72 Yıllık Gaflet Uykusu Ve Sorumluları
1 sayfadaki 1 sayfası
72 Yıllık Gaflet Uykusu Ve Sorumluları
72 Yıllık Gaflet Uykusu Ve Sorumluları “Tarih tekerrürden ibarettir” derler. Ama işin doğrusu şudur : EĞER TARİHTEN DERS ALINIR, İBRET ÇIKARILIRSA TARİH TEKEKKÜR ETMEZ;
Türk milleti, Başbuğ Atatürk'ün vefatının üzerinden geçen 72 yıl boyunca arada bir silkinse de derin bir uyku halindedir. Türk milletinin ekserisi kafasını kaldırdığında dalgalanan bayrak görüp, kulağına da ezan sesi gelip, öyle böyle karnı doyuyorsa; milli şuur'dan uzak idarecilerinin icratlarını sorgulamadan yaşayagelmiştir.
Başbuğ Atatürk'ün uçmağa vardığı 1938'den günümüze gelişen olayların bütününe bakılırsa; Türk milleti de Ulu Önder'in ardından uyanmak bilmediği gaflet uykusuna yattığı çok net görülebilir. Hatta, İnönü'nün Atatürk'den sonra ki süreçte izlediği gayri milli politikaları ve Türklüğün yegane kurtuluş yolu olan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi Türkçülüğe hasmane tutumunu sineye çekmekle, Atatürk'ün son zamanlarında yanına dahi yaklaştırmadığı halde naaşının Anıtkabir'e yerleştirilmesine göz yummakla, uykuya dalmak için çok da uzun süre beklemediğini de görebilmek mümkündür.
Milleti yapan mili şuuru kazandıracak eğitim sistemini yaratıp, yetişen nesillere aktarmayan milli anlayıştan uzak idarecilerin gafleti, son 72 yıldır Cumhuriyetimizi uçurumun kenarına defalarca götürüp getirmiştir.
1950'li yılların politikası şuursuzca Batı'ya özellikle ABD'ye yaklaşma anlayışı, günümüze değin devletimizi siyasi-ekonomik anlamda bağımlı hale getirmesine rağmen; Milli Şuur anlamında 2'nci bir Kurtuluş Savaşı başlatmayan milletin uykusunu, bazıları gibi Komünizm karşısında ki tavrını örnek göstererek aklayamayız. Zira, komünizm mücadelesi veren karşıt grupların temel söylemleri: ''iş-ekmek'' ve Türkçüler gibi ''Milli Şuur''u öne çıkaranlar olmuş olsa da ekseri olarak ''Din'' ön plana çıkmaktadır ki, Türklerin genelinin yine milli şuur anlamında gaflet uykusunda olduğunun delilidir.
Son 72 yıl içerisinde gelişen olayların analizini iyi yapan odaklar, bayrağın sembolik olarak dalgalanmasını sağlayıp, minarelerden de ezan sesini eksik etmedikleri gibi ümmet kimliği ve cemaat arasına sıkıştırdıkları halkı da karşılıksız dağıttıkları yardımlarla bağımlı hale getirip; hedeflerini birer birer gerçekleştirmişlerdir.
Hedeflerini arzulayan odaklar tecrübelerinin üzerine yenilerini ekleyerek yeni söylemler yeni taktikler geliştirdiği halde; hepsinin panzehiri olan Milli Şuur'dan uzak yaşayan halk, her seferinde oynanan oyunlara düşme yanılgısını yaşamıştır.
Geçmişin yanılgılarından ders çıkartmayan Milletin, günümüz Türkiye'sinde ''İş-ekmek'' ve ''Din'' söylemlerini aynı potada birleştirip Türklüğün bütün değerlerine taarruz eden günümüz AKP iktidarı karşısında tam bir teslimiyet yaşayıp milli uyanış sergileyememiş olması da şüphesiz hala gaflet uykusunda olduğunun delilidir.
Bu kadar derin gaflet uykusuna yatan milletin, dağıtılan kömür ve bulguru yeterli görüp, ''müslüman iktidar'' propagandasını damarlarına kadar yedikten sonra; milli bir duruş sergilemesini beklemek, geçmiş tecrübelere bakarak acı ki, mümkün görünmüyor.
Türk milleti'nin kanını ve canını ortaya koyarak yırtıp attığı Sevr Antlaşması'nın maddelerinin, bugün dolaylı yollardan vatana ihanetin nişanesini ''Aydın'' koyan zevatlarca ''Demokratikleşme'' adı altında masalarda pazarlık konusu olmasının temelinde ne yazık ki; bir kaç kilo bulgur, bir kaç torba kömür ve ''din propagandası'' vardır. Bu da şer odaklarının derslerine iyi çalışıp milletin yumuşak karnını belirleyip politika ürettikleri halde; milletin Milli Bilinç'den uzak gaflet uykusunda uyuduğunun göstergesidir.
Bitme noktasına gelmiş terörün olanca hızı ile şiddetlenmesine, verilen tavizlerle Milli kimliğe kastedilmesine, teslimiyetçi bir zihniyet ile ekonomik değerleri ya satılmış ya da ipotek edilmiş olmasına rağmen milletin, ''Ne oluyoruz'' diyerek gaflet uykusundan uyanamaması, Milli Bilinç sahibi çevreleri tekerrür eden tarihin işgal zırhlılarını İstanbul'a demirleteceği korku tüneline sokmaktadır.
Ülkemiz adına elem verici olan bu gidişatın sorumluluğunu eğitim düzeyi ilkokul seviyesinde olup yüzyıllarca ümmet kimliği ile yaşamaya mecbur bırakılmış millete kesmek de en büyük adaletsizlik olur. Millet en kötü zamanında bile devletine bağlı, vatanına sadık birey olmak gayesi ile yaşadığı halde; yumuşak karnını belirleyip ona göre politika üretenlerce bu duruma getirilmiştir ki, içinde bulunduğumuz durumun tek sorumlusu; millet'den kopuk yaşayan, kendisini konferans salonları ve sitelerin içine sıkıştırmış tehlikenin farkında olan ''Cumhuriyet Aydınları''dır. Şunu çok rahat söyleyebiliriz ki; bu durumumuz da en az sorumluluk millete aittir. Zira, bu miletin ''Milli Şuur'' gereken en zor zamanlarda hiç bir karşılık beklemeden varlığını Türk varlığına feda ettiğini unutmamak gerekir.
Cumhuriyet Aydınları artık, suçlu aramak kolaycılığından kaçınıp; zamanında vatan malıdır ıslanmasın diyerek bebeğinin örtüsünü cepheye götürdüğü cephanenin üzerine örten bu millete tehlikeyi kapı kapı, köy köy gezerek anlatmak zorundadır.
Ekonomik değerleri satılmış ya da ipotek edilen, iktidarının okyanus ötesinden icazet alan, sınırları bugün için masalarda ''Demokratikleşme'' adı altında pazarlık konusu olan ülkenin; gönderde ki bayrağının uzun süre dalgalanamayacağını millete anlatmak, tehlikenin farkında ki bireylerin görevidir. Tehlikenin farkına varmış olan siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve hatta hiç bir oluşumla organik bağı olmayan idealist bireyler vatan görevidir, Türklüğün diyetidir diyerek; usanmadan, yorulmadan kapı kapı dolaşmalı, sokakta gördüğü her vatandaşa hatta otobüste yan koltuğunda oturan kişiye tehlikenin farkına varması için aydınlatmada bulunmalıdır.
Evet, Türk milleti 72 yıldır derin bir uykudadır. Bu uykunun müsebbibi de kendi dünyasında milletden kopuk başka bir uyku alemine dalmış siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve de Cumhuriyet aydınları'dır.
Türkçüler olarak korkumuz, tarihin her zaman bizleri haklı çıkartmasıdır. Bir an evvel üzerine sorumluluk düşen herkesin; üzerine düşeni fazlası ile yapıp esasında durumumuzun ayıbımız olduğu bilincinden hareketle köklü Türk milletine millet olmanın bilincinin verilmesi için çalışması gerekmektedir.
Milletin omuzlarına yüklenmeye çalışılan bu ayıbı da temizlemek, müsebbiblerine düşmektedir.
Tanrı Türk'ünü Koruyacaktır!
Türk milleti, Başbuğ Atatürk'ün vefatının üzerinden geçen 72 yıl boyunca arada bir silkinse de derin bir uyku halindedir. Türk milletinin ekserisi kafasını kaldırdığında dalgalanan bayrak görüp, kulağına da ezan sesi gelip, öyle böyle karnı doyuyorsa; milli şuur'dan uzak idarecilerinin icratlarını sorgulamadan yaşayagelmiştir.
Başbuğ Atatürk'ün uçmağa vardığı 1938'den günümüze gelişen olayların bütününe bakılırsa; Türk milleti de Ulu Önder'in ardından uyanmak bilmediği gaflet uykusuna yattığı çok net görülebilir. Hatta, İnönü'nün Atatürk'den sonra ki süreçte izlediği gayri milli politikaları ve Türklüğün yegane kurtuluş yolu olan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi Türkçülüğe hasmane tutumunu sineye çekmekle, Atatürk'ün son zamanlarında yanına dahi yaklaştırmadığı halde naaşının Anıtkabir'e yerleştirilmesine göz yummakla, uykuya dalmak için çok da uzun süre beklemediğini de görebilmek mümkündür.
Milleti yapan mili şuuru kazandıracak eğitim sistemini yaratıp, yetişen nesillere aktarmayan milli anlayıştan uzak idarecilerin gafleti, son 72 yıldır Cumhuriyetimizi uçurumun kenarına defalarca götürüp getirmiştir.
1950'li yılların politikası şuursuzca Batı'ya özellikle ABD'ye yaklaşma anlayışı, günümüze değin devletimizi siyasi-ekonomik anlamda bağımlı hale getirmesine rağmen; Milli Şuur anlamında 2'nci bir Kurtuluş Savaşı başlatmayan milletin uykusunu, bazıları gibi Komünizm karşısında ki tavrını örnek göstererek aklayamayız. Zira, komünizm mücadelesi veren karşıt grupların temel söylemleri: ''iş-ekmek'' ve Türkçüler gibi ''Milli Şuur''u öne çıkaranlar olmuş olsa da ekseri olarak ''Din'' ön plana çıkmaktadır ki, Türklerin genelinin yine milli şuur anlamında gaflet uykusunda olduğunun delilidir.
Son 72 yıl içerisinde gelişen olayların analizini iyi yapan odaklar, bayrağın sembolik olarak dalgalanmasını sağlayıp, minarelerden de ezan sesini eksik etmedikleri gibi ümmet kimliği ve cemaat arasına sıkıştırdıkları halkı da karşılıksız dağıttıkları yardımlarla bağımlı hale getirip; hedeflerini birer birer gerçekleştirmişlerdir.
Hedeflerini arzulayan odaklar tecrübelerinin üzerine yenilerini ekleyerek yeni söylemler yeni taktikler geliştirdiği halde; hepsinin panzehiri olan Milli Şuur'dan uzak yaşayan halk, her seferinde oynanan oyunlara düşme yanılgısını yaşamıştır.
Geçmişin yanılgılarından ders çıkartmayan Milletin, günümüz Türkiye'sinde ''İş-ekmek'' ve ''Din'' söylemlerini aynı potada birleştirip Türklüğün bütün değerlerine taarruz eden günümüz AKP iktidarı karşısında tam bir teslimiyet yaşayıp milli uyanış sergileyememiş olması da şüphesiz hala gaflet uykusunda olduğunun delilidir.
Bu kadar derin gaflet uykusuna yatan milletin, dağıtılan kömür ve bulguru yeterli görüp, ''müslüman iktidar'' propagandasını damarlarına kadar yedikten sonra; milli bir duruş sergilemesini beklemek, geçmiş tecrübelere bakarak acı ki, mümkün görünmüyor.
Türk milleti'nin kanını ve canını ortaya koyarak yırtıp attığı Sevr Antlaşması'nın maddelerinin, bugün dolaylı yollardan vatana ihanetin nişanesini ''Aydın'' koyan zevatlarca ''Demokratikleşme'' adı altında masalarda pazarlık konusu olmasının temelinde ne yazık ki; bir kaç kilo bulgur, bir kaç torba kömür ve ''din propagandası'' vardır. Bu da şer odaklarının derslerine iyi çalışıp milletin yumuşak karnını belirleyip politika ürettikleri halde; milletin Milli Bilinç'den uzak gaflet uykusunda uyuduğunun göstergesidir.
Bitme noktasına gelmiş terörün olanca hızı ile şiddetlenmesine, verilen tavizlerle Milli kimliğe kastedilmesine, teslimiyetçi bir zihniyet ile ekonomik değerleri ya satılmış ya da ipotek edilmiş olmasına rağmen milletin, ''Ne oluyoruz'' diyerek gaflet uykusundan uyanamaması, Milli Bilinç sahibi çevreleri tekerrür eden tarihin işgal zırhlılarını İstanbul'a demirleteceği korku tüneline sokmaktadır.
Ülkemiz adına elem verici olan bu gidişatın sorumluluğunu eğitim düzeyi ilkokul seviyesinde olup yüzyıllarca ümmet kimliği ile yaşamaya mecbur bırakılmış millete kesmek de en büyük adaletsizlik olur. Millet en kötü zamanında bile devletine bağlı, vatanına sadık birey olmak gayesi ile yaşadığı halde; yumuşak karnını belirleyip ona göre politika üretenlerce bu duruma getirilmiştir ki, içinde bulunduğumuz durumun tek sorumlusu; millet'den kopuk yaşayan, kendisini konferans salonları ve sitelerin içine sıkıştırmış tehlikenin farkında olan ''Cumhuriyet Aydınları''dır. Şunu çok rahat söyleyebiliriz ki; bu durumumuz da en az sorumluluk millete aittir. Zira, bu miletin ''Milli Şuur'' gereken en zor zamanlarda hiç bir karşılık beklemeden varlığını Türk varlığına feda ettiğini unutmamak gerekir.
Cumhuriyet Aydınları artık, suçlu aramak kolaycılığından kaçınıp; zamanında vatan malıdır ıslanmasın diyerek bebeğinin örtüsünü cepheye götürdüğü cephanenin üzerine örten bu millete tehlikeyi kapı kapı, köy köy gezerek anlatmak zorundadır.
Ekonomik değerleri satılmış ya da ipotek edilen, iktidarının okyanus ötesinden icazet alan, sınırları bugün için masalarda ''Demokratikleşme'' adı altında pazarlık konusu olan ülkenin; gönderde ki bayrağının uzun süre dalgalanamayacağını millete anlatmak, tehlikenin farkında ki bireylerin görevidir. Tehlikenin farkına varmış olan siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve hatta hiç bir oluşumla organik bağı olmayan idealist bireyler vatan görevidir, Türklüğün diyetidir diyerek; usanmadan, yorulmadan kapı kapı dolaşmalı, sokakta gördüğü her vatandaşa hatta otobüste yan koltuğunda oturan kişiye tehlikenin farkına varması için aydınlatmada bulunmalıdır.
Evet, Türk milleti 72 yıldır derin bir uykudadır. Bu uykunun müsebbibi de kendi dünyasında milletden kopuk başka bir uyku alemine dalmış siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve de Cumhuriyet aydınları'dır.
Türkçüler olarak korkumuz, tarihin her zaman bizleri haklı çıkartmasıdır. Bir an evvel üzerine sorumluluk düşen herkesin; üzerine düşeni fazlası ile yapıp esasında durumumuzun ayıbımız olduğu bilincinden hareketle köklü Türk milletine millet olmanın bilincinin verilmesi için çalışması gerekmektedir.
Milletin omuzlarına yüklenmeye çalışılan bu ayıbı da temizlemek, müsebbiblerine düşmektedir.
Tanrı Türk'ünü Koruyacaktır!
FENER RUM PATRİKLİĞİ, KONSTANTİNOPOLİS OLDU
Patrik Kendini Ekümenik İlan Etti…
Adı; Fener Rum Patrikhanesi ya da Rum Ortodoks Patrikliği, ama bakınız Türkçe web adreslerine, "Konstantinopolis Ekümenik Patrikhanesi" yazıyor, adresi de açık, internette mevcut, "34083 Fatih/İstanbul" Bir de yabancı dilde yayın yapan web adreslerine bakınız, orada da "Ecumenical Patriarchate of Constantinople" yazıyor, web adresleri de açık; "www.patriarchate.org/"...
Bir de Osmanlı ile alay ediyor, resmi web sitesinde kullandığı şu ifadelere bir bakınız; “Rum Ortodoks Patrikhanesi ve patriğinin, 1821 Mora İsyanı sırasında, güya isyan kışkırtıcılığı ve destekçiliği yaptığı iddiasıyla o zamanki Patrik Grigorios idam edilmiştir”.
Bu çok anlamlı bir harekettir; Fener yerine Konstantinopolis demek, Patrik yerine ekümenik demek!Lozan’a göre bu Patrikhane bir dini müessesedir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bağlıdır. Ekümenik dediğiniz andan itibaren küresel bir statü alır ve artık kontrol edemezsiniz.
Öte yanda, Konstantinopolis eski Bizans’ın başkentidir. 1453'te fethedildi, şimdi adı İstanbul. Patrikhanenin hala Konstantinopolis demesi, siyasi bir davranıştır, buna izin verilmemelidir.
AKP Hükümeti Dışişleri Bakanı Davutoğlu bu Patriği resmen ziyaret ediyor, yani bir anlamda tanıyor, ama yanlış yapıyor!
Bir de Kıbrıs meselesi var…
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var ama Avrupa Birliği resmi web sayfasında bu Türk Cumhuriyeti Kıbrıs haritasında gösterilmiyor.
Avrupa Birliği resmi sayfasındaki ifadelere bir bakınız; “Kıbrıs Türk Kesimi” diye geçiyor, Rumlar ise “Kıbrıs Cumhuriyeti”...
Ama AKP Hükümeti bize aksini söylüyor, diyor ki; "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıs Rum Kesimi", ama doğru değil bunlar! AB kayıtlarına göre bir tane Kıbrıs Cumhuriyeti var, o da Rumlarda görünüyor.
Niye böyle oldu, çünkü 2004'te AKP Hükümeti Rumların AB'ye üye olmasını sağlayan anlaşmayı imzaladı da ondan...
Anayasa’nın başlangıç hükümleri der ki, hiçbir hükümet Türk milli menfaatlerini yok sayan karar alamaz, uygulama yapamaz.
Hem Fener Rum Patrikliği meselesinde, hem de Kıbrıs’ta, AKP Hükümeti Türk milli menfaatlerini yok saymıştır. Kıbrıs Türklerine zorla "annan planını" imzalatan o ABD'nin üretiği muhteşem dünya lideri
Bu anayasal bir suçtur
E.Sarızeybek
Bizler, Fener Rum Patrikhanesinden milliyet açısından ayrılmaktayız. Onlar kendilerini Bizans'ın devamı görmektedirler, bizler ise özbeöz Türk soyundanız.
- Sevgi Erenerol
"Ben, her zaman her yerde Türk olduğumu beyan ettim. Bir yabancı Türk dostu olabilir. Fakat benim gibi halis bir Türk’ün, bir yabancı Türk dostu gibi gösterilmesinden incinmemek ve teessüf duymamak mümkün değildir. Bana Türk demeyip Türk dostu diyenleri hiçbir şekilde affedemem! Biz Hristiyan Türkler de, bütün milletimizle beraber milli istiklalimize kavuştuk ve şimdi övünüyoruz. Ne mutlu Türk’üm diyene."
-Papa Eftim
Düşmanlarımızın her şeyi var. Bizim silah ve cephanemiz yok; amma göğsümüzde imanımız var. Mutlaka kazanacağız! Fener Patrikhanesinin ihanet mumunu söndüreceğiz; muzaffer olacağız!"
-Papa Eftim
"Dedem Eftim de büyük bir Türkçü idi. İnsanın ülkesini, milliyetini kendisinin seçemediğini ama dinini seçebildiğini söylerdi. Böyle bir milliyetçi aileden de gelince ister istemez milliyetçi oluyor insan."
-Sevgi Erenerol
Papa Eftim 1884 yılında, Yozgat’ın Akdağmadeni kazasının İstanbulloğlu Mahallesi'nde doğdu. Babasının adı Karahisarlı Oğullarından Baraş’tır. İlk ve orta öğrenimini Akdağmadeni’nde yaptı.Zekâsı ve çalışkanlığı sayesinde hocası Şevki Efendi’nin dikkatini çekti. Arkadaşlarının Kur'an ezberlemelerine imrenerek İncil’i ezberledi. 21 yaşında iken Ruhban mesleğine girdi. 1908′de Ankara’ya gelerek babasının mesleği olan, manifaturacılığa başladı. 1912’de diyakos 1915’te seçimle papaz olarak 'Eftim' adını aldı ve Akdağmadeni’ne döndü. 1918′de Keskin Metropolit Vekili iken Fener Rum Patrikhanesi’ni protesto ederek Müstakil Türk Ortodoks Patrikhanesi'ni kurdu ve ölümüne kadar başında kaldı. Papa Eftim, Fener Patrikhanesinin dini siyasete alet ettiğini fark etmesinden sonra 65 yıl onlarla mücadele etti. “Ben Türk dostu değil, Türkoğlu Türk Eftim’im” diyen Papa Eftim, Mart 1968′de, 84 yaşındayken vefat etti.
Similar topics
» Belge doğru ise sorumluları
» DEVLET ADAMI ve GAFLET
» 70 yıllık şiire AKP sansürü
» 13 yıllık enkazı ne yapacağız ? BURAK YILMAZ
» 15 bin yıllık Türk yurdu
» DEVLET ADAMI ve GAFLET
» 70 yıllık şiire AKP sansürü
» 13 yıllık enkazı ne yapacağız ? BURAK YILMAZ
» 15 bin yıllık Türk yurdu
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz