TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN DURUM TESPİTİ
1 sayfadaki 1 sayfası
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN DURUM TESPİTİ
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN DURUM TESPİTİ
BOP ile Türkiye'nin sınırlarına dayanan iki coğrafya Orta Doğu ve Kafkasya/Orta Asya a büyük bir dönüşümün içine sokulmaya çalışılırken ülkemizde ağır bir krizden geçmektedir. 1991'den bu yana süren bu ağır kriz politik, ekonomik, toplumsal, kültürel, askeri ve kimlik alanlarını kapsamaktadır. Irak savaşının bölgesel sonuçları bir yandan Avrupa Birliğine giriş süreci, diğer yandan ülkemizin karşı karşıya olduğu kriz sürecini daha da ağırlaştıracaktır.
Krizin yarattığı en büyük tahribat, yurttaşların yürekleri ve beyinlerinde, yaşanmakta, insanımız; ülkesine, devletine, geleceğine ve kendisine olan güvenini yitirmektedir. Türk devleti ve halkı bir irade zaafı süreci içerisindedir. Genel bir kötümserlik ve yılgınlık havası, Türkiye'nin üzerini ve Türk insanının yüreğini kaplamıştır.
Gençler, işadamları, gittikçe artan sayıda insan Türkiye'nin geleceğine umudunu yitiyor. Ülkemiz son yirmi yılda ekonomik anlamda zorunluluklar, yanlış uygulamalar, doğal felâketler ve soygunlar neticesinde yüz milyarlarca Dolar kayba uğramıştır: PKK ile verilen mücadelede harcanan büyük meblağlara ek olarak, Gümrük Birliği'nden kaybımız 74 milyar Dolar, Körfez Krizi sonrasında hesaplanabilir kaybımız 44 milyar Dolar, bankalardan hortumlanan paralar 40 milyar Dolar, büyük depremde harcanan milyarlarca Dolardır. 1965'ten bu yana sosyal güvenlik sistemi kötü yönetimden dolayı birleşik faiz üzerinden 179 milyar Dolar zarar etmiştir.
Ancak mevcut krizi daha da ağırlaştıran Türkiye Cumhuriyeti devletini yöneten iktidarın milli kimlik krizine girmiş olmasıdır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın politika ve açıklamalarında, bu milli kimlik krizi kendisini en somut şekilde ortaya koymaktadır. Ulaşılan aşamada Erdoğan'ın milli kimlik krizi Türkiye için bir milli güvenlik sorununa dönüşmüştür. Erdoğan siyasal kariyerini "Türk-olmamak" üzerine kurmuş bir siyasal liderdir. Erdoğan'ın kendisini anayasanın anladığı anlamda Türk olarak görmekte zorlanmasının maliyeti, Kıbrıs ve Irak'da gayet açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Erdoğan, Türkiye'yi bir etnik mozaik olarak görmekte ve Türkleri de Türkiye'de yaşayan etnik gruplardan birisi olarak değerlendirmektedir. Bundan dolayı, "hakim kültüre karşıyız" diyerek, Türk kültürünün hakim kültür olmasına karşı çıktığını açıklamaktadır.
Sonuç olarak yaşanan ağır kriz, Türk siyasal ve bürokratik elitinin Türkiye'ye yönelik tehditleri tespit etme ve mücadele de ya yetersiz kalmaları ya da gaflet, dalalet veya ihanet içinde olmasından dolayı Türk devleti ve halkı bir irade zaafı süreci içindedir. Bu umutsuzluk atmosferinin yabancı psikolojik operasyon odakları ve onların yerli işbirlikçileri tarafından da beslendiğini ve Türk insanına, bir yenilmişlik ve umutsuzluk atmosferinin aşılandığı görülmektedir.
Oysa biz Türklerin yenilmişlik ve umutsuzluk duyguları içinde olmamızın hiçbir nedeni yoktur. Bizim kendimizle, yani Türklerle ilgili analizlerde aklımızda tutacağımız ilk gerçek, Çinliler ile birlikte tarihin en kıdemli iki ulusundan birisi olduğumuz hususudur. Türk ulusu, Avrupa-Asya-Afrika'dan oluşan "Dünya Adasında" büyük bir dinamizm göstererek yaşamış, 85 milyon kilometre kare olan bu dev coğrafyanın, 55 milyon kilometre karesini tarihin değişik dönemlerinde yaşam ve egemenlik sahası haline getirmiştir. Bu milletin unsurları halen Kamkaçya yarımadasından Kosova'ya uzanan uzanan binlerce kilometrelik kilometrelik bir alanda yaşamaktadır. Tarihimiz ve tarihimizin sahip olduğu jeopolitik, bu umutsuzluğun ve yılgınlığın haklı olmadığını göstermektedir.
Tarihimize bakar ve onu anlar isek, bugünü hakkı ile kavrarsak, geleceği doğru görür isek umutsuz, yılgın olmak için hakkımızın olmadığını gayet iyi anlarız. 21. yüzyılın başı gerek Türkiye gerek dünya Türklüğü için 18. yüzyıldan buyana en şanslı geleceğinin en parlak olduğu yüzyılın başıdır. 1701'de 18. yüzyılın başında, Karlofça'nın üzerinden iki sene geçmişti, 1801'de 19. yüzyılın başında Fransız ordusu Mısır'a çıkmıştı. 1901 ise Mondros'un ve Sevr'in habercisi idi.
Oysa, 2001, 21. yüzyılın ve 3. bin yılın başı, son 400 senede Türklüğün en şanslı olduğu yüzyıldır. 1991, Türklüğün Sakarya önünde duran geri çekilişi şimdi dünya Türklüğü içinde gerçekleşiyor ve Kazan önünde 440 sene önce başlayan geri çekilme durmuştur. Türkistan, Kazan, Azerbaycan'da bütün Türk dünyasında Türk milliyetçiliği ateşi tekrar yanmaya başlamıştır. Şimdi sıra, Türkiye'de Türk milliyetçiliğinin ideolojik, politik vee ahlaki bir diriliş yaşayarak Türkiye'nin içine girmiş olduğu ağır ve yaşamsal bir tehdit haline dönüşmüş olan krizi aşmasına öncülük etmesine gelmiştir. Türk milliyetçilerinin önümüzdeki on yılda stratejik hedefi hırpalanan ve yıpranan Türkiye Cumhuriyeti milli devletini tekrar kurmaktır. Gelecek 30 yılda ise Türk devletlerini dünya siyasetinde bir güç faktörü haline getirecek Türk Liğinin kurulması Türk milliyetçilerinin stratejik hedefi olmalıdır.
3. bin yılın başında Türklüğün jeopolitiği yeniden tanımlanmak zorundadır. Amaç ne Asya'ya dönüş, ne de Avrupa'da yok oluş ve teslimiyettir. Hedef, Asya ve Avrupa'da sağlam bir zemine basan Türk Dünyası jeopolitiğidir. Bunun gerçekleşmesi ise, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu ideolojisi olan Türk milliyetçiliğinin kendisini ideolojik ve politik bir program yenilenmesinden geçirerek topluma en ileri ideolojik olarak önderlik edebilmesine ve Türkiye Cumhuriyeti'ni yeniden inşa edebilmesine bağlıdır.
Prof. Dr. Ümit Özdağ
BOP ile Türkiye'nin sınırlarına dayanan iki coğrafya Orta Doğu ve Kafkasya/Orta Asya a büyük bir dönüşümün içine sokulmaya çalışılırken ülkemizde ağır bir krizden geçmektedir. 1991'den bu yana süren bu ağır kriz politik, ekonomik, toplumsal, kültürel, askeri ve kimlik alanlarını kapsamaktadır. Irak savaşının bölgesel sonuçları bir yandan Avrupa Birliğine giriş süreci, diğer yandan ülkemizin karşı karşıya olduğu kriz sürecini daha da ağırlaştıracaktır.
Krizin yarattığı en büyük tahribat, yurttaşların yürekleri ve beyinlerinde, yaşanmakta, insanımız; ülkesine, devletine, geleceğine ve kendisine olan güvenini yitirmektedir. Türk devleti ve halkı bir irade zaafı süreci içerisindedir. Genel bir kötümserlik ve yılgınlık havası, Türkiye'nin üzerini ve Türk insanının yüreğini kaplamıştır.
Gençler, işadamları, gittikçe artan sayıda insan Türkiye'nin geleceğine umudunu yitiyor. Ülkemiz son yirmi yılda ekonomik anlamda zorunluluklar, yanlış uygulamalar, doğal felâketler ve soygunlar neticesinde yüz milyarlarca Dolar kayba uğramıştır: PKK ile verilen mücadelede harcanan büyük meblağlara ek olarak, Gümrük Birliği'nden kaybımız 74 milyar Dolar, Körfez Krizi sonrasında hesaplanabilir kaybımız 44 milyar Dolar, bankalardan hortumlanan paralar 40 milyar Dolar, büyük depremde harcanan milyarlarca Dolardır. 1965'ten bu yana sosyal güvenlik sistemi kötü yönetimden dolayı birleşik faiz üzerinden 179 milyar Dolar zarar etmiştir.
Ancak mevcut krizi daha da ağırlaştıran Türkiye Cumhuriyeti devletini yöneten iktidarın milli kimlik krizine girmiş olmasıdır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın politika ve açıklamalarında, bu milli kimlik krizi kendisini en somut şekilde ortaya koymaktadır. Ulaşılan aşamada Erdoğan'ın milli kimlik krizi Türkiye için bir milli güvenlik sorununa dönüşmüştür. Erdoğan siyasal kariyerini "Türk-olmamak" üzerine kurmuş bir siyasal liderdir. Erdoğan'ın kendisini anayasanın anladığı anlamda Türk olarak görmekte zorlanmasının maliyeti, Kıbrıs ve Irak'da gayet açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Erdoğan, Türkiye'yi bir etnik mozaik olarak görmekte ve Türkleri de Türkiye'de yaşayan etnik gruplardan birisi olarak değerlendirmektedir. Bundan dolayı, "hakim kültüre karşıyız" diyerek, Türk kültürünün hakim kültür olmasına karşı çıktığını açıklamaktadır.
Sonuç olarak yaşanan ağır kriz, Türk siyasal ve bürokratik elitinin Türkiye'ye yönelik tehditleri tespit etme ve mücadele de ya yetersiz kalmaları ya da gaflet, dalalet veya ihanet içinde olmasından dolayı Türk devleti ve halkı bir irade zaafı süreci içindedir. Bu umutsuzluk atmosferinin yabancı psikolojik operasyon odakları ve onların yerli işbirlikçileri tarafından da beslendiğini ve Türk insanına, bir yenilmişlik ve umutsuzluk atmosferinin aşılandığı görülmektedir.
Oysa biz Türklerin yenilmişlik ve umutsuzluk duyguları içinde olmamızın hiçbir nedeni yoktur. Bizim kendimizle, yani Türklerle ilgili analizlerde aklımızda tutacağımız ilk gerçek, Çinliler ile birlikte tarihin en kıdemli iki ulusundan birisi olduğumuz hususudur. Türk ulusu, Avrupa-Asya-Afrika'dan oluşan "Dünya Adasında" büyük bir dinamizm göstererek yaşamış, 85 milyon kilometre kare olan bu dev coğrafyanın, 55 milyon kilometre karesini tarihin değişik dönemlerinde yaşam ve egemenlik sahası haline getirmiştir. Bu milletin unsurları halen Kamkaçya yarımadasından Kosova'ya uzanan uzanan binlerce kilometrelik kilometrelik bir alanda yaşamaktadır. Tarihimiz ve tarihimizin sahip olduğu jeopolitik, bu umutsuzluğun ve yılgınlığın haklı olmadığını göstermektedir.
Tarihimize bakar ve onu anlar isek, bugünü hakkı ile kavrarsak, geleceği doğru görür isek umutsuz, yılgın olmak için hakkımızın olmadığını gayet iyi anlarız. 21. yüzyılın başı gerek Türkiye gerek dünya Türklüğü için 18. yüzyıldan buyana en şanslı geleceğinin en parlak olduğu yüzyılın başıdır. 1701'de 18. yüzyılın başında, Karlofça'nın üzerinden iki sene geçmişti, 1801'de 19. yüzyılın başında Fransız ordusu Mısır'a çıkmıştı. 1901 ise Mondros'un ve Sevr'in habercisi idi.
Oysa, 2001, 21. yüzyılın ve 3. bin yılın başı, son 400 senede Türklüğün en şanslı olduğu yüzyıldır. 1991, Türklüğün Sakarya önünde duran geri çekilişi şimdi dünya Türklüğü içinde gerçekleşiyor ve Kazan önünde 440 sene önce başlayan geri çekilme durmuştur. Türkistan, Kazan, Azerbaycan'da bütün Türk dünyasında Türk milliyetçiliği ateşi tekrar yanmaya başlamıştır. Şimdi sıra, Türkiye'de Türk milliyetçiliğinin ideolojik, politik vee ahlaki bir diriliş yaşayarak Türkiye'nin içine girmiş olduğu ağır ve yaşamsal bir tehdit haline dönüşmüş olan krizi aşmasına öncülük etmesine gelmiştir. Türk milliyetçilerinin önümüzdeki on yılda stratejik hedefi hırpalanan ve yıpranan Türkiye Cumhuriyeti milli devletini tekrar kurmaktır. Gelecek 30 yılda ise Türk devletlerini dünya siyasetinde bir güç faktörü haline getirecek Türk Liğinin kurulması Türk milliyetçilerinin stratejik hedefi olmalıdır.
3. bin yılın başında Türklüğün jeopolitiği yeniden tanımlanmak zorundadır. Amaç ne Asya'ya dönüş, ne de Avrupa'da yok oluş ve teslimiyettir. Hedef, Asya ve Avrupa'da sağlam bir zemine basan Türk Dünyası jeopolitiğidir. Bunun gerçekleşmesi ise, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu ideolojisi olan Türk milliyetçiliğinin kendisini ideolojik ve politik bir program yenilenmesinden geçirerek topluma en ileri ideolojik olarak önderlik edebilmesine ve Türkiye Cumhuriyeti'ni yeniden inşa edebilmesine bağlıdır.
Prof. Dr. Ümit Özdağ
Similar topics
» İletişimin tespiti
» Diyarbakır...dört Türk devletine başkentlik yapmış kadim Türk şehridir
» Durum o kadar vahim ki... / Necdet SEVİNÇ
» “Türk yoktur” diyen Yasin Aktay’a Türk dersleri
» Türk ülkesinde Türk fakir Türk kimsesiz
» Diyarbakır...dört Türk devletine başkentlik yapmış kadim Türk şehridir
» Durum o kadar vahim ki... / Necdet SEVİNÇ
» “Türk yoktur” diyen Yasin Aktay’a Türk dersleri
» Türk ülkesinde Türk fakir Türk kimsesiz
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz