¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN

Aşağa gitmek

Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Empty Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN

Mesaj tarafından GökBörü Cuma 3 Nis. 2015 - 5:26

Türkiye’de bugün yaygın ve yoğun bir kimliksizleşme yaşanıyor.

Yetki ve güç sahipleri, varsıl işbirlikçiler, sanatçı görünümlü çıkarcılar; aynı yerden buyruk almışçasına, ülkeyi ayakta tutan değerlere sınır tanımaksızın saldırıyor.

Bu tutum, kalıcılığı olan politik işleyiş durumuna getiriliyor.

Yozlaşma ve yabancılaşmanın geçerliliği olan bir istem durumuna getirilmesinin bir nedeni olmalıdır.

Yaşananlar, tarihte kayıtlı süreçler toplamı ve bu toplamın günümüzdeki uygulamalarında saklıdır.

Dışa bağlanmanın ve kendine yabancılaşmanın yaygınlığına yanıt arayan her çaba, ister istemez Osmanlı devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu çıkarcılığına gidecektir.

Aşağıdaki çalışmayı, günümüzdeki ihanet şebekesinin tarihsel dayanağını ortaya koymak için yayınlıyoruz.

“İkiyüz Bin Hain”

Günümüz Türkiyesi’nde, politikacılar başta olmak üzere kimi üst düzey kamu yöneticileri, iş adamları, gazeteciler, akademisyenler, sanatçılar ve aydınlar arasında, yoğun bir yozlaşma ve yabancılaşma yaşanmaktadır.

Ülkenin ve ulusun çıkarları yönünde değil de, ilişki içinde oldukları küresel güç merkezlerinin istekleri yönünde davranan, sayıları az etkileri çok bu insanlar; ele geçirmiş oldukları siyasi ve akçeli gücü, iletişim olanaklarıyla birleştirerek, ülke ve ulus karşıtı eylemler içine girmektedirler. Eski bakanlardan Kamran İnan, bu olgu için olacak; “Türkiye’de 200 bin hain var” diyebilmiştir.1

Kamran İnan’ın bu sayıyı nasıl saptadığı bilinmez ancak Türkiye’de hainliğin ve bu yolu açan yabancılaşmanın çok yoğun olduğu, herkesin gördüğü açık bir gerçektir.

Tarihinde, ülke ve devlete bağlılığa özel önem verilen bir ülkede, bu denli yoğun bir yabancılaşma yaşanmasının kuşkusuz bir nedeni olmalıdır.

Birbiriyle uzlaşması olanaksız olan bu iki eğilim, yani ülkeye ve devlete bağlılıkla dışa hizmet, nasıl oluyor da, Türkiye gibi bir ülkede bu denli yaygın olabiliyor?

Bağımsızlığına ve değerlerine bu denli düşkün bir ulus, içinde bu kadar çok hain’i nasıl barındırabiliyor?

Toplumun özyapısı ve tarihiyle çelişen bu kaba gerçek, neyle açıklanabilir?

Tarihe Bakış

Savaş tutsakları ile kölelerin, ekonomik ya da askeri amaçla kullanılması, değişik yöntem ve oranlarda hemen tüm toplum biçimlerinde görülür.

Antik Çağ Grek devletleri ve Roma İmparatorluğu, köleciliği bir üretim biçimi durumuna getirirken, bu biçimiyle köleciliğe yönelmeyen Osmanlı İmparatorluğu çok başka bir yöntem geliştirdi.

Atina ve Roma’da köleler satılabilir, bağışlanabilir ya da öldürülebilir.

Nesne olarak görülüp en ağır işlerde çalıştırılır ve toplum dışında tutulurdu.

Osmanlı İmparatorluğu’nda insan gereksinimi çok başka biçimde karşılandı.

Fethedilen yerlerden toplanan seçilmiş genç insanlar, Osmanlı nizamına uygun olarak yetiştirilerek toplumun iç unsuru durumuna getirilip yönetici yapıldı.

Osmanlılar bunlara devşirme adını verdi.

Bu yöntem, Atina ve Roma köleciliğinden çok daha başkaydı.

Daha insancıldı ancak bu insancıllık, Osmanlı Devleti’ne ve onun Türk uyruklularına yararından çok zarar verecekti.

Devşirmeler

Osmanlı Devletinin ilk dönemlerinde, savaş tutsaklarının beşte biri, orduda kullanılmak üzere padişaha yani devlete ayrılıyor ve bu işleyişe pençik vergilendirmesi deniliyordu.

Önceki İslam devletlerinde; gulam, kul ya da memluk sözcükleriyle tanımlanan bu uygulama, Anadolu Türk beylikleri döneminde geliştirilmiş, Osmanlı Padişahı I.Murat döneminde (1360-1389) kurumsallaştırılarak daha kapsamlı duruma getirilmiştir.

Devşirme düzeni bu sürecin ürünüdür.

Padişah buyruğuna (fermana) dayanan toplama (devşirme) kurulları birkaç yıl arayla Balkanlar’da değişik bölgeleri dolaşır, kent ya da köylerde, hane sayısının kırkta biri oranında genç toplardı.

Genellikle 14-18 yaş kümesi içinde kalan, sağlam vücutlu, akıllı Hıristiyan çocuklar seçilir ve eğitilmek üzere İstanbul’a götürülürdü.

Kurul üyeleri, köy ya da semt papazının eşliğinde, kilise vaftiz defterinden gençlerin özelliklerini saptar ve aile başına bir kişiyi geçmemek koşuluyla seçim yapardı.

Devşirilenlerin özellikleri bir deftere yazılır ve halktan, devşirilen her genç için, yol ve giyim giderlerini karşılamak amacıyla 600 akçe para toplanırdı.

Bu paraya kul akçesi denirdi.

Devşirilenler 100-200 kişilik kümeler biçiminde, sürücü adı verilen yetkililere teslim edilerek yola çıkılırdı.2

Batılılar bu yöntemin, Hıristiyan aileleri, özellikle ana ve babaları perişan ettiğini, çocuğu zorla elinden alınan kimi anaların, delirmiş gibi oğullarının peşinden İstanbul’a gittiklerini söylerler. Batı yazınında (edebiyatında) bu konuyu işleyen sayısız acıklı öykü yazılmıştır.

Oysa, bu tür öykülerin gerçekle bir ilişkisi yoktur ve bunlar Türk karşıtlığının aracı olarak kullanılan yaymacadan (propagandadan) başka bir şey değildir.

Gerçekte ise, Hıristiyan aileler toplama kurullarına devşirme listesi sunan papazlara, kendi çocuklarını listeye alması için baskı yaparlar, armağanlar verirlerdi.

Devşirme olarak seçilen her çocuk, ailesi için başa konan bir talih kuşu, bir umut kaynağıdır. “Beslenmesi gereken bir boğazın eksilmesi”3 bir yana, asıl önemli olan bu boğazın dünyanın en büyük devletinin askeri ya da idari kademelerinde yükselerek kendilerine ilerde “nimetler sunma” olasılığıdır.

Devşirme seçilmek, günümüzde herkesin büyük bir istekle peşinden koştuğu, ABD vatandaşı olmaktan çok daha önemli bir şeydi.

Nitekim, büyük askeri seferler sırasında, sınır boylarına doğru ilerleyen ordunun, devşirme kökenli başkomutanları; doğdukları köye uğrayarak anne-babalarının “gönlünü yüceltmek”, onlara “bağışta bulunmak” için ordunun yolunu değiştirdiği çok görülmüştür.4

İstanbul’a gelen devşirmeler, burada Yeniçeri ağası ve hekimler tarafından gözden geçirilerek sünnet ettirilir ve Kelime-i Şahadet getirtilerek Müslüman yapılırlardı.

İçlerinde yakışıklı, zeki ve becerikli olanlar, padişaha, yönetimde ve özel işlerinde hizmet vermek üzere seçilirlerdi.

Bunlara içoğlanı denir ve özel olarak yetiştirilirlerdi.

Osmanlı padişahları, başlangıçta, yönetimlerini korumak için gereksinim duydukları insan kaynağının önemli bir bölümünü devşirmelerle karşıladı.

Kısa dönemde gereksinim karşılanmış gibi göründü.

Asker ya da sivil görevliler (kapıkulları), kesin bağlılık ilişkisiyle padişaha, paralı asker sıkıdüzeniyle (disipliniyle) bağlanmıştı.

Devşirmeler, süreç içinde ordunun (Yeniçeri) ve yönetici sınıfın (rical-i devlet) tümünü kapsayan bir yaygınlığa ulaşmış; yönetim, bunlar aracılığıyla padişahın mutlak egemenliği üzerine oturtulmuştu; sistemin tümü bir tek kişinin (padişahın) yararına işliyordu.

Ancak, bu düzenin gerçek işleyişinin ne olduğu, neye hizmet ettiği biraz karışıktı.

Devşirmelerin Gücü

Padişahlar, hizmetine aldığı devşirme unsurunu o denli büyütüp geliştirmişti ki, dizgenin (sistemin) gerçekten padişahtan yana mı, yoksa “emri altındaki” devşirmelerden yana mı işlediği, giderek belirsizleşmeye başlamıştı.

Örneğin, başlangıçta “sarayın uysal bir aleti” olan yeniçeriler, kısa bir süre içinde, saray üzerinde güçlü bir baskı kurmuşlardı.

15.yüzyıl bitmeden, yani kuruluşlarından henüz yüz yıl bile geçmeden; “Sadrazam öldürüyor, saltanat kavgalarına karışıyor, taht alıp taht veriyorlardı.”5

Görünüşte devlete yüksek hizmetler veriyorlardı; padişahın sadık kullarıydılar; onun her isteğini yerine getiriyorlardı…

Ancak, 14-18 yaşında zorla Müslüman yapılan bu insanların, geçmişlerini unutmaları, ondan tümüyle kopmaları olanaksızdı.

Ne tam Müslüman oldular, ne de Hıristiyan kaldılar; ne etnik kökenlerini unuttular, ne de yeni kimliklerini benimsediler.

Ne olduğunu bilmeyen ya da ne olmadığını bilen, kişiliksiz ve güvenilmez bir insan türü olarak, devlet politikalarına yön verdiler ve İmparatorluğu çöküşe götüren nedenlerden biri durumuna geldiler.

Hiçbir erdeme sahip değildiler ancak ilke durumuna getirdikleri bir tutumları vardı:

Türklere ve Türklüğe karşı nefret duyuyor ve devlet politikalarıyla örtüşen bu nefreti, genel bir tutum durumuna getiriyorlardı.

Köksüzleştirirken Köksüzleşmek

Devşirmelerle yaratılan örgütlü güç, başlangıçta devlet yararına, birçok alanda kullanıldı. Devletin ve ordunun sürekli geliştiği ilk dönemlerde, ilerde sorun yaratabileceği düşünülmemiş, tersine sorunları giderecek bir güç olarak görülmüştü.

Toplumsal kimliği korumaya dayanan, binlerce yıllık devlet gelenekleri bırakılmış, Türk unsurların karşı çıkmasına karşın devletin merkezi;

Rum, Sırp, Hırvat ya da Ermeni Hıristiyanlara, üstelik yoğun biçimde açılmıştı.

Osmanlı devşirmeciliği, köleleri yabancı unsur olarak yönetim dışı işlerde kullanan Roma köleciliğinden ayrımlı olarak, devşirmeleri yani yabancı insanlar topluluğunu, köksüzleştirdiğini sanarak içsel bir güç durumuna getirmişti.

Köksüzleştirirken köksüzleşen bu düzen, aslında kendini yıkacak bir güç yaratıyordu.

Devşirmenin Niteliği

Devşirmeler, kökü silinmek istenen türedi bir kuşaktı.

Görünüşte; ailesini, soyunu sopunu yadsımış, belleği ve kimliği yok edilmişti.

Yalnızca Osmanlıydı.

O bir ailenin bireyi değil, padişahın kuluydu; bir insan değil, adeta bir makineydi.6

Bilinçli izlencelerle (programlarla) kişiliksizleştirilen devşirmeler, bu niteliklerine karşın; yüksek yönetim yetkileri, dolgun ücret, siyasi ve idari ayrıcalıklarla donatılmışlar ve devleti yöneten yerlere getirilmişlerdi.

Ancak, can ve mal güvenliğinden yoksun biçimde yaşıyorlardı.

Bu konumlarıyla üst düzey devşirmeler, sürekli ölüm korkusu içinde yaşayan ruh hastası durumundaydı.

Devşirmeler, gerçek görüşlerini hiçbir zaman açıklamazdı; yalancı ve ikiyüzlüydüler. Peşinde koştukları tek değer, para ve yönetim gücüydü.

Osmanlı Devletine gizliliği, ihanet ve entrikayı bunlar yerleştirmiş; rüşvet, vurgunculuk (ihtikâr), karaborsa, yasadışı gelir (ihtilas), ve adam kayırma’yı (iltimas) neredeyse yasal duruma bunlar getirmişti.

Yeniliğe ve devlete karşı ayaklanmayı, hak olarak görürlerdi.

1550’den sonra, yeniçerilerin evlenmesine izin verilince, çocukları Acemi Ocağı’na öncelikli olarak alınmış, devşirmecilik babadan oğula geçen ayrıcalıklı bir meslek durumuna gelmişti.

Rüşvet ve Entrika

Hangi kesimden gelirse gelsin, devşirmelerin tümünün ortak özelliği, boğazlarına dek rüşvet ve entrikaya batmış olmaları ve Türk uyruklara duydukları düşmanlıktı.

Rüşvet ve vurgunculuk yoluyla o denli büyük bir servet ediniyorlardı ki; halk “simyanın (her madeni altına çeviren gizil güç y.n.) sırrına erdiklerini” söyleyerek bunlarla alay ediyor, tepki gösteriyordu.7

Devşirmelerin rüşvetçiliği, zaman içinde, tehlikeli bir boyuta ulaşmış ve ülke çıkarlarını yabancılara satma noktasına varmıştı.

Yönetimde elde ettikleri yüksek yetkiler, onlara bu tür girişimler için geniş bir alan yaratıyordu. Elde ettikleri yetkiyi kullanarak, “baştan aşağı bir yağma, çapul ve servetlere elkoyma”8 uzmanı olmuşlardı.

Devşirmeler, nitelikleri gereği tüketici bir topluluktu.

Roma soyluları gibi, üretimle uğraşmayı ayak takımının yaptığı onursuz bir iş olarak görürlerdi.

Kılıç ve kahramanlık söylemleriyle yağma, bu olmadığında “entrika” ve “yalan dolan”a dayalı vurgunculukla geçinirlerdi. “İş bilenin kılıç kullananın” özdeyişi, Türkçe’ye bunların yerleştirdiği bir sözdü.9

Devşirmeler ve Türk Düşmanlığı

Devşirme etkinliği, Fatih döneminde başlatılan devlet yönetimini Türkler’den arıtma (tasfiye) eylemi ve I.Selim (Yavuz) (1512-1520) döneminde halk üzerinde şiddetli bir baskıyla bir felaket halini aldı.

İmparatorluğun yükünü çeken, sorunlarıyla ilgilenilmeyen, bu nedenle ayaklanan ve toplu olarak öldürülen Anadolu Türkmenleri, o denli baskı altındaydılar ki kaçacak, sığınacak yer arar duruma gelmişlerdi.

Şii inancını Osmanlı Devleti’ne karşı, ideolojik yaymaca aracı olarak başarıyla kullanan ve kendisi de Türk olan Safevi Hükümdarı Şah İsmail’in (1487-1524) çağrısına uyarak, kitleler halinde İran’a göç ettiler.

Yürütülen dizgeli şiddet ve baskıyla, öldürülen ya da göç ettirilen Oğuz halkı, Prof.Fuat Köprülü’nün tanımıyla “Anadolu Türklüğü’nün en temiz, en canlı unsurunu oluşturuyordu.”10 Yerlerinden yurtlarından edilen bu halk, gözden uzak yerlerde yoksulluk içinde yaşadı.

Çok zorda kaldığında, çalışıp para kazanmak için İstanbul’a çalışmaya gittiğinde, orada kendisini bekleyen hor görülme ve aşağılamaydı.

En şanslıları, saraylarda ya da varsıl evlerde aşçılık, çöpçülük gibi işlerde çalışırdı.

Çalıştığı yerde, “Türklüğünü söylemeye cesaret edemez”, kapıkulu yalılarında “Türk aile ve tarihine düşmanlıkta uzmanlaşmış” davranışlarla karşılaşırdı.11

Türkler; Kendi Ülkesinde Tutsak

Türkler’e karşı olumsuz bakış, devşirme düzeninin daha ilk döneminde, çok açık biçimde ortaya konmuştu.

II.Murat döneminde başlatılan, Fatih Kanunnamesi ile yasalaştırılan uygulamalarla Türkler, kendi ülkelerinde Hıristiyan ya da Musevi azınlıklar kadar bile hakkı olmayan, ikinci sınıf uyruk durumuna getirilmişti.

Yönetim organlarında görev alıp yükselmek bir yana, etkili devlet kurumlarına ve bu kurumlara yönetici yetiştiren okullara giremiyordu.

Sadrazamı, padişahtan sonra devleti temsil edecek en yetkili kişi (naip) yapan Fatih Kanunnamesi, devlete asker ve sivil yönetici yetiştiren ve yüksek nitelikli eğitim veren devşirme okullarına alınmayacak olanları şöyle sıralıyordu:

“Yahudiler, Müslümanlar, çobanlar, sığırtmaçlar, doğuştan sünnetli olanlar, çok uzun ya da kısa boylu olanlar, Türkçe bilenler, köseler, keller, Gürcüler, Çingeneler, Kürtler ve Türkler”.12

Fatih Kanunnamesi’nden sonraki 70 yıl içinde naib yetkisiyle devlete sadrazam olan 48 kişiden yalnızca 5’i Türk kökenlidir;

Bunlar da devşirme anlayışıyla yetişmiş aslını yadsıyan (inkar eden) insanlardır.

Geri kalan 43 sadrazamdan;

11’i Slav, 11’i Arnavut, 7’si Rum, 5’i Ermeni, 4’ü Çerkez, 3’ü Gürcü, 1’i İtalyan kökenliydi.13

Türk Unsurlar Devlet Yönetiminden Uzaklaştırılıyor

Türk unsurların devlet yönetiminden uzaklaştırılmasına yönelen en etkili uygulama, II.Mehmet’in (Fatih) Çandarlı Halil Paşa’yı öldürtmesidir.

Anadolu ahi şeyhlerinden Çandarlı Ali’nin kurduğu bu aile, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Fatih dönemine dek, çok etkin görevlerde bulunmuş ve eski Türk yönetim geleneğinin devletteki simgesi durumuna gelmişti.

Halil Paşa, 1429’dan 1453’e dek, aralıksız 24 yıl sadrazamlık yapmıştı.

II.Murat’tan sonra güçlenmeye başlayan devşirmeler, Halil Paşa’nın kişiliğinde devletin kilit görevlerini elinde bulunduran eski Türk soylularına karşı, şehzadeliği döneminden beri Fatih’i etkilemişler ve Çandarlı’yı kendilerine özgü entrika yöntemleriyle idam ettirmişlerdi.

Bu idam, yalnızca Çandarlı Ailesi’nin değil, Türk devlet geleneklerinin de Osmanlı yönetim dizgesinden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanmıştır.

Devşirmeler ve İşbirlikçilik

Devşirmeler, Türk karşıtı her olay ve düşüncede hemen bir araya gelirdi.

Bir araya gelişin, toplumsal ve ekonomik dayanakları vardı ve bu dayanaklar;

Eskiden gelen, bugün de süren çıkar ilişkileriydi.

Yasa dışı yollarla edinilen servetin korunması ve yenilerinin edinilmesi için, ülke içindeki güç yeterli olmazsa, dış destek arayışı içine girilirdi.

Bu nedenle ülke değerlerini dışarıya devretme eğilimi, bu arayışa bağlı olarak devşirmelerde her zaman vardı.

Devşirmeler, gereksinim duydukları mal ve can güvenliğine kavuşmak için, yabancılarla bütünleşmekten çekinmediler ve ülke kaynaklarını yağmalamaya gelen Avrupalı büyük devletlerin işbirlikçileri oldular.

Batıya bağlanmanın aracı olan işbirlikçilik, değişik biçimlerle, devlet başta olmak üzere, toplumun hemen her kesiminde yaygın bir anlayış durumuna geldi.

Tanzimatçılık, mandacılık ya da günümüzdeki Avrupacılık; işbirlikçi anlayışın değişik biçimleridir.

Devşirme işbirlikçiliğini ortaya koyan çok sayıda belge vardır.

Bunlardan çarpıcı olanlarından biri Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi De Germigny’nin, 1580 yılında Paris’e gönderdiği yazanaktır (rapordur).

Bu yazanakta şunlar söylenmektedir:

“Mümkünse şöyle davranılmalıdır; Kral, Yeniçeri Ağası İbrahim Paşa’ya ve Padişah’ın donanma komutanı Kaptan-ı Derya İbrahim Paşa’ya, Paris kumaş ticaretinden pay ayırmayı ihmal etmemelerini, krallık meclisi üyelerine ve hazine bakanına buyurmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, benden önceki İspanya elçisinin, İspanya Kralının işlerini kolaylaştırması için önerdiği 50 bin duka altın liralık armağan karşısında, Sokullu Mehmet Paşa yelkenleri suya indirmişti…”14

Türkiye de Yabancılaşma ve Yozlaşma Neden Çok

Rüşvet ve yolsuzlukla servet elde edenlerin, elde ettiklerini geliştirerek korumak için, yabancılara vermeyecekleri kamusal ya da ulusal, hiçbir değer yoktur.

19.yüzyılda Tanzimat’la meşrulaştırılan bu eğilim, bugün AB ya da IMF politikalarıyla uygulanmaktadır.

Bunu yapanların konumları, özlem ve yönelişleri, içinde bulundukları özdeksel (maddi) koşulların ve bu koşulları yaratan uzun bir geçmişin ürünüdür.

Yönetime egemen olan kapıkulu devşirme anlayışının dayandığı ekonomik nedenleri, Prof.İdris Küçükömer şu biçimde açıklamaktadır:

“Sivrilmiş bürokratlar (kapıkulu devşirmeleri y.n.) bir sınıf olmadıkları ve güçlerini üretim araçlarıyla onlara bağlı kurumlardan almadıkları için, her zaman kendisini savunma ihtiyacı içinde olmuştur.

Bu amaçla yenilikten yana olan padişahları, yenilik diye kapitalizmin zorlaması altında, Batının üst kurumlarını almak üzere ikna etmeye çalışmaları doğaldı.

Bu nedenle, 19.yüzyıl başında (Tanzimat y.n.) Batıdakine benzer mülkiyet v.b. kurumların alınmasında bürokrat ile ayan (ileri gelenler y.n.) beraberlik içinde olacaktı…”15

Günümüzde Arapçılığı sürdüren siyasi İslamcılar, Batıyla bütünleşen Müslüman demokratlar ve uygarlığı Batıcılık sayan şekilsiz aydınlar;

Türklüğü ezen onu yok sayan Osmanlı tutumunun, özellikle de devşirme anlayışının, günümüze taşınan sonuçlarıdır.

Yalnızca on beş yıllık Atatürk döneminde bastırılmış olan kimliksizleşme eğilimleri yani devşirme geleneği, günümüzde olanca hızıyla ve çok etkili yöntemlerle sürdürülmektedir.

Türk kimliği ve tarihi için olumsuzluk taşıyan bugünkü gidiş, nedenleri tarihte kayıtlı bir süreçler toplamı ve bu toplamın günümüzdeki sonuçlarıdır.

Türkiye’de bugün yaşanmakta olan olgu yani; rüşvet, yolsuzluk, dışa bağlanma ve ihanet davranışlarının politik işleyiş durumuna gelmesi, bugün ortaya çıkan, yeni bir olgu değildir.

Dışa boyun eğmenin ya da ihanetin yaygınlığına yanıt arayan her çaba, ister istemez, Osmanlı devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu anlayışına gidecektir.

Kamran İnan’ın 200 bin, başkalarının ise daha çok olduğunu söylediği “hain çokluğunun” nedeni, kuşkusuz yarım bin yıl egemen olan bu anlayışta aranmalıdır.

DİPNOTLAR

1 “Sözde Aydınlar” İsmet Solak, “Ankara Kulisi” Hürriyet, 12.04.2000

2 Ana Britannica 10.Cilt, sf.100

3 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”, S.Yerasimos, 1.Cilt, Belge Yay., 7.Bas. 2000, sf.297

4 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”, S.Yerasimos, 1.Cilt, Belge Yay., 7.Bas. 2000, sf.297

5 Ana Britannica 10.Cilt, sf.183

6 “Kapıkulunun Tavsifi” Muhittin Birgen, ak. Zeki Arıkan, “Tarihimiz ve Cumhuriyet” Tarih Vakfı Yurt Yay., 1997, sf.127

7 “Azgelişmiş Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos, 1.Cilt, Belge Yay., 7.Bas,. sf.306

8 “Tarihimiz ve Cumhuriyet” M.Birgen, Tarih Vakfı Yurt Yay., 1997, sf.147

9 a.g.e. sf.147

10 “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu” M.Fuat Köprülü, Ötüken Yay., 1981, sf.95

11 “Tarihimiz ve Cumhuriyet-Muhittin Birgen”, Prof.Zeki Arıkan, Tar. Vak. Yurt Yay., 1997, sf.128

12 Ana Britannica, 10.Cilt, sf.100

13 “Tarihte Türklük”, Prof.Laszlo Rasonyi, Türk Kül.Gel. Ens.Yay., 2.Bas. 1988, sf.204

14 “Tarih III, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”, Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.409

15 “Düzenin Yabancılaşması”, Prof.İdris Küçükömer, Ant Yay., 1969, sf.62
GökBörü
GökBörü
.::Tengri::.


.::Tengri::.


Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Azerba10
Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Gencat10
Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Pro10
Yaş Yaş : 44
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Azerbaycan
Lakap Lakap : kaan
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 13/09/80
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Türk Ülküsü
İletiler: İletiler: : 1035
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 16/06/11
Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Pro1010
Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN 617300
Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Ile10

https://www.teknoloji-gunlugu.com/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Empty Aklını Efendilerine Teslim Etmiş İnsanlar ''Günümüzde Mankurtlaşma''

Mesaj tarafından GökBörü Cuma 3 Nis. 2015 - 6:08

Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Proxy?url=http%3A%2F%2F3.bp.blogspot.com%2F-KvkEKyyKLCI%2FVR3ZLRqwgWI%2FAAAAAAAAD5g%2FVLHclI74hV0%2Fs1600%2F5e495cd27d542a091541b452cea805ce%25402x
Günümüzde Mankurtlaşma ‘ulusal kimlikten uzaklaşmak, içinde bulunduğu topluma yabancılaşmak’’ olarak tanımlanıyor.

Mankurtlaşmak; insanların, başka insanları köleleştirmek için kullandıkları adi bir yöntemdir. Geçmişten günümüze insanoğlunun hemcinslerine uyguladıkları bir zulümdür.
İlk defa Çinliler, daha sonrada Ruslar kullanmışlar. Bu gün farklıyöntemlerle Amerika kullanmaktadır. En büyük insanlık suçudur. Cengiz Aytmatov’un Gün olur asra bedel adlı kitabında bu Çin ve Rus yöntemlerini ayrıntıları ile görmek mümkündür.

Uygulanış şekli  

Mankurtlaşmasını istedikleri tutsakların, saçları kazıtılıyor, kafasına yeni yüzülmüş deve derisi geçiriyorlar ve çöle bırakıyorlar. Kuruyan deri mengene gibi tutsağın kafatasını sıkıyor. Bir yandan da kazınan kıllar yeniden çıkmaya başlıyor. Tutsak müthiş bir acı ve kaşıntı içinde kıvranıyor. Günlerce güneşin altında tutuluyor. Bu dayanılmaz acı ile çığlıklar atan tutsak bir süre kaderine terk ediliyor. Saçlar uzarken kafadaki kurumuş, sertleşmiş deriyi delemiyor ve geri dönerek kendi kafa derine giriyor. Bu sırada ızdırap maksimum boyuta ulaşıyor. Tutsak şuurunu, belleğini yitiriyor. En yakını olan anasını ve babasını dahi tanıyamaz hale geliyor. Hayatı boyunca karnını doyuran sahibine itaat ediyor, kayıtsız şartsız kölesi oluyor. Her türlü işte kullanılıyor, bu yöntem düşmanı yok etmekten çok daha karlı bir iş oluyor.**
**
Çağımızda Mankurtlaşma
Çağımızda insanları mankurtlaştırma yöntemi de değişmiş bulunmaktadır. Artık ağrısız, sancısız yöntemler kullanılmaktadır.

Mankurtlaşmak; Türk Dil Kurumu sözlüğünde ‘ulusal kimlikten uzaklaşmak, içinde bulunduğu topluma yabancılaşmak’ olarak ifade ediliyor. Mankurt ise; ‘ulusal kimlikten uzaklaşan, içinde bulunduğu topluma yabancılaşan’ şeklinde tanımlanıyor. Bugünkü toplumumuzun, özellikle de gençliğin içinde bulunduğu durumu anlatmak için bundan daha uygun bir sözcük bulunamazdı.

Mankurt düşünce yetisini kaybetmiştir; aklını kullanamaz. Başkaları onun yerine düşünür ve onu istediği şekilde adeta bir köpek gibi yönlendirir. Mankurt işitmez, görmez, körü körüne taklit eder, aklını sahiplerine teslim etmiştir. Mankurtlaşan kişi hayvan gibidir. Bir hayvan gibi itaat eder. Onun için biçilen rolü uygular. Kendisinden başkasını düşünmez. Arzuları ve istekleri, bedeninin gereksinimleri onun için çok önemlidir. Heva ve hevesinin esiri olmuştur. Mankurtlaşan kişi toplumundan uzaklaşmış, kimliğini kaybetmiş, yabancılaşmıştır.

Aklını Efendilerine Teslim Etmiş İnsanlar

Mankurtlaşma, tarih boyunca hemen her toplumda bir şekilde yaşanmış, yaşanmaya da devam etmektedir. Aklını kullanmayan, düşünmeyen, işitmeyen, görmeyen, hissizleşmiş, körü körüne taklit eden, aklını efendilerine teslim etmiş insanlar her zaman var olduğu gibi var olmaya da devam edecektir. Bu gün dünyada egemen olan kültürün istediği şekilde, yönlendirdiği şekilde bir mankurtlaşma operasyonu yapılmaktadır. İnsanlara asılları unutturulmakta benliklerinin ve iradelerinin yitirilmesi amaçlanmakta, güdülen bir sürü olmaları, efendilerine kayıtsız şartsız itaat etmeleri istenmektedir.

Küresel neoliberalizmin dünyayı mankurtlaştırma süreci tüm hızıyla sürerken kültürüne, diline, dinine, tarihine, örf ve adetlerine, kısacası bütün öz değerlerine yabancılaşmış yığınlar sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın büyük sorunudur. Buna ‘yabancılaşma’ adını verenler elbet var ama bu durumu tanımlamada ‘yabancılaşma’ kavramı eksik kalır. ‘Mankurtlaşma’ kavramı bunu en iyi şekilde tanımlıyor.

Günümüz mankurtlaşması Modernleşme

Toplumumuzun içinde bulunduğu durumu göz önünde bulundurup dikkatlice düşündüğümüzde, mankurtlaştığımız, mankurtlaştırıldığımız yadsınamaz bir gerçektir. Hangi sebeple ve hangi biçimde olursa olsun, şu veya bu şekilde bir parçası olduğumuz toplumun çok büyük kesimi kendini, kendi geçmişini unutmuş, kendi değerlerine sırt dönmüş, kendi kendini inkâr etmiş durumdadır. Toplumumuzdaki mankurtların; modernleşme, demokratikleşme, özgürleşme gibi kavramlarla beyinleri yıkanmıştır.
Kendi toplumuna, kendi kültürüne, kendi değer yargılarına, kendi inanç ve geleneklerine yabancılaşan bireylerin; toplumuna, kültürüne ihanet etmesi sık gözlemlenebilen bir durumdur. Böyle durumlara dünyanın her tarafında rastlanabilir. Bu ihanetin nedeni; bireylerin kişisel çıkarları ya da özenti bir kişilik sergilemeleri veya bunlara benzer nedenler olabilir. Ama en önemlisi düşünememeleri ve kimlik bunalımında olmalarıdır.

Mankurtlaşmanın toplumumuzdaki ağır sonucu 

Bir toplumun kültürü ve kültürünü oluşturan medeniyetinin temel değerleri ile oynanırsa, bu tamir edilemez sorunlara yol açar: Kültürel değerlerine yabancılaşmış, benliğinden utanır olmuş, kimliğini kaybetmiş, cinnet geçiren bir toplum. Suç işlemenin olağanlaştığı, intiharların çığ gibi arttığı, ailelerin parçalandığı, cehaletin kol gezdiği, ahlaki olarak çökmeye yüz tutmuş bir sosyal yapı.  dilini, kimliğini, tarihini unutan bir gençlik .
İşte bu gençlik, özünden uzaklaştırılmış ve bi kısmı , tamamen zevklerinin esiri olmuş, ağızlarına kadar cehalete batmış; para, eğlence, bedensel hazlar, iyi bir gelecek gibi önlerine sunana kul olmuştur.

Mankurtların efendilerinin ve onların uşaklarının tüm vaatlerine, uzlaşma çağrılarına, onların tüm metacı fikirlerine, yalancı dostluk tekliflerine, sahtekâr gülümseyişlerine kulak asmayan, en ufak bir önem dahi vermeyen, hak ettikleri, layık oldukları şekilde yanıt verenlerdir akıl sahipleri. O akıl sahipleridir ki, unutturulmaya çalışılan , dilimize, kültürümüze, değerlerimize sahip çıkar ve çıkılmasını teşvik ederler.
Mankurtlaştırılamayanlar, insanın sahip olduğu en önemli unsur olan aklı kullananlardır. Aklın yön verdiği ve duyguların yönetmediği bireyler, gerçekten özgür olanlardır.  Özbenliğini ve kişiliğini koruyabilen, dimdik ayakları üzerinde durabilen, arzularının yön vermediği, gücün karşısında eğilmeyen, onurlu, şerefli kimselerdir.
GökBörü
GökBörü
.::Tengri::.


.::Tengri::.


Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Azerba10
Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Gencat10
Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Pro10
Yaş Yaş : 44
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Azerbaycan
Lakap Lakap : kaan
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 13/09/80
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Türk Ülküsü
İletiler: İletiler: : 1035
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 16/06/11
Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Pro1010
Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN 617300
Türkiye’de Neden Hain Çok ? METİN AYDOĞAN Ile10

https://www.teknoloji-gunlugu.com/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz