu mesele çok ciddi!
Gerçi -şimdilik - bütün olumsuz tavırlarına rağmen (küçük marjinal gruplar dışında) milletimizin hiç bir kesiminin, bu topraklardaki bin yıllık maceramızı noktalamak fikrinde olmadığına eminim. Şimdiki vaziyette kısmen bilinçsiz –taklîdî- tavırlar sergiliyor milletimiz. Her hangi partiye oy verirse versin, her hangi cemaatin tesiri altında kalırsa kalsın, her hangi ideolojik ya da menfaat gruplarının içinde yer alırsa alsın milletimizin fertleri, kasti olarak “tamam biz bin yıllık mâcerayı noktalıyoruz” diyecek kadar kanlarına yabancılaşmadılar. Fakat milletimizin bu yola doğru sevk edilmesi maksadıyla çeşitli bilinçaltı telkinlerin ve çeşitli psikolojik operasyonların yapıldığını nazardan uzak tutmamalı! Çünkü biliyorlar ki; Türklerden bir şey alabilmenin yolu da ancak Türklerin buna gönüllü olması ile mümkündür.
Türk Milletinden zor kullanmakla bir karış toprak alınamayacağını gayet iyi tetkik ettiler ve yöntemlerini değiştirip “yumuşak güç” ile maksatlarına ermeye çalışıyorlar. Milletimizi güçsüz, çaresiz, edilgen olduğumuza ikna etmeye yönelik yoğun bir psikolojik harp devam ediyor…
Türkler, kendi kaderlerini tayine her zaman muktedir olmuş tarihin ender milletlerindendir. En eski Türk kağanlıklarında, İslam sonrası Türk devletlerinde ve nihayet Türkiye Cumhuriyetinde de Türkler kendi seçeneklerini kendileri yaratmış, yazılı senaryoları yırtıp atmış, kendi yazgılarını yönlendirmeyi başarmıştır. Bütün bu tarih elbette tesadüflerin eseri değildir. Büyük halk kitleleri her zaman yüksek bir bilinç seviyesine sahip değildir. Kitleler içlerinde barındırdıkları seciye ve istidadı harekete geçirecek bilinçli ve teşkilatlı azınlıklara ihtiyaç duyarlar. Elbette ilk mesele, uyandırıldığında başarıya ulaştıracak hasletlerin millette bulunmasıdır. Atsız Beğ’in “Arkasında olmasaydı şanlı bir mazi. Bu milletten çıkar mıydı bir büyük Gazi?” mısralarının manası buna işaret eder. Ancak büyük milletler içlerinden büyük ülkücüler çıkarabilirler ve büyük milletler de ancak büyük ülkücülerin sevk ve idaresi ile büyük olurlar. Bu bir sarmaldır. Büyük millet ve büyük ülkücüler, birbirlerinin varlık nedeni ve aynı zamanda sonucudurlar. Bu teorinin bu günkü pratik uygulaması noktasında bir takım sıkıntılarımızın bulunduğu ortada. Milletimizin karakter ve istidadında bulunan hasletleri kim harlayıp tutuşturacak? Büyük ülkü insanı olmaya kim ya da kimler namzet? Hangi teşkilatlı yapı bu ülkü erinin etrafında birleşip milleti bataklıktan kurtaracak fikir alt yapısına ve ameli yeterliliğe sahip? Bütün bu soruların yanıtları bugün belirsiz.
“Vatanın bahtı kara maderini” kurtarmaya kimin muvaffak olacağını bilemesek de kestirebildiğimiz bir şey var; Bu ülkü eri mutlaka bugünün Türkçülerinin içinden çıkacak ve onun teşkilatı da mutlaka bugünkü Türkçülerden müteşekkil olacaktır!
Vazifenin büyüklüğü karşısında ürpermemek elde değil…
Vazife ne kadar zor ve başarılamaz görünse de, vazifeye kayıtsız kalmayacağını umduğum Türkçü gençliğin, bütün iç tartışmalar, günlük meseleler, kısır döngülerin ötesinde cevaplaması gereken iki hayati soru şekilleniyor;
1-Bu ateşten çemberin dışına güvenli bir çıkış bulabilmek mümkün mü -mümkünse nedir?
2-Milletimizin bu topraklardaki bin yıllık hakimiyetinden vazgeçmesine yönelik propagandalar nasıl etkisiz kılınabilir – millet nasıl irşâd edilebilir?
Bu soruların cevaplarını tek başıma verebilmekten acizim. Bu cevaplara kolektif bir akıl yürütme sürecinin sonunda ulaşılmalı. Türkçüler mutlak suretle etkin bir istişare sürecine girmeli. Memleketin bütün bölgelerinden katılan Türkçülerin bildiriler sunacağı üç-dört günlük bir sempozyum programını ve programlardan sonra birlikte geçirilecek serbest zamanları kapsayan bir kamp planlanmalıdır. Buradan 21. Yüzyılın serdengeçtilerine, 21. Yüzyılın adsız kahramanlarına bir çağrıda bulunuyorum; Bütün günlük meseleleri, hizipleşmeleri, bir takım usul farklılıklarından kaynaklanan ayrışmaları bir kenara bırakıp, teferruat ve ileri meseleler ile ilgili tartışmaları erteleyip, bugünün sonuç almaya yönelik, gerçek vazifelerine yoğunlaşmalıyız. Karşımızdakinin emeğinden çaldığımız, kendimizi kazanmaya şartlandırdığımız ve yıllardır üç beş basit ve farazi meselenin dışına çıkmayan kısır tartışmalara devam etmekte ısrar edecek olanlar, gerçek vazifeyi geciktiren hainler olarak tarihe geçeceklerdir.
Son olarak şunu söylemek gerekir ki; Milliyetçiliğin akçe değil pul olduğu, Türkçülükten bir zührevi hastalıktan bahsedilirkenki yüz buruşturmayla bahsedildiği böyle bir dönemde, her ne çeşidiyle olursa olsun Türkçülük ülküsü güden herkesi Kürşâd’ın 40 çerisi kadar yürekli ve kıymetli görmek icap eder. Her birini ayrı ayrı ve her Tümenini topluca selamlıyorum.
Tengri Biz Menen!
Mehmet Altıntaş
Similar topics
» Orta Asya mı Türkistan mı?
» Asya'dan Anadolu ve Amerika'ya
» ABD'nin Orta Doğu Politikası. Ve TÜRKİYE
» Türkmenistan-Orta Asya Demiryolu
» 1.) TÜRKLERİN ANA YURDU ORTA ASYA
» Asya'dan Anadolu ve Amerika'ya
» ABD'nin Orta Doğu Politikası. Ve TÜRKİYE
» Türkmenistan-Orta Asya Demiryolu
» 1.) TÜRKLERİN ANA YURDU ORTA ASYA
¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤ :: [Türkçülük] ve [Turancılık] :: Türkçülük ve Turancılık Hakkında Her Şey
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz