el koydukları dev medya kuruluşlarını devlet kredisiyle eniştelerinin
1 sayfadaki 1 sayfası
el koydukları dev medya kuruluşlarını devlet kredisiyle eniştelerinin
AKP’liler, el koydukları dev medya kuruluşlarını devlet kredisiyle eniştelerinin CEO olduğu şirketlere devrettiklerinde hukuk karşısına çıkmadıkları gibi; daha sonra, kurdukları TÜRGEV'e bağışta bulunanlara hem ucuz ihale verdiler hem de bunlarla yaptıkları anlaşmaya göre bir havuz oluşturup eniştenin yönetiminde bulunan şirket medyasını bunlara aktardılar.
İşte böyle dev medya kuruluşları oluşturularak bölücü AKP’lilerin yalan lağımları, milyonlarca AKP'linin beynine istikrar diye boşaltıldı. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, vatandaşın doğru bilgiye ulaşabileceği hiçbir seçenek de bırakmıyorlar. 17-25 Aralık 2013 hırsızlık ve rüşvet soruşturmaları ses kayıtlarında Sümeyye trollerden söz ediyordu. Yani bölücü AKP, sayısını bilmediğimiz kişilerden bir sosyal medya paylaşım ekibi oluşturdu ve bunlara kaynağı nereden geldiği bilinmeyen ücretler ödeniyor. Bölücü AKP’nin, anayasaya aykırı şekilde 2013, 2014 yıllarında Sayıştay'a denetlettirmediği hazine harcamalarının da nedeni anlaşılıyor. Böylece, geçici bir süre devleti yönetmesi gereken bölücü AKP, kalıcı olmak için hükumet nüfuzunu kullanarak yalan haberler yapan ve tabanın beynini lapaya döndüren hem dev medya kuruluşlarına hem de sosyal medya ekibine hazineyi harcadı…
Güneydoğumuzda, binlerce ruhsatsız silah bulunduran, taşıyan ve kullanan[8]; haraç toplayan, yol kesen, kimlik kontrolü yapan bölücü kardeşlerine müdahale etmeyen AKP[9]; daha da ileri giderek ancak birkaç kişinin gerçek bilgileri okuyup yazdığı milli Twitter ve Facebook sayfalarıyla sözde iç güvenlik yasasıyla uğraşmaya tenezzül etti. AKP’lilerin amacı, AKP’lilerin suçlarını ortaya çıkaracak ve çok az kişinin bildiği bilgilerin yayılmasını önlemek…
Suç ortakları cemaatle sınav sorularının cevaplarını yandaşlara aktarma ve bununla kalmayarak devlette kadrolaşmak için, en üst düzey görevlere lise mezunu bile olmayan cahil akrabalarını sınavsız doldurma[10]; Ege’de Yunanistan’a[11], Güneydoğu Anadolu bölgesinde PKK’ya[12] ve Süleyman Şah Türbesinin bulunduğu vatan topraklarımızı terk etme[13]; hâkim kılıklı düşman casuslarını kozmik odalara sokarak devlet sırlarımızın düşmanların ellerine geçmesine yardımcılık[14], [15], [16]; terör örgütü dedikleri cemaatin meclis araştırma komisyonunca araştırılmasını ret etmeleri ancak ne istedilerse verdikleri[17]; İçişleri Bakanının anayasayı tanımaması[18]; AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet METİNER’in “Anayasa vesayetin son kalesidir, bunu da paramparça edeceğiz merak etmeyin”[19] demesi, bölücü AKP’lilerin suçlarından bazılarıdır. Ayrıca kuzenleri bölücü BDP’li[20] AKP üyesi ve milletvekili aday adayı olan Hakan FİDAN’ın, 2937 sayılı MİT kanununun 13. 14. Maddeleri ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun, 97. D ve 96. Maddelerine aykırı şekilde MİT müsteşarlığına iade edilmesi; 120 milyar Euro'nun üzerinde hırsızlık; bölücü terör örgütüyle ülkeyi bölme konusunda pazarlık; terör örgütlerine tırlar dolusu silah yardımı ve yataklık ederek komşu ülkelere de bölücü terör ihraç etme, gibi ancak bazılarını sayabildiğimiz bu ağır suçları işleyenlerin çıkardıkları kanunlarla yürütme yapılamaz ve bundan sonra olası çıkaracakları kanunlar da yok hükmündedir...
Kozmik odaya girilmesi konusunda açıklamalar yapan İlker BAŞBUĞ’un ve ARINÇ-GÖKÇEK restleşmesinde, medyaya yansıyan eski Başbakan Yardımcısı ve Hükumet Sözcüsü’nün ifadeleri; savcılar tarafından neden ihbar olarak değerlendirilmiyor? Bu kişilerin sıfatları önemsiz mi? Kendilerine itibar edilmiyor mu? Yoksa savcılar korkuyorlar mı? Anayasanın 138. Maddesine dayanarak hukukun yaptırım gücünü gösterecek kolluk kuvveti bulamıyorlar mı? Yetkili yetkisiz herkese şu mutlak evrensel gerçeği hatırlatırım ki: Zalimlerin varlığı ve devamlı zulüm yaşanması, korkuya bağlıdır; tüm kurumları ellerine geçirdiklerinden, kimsenin kendilerine bir şey yapmayacağını zannediyor olabilirler. Oysa korku yenildiğinde onlar da yenilecek; belirleyici olan bizleriz…
Suç ortaklarıyla kurguladıkları[43], Ergenekon, Balyoz ve benzeri siyasi soruşturmalarda savcılığa soyunanlar; harp akademilerinde yaptıkları konuşmada ise “kandırıldık” dediler. Kandırılma safsatasını bir kenara bırakarak söylemek zorundayız ki, görevinin önemini kavrayan ciddi bilgi birikimli kişiler; hiç değilse anayasayı okuduklarında 138. Maddesinin: “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez…” gerçeğini öğrenirlerdi. Ama bunun için, gerçekten iddia edildiği gibi saf ve iyi niyetli olmak gerekiyor. Ayrıca bir insanın farklı zamanlardaki sözleri, eylemleri kendi kendini yalanlamamalıdır. Yöneticilik; hele ki devlet yöneticiliği, ağırlık, ciddiyet ve bilgi birikimi gerektirdiği gibi; aynı zamanda, zaman içinde de tutarlılık gerektirir. Siyaset sanatı, zannedildiği gibi tevillerle veya kandırıldık demelerle sorumluluktan kaytarmak değildir. Devlet yönetmeye kendinizi yeterli görüyorsanız, değil bir ilkokul mezununun müritleri, sizi feriştahı bile kandıramamalı. Aksi hâlde, tek bir çelişkinizin, tek bir yetersizliğinizin bulunması durumunda; kitlelerin size olan güveni sarsılması gayet olağandır. Ülke bölündüğünde, sömürgecilerin kiralık tetikçisi, bebek katili ÖCALAN tarafından yine kandırıldık mı diyecekler? Yıllar sonra kimlerin tam olarak ne kadar çaldığı ortaya çıktığında: “Çok affedersiniz yanlışlık oldu” mu diyecekler?
Hukuku uygulamayan, gücün keyfiliğini kullanıp: “Güçleri yetiyorsa gelip yıksınlar!” diyerek, görevini anayasadan alan en yüksek bir anayasal kurumun, kaçak saray hakkında verdiği kararı tanımayarak ne kadar hukuk insanı olduklarını kanıtladılar…
Cumhurbaşkanı, özellikle 7 Haziran 2015 tarihi öncesinde düzenlediği mitinglerde başkanlık için oy isterken parti adı vermediğini ve dolayısıyla tarafsızlığı ihlal etmediğini söylüyor; ancak başkanlık hangi partinin programında var? Başkanlık sadece AKP'nin programında olduğuna göre kendisi ilgili partiye oy istemiş olmuyor mu? Böyle yuvarlak ifadelerle kanunların dolanılabileceğini sanmak doğrusu zekâ komedisidir. Ayrıca değil 400 milletvekili 550 milletvekilini bir parti kazansa dahi anayasanın ilk 4 maddesi değiştirilemeyeceği[44], [45] gibi referandumu da götürülemez. Hem daha önce hukuka aykırı hareket ettiği, anayasa tanımadığı ve haklarında değişik suç iddiaları bulunanların bırakın anayasanın bazı kısımlarını değiştirmeyi kanun yapma yetkisi bile yoktur. Seçilmiş olmak tüm suçlardan arınmak değildir. Seçilenlerin kanun çıkarabilmesi için, önce dokunulmazlıklarının kaldırılıp geçmişteki tüm suçlarından tek tek yargılanması ve suçsuzluk belgelerinin ellerinde bulunması gerekir...
Gerçek hukuk devletinde tek otorite hukuktur; hukuk dışında her hangi bir otorite bulunamaz. Her kişi ve kurum, kullanacağı kısmi yetkiyi hukuktan alır ve aynı zamanda bizzat kendisi bir başka kurum ve yetkilinin denetimine tabiidir. Türk Ceza Kanununun 309. Maddesinin 2. Fıkrası gereğince bölücü AKP’lilerin, anayasayı ortadan kaldırma, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkma girişiminden yargılanmaları gerektiği gibi; görevi ihmâl, görevi kötüye kullanma ve ihaleye fesat karıştırma suçlarından da yargılanmalıdırlar. Türk Ceza Kanununun 309. Maddesi aynen şunu diyor:
''1-Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.
2-Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur''
Anayasanın Başlangıç Kısmında: “Millet iradesinin mutlak üstünlüğü; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiç bir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk dışına çıkamayacağı. Hiç bir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevî değerlerini, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” şeklindeki ifadesiyle, siyasi iktidarın, kuruluş ve işleyişine egemen olması gereken ilkeler gösterildi...
Siyasal iktidarın kuruluşu ve işleyişine egemen olan bu ilkeleri içeren kuralların bütünü, Anayasal düzeni oluşturmaktadır. Bu madde ile korunmak istenen hukukî yarar, Anayasa düzenine egemen olan ilkelerdir…
309/1 Madde ile korunmak istenen hukukî yararın niteliği dikkate alınarak, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzen” ibaresi kullanılmış, böylece korunmak istenen hukukî yarara açıklık getirilmiştir…
Yine 309/1 Maddede tanımlanan suçun oluşabilmesi için, cebir veya tehdit kullanarak Anayasal düzenin değiştirilmesine teşebbüs edilmesi gerekir. Bu nedenle, cebir ve tehdit bu suçun işlenişteki unsurunu oluşturmaktadır. Cebir ve tehdit kavramlarının hukukî anlam ve içeriği, yasalarımızda açıklanmıştır. Bu nedenle, Anayasal düzenin değiştirilmesine yönelik teşebbüsün ancak cebir veya tehdit kullanılarak, yani bireylerin iradeleri zorlanmak veya anayasal düzen içerisindeki kurumların gizli açık tehdit edilmesi suretiyle ifsat edilerek gerçekleştirilmesi gerekir…
Maddede, maddî unsur olarak “teşebbüs edenler” ibaresi kullanılmış olduğundan, Anayasanın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen üzerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edilmesi, cezalandırma için yeterlidir. Suç hem idare edenler hem de idare edilenler tarafından işlenebileceğinden teşebbüste aranılacak elverişlilik, suçun işleniş biçimi ve özellikle suçun bir tehlike suçu olduğu dikkate alınarak, kullanılan cebir veya tehdidin neticeyi elde etmeye elverişli olup olmadığının mahkeme tarafından takdir edilmesi gerekir…
Yukarıda, ancak bazılarını alıntıladığımız AKP’lilere ait beyanlar, ceza hukukundaki kastın sözlü olarak ortaya konulmasıdır. Sözün yerine getirilebilirliği yani suçun maddi unsuru olan fiilin işlenebilmesi için bu amaca matuf eylemlerin ağırlığı önemlidir. Bunu yönetim yetkisini kötüye kullanarak yapabilecekleri gibi doğrudan yetki aşımı yaparak fiilen gerçekleştirme hali de vardır. Örneğin geçenlerde “parlamenter sistem askıdadır bekleme odasına alınmıştır” denildi. Sonrasında, 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 24. Maddesinin birinci fıkrasının değiştirilmesinin önerilmesiyle; Cumhurbaşkanlığına istihbari hizmetlerde kullanılması için örtülü ödenek ayrılması kabul edildi. Önerge, parlamenter sistemi düzenleyen anayasaya aykırıdır; sorumlu Başbakanlığa bağlı istihbarat hizmetleri, istihbarattan sorumlu olmayan Cumhurbaşkanlığıyla paylaştırılamaz. Cumhurbaşkanı, yetki kullanacak ancak sorumlu olmayacak; oysa gerçek hukuk devletinde, yetki kullanımı aynı zamanda sorumluluk ve denetim gerektirir. Bölücü AKP’lilerin, çok sayıda bu ve benzer girişimleri anayasaya açıkça aykırı ve anayasal düzenin yok edilmesi anlamına gelir. Bu ve benzeri beyanların sık ve çok sayıda olması ise örgütlü bir biçimde anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs kabulü ile soruşturma konusu olmalıdır…
Birbirlerinden çok farklı yayınların ve farklı zamanlarda kişilerin ağızlarından defalarca kaçırdıkları gerçeklerin; ülkemizde ve bölgemizde 23 ülkenin sınırları ve rejimleri (anayasaları) değiştirilecek olay bütününü maddi kanıtlarıyla gösterirken; hukukçu zannedilen birileri, susup, pısıp, tırsarak veya kişisel ikbal hesapları yaparak yerlerinde oturmaya devam mı edecekler? Yoksa hukukî eşitliğe aykırı olarak birilerine suç işleme imtiyazı mı sağlandı? Hukuk herkes içindir ve hukukta eşitlik olmazsa olmazdır; bu nedenle hukukçu, kişilerin veya ekiplerin değil, hukukun tarafıdır. Yargılamaya, kişilerin konumuna veya tarafına bakılarak bazılarına evet bazılarına hayır denemez. Deyim yerindeyse: Ya hep ya hiç! Eşitliği düzenleyen Anayasa’nın 10. Maddesinin ilgili kısmında şöyle yazıyor: “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” Bu demektir ki, hukukta, herhangi bir eşitsizlik olamayacağı gibi; hiç kimseye de özgürce suç işleme ayrıcalığı -hele ki kamu zararına- tanınamaz ve her suç faili mutlaka yargılanmalıdır…
Deniz KAÇAĞAN
[21] Bir televizyon programında, eski İçişleri Bakanı Efkan ÂLÂ’nın, Emniyet İstihbarat tarafından sızdırıldığını ve dolayısıyla kabul ettikleri anlaşılan Oslo görüşmelerinde, bölücülerin Emniyet Müdürü ve Vali atayabileceklerine dair sır küpü Hakan FİDAN’ın, bölücülere kolaylık sözü vermeleri
[22] Türkiye Cumhuriyeti’nin Birlikçi (üniter) devlet yapısına aykırı şekilde, bölücü AKP’lilerin meclisten geçirdiği ve iptali için, bölücü muhalefetin anayasa mahkemesine götürmediği çözüm süreci
İşte böyle dev medya kuruluşları oluşturularak bölücü AKP’lilerin yalan lağımları, milyonlarca AKP'linin beynine istikrar diye boşaltıldı. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, vatandaşın doğru bilgiye ulaşabileceği hiçbir seçenek de bırakmıyorlar. 17-25 Aralık 2013 hırsızlık ve rüşvet soruşturmaları ses kayıtlarında Sümeyye trollerden söz ediyordu. Yani bölücü AKP, sayısını bilmediğimiz kişilerden bir sosyal medya paylaşım ekibi oluşturdu ve bunlara kaynağı nereden geldiği bilinmeyen ücretler ödeniyor. Bölücü AKP’nin, anayasaya aykırı şekilde 2013, 2014 yıllarında Sayıştay'a denetlettirmediği hazine harcamalarının da nedeni anlaşılıyor. Böylece, geçici bir süre devleti yönetmesi gereken bölücü AKP, kalıcı olmak için hükumet nüfuzunu kullanarak yalan haberler yapan ve tabanın beynini lapaya döndüren hem dev medya kuruluşlarına hem de sosyal medya ekibine hazineyi harcadı…
Güneydoğumuzda, binlerce ruhsatsız silah bulunduran, taşıyan ve kullanan[8]; haraç toplayan, yol kesen, kimlik kontrolü yapan bölücü kardeşlerine müdahale etmeyen AKP[9]; daha da ileri giderek ancak birkaç kişinin gerçek bilgileri okuyup yazdığı milli Twitter ve Facebook sayfalarıyla sözde iç güvenlik yasasıyla uğraşmaya tenezzül etti. AKP’lilerin amacı, AKP’lilerin suçlarını ortaya çıkaracak ve çok az kişinin bildiği bilgilerin yayılmasını önlemek…
Suç ortakları cemaatle sınav sorularının cevaplarını yandaşlara aktarma ve bununla kalmayarak devlette kadrolaşmak için, en üst düzey görevlere lise mezunu bile olmayan cahil akrabalarını sınavsız doldurma[10]; Ege’de Yunanistan’a[11], Güneydoğu Anadolu bölgesinde PKK’ya[12] ve Süleyman Şah Türbesinin bulunduğu vatan topraklarımızı terk etme[13]; hâkim kılıklı düşman casuslarını kozmik odalara sokarak devlet sırlarımızın düşmanların ellerine geçmesine yardımcılık[14], [15], [16]; terör örgütü dedikleri cemaatin meclis araştırma komisyonunca araştırılmasını ret etmeleri ancak ne istedilerse verdikleri[17]; İçişleri Bakanının anayasayı tanımaması[18]; AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet METİNER’in “Anayasa vesayetin son kalesidir, bunu da paramparça edeceğiz merak etmeyin”[19] demesi, bölücü AKP’lilerin suçlarından bazılarıdır. Ayrıca kuzenleri bölücü BDP’li[20] AKP üyesi ve milletvekili aday adayı olan Hakan FİDAN’ın, 2937 sayılı MİT kanununun 13. 14. Maddeleri ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun, 97. D ve 96. Maddelerine aykırı şekilde MİT müsteşarlığına iade edilmesi; 120 milyar Euro'nun üzerinde hırsızlık; bölücü terör örgütüyle ülkeyi bölme konusunda pazarlık; terör örgütlerine tırlar dolusu silah yardımı ve yataklık ederek komşu ülkelere de bölücü terör ihraç etme, gibi ancak bazılarını sayabildiğimiz bu ağır suçları işleyenlerin çıkardıkları kanunlarla yürütme yapılamaz ve bundan sonra olası çıkaracakları kanunlar da yok hükmündedir...
Kozmik odaya girilmesi konusunda açıklamalar yapan İlker BAŞBUĞ’un ve ARINÇ-GÖKÇEK restleşmesinde, medyaya yansıyan eski Başbakan Yardımcısı ve Hükumet Sözcüsü’nün ifadeleri; savcılar tarafından neden ihbar olarak değerlendirilmiyor? Bu kişilerin sıfatları önemsiz mi? Kendilerine itibar edilmiyor mu? Yoksa savcılar korkuyorlar mı? Anayasanın 138. Maddesine dayanarak hukukun yaptırım gücünü gösterecek kolluk kuvveti bulamıyorlar mı? Yetkili yetkisiz herkese şu mutlak evrensel gerçeği hatırlatırım ki: Zalimlerin varlığı ve devamlı zulüm yaşanması, korkuya bağlıdır; tüm kurumları ellerine geçirdiklerinden, kimsenin kendilerine bir şey yapmayacağını zannediyor olabilirler. Oysa korku yenildiğinde onlar da yenilecek; belirleyici olan bizleriz…
Suç ortaklarıyla kurguladıkları[43], Ergenekon, Balyoz ve benzeri siyasi soruşturmalarda savcılığa soyunanlar; harp akademilerinde yaptıkları konuşmada ise “kandırıldık” dediler. Kandırılma safsatasını bir kenara bırakarak söylemek zorundayız ki, görevinin önemini kavrayan ciddi bilgi birikimli kişiler; hiç değilse anayasayı okuduklarında 138. Maddesinin: “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez…” gerçeğini öğrenirlerdi. Ama bunun için, gerçekten iddia edildiği gibi saf ve iyi niyetli olmak gerekiyor. Ayrıca bir insanın farklı zamanlardaki sözleri, eylemleri kendi kendini yalanlamamalıdır. Yöneticilik; hele ki devlet yöneticiliği, ağırlık, ciddiyet ve bilgi birikimi gerektirdiği gibi; aynı zamanda, zaman içinde de tutarlılık gerektirir. Siyaset sanatı, zannedildiği gibi tevillerle veya kandırıldık demelerle sorumluluktan kaytarmak değildir. Devlet yönetmeye kendinizi yeterli görüyorsanız, değil bir ilkokul mezununun müritleri, sizi feriştahı bile kandıramamalı. Aksi hâlde, tek bir çelişkinizin, tek bir yetersizliğinizin bulunması durumunda; kitlelerin size olan güveni sarsılması gayet olağandır. Ülke bölündüğünde, sömürgecilerin kiralık tetikçisi, bebek katili ÖCALAN tarafından yine kandırıldık mı diyecekler? Yıllar sonra kimlerin tam olarak ne kadar çaldığı ortaya çıktığında: “Çok affedersiniz yanlışlık oldu” mu diyecekler?
Hukuku uygulamayan, gücün keyfiliğini kullanıp: “Güçleri yetiyorsa gelip yıksınlar!” diyerek, görevini anayasadan alan en yüksek bir anayasal kurumun, kaçak saray hakkında verdiği kararı tanımayarak ne kadar hukuk insanı olduklarını kanıtladılar…
Cumhurbaşkanı, özellikle 7 Haziran 2015 tarihi öncesinde düzenlediği mitinglerde başkanlık için oy isterken parti adı vermediğini ve dolayısıyla tarafsızlığı ihlal etmediğini söylüyor; ancak başkanlık hangi partinin programında var? Başkanlık sadece AKP'nin programında olduğuna göre kendisi ilgili partiye oy istemiş olmuyor mu? Böyle yuvarlak ifadelerle kanunların dolanılabileceğini sanmak doğrusu zekâ komedisidir. Ayrıca değil 400 milletvekili 550 milletvekilini bir parti kazansa dahi anayasanın ilk 4 maddesi değiştirilemeyeceği[44], [45] gibi referandumu da götürülemez. Hem daha önce hukuka aykırı hareket ettiği, anayasa tanımadığı ve haklarında değişik suç iddiaları bulunanların bırakın anayasanın bazı kısımlarını değiştirmeyi kanun yapma yetkisi bile yoktur. Seçilmiş olmak tüm suçlardan arınmak değildir. Seçilenlerin kanun çıkarabilmesi için, önce dokunulmazlıklarının kaldırılıp geçmişteki tüm suçlarından tek tek yargılanması ve suçsuzluk belgelerinin ellerinde bulunması gerekir...
Gerçek hukuk devletinde tek otorite hukuktur; hukuk dışında her hangi bir otorite bulunamaz. Her kişi ve kurum, kullanacağı kısmi yetkiyi hukuktan alır ve aynı zamanda bizzat kendisi bir başka kurum ve yetkilinin denetimine tabiidir. Türk Ceza Kanununun 309. Maddesinin 2. Fıkrası gereğince bölücü AKP’lilerin, anayasayı ortadan kaldırma, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkma girişiminden yargılanmaları gerektiği gibi; görevi ihmâl, görevi kötüye kullanma ve ihaleye fesat karıştırma suçlarından da yargılanmalıdırlar. Türk Ceza Kanununun 309. Maddesi aynen şunu diyor:
''1-Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.
2-Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur''
Anayasanın Başlangıç Kısmında: “Millet iradesinin mutlak üstünlüğü; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiç bir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk dışına çıkamayacağı. Hiç bir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevî değerlerini, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” şeklindeki ifadesiyle, siyasi iktidarın, kuruluş ve işleyişine egemen olması gereken ilkeler gösterildi...
Siyasal iktidarın kuruluşu ve işleyişine egemen olan bu ilkeleri içeren kuralların bütünü, Anayasal düzeni oluşturmaktadır. Bu madde ile korunmak istenen hukukî yarar, Anayasa düzenine egemen olan ilkelerdir…
309/1 Madde ile korunmak istenen hukukî yararın niteliği dikkate alınarak, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzen” ibaresi kullanılmış, böylece korunmak istenen hukukî yarara açıklık getirilmiştir…
Yine 309/1 Maddede tanımlanan suçun oluşabilmesi için, cebir veya tehdit kullanarak Anayasal düzenin değiştirilmesine teşebbüs edilmesi gerekir. Bu nedenle, cebir ve tehdit bu suçun işlenişteki unsurunu oluşturmaktadır. Cebir ve tehdit kavramlarının hukukî anlam ve içeriği, yasalarımızda açıklanmıştır. Bu nedenle, Anayasal düzenin değiştirilmesine yönelik teşebbüsün ancak cebir veya tehdit kullanılarak, yani bireylerin iradeleri zorlanmak veya anayasal düzen içerisindeki kurumların gizli açık tehdit edilmesi suretiyle ifsat edilerek gerçekleştirilmesi gerekir…
Maddede, maddî unsur olarak “teşebbüs edenler” ibaresi kullanılmış olduğundan, Anayasanın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen üzerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edilmesi, cezalandırma için yeterlidir. Suç hem idare edenler hem de idare edilenler tarafından işlenebileceğinden teşebbüste aranılacak elverişlilik, suçun işleniş biçimi ve özellikle suçun bir tehlike suçu olduğu dikkate alınarak, kullanılan cebir veya tehdidin neticeyi elde etmeye elverişli olup olmadığının mahkeme tarafından takdir edilmesi gerekir…
Yukarıda, ancak bazılarını alıntıladığımız AKP’lilere ait beyanlar, ceza hukukundaki kastın sözlü olarak ortaya konulmasıdır. Sözün yerine getirilebilirliği yani suçun maddi unsuru olan fiilin işlenebilmesi için bu amaca matuf eylemlerin ağırlığı önemlidir. Bunu yönetim yetkisini kötüye kullanarak yapabilecekleri gibi doğrudan yetki aşımı yaparak fiilen gerçekleştirme hali de vardır. Örneğin geçenlerde “parlamenter sistem askıdadır bekleme odasına alınmıştır” denildi. Sonrasında, 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 24. Maddesinin birinci fıkrasının değiştirilmesinin önerilmesiyle; Cumhurbaşkanlığına istihbari hizmetlerde kullanılması için örtülü ödenek ayrılması kabul edildi. Önerge, parlamenter sistemi düzenleyen anayasaya aykırıdır; sorumlu Başbakanlığa bağlı istihbarat hizmetleri, istihbarattan sorumlu olmayan Cumhurbaşkanlığıyla paylaştırılamaz. Cumhurbaşkanı, yetki kullanacak ancak sorumlu olmayacak; oysa gerçek hukuk devletinde, yetki kullanımı aynı zamanda sorumluluk ve denetim gerektirir. Bölücü AKP’lilerin, çok sayıda bu ve benzer girişimleri anayasaya açıkça aykırı ve anayasal düzenin yok edilmesi anlamına gelir. Bu ve benzeri beyanların sık ve çok sayıda olması ise örgütlü bir biçimde anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs kabulü ile soruşturma konusu olmalıdır…
Birbirlerinden çok farklı yayınların ve farklı zamanlarda kişilerin ağızlarından defalarca kaçırdıkları gerçeklerin; ülkemizde ve bölgemizde 23 ülkenin sınırları ve rejimleri (anayasaları) değiştirilecek olay bütününü maddi kanıtlarıyla gösterirken; hukukçu zannedilen birileri, susup, pısıp, tırsarak veya kişisel ikbal hesapları yaparak yerlerinde oturmaya devam mı edecekler? Yoksa hukukî eşitliğe aykırı olarak birilerine suç işleme imtiyazı mı sağlandı? Hukuk herkes içindir ve hukukta eşitlik olmazsa olmazdır; bu nedenle hukukçu, kişilerin veya ekiplerin değil, hukukun tarafıdır. Yargılamaya, kişilerin konumuna veya tarafına bakılarak bazılarına evet bazılarına hayır denemez. Deyim yerindeyse: Ya hep ya hiç! Eşitliği düzenleyen Anayasa’nın 10. Maddesinin ilgili kısmında şöyle yazıyor: “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” Bu demektir ki, hukukta, herhangi bir eşitsizlik olamayacağı gibi; hiç kimseye de özgürce suç işleme ayrıcalığı -hele ki kamu zararına- tanınamaz ve her suç faili mutlaka yargılanmalıdır…
Deniz KAÇAĞAN
[21] Bir televizyon programında, eski İçişleri Bakanı Efkan ÂLÂ’nın, Emniyet İstihbarat tarafından sızdırıldığını ve dolayısıyla kabul ettikleri anlaşılan Oslo görüşmelerinde, bölücülerin Emniyet Müdürü ve Vali atayabileceklerine dair sır küpü Hakan FİDAN’ın, bölücülere kolaylık sözü vermeleri
[22] Türkiye Cumhuriyeti’nin Birlikçi (üniter) devlet yapısına aykırı şekilde, bölücü AKP’lilerin meclisten geçirdiği ve iptali için, bölücü muhalefetin anayasa mahkemesine götürmediği çözüm süreci
Similar topics
» İdeolojisiz Devlet...?
» Taraflı medya güvenliğimizi tehdit ediyor
» PKK'yı devlet kurucusu yapmak!
» Milli Şuur Katili, Yahut “Sosyal Medya”
» Son günlerde yine aptal bir sosyal medya kampanyası başladı
» Taraflı medya güvenliğimizi tehdit ediyor
» PKK'yı devlet kurucusu yapmak!
» Milli Şuur Katili, Yahut “Sosyal Medya”
» Son günlerde yine aptal bir sosyal medya kampanyası başladı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz