Cumhuriyeti Kuran İdeoloji; Türkçülük
1 sayfadaki 1 sayfası
Cumhuriyeti Kuran İdeoloji; Türkçülük
Türkçülük, cumhuriyet ile birlikte fikir alanından uygulama alanına geçirilen, milli devleti kuran ancak Atatürk döneminden sonra terk edilen bir ideoloji olarak karşımıza çıkmaktadır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkçüler suskun bir izlenim vermekteydi. Bu durumu ise cumhuriyetin ilanı ile ortaya çıkan yeni koşullar belirlemişti. Türkçülüğün bazı kültürel öğeleri resmi ideoloji tarafından özümsenmiş, eski ideologları ise iktidara kazandırılmıştı. Cumhuriyeti yaşatıp kalkındırmak Turancılar için de öncelikle çözülmesi gerek sorun olarak görülmeye başlanmıştı.
Türkçülüğün resmi ideolojide can bulduğunu düşünen aydınlardan Ziya Gökalp, “milli devletin bugün Türkiye’de gerçekleştiğini” söylüyor ve Mustafa Kemal’i, Türkçülüğün en büyük adamı ve uygulayıcısı olarak nitelendiriyordu. Aynı şekilde Mustafa Kemal de Ziya Gökalp için düşüncelerini dile getirirken, “Heyecan ve hislerim babası Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir.” diyordu.
Yine Türkçü aydınlardan Yusuf Akçura ise Türkçülüğün bütün arzularının, Türkiye Cumhuriyeti ile somutlaşıp beden kazandığını savunmaktaydı.
Resmi ideolojinin Türkçülük öğelerini kullanması ya da belli ölçüde kullanılmasına göz yumması bir yanda Türkçülüğü düşünsel alanda geliştirmeye fırsat tanımışken öte yandan özellikle okullu gençler arasında Türkçülük için, milli duygular ile beslenen yeni bir potansiyel hazırlamıştı. Bu potansiyel, Türk Ocağının kapatılmasının hemen ardından açığa çıkmış ve 1931 yılında, ilk Türkçü dergilerden biri olan Atsız Mecmua, bu dönem Türkçülüğüne damgasını vuran Hüseyin Nihal Atsız tarafından çıkarılmıştı.
Türkçülerin tam anlamıyla başını kaldırıp yoğun propagandaya giriştikleri dönem ise 2. Dünya Savaşı öncesi dönemdi. Bu dönemde Türkçü fikrin gelişmesine hükümetçe göz yumulmasının başlıca nedeni, Almanya ile yakınlaşan Türk dış politikasıydı. Türkçülerin tarihi düşman olarak gördükleri ve Türk Dünyasının bir kısmını işgal altında tutan Rusya’nın, Almanya tarafından da bir tehdit olarak algılanması Türkçülerin faaliyetlerine hükümetçe göz yumulmasına olanak tanımıştı.
Almanya 1941 de Sovyetlere savaş açtı. Bu savaş sırasında tarafsız kalan ancak Almanya’nın kazanmasını ümid eden hükümet, beklenenin tersinde bir sonuç doğacağı belli olana kadar Türkçülere göz yummuştu.
1943 sonlarında Almanların savaşı kaybedeceği belirtilerinin ortaya çıkması ile Türkiye, Nazi Almanya’sıyla ilişkileri kesme ve müttefiklere yaklaşma yolunu seçti. Bu durum hükümetin Türkçülere karşı tutumunun değişmesine neden oldu.
3 Mayıs ve Sonrası
Türkçüler, bu sıralarda daha bir belirginleşen sol içerikli fikirleri ve yayınları görerek daha hırçın bir tavır takınmıştı. Nihal Atsız başbakan Şükrü Saraçoğlu’na yazdığı iki açık mektupta hükümet içindeki ve eğitim kurumlarındaki komünist faaliyetleri ihbar ederek daha etkin bir Türkçü politika izlenerek kurumların bu kişilerden arındırılmasını istemişti. Ocak 1944’te Türkçülüğe yakınlığı ile bilinen Mareşal Fevzi Çakmak’ı görevden alan hükümet, cevabını Atsız’ın dergisini kapatarak verdi.
Bunun üzerine Türkçüler, katı bir denetimin olduğu ve Sıkıyönetimin gösteri yasağına karşın 3 Mayıs 1944’te hem İstanbul hem Ankara’da Atsız’ın öne sürdüğü görüşler çerçevesinde iki büyük yürüyüş gerçekleştirdi. Bu kez hükümetin tepkisi çok sert oldu ve birçok Türkçü tutuklanarak haklarında dava açıldı. Tutuklamaların ardından, hükümet yayınladığı bir bildiri ile ırkçılığın Cumhuriyetin ana ilkelerine aykırı olduğunu ilan etti. Cumhurbaşkanı İnönü 19 Mayıs 1944’te yaptığı konuşmada, milliyetçiliğin Turancılık ile bir ilgisi olmadığını vurgulayarak Turancıları ülke için tehlike oluşturmakla suçladı. Ayrıca basın yayın organları işbirliği ile Türkçüler ve Turancılar aleyhinde yoğun propagandalar yapılarak CHP’nin milliyetçilik anlayışının gerçek milliyetçilik olduğu halka benimsetilmeye çalışıldı.
Haklarında dava açılarak mahkemeye verilen Türkçüler arasında, özerk Türk Cumhuriyetlerinden Başkurt Cumhuriyeti kurucusu ve tarih çalışmaları ile ün yapan Zeki Velidi Togan da vardı. Arıca Reha Oğuz Türkan, Hüseyin Nihal Atsız ve kardeşi Nejdet Sançar gibi önde gelen isimler ile Alparslan Türkeş ve Fethi Tevetoğlu gibi genç subaylar da bulunmaktaydı.
Sonrasında Sovyet tehdidinin kendini yeniden hissettirmesi, Sovyetlerin Türkiye’den toprak talebi ve boğazlardan askeri üs taleplerinin yaşandığı bir dönemde Ekim 1945’te Askeri Yargıtayın mahkumiyet kararını bozması ile serbest bırakıldılar.
Irkçılık-Turancılık davası olarak tarihe geçen bu dava, Türk Milliyetçileri arasında patlak verecek bir ayrımın sinyallerini de vermişti.
Nihal Atsız mahkeme savunmasında, “Irkçılığı reddetmek günün birinde bu devletin başında Yahudi bir devlet başkanı, yahut Ermeni bir başvekil, zenci ordu kumandanları, Çingene profesörler görmeye razı olmak demektir. Irkçılığı inkâr etmekle savcının böyle bir duruma razı olduğu anlaşılıyor. Fakat ben asla kabul etmeyeceğim.” diyerek ırkçılığını mahkeme salonunda da savunurken, ileriki dönemde Milliyetçiliği siyasi hareket haline getirecek olan Alparslan Türkeş iddiaları reddetmişti.
Sovyet tehdidi ve değişen şartlar ile komünizme karşı çıkan akımlar dolayısıyla Türkçüler lehine de bir kamuoyu oluşmuştu. Oluşan bu yeni ortam Türkçülerin yeniden nefes almalarını, etkinliklerini belli ölçülerde sürdürebilmelerine olanak sağlamıştı.
Türkçüler Irkçılık-Turancılık davası sonrasında geniş çapta bir propaganda yapma olanağına kavuşmuş, suçsuz sayılmaları ile haklılıklarını pekiştirmiş ve oluşan yeni ortamı lehlerine kullanabilmişlerdi. Soğuk savaş ile birlikte iktidar da komünizme karşı bir politika izleme yolunu seçmişti.
Türkçülük ve Siyaset
Atatürk dönemi sonrası Türkçü politikaları terk eden hükümetler ile Türkçüler iktidardan uzaklaştırılmış, iktidar sahipleri kendi fikirleri doğrultusunda bir toplum oluşturma gayretine girişmişlerdi. Bu dönemden sonra ise Türkçüler ilk etapta doğrudan doğruya siyasal hayata girmeyi tercih etmemişlerdi. Bunun belki de en önemli nedeni, Türkçü görüşlerinin halkta karşılık bulmasını sağlayacak bir ortam bulunmamasıydı.
Bir başka neden ise 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, devletçi ve toplumcu düşünceler içeren ve kendisiyle milliyetçilik alanında rekabete girişecek Türkçü bir partinin kurulmasına olanak tanımaya yatkın değildi.
Nihal Atsız ise Türkçülüğün arzu ve hedeflerine ulaşmak için partileşmenin zaruri olmadığını, Türkçülüğün beyinlere ve gönüllere şuurla yerleşmesi ile iktidarın sağlanacağını söylemekteydi. Ona göre Türkçülük bir ülkü siyaset ise iktidara geçme taktiğiydi. Taktiklerin değişebilir olduğunu ancak ülkünün değişmez bir gerçek olduğunu dile getiriyordu.
Türkçülerin Etkinlik Alanı
Bu dönemde Türkçülerin etkinliklerini üç ayrı koldan yürüttüğünü söyleyebiliriz. Bunlardan ilki yayın alanında gerçekleşti ve pek çok Türkçü dergi piyasaya çıktı. İkinci tür etkinlik sokak eylemleri olarak adlandırabileceğimiz gösteri ve yürüyüşlerdi. Üçüncü etkinlik alanı ise dernekleşme de gerçekleştirildi. Ancak bu derneklerin büyük kısmı ilk zamanlarda yarı gizliydi ve kapalı bir özelliğe sahipti. Savaş sonrasında Türkçüler, bir seçkin hareketi olmaktan çıkıp halka ulaşmak amacı ile resmi dernekler ile faaliyetlerini sürdürmüşler ancak bu dernekler ile hükümetin tepkisini çekmemek için, doğrudan doğruya kendilerine özgü dernekler kurma yoluna gitmemişlerdi. Görünüşte daha ılımlı, daha genele hitap eden ve adında Türkçülük bulunmayan dernekleri tercih etmişlerdi. Fakat yinede düşüncelerini açığa vurmaktan kaçınmamışlardı.
Türk Gençlik Teşkilatı ileriki yıllarda Türkçülerin ve MHP’nin de oldukça rağbet edeceği “Tanrı Türk’ü Korusun” sloganının yaratıcısıydı.
Bu üç etkinlik alanı dışında eğitim alanında da etkili olunarak gençlere ulaşılmıştı.
Siyasal Hayattan Uzaklaş(tırıl)ma
1970’li yıllara gelindiğinde Türkçülerin söz konusu ettiği Sovyet tehdidi ve anarşi kendisini toplumsal hayatta da yoğun bir şekilde göstermeye başladı. Bu dönemde, Türkçülerin haklılıklarının halk tarafından da kabul görmesinin bir getirisi olarak Türkçülerin siyasal hayata etki edebilecekleri bir ortam oluşmuş oldu. Ancak yine aynı dönem içerisinde Türkçü ideoloji siyasal hayattan uzaklaştırılıyordu. Alparslan Türkeş’in önderliğinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi içinde Türkeş’in görüşleri çerçevesinde milliyetçi bir cephe oluştu ve sonuç olarak Türkeş bu partiye kendisini genel başkan seçtirmeyi başardı. CKMP’nin 1969’daki oloğanüstü kongresinde partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi amblemi ise üç hilal olarak değiştirildi. Bu kongre partinin dini yöne ağırlık vermesi ve Türkçü ideolojiden Milliyetçi ideoloji’ye geçişin bir dönüm noktası olması açısından önemliydi. Türkeş’in “Biz Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar müslümanız. Her iki felsefe bizim şiarımızdır.” diyerek belirttiği Türk-İslam sentezini benimsemeyen ve Türk kimliğinin ayrıştırılıp sonrasında din çatısı altında birleştirilmesini kabul etmeyen, Nihal Atsız ve yandaşları ile şamancılar denen Türkçü grup partiden ayrıldı. Nihal Atsız bu kongre sonrasındaki yorumunda “MHP’de Allah Tanrı’yı kovdu” diyerek Türkçülüğün daha geri plana çekilerek dinin öne çıkarılmasına vurgu yapmıştı. Bu değişim 1977 seçimleri öncesinde, İslamcı çevreden büyük ilgi gören Necip Fazıl Kısakürek’in MSP yerine MHP’yi desteklemesi ile desteklenerek, cemaatler ve dinci çevreler ile bağlar kurularak daha geniş bir alana etki etme gayretine girişildi. Böylece oluşan toplumsal destek ve potansiyel, parti ve dernekler aracılığıyla MHP’ye aktarılmış oldu. İleriki dönemlerde de Türkçülük yerine Milliyetçilik söylemi üzerinden hareket edilerek parti milliyetçi-muhafazakar bir çizgide ilerledi.
Ne Yapmalı?
Atsız atanın tarifiyle, “Türkçü, Türk soyunun üstünlüğüne inanmış olan kimsedir. Bilir ki bugün görülen geri ve kötü ne varsa, hepsi, geçici bir hastalığın belirtisidir ve geçmiş zamanlarda bizi ileri götüren, zaferden zafere yürüten erdemlerin hepsi kanımızda, ruhumuzda, içimizde gizli bir halde yaşamakta, belirecek imkan ve fırsat aramaktadır.”
Türk Milletine bu imkan ve fırsatı sunacak olanlar Türkçülerdir. Türkçüler kısa vadede her şeyden önce bu kutlu ülkünün kendisine yüklediği sorumluluğun farkına varmalı ve buna göre bir hayat tercih etmelidir. Türkçü gençler, sanal bir dünyada klavye şovalyeliğinden vazgeçip ülküm için ne yapmalıyım sorusuyla yüzleşmeli ve her alanda birbirlerini tutarak tek bilek tek yumruk olmalıdır. Sanal düşmanlarla sanal mücadeleye girişmek gerçeklerden ve sokaktan uzaklaşmak, kendini köreltmektir.
Sadece konuşmak yetmez icraat gerekir…
Şamil Safa AĞAÇ
Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkçüler suskun bir izlenim vermekteydi. Bu durumu ise cumhuriyetin ilanı ile ortaya çıkan yeni koşullar belirlemişti. Türkçülüğün bazı kültürel öğeleri resmi ideoloji tarafından özümsenmiş, eski ideologları ise iktidara kazandırılmıştı. Cumhuriyeti yaşatıp kalkındırmak Turancılar için de öncelikle çözülmesi gerek sorun olarak görülmeye başlanmıştı.
Türkçülüğün resmi ideolojide can bulduğunu düşünen aydınlardan Ziya Gökalp, “milli devletin bugün Türkiye’de gerçekleştiğini” söylüyor ve Mustafa Kemal’i, Türkçülüğün en büyük adamı ve uygulayıcısı olarak nitelendiriyordu. Aynı şekilde Mustafa Kemal de Ziya Gökalp için düşüncelerini dile getirirken, “Heyecan ve hislerim babası Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir.” diyordu.
Yine Türkçü aydınlardan Yusuf Akçura ise Türkçülüğün bütün arzularının, Türkiye Cumhuriyeti ile somutlaşıp beden kazandığını savunmaktaydı.
Resmi ideolojinin Türkçülük öğelerini kullanması ya da belli ölçüde kullanılmasına göz yumması bir yanda Türkçülüğü düşünsel alanda geliştirmeye fırsat tanımışken öte yandan özellikle okullu gençler arasında Türkçülük için, milli duygular ile beslenen yeni bir potansiyel hazırlamıştı. Bu potansiyel, Türk Ocağının kapatılmasının hemen ardından açığa çıkmış ve 1931 yılında, ilk Türkçü dergilerden biri olan Atsız Mecmua, bu dönem Türkçülüğüne damgasını vuran Hüseyin Nihal Atsız tarafından çıkarılmıştı.
Türkçülerin tam anlamıyla başını kaldırıp yoğun propagandaya giriştikleri dönem ise 2. Dünya Savaşı öncesi dönemdi. Bu dönemde Türkçü fikrin gelişmesine hükümetçe göz yumulmasının başlıca nedeni, Almanya ile yakınlaşan Türk dış politikasıydı. Türkçülerin tarihi düşman olarak gördükleri ve Türk Dünyasının bir kısmını işgal altında tutan Rusya’nın, Almanya tarafından da bir tehdit olarak algılanması Türkçülerin faaliyetlerine hükümetçe göz yumulmasına olanak tanımıştı.
Almanya 1941 de Sovyetlere savaş açtı. Bu savaş sırasında tarafsız kalan ancak Almanya’nın kazanmasını ümid eden hükümet, beklenenin tersinde bir sonuç doğacağı belli olana kadar Türkçülere göz yummuştu.
1943 sonlarında Almanların savaşı kaybedeceği belirtilerinin ortaya çıkması ile Türkiye, Nazi Almanya’sıyla ilişkileri kesme ve müttefiklere yaklaşma yolunu seçti. Bu durum hükümetin Türkçülere karşı tutumunun değişmesine neden oldu.
3 Mayıs ve Sonrası
Türkçüler, bu sıralarda daha bir belirginleşen sol içerikli fikirleri ve yayınları görerek daha hırçın bir tavır takınmıştı. Nihal Atsız başbakan Şükrü Saraçoğlu’na yazdığı iki açık mektupta hükümet içindeki ve eğitim kurumlarındaki komünist faaliyetleri ihbar ederek daha etkin bir Türkçü politika izlenerek kurumların bu kişilerden arındırılmasını istemişti. Ocak 1944’te Türkçülüğe yakınlığı ile bilinen Mareşal Fevzi Çakmak’ı görevden alan hükümet, cevabını Atsız’ın dergisini kapatarak verdi.
Bunun üzerine Türkçüler, katı bir denetimin olduğu ve Sıkıyönetimin gösteri yasağına karşın 3 Mayıs 1944’te hem İstanbul hem Ankara’da Atsız’ın öne sürdüğü görüşler çerçevesinde iki büyük yürüyüş gerçekleştirdi. Bu kez hükümetin tepkisi çok sert oldu ve birçok Türkçü tutuklanarak haklarında dava açıldı. Tutuklamaların ardından, hükümet yayınladığı bir bildiri ile ırkçılığın Cumhuriyetin ana ilkelerine aykırı olduğunu ilan etti. Cumhurbaşkanı İnönü 19 Mayıs 1944’te yaptığı konuşmada, milliyetçiliğin Turancılık ile bir ilgisi olmadığını vurgulayarak Turancıları ülke için tehlike oluşturmakla suçladı. Ayrıca basın yayın organları işbirliği ile Türkçüler ve Turancılar aleyhinde yoğun propagandalar yapılarak CHP’nin milliyetçilik anlayışının gerçek milliyetçilik olduğu halka benimsetilmeye çalışıldı.
Haklarında dava açılarak mahkemeye verilen Türkçüler arasında, özerk Türk Cumhuriyetlerinden Başkurt Cumhuriyeti kurucusu ve tarih çalışmaları ile ün yapan Zeki Velidi Togan da vardı. Arıca Reha Oğuz Türkan, Hüseyin Nihal Atsız ve kardeşi Nejdet Sançar gibi önde gelen isimler ile Alparslan Türkeş ve Fethi Tevetoğlu gibi genç subaylar da bulunmaktaydı.
Sonrasında Sovyet tehdidinin kendini yeniden hissettirmesi, Sovyetlerin Türkiye’den toprak talebi ve boğazlardan askeri üs taleplerinin yaşandığı bir dönemde Ekim 1945’te Askeri Yargıtayın mahkumiyet kararını bozması ile serbest bırakıldılar.
Irkçılık-Turancılık davası olarak tarihe geçen bu dava, Türk Milliyetçileri arasında patlak verecek bir ayrımın sinyallerini de vermişti.
Nihal Atsız mahkeme savunmasında, “Irkçılığı reddetmek günün birinde bu devletin başında Yahudi bir devlet başkanı, yahut Ermeni bir başvekil, zenci ordu kumandanları, Çingene profesörler görmeye razı olmak demektir. Irkçılığı inkâr etmekle savcının böyle bir duruma razı olduğu anlaşılıyor. Fakat ben asla kabul etmeyeceğim.” diyerek ırkçılığını mahkeme salonunda da savunurken, ileriki dönemde Milliyetçiliği siyasi hareket haline getirecek olan Alparslan Türkeş iddiaları reddetmişti.
Sovyet tehdidi ve değişen şartlar ile komünizme karşı çıkan akımlar dolayısıyla Türkçüler lehine de bir kamuoyu oluşmuştu. Oluşan bu yeni ortam Türkçülerin yeniden nefes almalarını, etkinliklerini belli ölçülerde sürdürebilmelerine olanak sağlamıştı.
Türkçüler Irkçılık-Turancılık davası sonrasında geniş çapta bir propaganda yapma olanağına kavuşmuş, suçsuz sayılmaları ile haklılıklarını pekiştirmiş ve oluşan yeni ortamı lehlerine kullanabilmişlerdi. Soğuk savaş ile birlikte iktidar da komünizme karşı bir politika izleme yolunu seçmişti.
Türkçülük ve Siyaset
Atatürk dönemi sonrası Türkçü politikaları terk eden hükümetler ile Türkçüler iktidardan uzaklaştırılmış, iktidar sahipleri kendi fikirleri doğrultusunda bir toplum oluşturma gayretine girişmişlerdi. Bu dönemden sonra ise Türkçüler ilk etapta doğrudan doğruya siyasal hayata girmeyi tercih etmemişlerdi. Bunun belki de en önemli nedeni, Türkçü görüşlerinin halkta karşılık bulmasını sağlayacak bir ortam bulunmamasıydı.
Bir başka neden ise 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, devletçi ve toplumcu düşünceler içeren ve kendisiyle milliyetçilik alanında rekabete girişecek Türkçü bir partinin kurulmasına olanak tanımaya yatkın değildi.
Nihal Atsız ise Türkçülüğün arzu ve hedeflerine ulaşmak için partileşmenin zaruri olmadığını, Türkçülüğün beyinlere ve gönüllere şuurla yerleşmesi ile iktidarın sağlanacağını söylemekteydi. Ona göre Türkçülük bir ülkü siyaset ise iktidara geçme taktiğiydi. Taktiklerin değişebilir olduğunu ancak ülkünün değişmez bir gerçek olduğunu dile getiriyordu.
Türkçülerin Etkinlik Alanı
Bu dönemde Türkçülerin etkinliklerini üç ayrı koldan yürüttüğünü söyleyebiliriz. Bunlardan ilki yayın alanında gerçekleşti ve pek çok Türkçü dergi piyasaya çıktı. İkinci tür etkinlik sokak eylemleri olarak adlandırabileceğimiz gösteri ve yürüyüşlerdi. Üçüncü etkinlik alanı ise dernekleşme de gerçekleştirildi. Ancak bu derneklerin büyük kısmı ilk zamanlarda yarı gizliydi ve kapalı bir özelliğe sahipti. Savaş sonrasında Türkçüler, bir seçkin hareketi olmaktan çıkıp halka ulaşmak amacı ile resmi dernekler ile faaliyetlerini sürdürmüşler ancak bu dernekler ile hükümetin tepkisini çekmemek için, doğrudan doğruya kendilerine özgü dernekler kurma yoluna gitmemişlerdi. Görünüşte daha ılımlı, daha genele hitap eden ve adında Türkçülük bulunmayan dernekleri tercih etmişlerdi. Fakat yinede düşüncelerini açığa vurmaktan kaçınmamışlardı.
Türk Gençlik Teşkilatı ileriki yıllarda Türkçülerin ve MHP’nin de oldukça rağbet edeceği “Tanrı Türk’ü Korusun” sloganının yaratıcısıydı.
Bu üç etkinlik alanı dışında eğitim alanında da etkili olunarak gençlere ulaşılmıştı.
Siyasal Hayattan Uzaklaş(tırıl)ma
1970’li yıllara gelindiğinde Türkçülerin söz konusu ettiği Sovyet tehdidi ve anarşi kendisini toplumsal hayatta da yoğun bir şekilde göstermeye başladı. Bu dönemde, Türkçülerin haklılıklarının halk tarafından da kabul görmesinin bir getirisi olarak Türkçülerin siyasal hayata etki edebilecekleri bir ortam oluşmuş oldu. Ancak yine aynı dönem içerisinde Türkçü ideoloji siyasal hayattan uzaklaştırılıyordu. Alparslan Türkeş’in önderliğinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi içinde Türkeş’in görüşleri çerçevesinde milliyetçi bir cephe oluştu ve sonuç olarak Türkeş bu partiye kendisini genel başkan seçtirmeyi başardı. CKMP’nin 1969’daki oloğanüstü kongresinde partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi amblemi ise üç hilal olarak değiştirildi. Bu kongre partinin dini yöne ağırlık vermesi ve Türkçü ideolojiden Milliyetçi ideoloji’ye geçişin bir dönüm noktası olması açısından önemliydi. Türkeş’in “Biz Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar müslümanız. Her iki felsefe bizim şiarımızdır.” diyerek belirttiği Türk-İslam sentezini benimsemeyen ve Türk kimliğinin ayrıştırılıp sonrasında din çatısı altında birleştirilmesini kabul etmeyen, Nihal Atsız ve yandaşları ile şamancılar denen Türkçü grup partiden ayrıldı. Nihal Atsız bu kongre sonrasındaki yorumunda “MHP’de Allah Tanrı’yı kovdu” diyerek Türkçülüğün daha geri plana çekilerek dinin öne çıkarılmasına vurgu yapmıştı. Bu değişim 1977 seçimleri öncesinde, İslamcı çevreden büyük ilgi gören Necip Fazıl Kısakürek’in MSP yerine MHP’yi desteklemesi ile desteklenerek, cemaatler ve dinci çevreler ile bağlar kurularak daha geniş bir alana etki etme gayretine girişildi. Böylece oluşan toplumsal destek ve potansiyel, parti ve dernekler aracılığıyla MHP’ye aktarılmış oldu. İleriki dönemlerde de Türkçülük yerine Milliyetçilik söylemi üzerinden hareket edilerek parti milliyetçi-muhafazakar bir çizgide ilerledi.
Ne Yapmalı?
Atsız atanın tarifiyle, “Türkçü, Türk soyunun üstünlüğüne inanmış olan kimsedir. Bilir ki bugün görülen geri ve kötü ne varsa, hepsi, geçici bir hastalığın belirtisidir ve geçmiş zamanlarda bizi ileri götüren, zaferden zafere yürüten erdemlerin hepsi kanımızda, ruhumuzda, içimizde gizli bir halde yaşamakta, belirecek imkan ve fırsat aramaktadır.”
Türk Milletine bu imkan ve fırsatı sunacak olanlar Türkçülerdir. Türkçüler kısa vadede her şeyden önce bu kutlu ülkünün kendisine yüklediği sorumluluğun farkına varmalı ve buna göre bir hayat tercih etmelidir. Türkçü gençler, sanal bir dünyada klavye şovalyeliğinden vazgeçip ülküm için ne yapmalıyım sorusuyla yüzleşmeli ve her alanda birbirlerini tutarak tek bilek tek yumruk olmalıdır. Sanal düşmanlarla sanal mücadeleye girişmek gerçeklerden ve sokaktan uzaklaşmak, kendini köreltmektir.
Sadece konuşmak yetmez icraat gerekir…
Şamil Safa AĞAÇ
Similar topics
» Nurcuların Mahkumiyet Belgesi ve İmralı Davetiyesi Dr Necip HABLEMİTOĞ
» Türkçülük nedir , Türkçülük Hakkında
» ideoloji orospluğundan başka bir şey değildir.
» Müslümanlar neden Amerikancı?
» MSN üzerinden Kuran'ı öğretiyor
» Türkçülük nedir , Türkçülük Hakkında
» ideoloji orospluğundan başka bir şey değildir.
» Müslümanlar neden Amerikancı?
» MSN üzerinden Kuran'ı öğretiyor
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz