Türk'ün İçindeki Asena..
1 sayfadaki 1 sayfası
Türk'ün İçindeki Asena..
Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdik ve ateşi yaktık.Yetmiş yere koyduğumuz yetmiş körükle hep birden körükledik.
Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı...
İşte o geçitten akın akın geliyoruz..
Korkun!
-------------------
"Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki o çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.." (Mustafa Kemal Atatürk)
****
Haramzâde ordularıyla geldiler..
Yalanları, işbirlikleri, şeytani düzenbazlıkları, şiddet, zulüm, rüşvet ve ihanetleri ile geldiler.
"Ayaklar altına aldık" diyerek zafer nâraları attılar..
Ayyaş, çapulcu, zinacı, hırsız, ırkçı, soykırımcı ilan ettiler..
Geçmişimizi elimizden aldılar, geleceğimizi elimizden aldılar...
Tarihimizi inkâr ettiler..
Toprağımızı, tohumumuz, kuruttular..
Suyumuz zehirlediler.
Varımızı yoğumuzu haraç mezat sattılar; aldıkları komisyonları dünyanın dört bir yanındaki gizli kasalara yığdılar.
En yeminli düşmanlarımızla işbirliği yaptılar, dostlarımıza kahpe tuzaklar kurdular.
Komutanlarımızı, aydınlarımızı zindanda çürüttüler.
Takım elbise ve kravatlı, küf tutmuş sahte 'otağından' çıkmayan, sahte "Başbuğ"lar görevlendirdiler..
Destanlarımızı, kütüphanelerden kaldırdılar. İsmimizi bin yıllık taş duvarlardan kazıdılar...
Kültürümüzü, dilimizi, dinimizi dejenere ettiler;
Evlatlarımızı dağda hainin önüne attılar, namerde yem ettiler.
Sonra da onların katiliyle öpüşüp koklaştılar. Devleti alçakların ayağına gönderdiler, itibar, paye, cesaret verdiler...
*****
"Bu büyük ve acımasız kıyımdan hiç kimse sağ çıkamadı. On yaşlarında bir oğlan sağ kaldı geriye. Düşman askerleri bu çocuğu da buldular ama onu öldürmediler; bu yaşayan son Türk’ü acılar içinde can versin diye, kollarını ve bacaklarını keserek bir bataklığa attılar.
Düşman hükümdarı, çerilerinin son bir Türk’ü sağ olarak bıraktığını öğrendi; hemen buyruk verdi ki bu son Türk de öldürüle, Türklerin kökü tümüyle kazına… Düşman çerileri çocuğu bulmak için yola koyuldular. Fakat dişi bir Bozkurt çıktı ve çocuğu dişleriyle ensesinden kavrayarak kaçırdı; Altay dağlarında izi bulunmaz, ıssız ve her yanı yüksek dağlarla çevrili bir mağaraya götürdü. Mağaranın içinde büyük bir ova vardı. Ova, baştan ayağa ot ve çayırlarla kaplıydı; dört bir yanı sarp dağlarla çevrili idi. Bozkurt burada çocuğun yaralarını yalayıp tımar etti, iyileştirdi; onu sütüyle, avladığı hayvanların etiyle besledi, büyüttü..."
***
Bir gün bir ağaç söküldü yerinden...
Kolları, bacakları kesilip bataklığa atılan çocuğun torunları, yerden ve gökten yağmaya başladı.
Yıldırım olup erittiler, kasırga olup savurdular..
Yurtlarını ve dünyayı bir güneş olup yeniden ışıttılar.
Başsızdılar, Başbuğ'suzdular...
Pusulaları, fenerleri, yol haritaları yoktu...
Her biri kendi bulunduğu yerde ayağa kalktı.
Zindandaki Teğmen;
"Harlı ateşlerinizde yakın, duman olur tüteriz.
Zindan çukurlarına gömün, ateşböcekleri gibi parlarız.
Darağaçları kurun, umutlarımızı idam sehpası yaparız..
Dert mi bize!Kefenlerimizle gezer, ölüme geliriz biz..
Gözlerde ağlayan, dudaklarda titreyen adımız kalır.."
diye haykırdı...
Önce Toma'ya göğsünü siper eden siyah elbiseli kız geldi..
Sonra başörtülü kız geldi...
Ankara'dan işçi Ethem geldi,
Abdullah geldi,
Mehmet Ayvalıtaş geldi..
"Provokatör" damgası vurulan öfkeli varoş gençleri geldi,
"Yazacak slogan bulamadım" diyen şakacı genç geldi...
"Bizim başımız kel mi" sloganını tarihe geçiren futbol taraftarı geldi..
Gerçek müslüman, seccadesini alıp geldi..
Memur mesaisini, işçi tornasını bırakıp geldi..
"Gençlerimizi yalnız bırakmayız, gerekirse biz ölürüz" diyen anneler, babalar, dedeler, amcalar, teyze, hala, konu komşu, kuzen, iş arkadaşları ve mahallenin bakkalı geldi...
"Duran adam" fenomeni ile zalimi maymuna çeviren sanatçı geldi...
Onlar da boş durmadılar...
Sis bombasıyla, biber gazıyla, polis ordusu ve eli satırlı fedaisi, yalan, dolan, iftira, din istismarı, rüşvet, tehdit ve tutuklamalarla geldiler...
Başsızdık, Başbuğ'suzduk...
Pusulamız, fenerimiz, yol haritamız yoktu...
En umutsuz anda, içimizdeki Asena'nın harekete geçtiğini gördük.
Kanımızdaki Bozkurt;
pencereden tencere çalan kadın,
"Buraya gelin çocuklar" diye seslenen yaşlı amca,
bozguncuyu 1 milyon kişinin içinde gözünden tanıyıp bertaraf eden öğretmen,
gençlerin önüne düşüp saldırıyı püskürtme taktikleri veren emekli subay,
elele tutuşan anne olup damarlarımızdan aktı..
Ortak bir bilince dönüştük, bakışlarımızla anlaştık..
İçimize ihanetin bayraklarını, katilin posterlerini soktular..
Kahpe tuzağına düşmemek için bağrımıza taş bastık, dişlerimizi kanatarak sustuk...
Ama hesabını daha sonra görmek üzere, beyinlerimize not ettik bu son dakika ihanetini...
Güneşi pusula yapıp kahpe tuzaklara doğru yürüdük...
"Tıkandık" dediğimiz her yerde bir Demirci çıktı ve karşımıza dikilen demirden dağı eritirsek yol açabileceğimizi söyledi.
Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdik ve ateşi yaktık.Yetmiş yere koyduğumuz yetmiş körükle hep birden körükledik.
Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı...
İşte o geçitten akın akın geliyoruz..
Korkun.
Fatma Sibel Yüksek-Açık İstihbarat
Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı...
İşte o geçitten akın akın geliyoruz..
Korkun!
-------------------
"Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki o çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.." (Mustafa Kemal Atatürk)
****
Haramzâde ordularıyla geldiler..
Yalanları, işbirlikleri, şeytani düzenbazlıkları, şiddet, zulüm, rüşvet ve ihanetleri ile geldiler.
"Ayaklar altına aldık" diyerek zafer nâraları attılar..
Ayyaş, çapulcu, zinacı, hırsız, ırkçı, soykırımcı ilan ettiler..
Geçmişimizi elimizden aldılar, geleceğimizi elimizden aldılar...
Tarihimizi inkâr ettiler..
Toprağımızı, tohumumuz, kuruttular..
Suyumuz zehirlediler.
Varımızı yoğumuzu haraç mezat sattılar; aldıkları komisyonları dünyanın dört bir yanındaki gizli kasalara yığdılar.
En yeminli düşmanlarımızla işbirliği yaptılar, dostlarımıza kahpe tuzaklar kurdular.
Komutanlarımızı, aydınlarımızı zindanda çürüttüler.
Takım elbise ve kravatlı, küf tutmuş sahte 'otağından' çıkmayan, sahte "Başbuğ"lar görevlendirdiler..
Destanlarımızı, kütüphanelerden kaldırdılar. İsmimizi bin yıllık taş duvarlardan kazıdılar...
Kültürümüzü, dilimizi, dinimizi dejenere ettiler;
Evlatlarımızı dağda hainin önüne attılar, namerde yem ettiler.
Sonra da onların katiliyle öpüşüp koklaştılar. Devleti alçakların ayağına gönderdiler, itibar, paye, cesaret verdiler...
*****
"Bu büyük ve acımasız kıyımdan hiç kimse sağ çıkamadı. On yaşlarında bir oğlan sağ kaldı geriye. Düşman askerleri bu çocuğu da buldular ama onu öldürmediler; bu yaşayan son Türk’ü acılar içinde can versin diye, kollarını ve bacaklarını keserek bir bataklığa attılar.
Düşman hükümdarı, çerilerinin son bir Türk’ü sağ olarak bıraktığını öğrendi; hemen buyruk verdi ki bu son Türk de öldürüle, Türklerin kökü tümüyle kazına… Düşman çerileri çocuğu bulmak için yola koyuldular. Fakat dişi bir Bozkurt çıktı ve çocuğu dişleriyle ensesinden kavrayarak kaçırdı; Altay dağlarında izi bulunmaz, ıssız ve her yanı yüksek dağlarla çevrili bir mağaraya götürdü. Mağaranın içinde büyük bir ova vardı. Ova, baştan ayağa ot ve çayırlarla kaplıydı; dört bir yanı sarp dağlarla çevrili idi. Bozkurt burada çocuğun yaralarını yalayıp tımar etti, iyileştirdi; onu sütüyle, avladığı hayvanların etiyle besledi, büyüttü..."
***
Bir gün bir ağaç söküldü yerinden...
Kolları, bacakları kesilip bataklığa atılan çocuğun torunları, yerden ve gökten yağmaya başladı.
Yıldırım olup erittiler, kasırga olup savurdular..
Yurtlarını ve dünyayı bir güneş olup yeniden ışıttılar.
Başsızdılar, Başbuğ'suzdular...
Pusulaları, fenerleri, yol haritaları yoktu...
Her biri kendi bulunduğu yerde ayağa kalktı.
Zindandaki Teğmen;
"Harlı ateşlerinizde yakın, duman olur tüteriz.
Zindan çukurlarına gömün, ateşböcekleri gibi parlarız.
Darağaçları kurun, umutlarımızı idam sehpası yaparız..
Dert mi bize!Kefenlerimizle gezer, ölüme geliriz biz..
Gözlerde ağlayan, dudaklarda titreyen adımız kalır.."
diye haykırdı...
Önce Toma'ya göğsünü siper eden siyah elbiseli kız geldi..
Sonra başörtülü kız geldi...
Ankara'dan işçi Ethem geldi,
Abdullah geldi,
Mehmet Ayvalıtaş geldi..
"Provokatör" damgası vurulan öfkeli varoş gençleri geldi,
"Yazacak slogan bulamadım" diyen şakacı genç geldi...
"Bizim başımız kel mi" sloganını tarihe geçiren futbol taraftarı geldi..
Gerçek müslüman, seccadesini alıp geldi..
Memur mesaisini, işçi tornasını bırakıp geldi..
"Gençlerimizi yalnız bırakmayız, gerekirse biz ölürüz" diyen anneler, babalar, dedeler, amcalar, teyze, hala, konu komşu, kuzen, iş arkadaşları ve mahallenin bakkalı geldi...
"Duran adam" fenomeni ile zalimi maymuna çeviren sanatçı geldi...
Onlar da boş durmadılar...
Sis bombasıyla, biber gazıyla, polis ordusu ve eli satırlı fedaisi, yalan, dolan, iftira, din istismarı, rüşvet, tehdit ve tutuklamalarla geldiler...
Başsızdık, Başbuğ'suzduk...
Pusulamız, fenerimiz, yol haritamız yoktu...
En umutsuz anda, içimizdeki Asena'nın harekete geçtiğini gördük.
Kanımızdaki Bozkurt;
pencereden tencere çalan kadın,
"Buraya gelin çocuklar" diye seslenen yaşlı amca,
bozguncuyu 1 milyon kişinin içinde gözünden tanıyıp bertaraf eden öğretmen,
gençlerin önüne düşüp saldırıyı püskürtme taktikleri veren emekli subay,
elele tutuşan anne olup damarlarımızdan aktı..
Ortak bir bilince dönüştük, bakışlarımızla anlaştık..
İçimize ihanetin bayraklarını, katilin posterlerini soktular..
Kahpe tuzağına düşmemek için bağrımıza taş bastık, dişlerimizi kanatarak sustuk...
Ama hesabını daha sonra görmek üzere, beyinlerimize not ettik bu son dakika ihanetini...
Güneşi pusula yapıp kahpe tuzaklara doğru yürüdük...
"Tıkandık" dediğimiz her yerde bir Demirci çıktı ve karşımıza dikilen demirden dağı eritirsek yol açabileceğimizi söyledi.
Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdik ve ateşi yaktık.Yetmiş yere koyduğumuz yetmiş körükle hep birden körükledik.
Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı...
İşte o geçitten akın akın geliyoruz..
Korkun.
Fatma Sibel Yüksek-Açık İstihbarat
erzurumlu25- .::Tengri::.
-
Yaş : 45
Cinsiyet :
Nerden : Erzurum
Lakap : Vatan delisi
Doğum Tarihi : 22/04/79
İletiler: : 757
Üyelik Tarihi : 29/12/09
Similar topics
» Türkün nəğməsi / Məhəmməd Hadi
» Türk devletinde Türkün dışlanması o sağırın eseridir...
» Bu yazı her Türkün Türkçülüğün ne olup olmadığı hakkında bilgilenmesi
» Gülen Hareketi içindeki ALPEREN’ler; Bu Yazı Size !
» Türk devletinde Türkün dışlanması o sağırın eseridir...
» Bu yazı her Türkün Türkçülüğün ne olup olmadığı hakkında bilgilenmesi
» Gülen Hareketi içindeki ALPEREN’ler; Bu Yazı Size !
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz