At, Avrat, Silah ÖDÜNÇ VERİLMEZ!
1 sayfadaki 1 sayfası
At, Avrat, Silah ÖDÜNÇ VERİLMEZ!
At, Avrat, Silah ÖDÜNÇ VERİLMEZ! Sıradaki hedefleri; ”ATATÜRK’ÜN TÜRK KADININA VERDİĞİ TÜM HAKLARI GERİ ALMA VAKTİ!”...
At, kadın ve silah, en çok önem atfedilen üç değerdir kültürümüzde. Türk Kültüründe bu üçünün başkalarına ”ödünç verilmesi” söz konusu bile olamaz. Atalarımız yaşamsal öneme haiz bu üç unsurun altını önemle çizmiş, başkalarına ”emanet edilmemesi” hususunda uyarmışlardır. ”At”, hem ekonominin hem de uygarlığın gelişmesinde önemli rol oynamıştır aynı zamanda kültürümüzde kutsal da bir yerinin olduğunu belirtelim. Bugün Anadolu’da, bu kültürün izlerini görmek hala mümkün, köy düğünlerinde ata binmeden gelin alınmaz, ata binmeyen gelin muradına ermiş sayılmaz. ”Gelin ata binmiş ya nasip demiş” gibi sözler kültürümüzün geçmişten günümüze yansımalarıdır. Silah tehlikelidir ve başkasının elinde bulunmamalıdır. Eskiden dosta düşmana karşı, mavzeri olmayan köy, silahı olmayan ev yoktu, bir gereklilikti. Bugün bile silahsız ev yok denecek kadar azdır.
Kaşgarlı Mahmud, XI.yy’da diyor ki;
”At, Türk’ün kanadıdır”. Bir diğer,
”Yaya erin umudu olmaz”, ”At ölümü, Er ölümü olmasın!”, ”At, murattır”.
Çinliler; “Hayatları atlarına bağlıdır” demişlerdir Türkler için.
Burada ”AT” ögesini günümüze uyarlayacak olursak, kalkınmanın, uygarlığın lokomotifi olan sanayimiz, milli kurum ve kuruluşlarımız, yeraltı yerüstü zenginliklerimizi düşünebiliriz. ”Silah” ise tahmin edildiği üzere canımızın, malımızın, namusumuzun teminatı Türk Halkının gözbebeği ordumuz. Atalarımız bu sözleri laf olsun diye söylemiş değiller elbette, büyük acılar ve deneyimler neticesinde ve tavsiye niteliğinde söylenmiştir atasözlerimiz. ”At, Kadın ve Silah”, bir sac ayağı gibi birbirini tamamlayıcı ve yaşamsal öneme sahip değerlerimizdir. Türkler asker bir millettir ve eski Türklerde ordu toplumun diğer kesimlerinden ayrı düşünülemeyecek bir kurumdu. Tarihe sahne olan pek çok savaşta millet tek vücut halinde savaşır, düşmanı def eder, ardından günlük hayatına dönerdi.
Gelinen noktada, tarihin değişmeyen yöntemini uygulayarak ordumuzu da içten çökerttiler ve ordumuza yeni bir misyon biçtiler; Türk ”Silahsız” Kuvvetleri!
Görünen o ki; bugün geldiğimiz noktada atalarımızın tavsiyesini unutmuş, ”ödünç verilmesi söz konusu bile olmayan” değerlerimizi, başımıza getirdiğimiz yöneticiler sayesinde bir bir kaybetmişiz. ”Kaybedecek daha neyimiz var ki, ne atımız kaldı ne katımız” derken bir de baktık ki, Atatürk’ün baş tacı yaptığı, dünyada tüm milletlerden önce Türk Kadınına seçme-seçilme hakkını tanıdığı, erkeğiyle eşit haklar verdiği ”namusumuz, KADINLARIMIZ”a gözlerini dikmişler, Türk ve Atatürk düşmanları!
Atatürk’ten bu yana, gelmiş geçmiş hükümetlerin halkı maddi manevi sömürmesine alıştırılmakla birlikte ”bal tutan parmağını yalar” mantığı neredeyse kültürümüze yerleştirilmiş, yapılan ve yapılacak yolsuzluklara bir meşruluk kazandırılmıştır. Kimisi çıkıp ”benim memurum işini bilir” mantığı ile kamu dairelerinde rüşveti bir nevi yasallaştırmış, kimileri de tanrı ile kul arasına girerek peygamberliğe soyunmuşlardır. Siyasiler sırf saltanatlarını devam ettirebilmek uğruna, Atatürk’ün asıl savaşını bu yobazlara karşı verdiği, halkın ve ülkenin yüzyıllardır cahil ve fakir kalmasına neden olan tarikatların önünü açmışlardır.
”Baba parası yiyen” misali, çalışmadan, üretmeden elde avuçta ne varsa, taş üstünde taş bırakmadan ”babalar gibi” satıp (daha doğrusu hibe edip), özelleştirme adı altında ülkenin bütün yeraltı yerüstü kaynakları neyimiz var sa yabancı sermayenin hizmetine sundular. En mahremimizi, iletişim ağımız ‘Telekom’u dahi, stratejik önemini bildikleri halde gözden çıkardılar. ”VATAN TOPRAĞIDIR, SATILMAZ” demediler, onu da yaptılar. Daha bu işler hızını almadan önce çok kıymetli hocamız Cihan Dura‘nın büyük emek vererek yazdığı ”Satıldık Uyanın” adlı eserini gözyaşları içerisinde okumuş, ruhumu derin bir hüzün bulutu kaplamıştı ve şimdi üzülerek görmekteyim ki hocamızın bütün öngörüleri gerçekleşmiş bulunuyor.
Atatürk’ün kurumlarında ve sözde Atatürkçü yapılanmalarda karar alma mevkilerinde bulunan milletvekili ve yöneticiler, kadının köleleştirilmesi için çıkarılan yasaların ve yapılan düzenlemelerin arkasında yatan kirli oyunları bildikleri halde sessiz kalmaları ”bir”, destek vermeleri, ”Çifte” ihanettir!
Kendilerini halkın sesi, Atatürk’ün düşüncelerinin savunucusu olarak niteleyen, cilalanıp sahaya sürülen birtakım kurum ve kuruluşlar(!), halkta oluşan hükümet ve Amerikan karşıtlığına karşı ”gaz alma operasyonları” haricinde Atatürk’ün hangi devrimci düşüncesini hayata geçirmişler ve bir tavır sergilemişlerdir? Daha önceki yazımda da belirttiğim, ”ihanetin ortağı” konumundakiler işte bu örnekte görüldüğü gibi Atatürkçü düşüncenin işlerine gelen yanını alıp işlerine gelmeyen yanlarını görmezden gelerek Türk halkına ihanet etme gafletinde bulunmakta, bununla da kalmayıp, utanıp sıkılmadan Atatürk’ü basamak olarak kullanmaktadırlar. Siyasi partileri hadi geçtik ne mal oldukları artık aşikar ortada, TGB ve ADD kurucu ve yöneticileri zannetmesinler ki Türk Milleti bu ihaneti affeder!
Bu arada Uğur Dündar sine-i millete dönmüş! Dönüp dolaşıp geleceği yerin halkın huzuru olduğunu geç de olsa anlamış! Bir zamanlar hükümetin ”yağlama yıkama” işlevini layıkı ile yerine getirdiği halde umduğunu bulamayıp ancak bulduğuyla(!) yetinmek zorunda kalan Uğur abimiz yine kürkçü dükkanında! Hepimize hayırlı ”Uğur”lu olsun!
Ne demiştik, sıradaki hedefleri; ”ATATÜRK’ÜN TÜRK KADININA VERDİĞİ TÜM HAKLARI GERİ ALMA VAKTİ!”
Akp’nin dayattığı dini ağırlıklı eğitim sisteminden en fazla etkilenecek, zarar görecek olan yine kadınlarımız olacaktır. Atatürk’ün ezeli düşmanları olan bu yobazların, yaratmak istedikleri toplumda kadının yeri yoktur. Erkek egemenliğine dayalı bir köle toplumu yaratmak, kadını alınıp satılan bir metaya dönüştürmektir asıl amaç. Osmanlı döneminde kadının toplumdaki yerine bakınca resmi daha net görüyoruz.
Yine tarihe dönelim. Yer Bitlis Cephesi, Mustafa Kemal yaveri İzzettin Çalışlar’ı çağırıyor ve eline bir not veriyor. Notta şu yazıyor;
”Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak.”
Yıl 1916 Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbirşeysi yok. Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını!
Peki sizce tam savaşın en hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal‘in aklına?
Çünkü Atatürk bu savaşta Ayşe Hatun’u tanımıştır. Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir, sekiz aylık bebeği kucağında, omuzunda mermi ve cepheye cephane götürüyor. Sekiz aylık bebek dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu sırada ölmek falan değil mesele, ama düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir. Peki Ayşe Hatun ne yapar? Çocuğunu koyar, üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söyler;
”Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun, bu benim içinde senin içinde bir şereftir. Yeterki vatan sağolsun” diyor, omuzuna alıyor cephanesini ve yola koyuluyor.
İşte bu Ayşe Hatun’u tanıdı Mustafa Kemal!
Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, -30–40 derece. Ve 75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati’den dinleyelim. Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle.. Aynen şunları söyler;
”Nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına” dediğinde aldığı cevap;
”Dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın. Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler… Hayır oğlum, hayır, hiç üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorum ki… Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim yanıyor içim a oğul” diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal!
Albay Hulusi Atağ’ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar;
”Bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım” dediğinde aldığı cevap;
”Adımı ne yapacaksın a oğul, yaz; BENİM ADIM ANADOLU’‘ diyen yürekli Anadolu kadınını tanıdı Mustafa Kemal!
Atatürk dünyaya tek geçen Zekiye Hanım’ı tanıdı. Zekiye Hanım ne yapmış biliyor musunuz? Dünyaya ilk ve tek geçen kadınımızdır. 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını toplamış, evet 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı. Kadın olan, dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir. Peki Zekiye Hanım nasıl toplamıştır bu kadar kadını, cep telefonu yok faks yok, hiçbir araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim. Kadının sokağa çıkma hakkı yokken 3000 kadın nasıl organize oldu dersiniz? İnanılmaz bir proje, MUTFAK PROJESİ!
Atatürk Zekiye Hanım’ı, Nakiye Hanım’ı, Kara Fatmayı tanıdı bu savaşta. Atatürk Melek Reşit’i tanıdı, Şuküfe Nihal’i tanıdı.
Ve Atatürk, ekmek pişirerek askerimize götüren ama düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadın’ı tanıdı!
Atatürk Taccülcalala hanımı tanıdı, üsteğmenlerimizi, binbaşı hanımlarımızı tanıdı, Tuğgeneral rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahat kızımızı tanıdı. Ve daha adını bilmediğimiz nice kahraman Türk kadınlarını…
Tıpkı atalarımız ve sözleri gibi, Atatürk’ün aklına da durup duruken gelmemiştir Türk kadını. ”Er meydanları”nda Türk kadınının kahramanlıklarını bizzat yaşadı ve gördü. Dikkat edin ”er meydanı” diyoruz adı üstünde, kadının işi yok orada! Yeri gelince bir ana, bir eş, gerektiğindeyse, vatanı, namusu için savaşan bir ”silah”tır Türk kadını! Dünya tarihinde ilklere imza atmıştır. Savaşçıdır kadınlarımız. Atatürk işte bunları gördü, Türk kadınının yarattığı mucizelere tanık oldu ve o sebepledir ki olması gerektiği gibi, kadını toplumda baş tacı yaptı.
Bugünkü soysuzlar ise bir analarının olduğunu unutarak, din örtüsü altında, beyinlerinin en mahrem köşelerinde gizledikleri çirkin emellerine kadınlarımızı alet etme peşindeler. Eğitim sistemindeki değişikliğin, açılan ve hız verilen imam hatiplerin, din ağırlıklı derslerin, iki lafı bir araya getirmekten aciz yalan yanlış bilgilerle medyada boy gösterenlerin hepsi ortak bir amaca hizmet için toplanmış bulunuyorlar. Toplumu bilimsellikten ve modern çağdan koparmak dolayısı ile kadını toplumdan soyutlamak, verilmiş olan tüm haklarını geri almak, erkeğin kölesi haline getirmektir toplumu ve özellikle kadınlarımızı bekleyen tehlikelerden biri.
Umarım çocuklarımıza gelecekte kadınların daha fazla söz hakkına sahip olduğu daha yaşanabilir bir dünya bırakabiliriz…
Ahmet Akın
At, kadın ve silah, en çok önem atfedilen üç değerdir kültürümüzde. Türk Kültüründe bu üçünün başkalarına ”ödünç verilmesi” söz konusu bile olamaz. Atalarımız yaşamsal öneme haiz bu üç unsurun altını önemle çizmiş, başkalarına ”emanet edilmemesi” hususunda uyarmışlardır. ”At”, hem ekonominin hem de uygarlığın gelişmesinde önemli rol oynamıştır aynı zamanda kültürümüzde kutsal da bir yerinin olduğunu belirtelim. Bugün Anadolu’da, bu kültürün izlerini görmek hala mümkün, köy düğünlerinde ata binmeden gelin alınmaz, ata binmeyen gelin muradına ermiş sayılmaz. ”Gelin ata binmiş ya nasip demiş” gibi sözler kültürümüzün geçmişten günümüze yansımalarıdır. Silah tehlikelidir ve başkasının elinde bulunmamalıdır. Eskiden dosta düşmana karşı, mavzeri olmayan köy, silahı olmayan ev yoktu, bir gereklilikti. Bugün bile silahsız ev yok denecek kadar azdır.
Kaşgarlı Mahmud, XI.yy’da diyor ki;
”At, Türk’ün kanadıdır”. Bir diğer,
”Yaya erin umudu olmaz”, ”At ölümü, Er ölümü olmasın!”, ”At, murattır”.
Çinliler; “Hayatları atlarına bağlıdır” demişlerdir Türkler için.
Burada ”AT” ögesini günümüze uyarlayacak olursak, kalkınmanın, uygarlığın lokomotifi olan sanayimiz, milli kurum ve kuruluşlarımız, yeraltı yerüstü zenginliklerimizi düşünebiliriz. ”Silah” ise tahmin edildiği üzere canımızın, malımızın, namusumuzun teminatı Türk Halkının gözbebeği ordumuz. Atalarımız bu sözleri laf olsun diye söylemiş değiller elbette, büyük acılar ve deneyimler neticesinde ve tavsiye niteliğinde söylenmiştir atasözlerimiz. ”At, Kadın ve Silah”, bir sac ayağı gibi birbirini tamamlayıcı ve yaşamsal öneme sahip değerlerimizdir. Türkler asker bir millettir ve eski Türklerde ordu toplumun diğer kesimlerinden ayrı düşünülemeyecek bir kurumdu. Tarihe sahne olan pek çok savaşta millet tek vücut halinde savaşır, düşmanı def eder, ardından günlük hayatına dönerdi.
Gelinen noktada, tarihin değişmeyen yöntemini uygulayarak ordumuzu da içten çökerttiler ve ordumuza yeni bir misyon biçtiler; Türk ”Silahsız” Kuvvetleri!
Görünen o ki; bugün geldiğimiz noktada atalarımızın tavsiyesini unutmuş, ”ödünç verilmesi söz konusu bile olmayan” değerlerimizi, başımıza getirdiğimiz yöneticiler sayesinde bir bir kaybetmişiz. ”Kaybedecek daha neyimiz var ki, ne atımız kaldı ne katımız” derken bir de baktık ki, Atatürk’ün baş tacı yaptığı, dünyada tüm milletlerden önce Türk Kadınına seçme-seçilme hakkını tanıdığı, erkeğiyle eşit haklar verdiği ”namusumuz, KADINLARIMIZ”a gözlerini dikmişler, Türk ve Atatürk düşmanları!
Atatürk’ten bu yana, gelmiş geçmiş hükümetlerin halkı maddi manevi sömürmesine alıştırılmakla birlikte ”bal tutan parmağını yalar” mantığı neredeyse kültürümüze yerleştirilmiş, yapılan ve yapılacak yolsuzluklara bir meşruluk kazandırılmıştır. Kimisi çıkıp ”benim memurum işini bilir” mantığı ile kamu dairelerinde rüşveti bir nevi yasallaştırmış, kimileri de tanrı ile kul arasına girerek peygamberliğe soyunmuşlardır. Siyasiler sırf saltanatlarını devam ettirebilmek uğruna, Atatürk’ün asıl savaşını bu yobazlara karşı verdiği, halkın ve ülkenin yüzyıllardır cahil ve fakir kalmasına neden olan tarikatların önünü açmışlardır.
”Baba parası yiyen” misali, çalışmadan, üretmeden elde avuçta ne varsa, taş üstünde taş bırakmadan ”babalar gibi” satıp (daha doğrusu hibe edip), özelleştirme adı altında ülkenin bütün yeraltı yerüstü kaynakları neyimiz var sa yabancı sermayenin hizmetine sundular. En mahremimizi, iletişim ağımız ‘Telekom’u dahi, stratejik önemini bildikleri halde gözden çıkardılar. ”VATAN TOPRAĞIDIR, SATILMAZ” demediler, onu da yaptılar. Daha bu işler hızını almadan önce çok kıymetli hocamız Cihan Dura‘nın büyük emek vererek yazdığı ”Satıldık Uyanın” adlı eserini gözyaşları içerisinde okumuş, ruhumu derin bir hüzün bulutu kaplamıştı ve şimdi üzülerek görmekteyim ki hocamızın bütün öngörüleri gerçekleşmiş bulunuyor.
Atatürk’ün kurumlarında ve sözde Atatürkçü yapılanmalarda karar alma mevkilerinde bulunan milletvekili ve yöneticiler, kadının köleleştirilmesi için çıkarılan yasaların ve yapılan düzenlemelerin arkasında yatan kirli oyunları bildikleri halde sessiz kalmaları ”bir”, destek vermeleri, ”Çifte” ihanettir!
Kendilerini halkın sesi, Atatürk’ün düşüncelerinin savunucusu olarak niteleyen, cilalanıp sahaya sürülen birtakım kurum ve kuruluşlar(!), halkta oluşan hükümet ve Amerikan karşıtlığına karşı ”gaz alma operasyonları” haricinde Atatürk’ün hangi devrimci düşüncesini hayata geçirmişler ve bir tavır sergilemişlerdir? Daha önceki yazımda da belirttiğim, ”ihanetin ortağı” konumundakiler işte bu örnekte görüldüğü gibi Atatürkçü düşüncenin işlerine gelen yanını alıp işlerine gelmeyen yanlarını görmezden gelerek Türk halkına ihanet etme gafletinde bulunmakta, bununla da kalmayıp, utanıp sıkılmadan Atatürk’ü basamak olarak kullanmaktadırlar. Siyasi partileri hadi geçtik ne mal oldukları artık aşikar ortada, TGB ve ADD kurucu ve yöneticileri zannetmesinler ki Türk Milleti bu ihaneti affeder!
Bu arada Uğur Dündar sine-i millete dönmüş! Dönüp dolaşıp geleceği yerin halkın huzuru olduğunu geç de olsa anlamış! Bir zamanlar hükümetin ”yağlama yıkama” işlevini layıkı ile yerine getirdiği halde umduğunu bulamayıp ancak bulduğuyla(!) yetinmek zorunda kalan Uğur abimiz yine kürkçü dükkanında! Hepimize hayırlı ”Uğur”lu olsun!
Ne demiştik, sıradaki hedefleri; ”ATATÜRK’ÜN TÜRK KADININA VERDİĞİ TÜM HAKLARI GERİ ALMA VAKTİ!”
Akp’nin dayattığı dini ağırlıklı eğitim sisteminden en fazla etkilenecek, zarar görecek olan yine kadınlarımız olacaktır. Atatürk’ün ezeli düşmanları olan bu yobazların, yaratmak istedikleri toplumda kadının yeri yoktur. Erkek egemenliğine dayalı bir köle toplumu yaratmak, kadını alınıp satılan bir metaya dönüştürmektir asıl amaç. Osmanlı döneminde kadının toplumdaki yerine bakınca resmi daha net görüyoruz.
Yine tarihe dönelim. Yer Bitlis Cephesi, Mustafa Kemal yaveri İzzettin Çalışlar’ı çağırıyor ve eline bir not veriyor. Notta şu yazıyor;
”Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak.”
Yıl 1916 Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbirşeysi yok. Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını!
Peki sizce tam savaşın en hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal‘in aklına?
Çünkü Atatürk bu savaşta Ayşe Hatun’u tanımıştır. Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir, sekiz aylık bebeği kucağında, omuzunda mermi ve cepheye cephane götürüyor. Sekiz aylık bebek dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu sırada ölmek falan değil mesele, ama düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir. Peki Ayşe Hatun ne yapar? Çocuğunu koyar, üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söyler;
”Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun, bu benim içinde senin içinde bir şereftir. Yeterki vatan sağolsun” diyor, omuzuna alıyor cephanesini ve yola koyuluyor.
İşte bu Ayşe Hatun’u tanıdı Mustafa Kemal!
Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, -30–40 derece. Ve 75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati’den dinleyelim. Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle.. Aynen şunları söyler;
”Nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına” dediğinde aldığı cevap;
”Dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın. Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler… Hayır oğlum, hayır, hiç üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorum ki… Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim yanıyor içim a oğul” diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal!
Albay Hulusi Atağ’ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar;
”Bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım” dediğinde aldığı cevap;
”Adımı ne yapacaksın a oğul, yaz; BENİM ADIM ANADOLU’‘ diyen yürekli Anadolu kadınını tanıdı Mustafa Kemal!
Atatürk dünyaya tek geçen Zekiye Hanım’ı tanıdı. Zekiye Hanım ne yapmış biliyor musunuz? Dünyaya ilk ve tek geçen kadınımızdır. 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını toplamış, evet 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı. Kadın olan, dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir. Peki Zekiye Hanım nasıl toplamıştır bu kadar kadını, cep telefonu yok faks yok, hiçbir araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim. Kadının sokağa çıkma hakkı yokken 3000 kadın nasıl organize oldu dersiniz? İnanılmaz bir proje, MUTFAK PROJESİ!
Atatürk Zekiye Hanım’ı, Nakiye Hanım’ı, Kara Fatmayı tanıdı bu savaşta. Atatürk Melek Reşit’i tanıdı, Şuküfe Nihal’i tanıdı.
Ve Atatürk, ekmek pişirerek askerimize götüren ama düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadın’ı tanıdı!
Atatürk Taccülcalala hanımı tanıdı, üsteğmenlerimizi, binbaşı hanımlarımızı tanıdı, Tuğgeneral rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahat kızımızı tanıdı. Ve daha adını bilmediğimiz nice kahraman Türk kadınlarını…
Tıpkı atalarımız ve sözleri gibi, Atatürk’ün aklına da durup duruken gelmemiştir Türk kadını. ”Er meydanları”nda Türk kadınının kahramanlıklarını bizzat yaşadı ve gördü. Dikkat edin ”er meydanı” diyoruz adı üstünde, kadının işi yok orada! Yeri gelince bir ana, bir eş, gerektiğindeyse, vatanı, namusu için savaşan bir ”silah”tır Türk kadını! Dünya tarihinde ilklere imza atmıştır. Savaşçıdır kadınlarımız. Atatürk işte bunları gördü, Türk kadınının yarattığı mucizelere tanık oldu ve o sebepledir ki olması gerektiği gibi, kadını toplumda baş tacı yaptı.
Bugünkü soysuzlar ise bir analarının olduğunu unutarak, din örtüsü altında, beyinlerinin en mahrem köşelerinde gizledikleri çirkin emellerine kadınlarımızı alet etme peşindeler. Eğitim sistemindeki değişikliğin, açılan ve hız verilen imam hatiplerin, din ağırlıklı derslerin, iki lafı bir araya getirmekten aciz yalan yanlış bilgilerle medyada boy gösterenlerin hepsi ortak bir amaca hizmet için toplanmış bulunuyorlar. Toplumu bilimsellikten ve modern çağdan koparmak dolayısı ile kadını toplumdan soyutlamak, verilmiş olan tüm haklarını geri almak, erkeğin kölesi haline getirmektir toplumu ve özellikle kadınlarımızı bekleyen tehlikelerden biri.
Umarım çocuklarımıza gelecekte kadınların daha fazla söz hakkına sahip olduğu daha yaşanabilir bir dünya bırakabiliriz…
Ahmet Akın
Similar topics
» ALMAN SİLAH VE MÜHİMMAT FABRİKASI
» Devlet silah bırakmalı diyen Valinin yaptığına bakın!
» Akp hatay’da teröristlere kamp açtı
» Devlet silah bırakmalı diyen Valinin yaptığına bakın!
» Akp hatay’da teröristlere kamp açtı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz