Fettullah Gülen denen Soysuz ve Cemaati hakkında
1 sayfadaki 1 sayfası
Fettullah Gülen denen Soysuz ve Cemaati hakkında
“Türkiye’nin en çok tartıştığı adam kimdir?” diye sorulsa, duraksamadan vereceğim cevap Fethullah Gülen olur. Resmi hiçbir görevi olmayan emekli bir vaiz, önce hitabeti ile sonra da bir ahtapot misali her yere yetişen kolları ile basın yayın kurumları, okullar ve kitaplar ile insanları etkilemeyi başarabilmiş bir vaiz…
Peki, bu adam neden tartışılıyor? Nasıl bugünkü konumuna geldi? Bu “ulvi” (!) makama gelirken kimlerden destek gördü, kimleri arkasında bırakarak yürüdü? Bu soruların cevabını vermek, önce onu tanımak ile mümkün olacaktır.
Bir insanın hayatını en iyi kim anlatabilir? Gerçekleri saklamaz ve yalanlara başvurmazsa kendisi… Fethullah Gülen de hayatının ilk dönemine dair anılarını Şemsettin Nuri’nin “Küçük Dünyam” adlı kitabına aktarmış. Abartılarla süslü ve kendisine ilahi bir kutsiyet yükleyen bu satırları, Hikmet Çetinkaya’nın aktarmasından alarak, okuyuculara bir kez daha sunmak gerekiyor:
“O yıllarda Kâbe ve çevresinin temizliğine bugünkü kadar dikkat edilmiyordu. Harem’in duvarlarına dahi idrar yapan oluyordu. Pislik sebebiyle de çok sinek bulunuyordu. Bilhassa geceleri, sinekler ciddi bir şekilde çoğalıyor ve rahatsız edecek oranda insanlara saldırıyorlardı. Ben on beş gün kadar Harem’den hiç ayrılmamıştım. Buna rağmen bir kere dahi olsun beni sinek ısırmadı. Bu durumun sadece bana mahsus olduğunu da zannetmiyorum. Sadece “Vemen dehalehu kane aminen” hakikatini Harem’de ne derece şümullü olduğunu bu hadise sebebiyle daha iyi anlamış oldum.”
Aynı kitapta bakınız hangi cümleleri kuruyor:
“Vesveseye esas teşkil edecek hususların doğması için beyin yıkamanın lüzumuna inanıyorum. Baştan vesvese hiç doğmamalı, doğarken hemen ölmeli…”
Fethullah Gülen, 12 Eylül’den sonra bize neler söyledi acaba?
“Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsın korkunç uyutuculuğu ve kostümün göz bağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi temin etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimaî bünyenin, haricî bir kısım eraciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk’ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir.
Böyle bir ilk tefahhus ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri Mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.
Ne var ki, yıllardan beri, bin bir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir tedavi ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin...
Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.” (1)
Peki, soralım kendisine… Siyaset hakkında ne düşünüyor:
“Siyasete karışmam, siyasete karışma demek, vatan ve millet işine milletin hayat ve bekasına karışma demektir.”
“Muvaffakiyetin düşmanı, refahtır, lükstür. Müslümanların muvaffakiyeti ancak komando gibi yaşamakla mümkün olur. İslami olmayan gazete ve mecmuaları okumak zararlı olur. Eğer mutlaka okunması gerekiyorsa sadece başlıkları okunmalıdır.” (2)
“Durmadan hazırlanmalıyız. Hem de hiç durmadan… Zamanı gelince, uygun boşluk bulunca maratona geçeriz. Bazıları benim için korkak diyor. Ama bazen hasımdan kaçmak çok çok önemli bir manevradır.
Şef döneminde çarşaflı kadınları bile astılar. Milleti kırıp geçirdiler. Dikkatli olmalıyız. Erken harekete geçersek tepemize binerler. Başka kuvvetler var bu ülkede. Bunları hesap ederek temkinli yürümekte yarar var.”
“Ta ilerilere gitme, can damarları içinde dolaşma ve eğer sonra dönülüp gelinecekse yara almadan geriye gelme meselesi. Gelecek adına çok önemli esaslardır, hususlardır. Gelecek için bunlara mutlaka riayet edilmelidir.”
“Adliyede, Mülkiyede veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır.” (3)
1999’da yayınlanan bu gizli görüntü kaydında “gelecek, teminat, garanti” sözlerini kullanan Gülen, 2002’de iktidara gelen AKP ile birlikte koltuğa ilk defa oturmadı, sadece yerini sağlamlaştırdı.
On sekiz ay önce kurulmuş bir partinin bu kadar çabuk ve bu kadar yüksek oyla iktidara gelmesi, tanıtımını yapabilmesi ancak “cemaat desteği” ile açıklanabilir.
1980’den sonra Fethullah Gülen’in destek verdiği tüm partiler iktidara gelmiştir. Bu ya koalisyon yoluyla ya da tek başına iktidarlık ile olmuştur. Buna Demokratik Sol Parti de dâhildir.
Ne diyordu Bülent Ecevit:
“Yine bazı çevrelerce eleştirilmeyi göze alarak tebrik ederim çalışmalarınız dolayısıyla”
“Yine herkes şunu kabul ediyor ki, eğer bu topluluğun gayretleri olmasaydı Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri kolaylıkla İran köktendinciliğinin etkisi altına girebilirdi. Bunları önlemiş bulunuyor”
Artık DSP’lilerin dahi kabul ettiği bu gerçeği bir kenara bırakalım ve şu soruyu soralım:
“Peki, Gülen’in destek verdiği tüm partiler iktidar oldu diyorsun. Öyleyse neden Necmettin Erbakan bu koltuğa sadece bir kez oturabildi?”
Cevap basittir. Fethullah Gülen düne kadar, hem başbakan hem de İslami hareket önderi sıfatını tek bir kişinin taşımasını istemiyordu. Ona göre bu hareketin lideri kendisi olacaktı. Başbakanlığı da emaneten bir isme bırakacaktı.
Necmettin Erbakan’la işte bu yüzden anlaşamadılar. Aralarında bir “soğuk savaş” her daim sürdü. Siyasi kanadı teslim alan Recep Tayyip Erdoğan da “gömlek çıkarmak” vaadi ile iktidar olabildi.
Fethullah Gülen’in bu nimetlerinden Özal, Ecevit, Çiller ve Erdoğan yararlandı da bir isim hep eksik kaldı.
Alparslan Türkeş…
Türkeş, tıpkı Gülen gibi hareketler içine sızma yahut hareketler içinde kendi adamlarını yetiştirme politikasını seven biriydi. Gülen bu “sızmacı” politikalar nedeniyle Türkeş’i yeteri kadar benimsememiş ve onu “iktidar olma şerefi” ile ödüllendirmemişti. Lâkin Türkeş, bütün bunlara rağmen hiçbir zaman Fethullah Gülen’i karşısına alamamıştı.
Türkeş ne diyordu Fethullah Gülen hakkında… Bir de ona bakalım:
“Şahsi malı olarak bir dikili ağacı dahi bulunmayan, kendini ilme ve ilmin yayılmasına adayan, memleketimizin manevi dinamiği olan hoca efendinin, Avrupa’dan Yunanistan’a, Kanada’dan Yakutistan’a olan çalışmaları her manada takdire şayandır. Böyle muhterem bir zatın nereden geldiği belli olmayan elli sekiz kişilik bir listede isminin geçmesi veya eklenmesi, zan sahiplerince hiçbir mana ifade etmeyecektir. Hoca efendi Türk milletinin gönlünde hak ettiği tahtı kurmuştur. Hiçbir zan ve iftira onun bu durumunu sarsamaz. Türk manevi ve milli değerlerine büyük katkılarıyla ve kültür alanındaki büyük ve başarılı girişimleriyle şimdiden bütün milletimizin derin sevgi ve hürmetini kazanmıştır. Türkiye’nin hak ettiği huzur ortamına kavuşması için elinden gelen gayreti gösteren Fethullah Gülen hoca efendiye yapılan bu çirkin yakıştırmanın gerisinde art niyet ve art niyetli kişilerin olduğu meydandadır.”
Bugünkü MHP’yi düşündüğümüzde durum biraz karışık görünebilir. Devlet Bahçeli’nin 12 Eylül Halkoylaması öncesinde Gülen için söylediği “Fethullah Gülen Bey mezardan kaldırıp oy kullandıracağına, ABD'den gelerek 12 Eylül'de oy kullanması daha hayırlı olur diye düşünüyorum" sözüyle başlayan ve giderek “Hareketine çeki düzen ver” sözlerine kadar giden bu kopuş, aslında doğuşundan beri tek taraflı olan bu sevginin, taraflardan diğerinin de yüzüğü fırlatmasından başka bir şey değildi. Devlet Bahçeli, artık ne yapılırsa yapılsın cemaatten oy gelmeyeceğini kavramış ve oy isteklerini “cemaate karşı olanlar” istikametine yöneltmişti.
Hele hele bugün bir CHP PM Üyesi’nin “Fethullah Gülen bir bilgedir. Kendisini saygı ile selamlıyorum” dediğini hesaba katarsak, tezimiz daha fazla doğruluk kazanıyor.
Peki, nedir bu cemaat? Ülkede istediği partiyi iktidara getirebilecek kadar büyük bir güç müdür? Yoksa yapılanlar bir abartıdan mı ibarettir.
Bugün kendilerini “Gülen Hareketi” diye tanımlayan oluşumun kökeni, Said-i Nursi talebelerine dayanır. Said-i Nursi’nin ölümünden sonra ortaya çıkan “Şimdi ne olacak, liderimiz kim?” kaygısı, bir “Yazıcılar – Okuyucular” kavgasına, daha sonra bugün Yeni Asya grubu olarak bildiğimiz grubun etkinliğini yitirerek Fethullah Gülen’in hareket liderliğine kadar uzanır. Etkinliğini yitiren grup, az satan bir gazete olarak kalmış, Gülen ise basın – yayın dalında hayli ilerlemiştir. Geçmişi epey eski Zaman Gazetesi dışında, Samanyolu TV, Mehtap TV vs. televizyon kanalları sayesinde Gülen istediği propagandayı rahatça yapabilmektedir. Mehtap TV, Gülen’in İzmir vaazlarının ses kayıtlarına ve sürekli güncellediği “Kırık Testi” adlı “son teknoloji vaazlara” ayrılmıştır.
Basının diğer kolları ise, doğrudan Gülen’e bağlı olmamasına rağmen onun hakkında çıkabilecek olumsuz haberlere kapatılmış, susturulmuştur. Düne kadar ATV’de Gülen’in meşhur “Ta can damarlarında dolaşma…” görüntü kaydının yayınlandığı, Show TV’de Reha Muhtar’ın ısrarla “Atatürk’ü seviyor musunuz?” diye Gülen’i telefonla bağlayıp sorduğu hatırlanırsa basının bugünkü durumu daha net ortaya çıkacaktır.
Günümüz basınında, Gülen aleyhinde bir yazı yazabilmek cesaret meselesidir ve bu yazıyı yazarken aynı anda bavulunuzu da toplamanız gerekmektedir. Dokunan yanar çünkü …Örnek mi? Yandaş basından örnek vermeye lüzum yok. Zaten onlar epeydir susmuştu. Yeniçağ’dan Sabahattin Önkibar… Fethullah Gülen hakkında yazdığı bir yazı nedeniyle gazetedeki görevine son verildi, yazısı da yayınlanmadı.
Adına “milliyetçi camia” denilen oluşumlar, ne yazık ki söz konusu Gülen olunca tepkisiz kalıyorlar. Hatta tepkisiz kalsa evladır. Gülen’e “Nihal Atsız Ödülü” dahi verebiliyorlar. Ne yazık ki hâlâ, “Türkçe Olimpiyatları” ve “Türk Okulları” nedeniyle Gülen’e sempati duyup onu milliyetçiymiş gibi gösterme gayreti sürüyor.
Afrikalılara İstiklâl Marşı söyletmenin Türklüğe nasıl bir hizmet olduğunu açıklasalar da öğrenebilsek…
Bir de “Dinler Arası Hoşgörü Projesi” safsatası vardır ki, kendine Müslüman diyenlerin içine sindirebilmesi hayli ilginçtir. “Vatikan’da Papa Hazretleriyle görüşeceğiz” deyip, yanındaki adamlara Papa’nın elini öptüren Gülen, hoşgörü projesini biat projesine çevirmiş durumdadır. Gazeteci kadrosunda Türk milliyetçiliğinin damlası dahi bulunan bir tane yazar yokken, “İstiklal Marşı sarhoş kafa ile bestelenmiştir” diyen tarihçikleri, “19 Mayıs gösterileri Faşist İtalya’dan alındı” diyenleri, Ermenicileri, kekoçüleri rahatça barındırabiliyor.
Herhalde bu hoşgörü, mevzu bahis Türklük ise nefrete dönüşüyor.
Hatırlayacağınız gibi Islak İmza Davası diye bilinen ve “AKP ve Gülen’i Bitirme Planı” adlı bir plana imza attığı gerekçesiyle Dursun Çiçek tutukludur. Islak imzanın bir makine ile ne kadar rahat taklit edildiğini bildiğimiz için bu planın herhangi bir inandırıcılığı yoktur.
Evet, bir “AKP ve Gülen’i Bitirme Planı” yok belki ama ortada alenen görülecek bir “AKP ve Gülen’in Bitirme Planı” var. Bu planı görmemek için ya saf ya da hain olmak gerekiyor.
(1) Sızıntı Dergisi – Son Karakol (Sayı 21)
(2) Fethullah Gülen - Ölçü ve Yoldaki Işıklar -3
(3) ATV’ de yayınlanan görüntüsünden
KAĞAN BAHADIR
Peki, bu adam neden tartışılıyor? Nasıl bugünkü konumuna geldi? Bu “ulvi” (!) makama gelirken kimlerden destek gördü, kimleri arkasında bırakarak yürüdü? Bu soruların cevabını vermek, önce onu tanımak ile mümkün olacaktır.
Bir insanın hayatını en iyi kim anlatabilir? Gerçekleri saklamaz ve yalanlara başvurmazsa kendisi… Fethullah Gülen de hayatının ilk dönemine dair anılarını Şemsettin Nuri’nin “Küçük Dünyam” adlı kitabına aktarmış. Abartılarla süslü ve kendisine ilahi bir kutsiyet yükleyen bu satırları, Hikmet Çetinkaya’nın aktarmasından alarak, okuyuculara bir kez daha sunmak gerekiyor:
“O yıllarda Kâbe ve çevresinin temizliğine bugünkü kadar dikkat edilmiyordu. Harem’in duvarlarına dahi idrar yapan oluyordu. Pislik sebebiyle de çok sinek bulunuyordu. Bilhassa geceleri, sinekler ciddi bir şekilde çoğalıyor ve rahatsız edecek oranda insanlara saldırıyorlardı. Ben on beş gün kadar Harem’den hiç ayrılmamıştım. Buna rağmen bir kere dahi olsun beni sinek ısırmadı. Bu durumun sadece bana mahsus olduğunu da zannetmiyorum. Sadece “Vemen dehalehu kane aminen” hakikatini Harem’de ne derece şümullü olduğunu bu hadise sebebiyle daha iyi anlamış oldum.”
Aynı kitapta bakınız hangi cümleleri kuruyor:
“Vesveseye esas teşkil edecek hususların doğması için beyin yıkamanın lüzumuna inanıyorum. Baştan vesvese hiç doğmamalı, doğarken hemen ölmeli…”
Fethullah Gülen, 12 Eylül’den sonra bize neler söyledi acaba?
“Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsın korkunç uyutuculuğu ve kostümün göz bağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi temin etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimaî bünyenin, haricî bir kısım eraciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk’ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir.
Böyle bir ilk tefahhus ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri Mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.
Ne var ki, yıllardan beri, bin bir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir tedavi ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin...
Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.” (1)
Peki, soralım kendisine… Siyaset hakkında ne düşünüyor:
“Siyasete karışmam, siyasete karışma demek, vatan ve millet işine milletin hayat ve bekasına karışma demektir.”
“Muvaffakiyetin düşmanı, refahtır, lükstür. Müslümanların muvaffakiyeti ancak komando gibi yaşamakla mümkün olur. İslami olmayan gazete ve mecmuaları okumak zararlı olur. Eğer mutlaka okunması gerekiyorsa sadece başlıkları okunmalıdır.” (2)
“Durmadan hazırlanmalıyız. Hem de hiç durmadan… Zamanı gelince, uygun boşluk bulunca maratona geçeriz. Bazıları benim için korkak diyor. Ama bazen hasımdan kaçmak çok çok önemli bir manevradır.
Şef döneminde çarşaflı kadınları bile astılar. Milleti kırıp geçirdiler. Dikkatli olmalıyız. Erken harekete geçersek tepemize binerler. Başka kuvvetler var bu ülkede. Bunları hesap ederek temkinli yürümekte yarar var.”
“Ta ilerilere gitme, can damarları içinde dolaşma ve eğer sonra dönülüp gelinecekse yara almadan geriye gelme meselesi. Gelecek adına çok önemli esaslardır, hususlardır. Gelecek için bunlara mutlaka riayet edilmelidir.”
“Adliyede, Mülkiyede veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır.” (3)
1999’da yayınlanan bu gizli görüntü kaydında “gelecek, teminat, garanti” sözlerini kullanan Gülen, 2002’de iktidara gelen AKP ile birlikte koltuğa ilk defa oturmadı, sadece yerini sağlamlaştırdı.
On sekiz ay önce kurulmuş bir partinin bu kadar çabuk ve bu kadar yüksek oyla iktidara gelmesi, tanıtımını yapabilmesi ancak “cemaat desteği” ile açıklanabilir.
1980’den sonra Fethullah Gülen’in destek verdiği tüm partiler iktidara gelmiştir. Bu ya koalisyon yoluyla ya da tek başına iktidarlık ile olmuştur. Buna Demokratik Sol Parti de dâhildir.
Ne diyordu Bülent Ecevit:
“Yine bazı çevrelerce eleştirilmeyi göze alarak tebrik ederim çalışmalarınız dolayısıyla”
“Yine herkes şunu kabul ediyor ki, eğer bu topluluğun gayretleri olmasaydı Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri kolaylıkla İran köktendinciliğinin etkisi altına girebilirdi. Bunları önlemiş bulunuyor”
Artık DSP’lilerin dahi kabul ettiği bu gerçeği bir kenara bırakalım ve şu soruyu soralım:
“Peki, Gülen’in destek verdiği tüm partiler iktidar oldu diyorsun. Öyleyse neden Necmettin Erbakan bu koltuğa sadece bir kez oturabildi?”
Cevap basittir. Fethullah Gülen düne kadar, hem başbakan hem de İslami hareket önderi sıfatını tek bir kişinin taşımasını istemiyordu. Ona göre bu hareketin lideri kendisi olacaktı. Başbakanlığı da emaneten bir isme bırakacaktı.
Necmettin Erbakan’la işte bu yüzden anlaşamadılar. Aralarında bir “soğuk savaş” her daim sürdü. Siyasi kanadı teslim alan Recep Tayyip Erdoğan da “gömlek çıkarmak” vaadi ile iktidar olabildi.
Fethullah Gülen’in bu nimetlerinden Özal, Ecevit, Çiller ve Erdoğan yararlandı da bir isim hep eksik kaldı.
Alparslan Türkeş…
Türkeş, tıpkı Gülen gibi hareketler içine sızma yahut hareketler içinde kendi adamlarını yetiştirme politikasını seven biriydi. Gülen bu “sızmacı” politikalar nedeniyle Türkeş’i yeteri kadar benimsememiş ve onu “iktidar olma şerefi” ile ödüllendirmemişti. Lâkin Türkeş, bütün bunlara rağmen hiçbir zaman Fethullah Gülen’i karşısına alamamıştı.
Türkeş ne diyordu Fethullah Gülen hakkında… Bir de ona bakalım:
“Şahsi malı olarak bir dikili ağacı dahi bulunmayan, kendini ilme ve ilmin yayılmasına adayan, memleketimizin manevi dinamiği olan hoca efendinin, Avrupa’dan Yunanistan’a, Kanada’dan Yakutistan’a olan çalışmaları her manada takdire şayandır. Böyle muhterem bir zatın nereden geldiği belli olmayan elli sekiz kişilik bir listede isminin geçmesi veya eklenmesi, zan sahiplerince hiçbir mana ifade etmeyecektir. Hoca efendi Türk milletinin gönlünde hak ettiği tahtı kurmuştur. Hiçbir zan ve iftira onun bu durumunu sarsamaz. Türk manevi ve milli değerlerine büyük katkılarıyla ve kültür alanındaki büyük ve başarılı girişimleriyle şimdiden bütün milletimizin derin sevgi ve hürmetini kazanmıştır. Türkiye’nin hak ettiği huzur ortamına kavuşması için elinden gelen gayreti gösteren Fethullah Gülen hoca efendiye yapılan bu çirkin yakıştırmanın gerisinde art niyet ve art niyetli kişilerin olduğu meydandadır.”
Bugünkü MHP’yi düşündüğümüzde durum biraz karışık görünebilir. Devlet Bahçeli’nin 12 Eylül Halkoylaması öncesinde Gülen için söylediği “Fethullah Gülen Bey mezardan kaldırıp oy kullandıracağına, ABD'den gelerek 12 Eylül'de oy kullanması daha hayırlı olur diye düşünüyorum" sözüyle başlayan ve giderek “Hareketine çeki düzen ver” sözlerine kadar giden bu kopuş, aslında doğuşundan beri tek taraflı olan bu sevginin, taraflardan diğerinin de yüzüğü fırlatmasından başka bir şey değildi. Devlet Bahçeli, artık ne yapılırsa yapılsın cemaatten oy gelmeyeceğini kavramış ve oy isteklerini “cemaate karşı olanlar” istikametine yöneltmişti.
Hele hele bugün bir CHP PM Üyesi’nin “Fethullah Gülen bir bilgedir. Kendisini saygı ile selamlıyorum” dediğini hesaba katarsak, tezimiz daha fazla doğruluk kazanıyor.
Peki, nedir bu cemaat? Ülkede istediği partiyi iktidara getirebilecek kadar büyük bir güç müdür? Yoksa yapılanlar bir abartıdan mı ibarettir.
Bugün kendilerini “Gülen Hareketi” diye tanımlayan oluşumun kökeni, Said-i Nursi talebelerine dayanır. Said-i Nursi’nin ölümünden sonra ortaya çıkan “Şimdi ne olacak, liderimiz kim?” kaygısı, bir “Yazıcılar – Okuyucular” kavgasına, daha sonra bugün Yeni Asya grubu olarak bildiğimiz grubun etkinliğini yitirerek Fethullah Gülen’in hareket liderliğine kadar uzanır. Etkinliğini yitiren grup, az satan bir gazete olarak kalmış, Gülen ise basın – yayın dalında hayli ilerlemiştir. Geçmişi epey eski Zaman Gazetesi dışında, Samanyolu TV, Mehtap TV vs. televizyon kanalları sayesinde Gülen istediği propagandayı rahatça yapabilmektedir. Mehtap TV, Gülen’in İzmir vaazlarının ses kayıtlarına ve sürekli güncellediği “Kırık Testi” adlı “son teknoloji vaazlara” ayrılmıştır.
Basının diğer kolları ise, doğrudan Gülen’e bağlı olmamasına rağmen onun hakkında çıkabilecek olumsuz haberlere kapatılmış, susturulmuştur. Düne kadar ATV’de Gülen’in meşhur “Ta can damarlarında dolaşma…” görüntü kaydının yayınlandığı, Show TV’de Reha Muhtar’ın ısrarla “Atatürk’ü seviyor musunuz?” diye Gülen’i telefonla bağlayıp sorduğu hatırlanırsa basının bugünkü durumu daha net ortaya çıkacaktır.
Günümüz basınında, Gülen aleyhinde bir yazı yazabilmek cesaret meselesidir ve bu yazıyı yazarken aynı anda bavulunuzu da toplamanız gerekmektedir. Dokunan yanar çünkü …Örnek mi? Yandaş basından örnek vermeye lüzum yok. Zaten onlar epeydir susmuştu. Yeniçağ’dan Sabahattin Önkibar… Fethullah Gülen hakkında yazdığı bir yazı nedeniyle gazetedeki görevine son verildi, yazısı da yayınlanmadı.
Adına “milliyetçi camia” denilen oluşumlar, ne yazık ki söz konusu Gülen olunca tepkisiz kalıyorlar. Hatta tepkisiz kalsa evladır. Gülen’e “Nihal Atsız Ödülü” dahi verebiliyorlar. Ne yazık ki hâlâ, “Türkçe Olimpiyatları” ve “Türk Okulları” nedeniyle Gülen’e sempati duyup onu milliyetçiymiş gibi gösterme gayreti sürüyor.
Afrikalılara İstiklâl Marşı söyletmenin Türklüğe nasıl bir hizmet olduğunu açıklasalar da öğrenebilsek…
Bir de “Dinler Arası Hoşgörü Projesi” safsatası vardır ki, kendine Müslüman diyenlerin içine sindirebilmesi hayli ilginçtir. “Vatikan’da Papa Hazretleriyle görüşeceğiz” deyip, yanındaki adamlara Papa’nın elini öptüren Gülen, hoşgörü projesini biat projesine çevirmiş durumdadır. Gazeteci kadrosunda Türk milliyetçiliğinin damlası dahi bulunan bir tane yazar yokken, “İstiklal Marşı sarhoş kafa ile bestelenmiştir” diyen tarihçikleri, “19 Mayıs gösterileri Faşist İtalya’dan alındı” diyenleri, Ermenicileri, kekoçüleri rahatça barındırabiliyor.
Herhalde bu hoşgörü, mevzu bahis Türklük ise nefrete dönüşüyor.
Hatırlayacağınız gibi Islak İmza Davası diye bilinen ve “AKP ve Gülen’i Bitirme Planı” adlı bir plana imza attığı gerekçesiyle Dursun Çiçek tutukludur. Islak imzanın bir makine ile ne kadar rahat taklit edildiğini bildiğimiz için bu planın herhangi bir inandırıcılığı yoktur.
Evet, bir “AKP ve Gülen’i Bitirme Planı” yok belki ama ortada alenen görülecek bir “AKP ve Gülen’in Bitirme Planı” var. Bu planı görmemek için ya saf ya da hain olmak gerekiyor.
(1) Sızıntı Dergisi – Son Karakol (Sayı 21)
(2) Fethullah Gülen - Ölçü ve Yoldaki Işıklar -3
(3) ATV’ de yayınlanan görüntüsünden
KAĞAN BAHADIR
Similar topics
» SOYSUZ SOYLU
» Dünya Tarihinde Görülmüş mü Böyle Bir Soysuz??
» Kadınlar günü denen saçmalık
» Nûrculuk denen mâneviyât çöplüğünün
» Türklük denen ummanı k..ınla kirletemezsin ali
» Dünya Tarihinde Görülmüş mü Böyle Bir Soysuz??
» Kadınlar günü denen saçmalık
» Nûrculuk denen mâneviyât çöplüğünün
» Türklük denen ummanı k..ınla kirletemezsin ali
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz