DÜNDEN BUGÜNE ATATÜRK VE CUMHURİYET KARŞITLIĞINA DAYALI SAĞ CEPHELEŞME* Hanifi ALTAŞ
1 sayfadaki 1 sayfası
DÜNDEN BUGÜNE ATATÜRK VE CUMHURİYET KARŞITLIĞINA DAYALI SAĞ CEPHELEŞME* Hanifi ALTAŞ
Ülkemizde bugünkü kullanılan anlamı ile sağ ve sol ayrımları, ikinci dünya savaşının bitimini izleyen yıllarda biçimlenmeye başlamıştır. Bu kabaca ayrım, siyaset bilimi ile siyaset sosyolojisinin ölçütlerine ne denli uygundur; bu tartışılabilir. Sözgelimi Sosyal demokrat partiler, aslında sağ yelpaze içinde değerlendirilmesi gereken partilerdir. Ancak şu bir gerçek ki, ülkemizde var olan diğer birçok kavramlarda ve kurumlarda gözlendiği gibi, Türkiye'deki sağ-sol ayrımı da, ülkenin iç dinamiklerinin bir sonucu olmaktan çok konjonktüreldir; yani dış ilişkiler, bağlantılar ve etkilerle doğrudan ilintilidir. Nitekim bilimsel ölçütlere göre, 1946'da İnönü CHP'si, DP'ye göre daha sağda bir partidir. Bugünkü sağ partilerin anası olarak bilinen DP'nin ktidar olmasından önce, İnönü CHP'si, şimdilerde eleştirilen, irtica olarak suçlandırılan birçok etkinliklere ve uygulamalara kapıyı aralamış, göz yummuş ve ön ayak olmuştur. Tekke ve zaviyelerin açılması, Ticanilere Mecliste Arapça ezan okutulması vs. Bunun görünürdeki nedeni ise, tutucu kesimlerin oy desteğini alabilmek veya onları DP'ye kaptırmamaktır.
İşte bizim bizim burada sözünü edeceğimiz sağ cepheleşme, özellikle demokrasiye geçiş aşamasının sağladığı bu uygun "ödün verme yarışı" ortamını, Cumhuriyetin temel dayanaklarına ve Atatürk'e düşman bir sağ anlayışı yaratmak ve geliştirmek doğrultusunda kullanan ve biçimlendiren bir sağ cepheleşmedir. Bu bir cepheleşmedir diyoruz, çünkü bu çerçevede değerlendirdiğimiz kesimin en çarpıcı ve karakteristik özelliği Atatürk'ü ve Cumhuriyet'i karşı almasıdır; varlık nedeni bu karşıtlık daha doğrusu düşmanlıktır. Zaten kendileri de bunu "milli cephe" "milli ve mukaddesatçı cephe" olarak adlandırmışlardır. Bu cepheleşme iki açıdan önemlidir. Birincisi, bugün bile ayrıksı olmayan söylemlerin, kavramların ve kavramsallaştırmaların o dönemde oluşturulması ve geliştirilmesidir. İkincisi bu cepheleşme içerisinde yer almış olan kadro ve kadrolaşmaların, günümüzün ideolojik ve siyasi yapılanmasına kadar uzanan ve gittikçe artan etkileri ve etkinlikleridir.
Biz burada sağ cephenin düşünce ve eylem yönünden mimarları sayabileceğimiz iki dergiden söz edeceğiz. Birincisi 1943 yılı sonlarına doğru çıkmaya başlayan Necip Fazıl'ın yönetimindeki Büyük Doğu dergisi, diğeri ise Büyük Doğu ile arasında "derin bağlar bulunan" Osman Yüksel Serdengeçti'nin 1947 yılı Nisan'ından başlayarak yayımladığı Serdengeçti dergisidir. Bu ikisi arasındaki görece farklılık yalnızca biçimseldir. Serdengeçti görünüşte milliyetçi söyleme daha fazla ağırlık verir bir havadadır. Ancak her ikisinin de karşıtlıkları ve düşmanlıkları aynıdır. Dayanakları ise gerçekte milliyetçilik değil; tutuculuk, mukaddesatçılık, Osmanlıcılık, Ümmetçilik ve Nurculuktur. Her iksinde de ortak öge dayandıkları kavramların dinsel çıkışlı olması ve dinsel yönden meşru sayılma koşuluna bağlanmasıdır. Bu iki derginin yanında Nureddin Topçu'nun yine o yıllarda çıkarmağa başladığı "Hareket" dergisini de bu çerçeve içerisinde değerlendirmek gerekir. Çünkü Topçu, gerek Büyük Doğu'da, gerekse Serdengeçti'de makaleleri yayımlanmış bir kimsedir ve onun bayraktarlığını yaptığı İslami-Anadoluculuk Düşüncesi ve esprisi bu iki dergiye de egemendir.
Her iki dergi yönünden de ilk başlarda, bugün de takiyyecilik olarak değerlendirilen davranışı gözlemek mümkündür. Söz gelimi, 1943-1946 arasında Büyük Doğu, sanat-kültür-edebiyat ağırlıklı bir dergi görüntüsündedir ve dönemin birçok tanınmış yazarına yer vermiştir. Ancak 1946'dan başlayarak bu dergi bütünüyle Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı bir çizgiyle ortaya çıkmaktadır. Yine de bu derginin ilk sayılarında Atatürk devrimleri gardrop inkılapçılığı olarak hafife alınır. "Dünkü yobaz din yolunun softasıydı, bugünkü dinsizlik yolunun"; "laik milliyetçilik=dinsiz milliyetçilik" tanımlamaları bu karşıtlığın ilk anlamlı işaretleridir. Aynı biçimde Serdengeçti'nin ilk sayısındaki başyazıda M.K.Atatürk'ün sözlerine göndermeler var ise de; yazının girişi şöyle başlamaktadır.
"Allahtan başka kimseden korkmuyoruz. Bizler münkir değiliz. Tanrıdağı kadar Türk, Hıradağı kadar Müslümanız." Bu söylem, açıktan açığa Cumhuriyet döneminin laik Türk ulusu tanımına, Cumhuriyetin ulus temeline ve yalın Türk kavramına doğrudan doğruya bir tepkidir. "Tanrıdağı kadar Türk, Hıradağı kadar müslümanız" sloganı 1969'dan sonra MHP'nin de çok sık kullandığı bir slogandır ve bu adına Türk-İslam sentezi denilen görüşün en açık ve somut bir yansımasıdır.
Bu söylem, aynı zamanda laik Türk Cumhuriyetinin ulus temeline itirazların, kendilerini Türk ulusuna bağlı görmeyen bir takım müslüman unsurlarca, sahte ortak paydalar yaratılmak suretiyle ifadesinden ibarettir.
Her iki dergide de,ortak olan belli başlı kavramlar, söylemler ve temalardan bir kısmını sıralarsak eğer görüntü daha da somutlaşır: "Müslüman-Türk","Müslüman Türk milleti","İslam-Türk","İslam-Türk alemi","Mukaddesat ve mukaddesatçılık","Milli cephe","Milli ve mukaddesatçı cephe","mabetsiz şehir","İrtica yaygarası","mukaddesat düşmanlığı","Kemalizm ve İnkilapçılık maskesi","yirmi yedi yıllık diktatörlük","Anadolu ve Anadoluculuk","Anadolu Ruhu","Bir nesli nasıl mahvettiler","manevi emperyalizm","putlar", "Cumhuriyetçi Sultanlar","İmansızlar Saltanatı","Vicdanlara Baskı","Din Hürriyeti","önce Müslüman, sonra Türk","Binyıllık Anadolu milleti.
Bu dergilerde doğrudan veya dolaylı olarak Cumhuriyet ile Atatürk ilke ve devrimleri yerilirken, bunların karşısında Osmanlı Tarihi, Abdülhamit ve Vahdettin övülmekte; Atatürk'e ve Cumhuriyet'e ters düşen kişiler ve zihniyetler yüceltilmektedir.
Cumhuriyet dönemi köksüz bir batı taklitçiliği ve yabancılaşma olarak değerlendirilmektedir. Ancak Cumhuriyeti bir yabancılaşma ve zoraki yabancılaş-tırma olarak gören bu zihniyet, aslında Cumhuriyete karşı bir başka yabancılaşmanın yaklaşımını sergilemektedir. Türk dilinin sadeleşmesine karşı Osmanlıca ve hatta açık açık Arapça-Farsçanın savunuluculuğu yapılmakta, öztürkçe ile alay edilmektedir. Sözgelimi bugün herkesin benimseyerek kullandığı yar-gıç, tüzük, sayıştay gibi Türkçe sözcükler örnek gösterilerek bunlarla eğlenilmektedir. Dil irticaı adı altında Türkçe düşmanlığı yapılmaktadır. Türkçe ezan ve Türkçe ibadete yönelik Cumhuriyet dönemi uygulamaları karikatürize edilerek yerden yere vurulmakta, tam bir eskiye dönüş savunusu yapılmaktadır.
Fakat her iki dergide de, bir fikir ciddiyeti, inceliği, analitik ve sentetik görüşler ileri sürmek gibi kaygılar yoktur. Esasen buna ihtiyaç da yoktur. Çünkü yapılan, doğrudan ve dolaylı, gizli ve açık Atatürk karşıtı bir reaksiyondur. Bunun için gerekli malzeme ise CHP hükümetlerinin yanlış ve haksız uygulamalarından, yanlış ekonomi politikalarından kaynaklanan genel hoşnutsuzluk ile Atatürkçü diye bilinen veya kendisini öyle gösteren kimselerin yaptıkları yanlışlardır. Bunların yaptığı, bu yanlışları abartarak elden geldiğince kışkırtıcı bir üslupla kullanmaktır. Yoksa hedef aldıkları kişi ve kurumları akılcı ve mantıklı düşünce temeline dayalı bir tahlile veya eleştiriye tabi tutmak söz konusu değildir. Sözgelimi, Kemalizmi bir din gibi göstermeye, Atatürk'e mistik bir takım değerler yüklemeye kalkışanlar hemen her sayıda eleştiri, yergi ve hiciv konusu yapılmaktadır. Bu nokta çok önemlidir. Çünkü bu türden sağlam ve tutarlı düşünce temeli bulunmayan akımların asıl harekete getirici ve hızlandırıcı yanı, kendi dayandıkları düşüncelerin sağlamlığı değil; karşıtlarının sömürüye ve kışkırtmaya açık yanlışlarıdır. Çünkü bunlar varlık nedenlerini, karşıtlarında, onların stratejik ve taktik yanılgı ve yanlışlarında arayıp bulmakta ve bunu demagojik bir üslupla ustaca kullanabilmektedirler. Hitap ettikleri kesimlerin tarikat türü kapalı grup yapısı özelliği göstermeğe yakın ve yatkın oluşu ile bu kitleleri oluşturan kişilerin kapalı zihin yapısı bunların tek boyutlu söylemlerinin ve sloganlarının hiçbir eleştiriye uğramaksızın kabulünü ve çabucak yaygınlaşması sonucunu getirmektedir.
Buraya kadar anlattıklarımızdan çıkan sonuç, kendilerini "milli cephe" "milli ve mukaddesatçı" cephe diye tanımlayan bu cepheleşmenin kavram, söylem ve taktik bazında 1960 sonrasından günümüze kadar uzanan siyasal ve ideolojik biçimlenme ve kamplaşmalarda özellikle muhafazakar sağ parti ve grupların söylemlerine ne denli etki yaptığı, o günkü söylemler ve terminoloji, hatta sloganlar ile bugünküler arasında hemen hiçbir fark bulunmadığıdır.
Bu sağ cepheleşme'nin temelindeki dergilerde yer alan veya görüşleri savunulan kadro ve kişiler günümüze kadar etkili olmuş kimselerdir. Necip Fazıl, bugün sağdaki bir çok ideolojik grup ve parti tarafından benimsenmektedir. Osman Yüksel Serdengeçti de böyledir. Ali Fuat Başgil, işte bu sağ cephenin 1960 ihtilalinden sonra, Cemal Gürsel'e karşı çıkardığı Cumhurbaşkanı adayıdır. Bir bakıma devrin Turgut Özal'ı denilebilir. Yine Nurettin Topçu, Nevzat Yalçıntaş, Cevat Rifat Atilhan, Abdülhakim Arvasi, Said-i Nursi, Bekir Berk, Eşref Edip, S.Arif Emre, Mehmet Şevket Eygi, Mehmet Altınsoy, Feyzi Halıcı ki (kardeşi Mehdi Halıcı bugün Cemşit Bender adıyla kürtçü-bölücülük yapmaktadır) Hüseyin Üzmez, Yavuz Bülent Bakiler gibi isimler kamuoyunca bilinen ve tanınan kimselerdir.
Bu sağ cepheleşme, 1943-1960 arasında, esas itibariyle Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığını eksen almış ise de, soğuk savaş stratejisine uygun olarak özellikle 1960'lardan sonra komünizme ve komünist olarak nitelediği sol hareketlere karşı bir yöneliş içinde olmuştur. Mesela yukarıda adı geçen M.Şevki Eygi'nin meşhur kanlı pazar olaylarındaki rolü bütün kamuoyunca bilinmektedir. Kendi ifadesine göre İzmir'den sonra Erzurum'da ikincisi açılan komünizmle mücadele derneği şubesinin kuruluşunda öncü rolü oynayan Fethullah Gülen, o yıllarda Edirne'ye Necip Fazıl'ı konferans vermesi için çağırmaktadır. Ne var ki diğer bütün sağ partilerde de etkili olan bu sağ cepheleşme,1969 yılından başlayarak MHP'de de gitgide artan biçimde ağırlığını duyurmaya başlamış;bu partinin söylemi de, başlangıçtaki laik ve aksiyoner gibi görünen rengini gittikçe yitirmiş, 1980'e gelindiğinde yeşil kuşak teorisine uygun olarak parti ağırlıklı biçimde, Osmanlıcı ve ümmetçi bir yapıya bürünmüştür. 1969'dan başlayarak, laik ulusçuluğu dayanak alan Türkçülerin dışlanması süreci hızlandıkça, MHP'deki sağ cepheleşme etkisi de artmış ve ağırlaşmıştır. 1969 Adana Kongresinde, Türkçülerin karşısında ümmetçi ve mukaddesatçı kesimi örgütleyerek çıkan ve onların sözcüsü gibi davranarak o zaman çoğu genç yaştaki Türkçüleri kastedip "partiyi birkaç sergerdeye mi bırakacağız" diye tavır alan, Türkeş'i de etkileyerek MHP'nin bu sağ cepheleşmeye çekilmesinde etkili olan kişi yine Osman Yüksel Serdengeçti'dir. Bugün gelinen noktada, MHP* dahil birçok sağ parti ve grup üzerinde etkili olan bu anlayışın ne olduğunun kavranması, sağdaki kitle partileri de dahil olmak üzere, TC'nin ihtiyaç duyduğu bir takım yasal düzenlemelere ve değişmelere karşı gösterilen direncin ve isteksizliğin; benzer olaylarda farklı sağ parti ve grupların benzer tavırları takınmalarının altında yatan nedenleri gösterecektir.
Konumuzun, Türkiye Cumhuriyetinin bugün içinde bulunduğu iç tehdit ve tehlikelerin dış tehditlerden daha öncelikli bir konumda değerlendiriliyor olmasıyla çok yakın bir ilgisi vardır. Ülkemiz çok yakın geçmişte içeriye ve içeride de birbirine yönelik cepheleşmelerin büyük acılarını yaşamıştır. Bunların yaraları henüz çok tazedir ve sarılmamıştır. Bu bakımdan ulusumuzun, bugün birbirini kan ve can düşmanı olarak gören ve buna göre biçimlendirilmiş ve yönlendirilmiş yeni cepheleşme tehlikelerinden uzak tutulması son derece yaşamsaldır. Bunun içindir ki, Türk ulusu 29 Ekim'de yüzbinlerin hep bir ağızdan söylediği onuncu yıl marşı ile coşmuştur. Çünkü o, yanılmaz ve şaşmaz sağduyusu ve içgüdüsü ile Türk ulusunun, devletinin ve Türk Cumhuriyetinin karşı karşıya kaldığı tehlikenin ayırdına varmış ve bunu önlemenin yolunun da birlik ruhundan geçtiğini göstermiştir. O bakım-dan eğer Türkiye'de bir cepheleşme ihtiyacı var ise de bu, doğrudan içe yönelik olmak yani sağ için sol, sol için sağ olmak yerine topyekün emperyalizme karşı bir ulusal cephe, Sayın Çetin Yetkin hocamızın iki yıl önce ortaya attığı adla bir ulusal uzlaşma cephesi olmalıdır.
Şunu iyice anlamalıyız ki, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları özellikle kökten dinci terör örgütleri, kendilerinin beslendiği halk kesimini de kendi yanına itecek sert darbelerin ve uygulamaların beklentisi içindedirler. Hem de ellerini oğuşturarak. Çünkü bugüne kadarki bütün ara rejim uygulamalarından bu kesimlerin güçlenerek çıktığı bir gerçektir. Çünkü bunlar, söylediğimiz gibi, karşıtlarının stratejik ve taktik yan-lışlarını çok ustaca bir demagoji ile kitlelere aktarıp etkili ve tehlikeli olabilmektedirler. Sivas olayları dahi, bunların harekete geçmek için, böyle bir tepkime mekanizması kullandıklarını ortaya koyan en somut örnektir. O bakımdan yıkıcı ve bölücü dinsel ideolojilere karşı olmak ile dinin toplumsal ve bireysel yaşamdaki gerçek yeri ve işlevi iyice ayırt edilmelidir. Tehlike yalnızca genel bir dinsel boyut değil, mezhepçilik boyutlarını da içerdiğinden, geçmişin acı deneyleri ışığında çok dikkatli düşünülmeli ve hareket edilmelidir. Şunu da unutmayalım ki Türk Halkının din ve mezhep kavgalarının içine çekileceği tehlikeli bir cepheleşmeyi ellerini oğuşturarak bekleyen bir grup daha vardır. Bunlar ise Askeri planda yenilmiş gibi gözüken ve bize göre iç tehdit sıralamasında ikinci plana atılmaktan bir bakıma da memnun bulunan, böylesi muhtemel bir çatışmadan gerçekte yarar görecek tek grup olan bölücü terör örgütü ve bölücü akımdır.
Son tahlilde, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığına dayalı sağ cepheleşmenin ideolojisi siyasi ümmetçiliğe dayalı olduğu için, bunun asıl tehlikeli yanı Cumhuriyetin ulus temeline ve laik temellerine doğrudan ve dolaylı bir saldırı olmasıdır. Türk ulusunu ümmetleştirme ve dolayısıyla Araplaştırmaya hizmet ediyor olmasıdır. Eylemleri bu gayelere yöneliktir. Bunların hedeflediği ümmet birliği ve islam birliğinin Türkiye' nin zararına olacağı da açıktır. Çünkü kendi aralarında dahi hiçbir konuda birleşemeyen Arap ülkeleri, herkesin bildiği gibi, daha bundan birkaç gün önce İran'ı da yanlarına katarak, Türkiye'nin Kuzey Irak'ta haklı olarak bulunmasına karşı birleşebilmişlerdir. Bu ibret vericidir. Çünkü İsrail'e karşı dahi birleşemeyen Arapların düşünce yapısında Türk düşmanlığı çok önemli bir yer tutar. Öyle ki, Arap ulusunu ve ulusçuluğunu oluşturan dayanaklardan biri dil, öteki dinse, üçüncüsü muhakkak surette Türk düşmanlığıdır. Biz istesek de istemesek de bu böyledir.
Şu halde, Türk ulusçuluğu bugün yerini ve yönünü belirlerken bu gerçekleri yok sayamaz. O sebeple de, yeri Türk diline, Türk varlığına, Türk ulus devletine ve Türk Cumhuriyetine düşman olan ümmetçilikle aynı yer değildir; olmamalıdır ve olmayacaktır.
____________________________________________________________________________
*Bu bildiriden bir iki gün sonra, MHP genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Hürriyet'te yer alan bir beyanatına göre, "MHP, Cumhuriyetin temel nitelikleri doğrultusunda politika yapmaya devam edecektir." Aynı günlerde çıkan ve MHP çizgisinde yayın yapan Kurultay adlı haftalık gazete de "Ülkücülük sağcılık değildir" biçiminde başlık atmıştır. Bu iki olgu birlikte değerlendirildiğinde, MHP yöneticilerinin de, bugünkü sağlıksız yapıdan kurtulmak doğrultusunda, sözünü ettiğimiz sağ cepheleşmeden sıyrılmak isteği ve ihtiyacı içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. MHP'nin bugün bu konuda alacağı açık ve kesin tavır, geleceğinin ne olacağınıda belirleyecektir. Ancak MHP'nin, adındaki milliyetçi ibaresini atmadığı sürece, kendi içindeki Osmanlıcı ve ümmetçi yapıyla barışması mümkün gözükmemektedir.
*Yeni Hayat dergisi 1998 Yılı Ocak sayısı
İşte bizim bizim burada sözünü edeceğimiz sağ cepheleşme, özellikle demokrasiye geçiş aşamasının sağladığı bu uygun "ödün verme yarışı" ortamını, Cumhuriyetin temel dayanaklarına ve Atatürk'e düşman bir sağ anlayışı yaratmak ve geliştirmek doğrultusunda kullanan ve biçimlendiren bir sağ cepheleşmedir. Bu bir cepheleşmedir diyoruz, çünkü bu çerçevede değerlendirdiğimiz kesimin en çarpıcı ve karakteristik özelliği Atatürk'ü ve Cumhuriyet'i karşı almasıdır; varlık nedeni bu karşıtlık daha doğrusu düşmanlıktır. Zaten kendileri de bunu "milli cephe" "milli ve mukaddesatçı cephe" olarak adlandırmışlardır. Bu cepheleşme iki açıdan önemlidir. Birincisi, bugün bile ayrıksı olmayan söylemlerin, kavramların ve kavramsallaştırmaların o dönemde oluşturulması ve geliştirilmesidir. İkincisi bu cepheleşme içerisinde yer almış olan kadro ve kadrolaşmaların, günümüzün ideolojik ve siyasi yapılanmasına kadar uzanan ve gittikçe artan etkileri ve etkinlikleridir.
Biz burada sağ cephenin düşünce ve eylem yönünden mimarları sayabileceğimiz iki dergiden söz edeceğiz. Birincisi 1943 yılı sonlarına doğru çıkmaya başlayan Necip Fazıl'ın yönetimindeki Büyük Doğu dergisi, diğeri ise Büyük Doğu ile arasında "derin bağlar bulunan" Osman Yüksel Serdengeçti'nin 1947 yılı Nisan'ından başlayarak yayımladığı Serdengeçti dergisidir. Bu ikisi arasındaki görece farklılık yalnızca biçimseldir. Serdengeçti görünüşte milliyetçi söyleme daha fazla ağırlık verir bir havadadır. Ancak her ikisinin de karşıtlıkları ve düşmanlıkları aynıdır. Dayanakları ise gerçekte milliyetçilik değil; tutuculuk, mukaddesatçılık, Osmanlıcılık, Ümmetçilik ve Nurculuktur. Her iksinde de ortak öge dayandıkları kavramların dinsel çıkışlı olması ve dinsel yönden meşru sayılma koşuluna bağlanmasıdır. Bu iki derginin yanında Nureddin Topçu'nun yine o yıllarda çıkarmağa başladığı "Hareket" dergisini de bu çerçeve içerisinde değerlendirmek gerekir. Çünkü Topçu, gerek Büyük Doğu'da, gerekse Serdengeçti'de makaleleri yayımlanmış bir kimsedir ve onun bayraktarlığını yaptığı İslami-Anadoluculuk Düşüncesi ve esprisi bu iki dergiye de egemendir.
Her iki dergi yönünden de ilk başlarda, bugün de takiyyecilik olarak değerlendirilen davranışı gözlemek mümkündür. Söz gelimi, 1943-1946 arasında Büyük Doğu, sanat-kültür-edebiyat ağırlıklı bir dergi görüntüsündedir ve dönemin birçok tanınmış yazarına yer vermiştir. Ancak 1946'dan başlayarak bu dergi bütünüyle Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı bir çizgiyle ortaya çıkmaktadır. Yine de bu derginin ilk sayılarında Atatürk devrimleri gardrop inkılapçılığı olarak hafife alınır. "Dünkü yobaz din yolunun softasıydı, bugünkü dinsizlik yolunun"; "laik milliyetçilik=dinsiz milliyetçilik" tanımlamaları bu karşıtlığın ilk anlamlı işaretleridir. Aynı biçimde Serdengeçti'nin ilk sayısındaki başyazıda M.K.Atatürk'ün sözlerine göndermeler var ise de; yazının girişi şöyle başlamaktadır.
"Allahtan başka kimseden korkmuyoruz. Bizler münkir değiliz. Tanrıdağı kadar Türk, Hıradağı kadar Müslümanız." Bu söylem, açıktan açığa Cumhuriyet döneminin laik Türk ulusu tanımına, Cumhuriyetin ulus temeline ve yalın Türk kavramına doğrudan doğruya bir tepkidir. "Tanrıdağı kadar Türk, Hıradağı kadar müslümanız" sloganı 1969'dan sonra MHP'nin de çok sık kullandığı bir slogandır ve bu adına Türk-İslam sentezi denilen görüşün en açık ve somut bir yansımasıdır.
Bu söylem, aynı zamanda laik Türk Cumhuriyetinin ulus temeline itirazların, kendilerini Türk ulusuna bağlı görmeyen bir takım müslüman unsurlarca, sahte ortak paydalar yaratılmak suretiyle ifadesinden ibarettir.
Her iki dergide de,ortak olan belli başlı kavramlar, söylemler ve temalardan bir kısmını sıralarsak eğer görüntü daha da somutlaşır: "Müslüman-Türk","Müslüman Türk milleti","İslam-Türk","İslam-Türk alemi","Mukaddesat ve mukaddesatçılık","Milli cephe","Milli ve mukaddesatçı cephe","mabetsiz şehir","İrtica yaygarası","mukaddesat düşmanlığı","Kemalizm ve İnkilapçılık maskesi","yirmi yedi yıllık diktatörlük","Anadolu ve Anadoluculuk","Anadolu Ruhu","Bir nesli nasıl mahvettiler","manevi emperyalizm","putlar", "Cumhuriyetçi Sultanlar","İmansızlar Saltanatı","Vicdanlara Baskı","Din Hürriyeti","önce Müslüman, sonra Türk","Binyıllık Anadolu milleti.
Bu dergilerde doğrudan veya dolaylı olarak Cumhuriyet ile Atatürk ilke ve devrimleri yerilirken, bunların karşısında Osmanlı Tarihi, Abdülhamit ve Vahdettin övülmekte; Atatürk'e ve Cumhuriyet'e ters düşen kişiler ve zihniyetler yüceltilmektedir.
Cumhuriyet dönemi köksüz bir batı taklitçiliği ve yabancılaşma olarak değerlendirilmektedir. Ancak Cumhuriyeti bir yabancılaşma ve zoraki yabancılaş-tırma olarak gören bu zihniyet, aslında Cumhuriyete karşı bir başka yabancılaşmanın yaklaşımını sergilemektedir. Türk dilinin sadeleşmesine karşı Osmanlıca ve hatta açık açık Arapça-Farsçanın savunuluculuğu yapılmakta, öztürkçe ile alay edilmektedir. Sözgelimi bugün herkesin benimseyerek kullandığı yar-gıç, tüzük, sayıştay gibi Türkçe sözcükler örnek gösterilerek bunlarla eğlenilmektedir. Dil irticaı adı altında Türkçe düşmanlığı yapılmaktadır. Türkçe ezan ve Türkçe ibadete yönelik Cumhuriyet dönemi uygulamaları karikatürize edilerek yerden yere vurulmakta, tam bir eskiye dönüş savunusu yapılmaktadır.
Fakat her iki dergide de, bir fikir ciddiyeti, inceliği, analitik ve sentetik görüşler ileri sürmek gibi kaygılar yoktur. Esasen buna ihtiyaç da yoktur. Çünkü yapılan, doğrudan ve dolaylı, gizli ve açık Atatürk karşıtı bir reaksiyondur. Bunun için gerekli malzeme ise CHP hükümetlerinin yanlış ve haksız uygulamalarından, yanlış ekonomi politikalarından kaynaklanan genel hoşnutsuzluk ile Atatürkçü diye bilinen veya kendisini öyle gösteren kimselerin yaptıkları yanlışlardır. Bunların yaptığı, bu yanlışları abartarak elden geldiğince kışkırtıcı bir üslupla kullanmaktır. Yoksa hedef aldıkları kişi ve kurumları akılcı ve mantıklı düşünce temeline dayalı bir tahlile veya eleştiriye tabi tutmak söz konusu değildir. Sözgelimi, Kemalizmi bir din gibi göstermeye, Atatürk'e mistik bir takım değerler yüklemeye kalkışanlar hemen her sayıda eleştiri, yergi ve hiciv konusu yapılmaktadır. Bu nokta çok önemlidir. Çünkü bu türden sağlam ve tutarlı düşünce temeli bulunmayan akımların asıl harekete getirici ve hızlandırıcı yanı, kendi dayandıkları düşüncelerin sağlamlığı değil; karşıtlarının sömürüye ve kışkırtmaya açık yanlışlarıdır. Çünkü bunlar varlık nedenlerini, karşıtlarında, onların stratejik ve taktik yanılgı ve yanlışlarında arayıp bulmakta ve bunu demagojik bir üslupla ustaca kullanabilmektedirler. Hitap ettikleri kesimlerin tarikat türü kapalı grup yapısı özelliği göstermeğe yakın ve yatkın oluşu ile bu kitleleri oluşturan kişilerin kapalı zihin yapısı bunların tek boyutlu söylemlerinin ve sloganlarının hiçbir eleştiriye uğramaksızın kabulünü ve çabucak yaygınlaşması sonucunu getirmektedir.
Buraya kadar anlattıklarımızdan çıkan sonuç, kendilerini "milli cephe" "milli ve mukaddesatçı" cephe diye tanımlayan bu cepheleşmenin kavram, söylem ve taktik bazında 1960 sonrasından günümüze kadar uzanan siyasal ve ideolojik biçimlenme ve kamplaşmalarda özellikle muhafazakar sağ parti ve grupların söylemlerine ne denli etki yaptığı, o günkü söylemler ve terminoloji, hatta sloganlar ile bugünküler arasında hemen hiçbir fark bulunmadığıdır.
Bu sağ cepheleşme'nin temelindeki dergilerde yer alan veya görüşleri savunulan kadro ve kişiler günümüze kadar etkili olmuş kimselerdir. Necip Fazıl, bugün sağdaki bir çok ideolojik grup ve parti tarafından benimsenmektedir. Osman Yüksel Serdengeçti de böyledir. Ali Fuat Başgil, işte bu sağ cephenin 1960 ihtilalinden sonra, Cemal Gürsel'e karşı çıkardığı Cumhurbaşkanı adayıdır. Bir bakıma devrin Turgut Özal'ı denilebilir. Yine Nurettin Topçu, Nevzat Yalçıntaş, Cevat Rifat Atilhan, Abdülhakim Arvasi, Said-i Nursi, Bekir Berk, Eşref Edip, S.Arif Emre, Mehmet Şevket Eygi, Mehmet Altınsoy, Feyzi Halıcı ki (kardeşi Mehdi Halıcı bugün Cemşit Bender adıyla kürtçü-bölücülük yapmaktadır) Hüseyin Üzmez, Yavuz Bülent Bakiler gibi isimler kamuoyunca bilinen ve tanınan kimselerdir.
Bu sağ cepheleşme, 1943-1960 arasında, esas itibariyle Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığını eksen almış ise de, soğuk savaş stratejisine uygun olarak özellikle 1960'lardan sonra komünizme ve komünist olarak nitelediği sol hareketlere karşı bir yöneliş içinde olmuştur. Mesela yukarıda adı geçen M.Şevki Eygi'nin meşhur kanlı pazar olaylarındaki rolü bütün kamuoyunca bilinmektedir. Kendi ifadesine göre İzmir'den sonra Erzurum'da ikincisi açılan komünizmle mücadele derneği şubesinin kuruluşunda öncü rolü oynayan Fethullah Gülen, o yıllarda Edirne'ye Necip Fazıl'ı konferans vermesi için çağırmaktadır. Ne var ki diğer bütün sağ partilerde de etkili olan bu sağ cepheleşme,1969 yılından başlayarak MHP'de de gitgide artan biçimde ağırlığını duyurmaya başlamış;bu partinin söylemi de, başlangıçtaki laik ve aksiyoner gibi görünen rengini gittikçe yitirmiş, 1980'e gelindiğinde yeşil kuşak teorisine uygun olarak parti ağırlıklı biçimde, Osmanlıcı ve ümmetçi bir yapıya bürünmüştür. 1969'dan başlayarak, laik ulusçuluğu dayanak alan Türkçülerin dışlanması süreci hızlandıkça, MHP'deki sağ cepheleşme etkisi de artmış ve ağırlaşmıştır. 1969 Adana Kongresinde, Türkçülerin karşısında ümmetçi ve mukaddesatçı kesimi örgütleyerek çıkan ve onların sözcüsü gibi davranarak o zaman çoğu genç yaştaki Türkçüleri kastedip "partiyi birkaç sergerdeye mi bırakacağız" diye tavır alan, Türkeş'i de etkileyerek MHP'nin bu sağ cepheleşmeye çekilmesinde etkili olan kişi yine Osman Yüksel Serdengeçti'dir. Bugün gelinen noktada, MHP* dahil birçok sağ parti ve grup üzerinde etkili olan bu anlayışın ne olduğunun kavranması, sağdaki kitle partileri de dahil olmak üzere, TC'nin ihtiyaç duyduğu bir takım yasal düzenlemelere ve değişmelere karşı gösterilen direncin ve isteksizliğin; benzer olaylarda farklı sağ parti ve grupların benzer tavırları takınmalarının altında yatan nedenleri gösterecektir.
Konumuzun, Türkiye Cumhuriyetinin bugün içinde bulunduğu iç tehdit ve tehlikelerin dış tehditlerden daha öncelikli bir konumda değerlendiriliyor olmasıyla çok yakın bir ilgisi vardır. Ülkemiz çok yakın geçmişte içeriye ve içeride de birbirine yönelik cepheleşmelerin büyük acılarını yaşamıştır. Bunların yaraları henüz çok tazedir ve sarılmamıştır. Bu bakımdan ulusumuzun, bugün birbirini kan ve can düşmanı olarak gören ve buna göre biçimlendirilmiş ve yönlendirilmiş yeni cepheleşme tehlikelerinden uzak tutulması son derece yaşamsaldır. Bunun içindir ki, Türk ulusu 29 Ekim'de yüzbinlerin hep bir ağızdan söylediği onuncu yıl marşı ile coşmuştur. Çünkü o, yanılmaz ve şaşmaz sağduyusu ve içgüdüsü ile Türk ulusunun, devletinin ve Türk Cumhuriyetinin karşı karşıya kaldığı tehlikenin ayırdına varmış ve bunu önlemenin yolunun da birlik ruhundan geçtiğini göstermiştir. O bakım-dan eğer Türkiye'de bir cepheleşme ihtiyacı var ise de bu, doğrudan içe yönelik olmak yani sağ için sol, sol için sağ olmak yerine topyekün emperyalizme karşı bir ulusal cephe, Sayın Çetin Yetkin hocamızın iki yıl önce ortaya attığı adla bir ulusal uzlaşma cephesi olmalıdır.
Şunu iyice anlamalıyız ki, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları özellikle kökten dinci terör örgütleri, kendilerinin beslendiği halk kesimini de kendi yanına itecek sert darbelerin ve uygulamaların beklentisi içindedirler. Hem de ellerini oğuşturarak. Çünkü bugüne kadarki bütün ara rejim uygulamalarından bu kesimlerin güçlenerek çıktığı bir gerçektir. Çünkü bunlar, söylediğimiz gibi, karşıtlarının stratejik ve taktik yan-lışlarını çok ustaca bir demagoji ile kitlelere aktarıp etkili ve tehlikeli olabilmektedirler. Sivas olayları dahi, bunların harekete geçmek için, böyle bir tepkime mekanizması kullandıklarını ortaya koyan en somut örnektir. O bakımdan yıkıcı ve bölücü dinsel ideolojilere karşı olmak ile dinin toplumsal ve bireysel yaşamdaki gerçek yeri ve işlevi iyice ayırt edilmelidir. Tehlike yalnızca genel bir dinsel boyut değil, mezhepçilik boyutlarını da içerdiğinden, geçmişin acı deneyleri ışığında çok dikkatli düşünülmeli ve hareket edilmelidir. Şunu da unutmayalım ki Türk Halkının din ve mezhep kavgalarının içine çekileceği tehlikeli bir cepheleşmeyi ellerini oğuşturarak bekleyen bir grup daha vardır. Bunlar ise Askeri planda yenilmiş gibi gözüken ve bize göre iç tehdit sıralamasında ikinci plana atılmaktan bir bakıma da memnun bulunan, böylesi muhtemel bir çatışmadan gerçekte yarar görecek tek grup olan bölücü terör örgütü ve bölücü akımdır.
Son tahlilde, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığına dayalı sağ cepheleşmenin ideolojisi siyasi ümmetçiliğe dayalı olduğu için, bunun asıl tehlikeli yanı Cumhuriyetin ulus temeline ve laik temellerine doğrudan ve dolaylı bir saldırı olmasıdır. Türk ulusunu ümmetleştirme ve dolayısıyla Araplaştırmaya hizmet ediyor olmasıdır. Eylemleri bu gayelere yöneliktir. Bunların hedeflediği ümmet birliği ve islam birliğinin Türkiye' nin zararına olacağı da açıktır. Çünkü kendi aralarında dahi hiçbir konuda birleşemeyen Arap ülkeleri, herkesin bildiği gibi, daha bundan birkaç gün önce İran'ı da yanlarına katarak, Türkiye'nin Kuzey Irak'ta haklı olarak bulunmasına karşı birleşebilmişlerdir. Bu ibret vericidir. Çünkü İsrail'e karşı dahi birleşemeyen Arapların düşünce yapısında Türk düşmanlığı çok önemli bir yer tutar. Öyle ki, Arap ulusunu ve ulusçuluğunu oluşturan dayanaklardan biri dil, öteki dinse, üçüncüsü muhakkak surette Türk düşmanlığıdır. Biz istesek de istemesek de bu böyledir.
Şu halde, Türk ulusçuluğu bugün yerini ve yönünü belirlerken bu gerçekleri yok sayamaz. O sebeple de, yeri Türk diline, Türk varlığına, Türk ulus devletine ve Türk Cumhuriyetine düşman olan ümmetçilikle aynı yer değildir; olmamalıdır ve olmayacaktır.
____________________________________________________________________________
*Bu bildiriden bir iki gün sonra, MHP genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Hürriyet'te yer alan bir beyanatına göre, "MHP, Cumhuriyetin temel nitelikleri doğrultusunda politika yapmaya devam edecektir." Aynı günlerde çıkan ve MHP çizgisinde yayın yapan Kurultay adlı haftalık gazete de "Ülkücülük sağcılık değildir" biçiminde başlık atmıştır. Bu iki olgu birlikte değerlendirildiğinde, MHP yöneticilerinin de, bugünkü sağlıksız yapıdan kurtulmak doğrultusunda, sözünü ettiğimiz sağ cepheleşmeden sıyrılmak isteği ve ihtiyacı içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. MHP'nin bugün bu konuda alacağı açık ve kesin tavır, geleceğinin ne olacağınıda belirleyecektir. Ancak MHP'nin, adındaki milliyetçi ibaresini atmadığı sürece, kendi içindeki Osmanlıcı ve ümmetçi yapıyla barışması mümkün gözükmemektedir.
*Yeni Hayat dergisi 1998 Yılı Ocak sayısı
Milli Kimliğin Aşındırılması; Siyasi Ümmetçilik ve Türk-İslam Sentezcileri!
Beni ilgilendiren nokta, dinsel kavram ve kabullerin bir düşüncenin içine yerleştirilerek o düşüncenin düşünce olmaktan çıkarılması, farklı bir düzleme çekilmek istenmesidir. İslam dinine inanmak ve mensup olmak ile dini siyasete alet etmek yahut dini ideoloji haline getirmek birbirinden farklı şeylerdir.
Dinsel kavram ve kabulleri Türk milliyetçiliğinin içine ısrarla sokmaya, eklemeye, yamamaya çalışanlar ya bilgisizdirler yahut da art niyetlidirler. Necip Fazıl ve Arvasi gibiler, Atatürk’ün yalın biçimde ifade ettiği“Ne mutlu Türk’üm diyene” sözüne inat, ısrarla Türk kelimesinin önüne Müslüman- İslam sıfatını yerleştirerek Milliyetçiliği yozlaştırmışlardır. Asıl bölücülük de işte o zaman başlamıştır.
Siyasal İslamcılar, kendi görüşlerine karşı çıkan insanlarımızı (ki pek çok ülkücü bu tuzağa düşürülmüştür) “yoksa sen Müslüman değil misin?” ve benzeri sorularla bunaltarak milli reflekslerini köreltmiş, milli/ulusal bilinçlerini zayıflatmışlar veya yok etmişlerdir.
İşte Türkiye'nın başına karabasan (kabus) gibi çöken AKP, bir önceki paylaşımda anlattığımız bu Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığına ve düşmanlığına dayalı sağ cepheleşme sürecinin zehirli meyvesidir.
Siyasal islam cahil toplum üzerinde etkili olunca din adı altında gönüllü arapçılık yapıliyor.bunun adı açıkça"kültür emperyalizmidir".
Dinsel kavram ve kabulleri Türk milliyetçiliğinin içine ısrarla sokmaya, eklemeye, yamamaya çalışanlar ya bilgisizdirler yahut da art niyetlidirler. Necip Fazıl ve Arvasi gibiler, Atatürk’ün yalın biçimde ifade ettiği“Ne mutlu Türk’üm diyene” sözüne inat, ısrarla Türk kelimesinin önüne Müslüman- İslam sıfatını yerleştirerek Milliyetçiliği yozlaştırmışlardır. Asıl bölücülük de işte o zaman başlamıştır.
Siyasal İslamcılar, kendi görüşlerine karşı çıkan insanlarımızı (ki pek çok ülkücü bu tuzağa düşürülmüştür) “yoksa sen Müslüman değil misin?” ve benzeri sorularla bunaltarak milli reflekslerini köreltmiş, milli/ulusal bilinçlerini zayıflatmışlar veya yok etmişlerdir.
İşte Türkiye'nın başına karabasan (kabus) gibi çöken AKP, bir önceki paylaşımda anlattığımız bu Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığına ve düşmanlığına dayalı sağ cepheleşme sürecinin zehirli meyvesidir.
Siyasal islam cahil toplum üzerinde etkili olunca din adı altında gönüllü arapçılık yapıliyor.bunun adı açıkça"kültür emperyalizmidir".
Similar topics
» Dünden bugüne islamcılık satanlar.....
» CUMHURİYET, ATATÜRK VE ORDU DÜŞMANLIĞINI DİN VE DEMOKRASİ ÜZERİNDEN
» Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının YAKIN TARİHİMİZLE ilgili, bilmedi
» Mareşal Fevzi Çakmak Paşa
» Türk düşmanlığı, Mehmetçik düşmanlığı, Cumhuriyet düşmanlığı, Atatürk
» CUMHURİYET, ATATÜRK VE ORDU DÜŞMANLIĞINI DİN VE DEMOKRASİ ÜZERİNDEN
» Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının YAKIN TARİHİMİZLE ilgili, bilmedi
» Mareşal Fevzi Çakmak Paşa
» Türk düşmanlığı, Mehmetçik düşmanlığı, Cumhuriyet düşmanlığı, Atatürk
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz