¤ۣۜ..¤ İlteriş Türkçü Turancı Otağı ¤ۣۜ..¤
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım

Aşağa gitmek

Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Empty Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım

Mesaj tarafından İlteriş Kağan Perş. 7 Mayıs 2009 - 4:39

Yazan: Umit Ozdag, Tarih: 10-02-2008 23:17


Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım
21.yüzyılda ülkemize yönelik millî, bölgesel ve küresel nitelikli çelişkilere
cevap verebilmek için Türk milliyetçiliğinin temel hedefi, devletin kurulması ve
savunulmasından devletin geliştirilmesi/yetkinleştirilmesi ve etkinleştirilmesi,
toplumun zenginleştirilmesi ve demokratikleştirilmesi anlamında
jeoekonomik geliştirilmesine dönüşmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin geliştirilerek korunması ve jeoekonomik savunması
için gerçekleştirilmesi gereken reformların yedi temel alanı kapsaması lâzımdır.
Türk milliyetçiliğinin ideolojik yenilenme sürecinde bu yedi süreç üzerinde
öncelikle odaklanması kaçınılmazdır. Diğer bir ifade ile bir yandan temel sorunlarını
dayattığı meseleleri çözerek, tüm Türk dünyasını, tarihi kapsayan, mezhep
merkezli bakış açısını geride bırakan, Türk töresi ve İslâm dinine dayanarak ahlâkî
temellerini yükselten Türk milliyetçiliği, öte yandan yenilenme sürecinde siyasal
reform programını da geliştirmek zorundadır. Aşağıda ileri sürülen yedi süreç, ideolojik
yenilenmenin politik sonuçları olmalıdır.

a) Yeniden bağımsızlaşma
b) Stratejik barış,
c) Ekonomik yeniden yapılanma,
d)Yeniden millî devlet,
e) Demokratik gelişim,
f) İnsan unsurunun moral açıdan inşası,
g) Etkin hukuk devletinin kurulmasıdır.
Bu yedi alanda gerçekleştirilecek radikal reform süreciyle hedeflenen, Türk
Devleti ile yurttaşlarının yaşadıkları temel kriz ile Türkiye’nin yaşadığı bölgesel ve
küresel boyutlu krizlerin aşılmasıdır. Bu yedi ana politik reform süreci eş zamanlı
olarak gündeme getirilmeli ve sürdürülmelidir. Bu yedi radikal reform süreci köklerini
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinden ve ideolojik yenilenmeden
alarak güçlenmelidir. Ancak unutulmamalıdır ki, Türk milliyetçiliğine özgün radikal
her çözümün temelinde Türk tarihi, Türk töresi ve Türk mitolojisi de olmalıdır.

a) Yeniden Bağımsızlaşma
Türkiye’nin önündeki temel sorunlar, ülkenin politik, ekonomik ve kültürel
bağımsızlığının tehdit altında olmasıdır. Bu anlamda alınacak önlemlerin başında
Türkiye’nin yeniden bağımsızlaştırılmasını sağlayacak tedbirler gelmektedir. Bir
kısım yarı aydın ve işbirlikçi zihniyet sahibi, 21. yüzyılda hiçbir ülkenin tam
bağımsız olmadığını, bütün ülkelerin birbirlerine bağlı/bağımlı olduklarını söylemektedir.
Türk milliyetçileri ülkeler arasındaki ilişkilerin onları birbirlerine bağladığının
farkındadırlar ve buna karşı çıkmamaktadırlar. Ancak, Türk milliyetçileri,
Türkiye’nin diğer ülkelerle olan ilişkilerinin Türkiye’yi edilgen bir bağımlılığa sürüklemesine
karşıdırlar. Türk milliyetçileri, ABD veya Almanya’nın Kongo veya
Danimarka’ya bağımlılığı ne kadar ise o kadar bağımlı olmayı kabul edebilirler.
Yeniden bağımsızlaşma ve stratejik barış, Türk dış politikasının temel
eksenleri olmalıdır. Bağımsızlaşma, bütüncül bir süreçtir. Ekonomik bağımsızlığa
sahip olmayan bir ülkenin politik ve kültürel bağımsızlığı sadece kâğıt üzerinde
kalmaktadır. Ancak, ekonomik bağımsızlık dünyadan soyutlanma değil, aksine
dünya pazarları ile daha fazla bütünleşme, ancak bütünleşmede etkin taraf olmayı
gerektirmektedir. Ekonomik bağımsızlığı sağlayacak sürecin ilk adımı ise
bağımsızlıkçı siyasal ve kültürel tavır alınmasına, ekonomik bağımsızlaşma sürecini
ileri taşımasına bağlıdır.
Bundan dolayı, bütün politik süreçler, ülkemizin politik ve ekonomik anlamda
tek taraflı bağımlılığından çok karşılıklı ve dengeli bağımlılığını sağlayacak
şekilde tasarlanmalıdır. Karşılıklı ve dengeli bağımlılık, 21. yüzyılın bağımsızlığıdır.
Bu sürecin gerçekleşmesi için Türkiye’nin düşmanlıklarını azaltacak ve çevresinde
etkin ve yararlı bir barış alanı oluşturacak bir politikaya, diğer bir ifade ile stratejik
barışa ihtiyacı vardır.
Yeniden bağımsızlaşma ve stratejik barış, ancak bugün Türk Devleti'nin ruhuna
sinmiş olan “bitkisel savunma” anlayışının ortadan kaldırılması ve Türkiye’nin
kendisini sınırlarının ötesinden başlayarak savunmaya başlaması ile olabilir.
Yeniden bağımsızlaşma ve stratejik barış, öncelikle Türkiye’nin önündeki yaºamsal
tehdit olan federalleşme ve iç çatışma sürecini durdurarak millî birliğin tesisini
sağlayacaktır.
İkinci aşamada, bu iki politikanın 21. yüzyıl içinde Türkiye’yi götürmesi
gereken uzun vadeli politik hedef, Batı dünyası ile ilişkilerini geliştiren,
NATO güvenlik sistemi ile Atlantik ötesi ilişkilerini sürdüren Türkiye,
Avrasya ve Türk dünyası ile kendi içinde aşamaları olan bir politik işbirliği
olmalıdır.
Bu hedef çerçevesinde, yapılması gereken, Türkiye üzerindeki tek yanlı ABD
ve AB etkisini azaltırken, ilişkileri bugün olduğundan daha güçlü temeller
üzerine oturtan bir denge politikasının oluşturulmasıdır. Bazı çevrelerde
AB'yi ABD'nin veya ABD'yi AB'nin alternatifi olarak ortaya koyan Türk dış
politika modellemeleri ileri sürülmektedir. Oysa, Türkiye'nin AB ile
iliºkilerinin niteliği ile ABD ile olan iliºkilerinin niteliği farklıdır ve birbirlerinin
yerini dolduramaz.

aa) AB ile İlişkiler
Türkiye-AB iliºkileri köklü bir değişimden geçmek zorundadır. Hâlen, Türkiye'yi
içine almama konusunda kararlı olan AB ülkelerinin çoğu, ülkemizi oyalamaya ve
bu süreçte Türkiye'den elde edilebilecek tavizleri elde etmeye çalışmaktadır.
ABTürkiye ilişkilerinde temel gerginlik nedeni, AB içinde AB'nin geleceği ile ilgili iki
farklı projenin çarpışmasıdır. Bunlardan birisi İngiltere'nin savunduğu ulus devletlerin
konfederal AB'sidir. Bu modelde Türkiye'nin AB üyesi olma şansı vardır. Diğeri ise
Fransa ve Almanya'nın öncülüğünü yaptığı federal bir Avrupa Birleşik Devletleri projesidir.
Türkiye'nin federal bir Avrupa'nın parçası olması mümkün görünmemektedir.
Çünkü, Türkler Avrupalılarla federal bir Avrupa için gerekli olan
"Avrupalı kimliğinin" oluşmasını engelleyecek bir tarihsel ilişki modeli içinde
olmuşlardır. Bundan dolayı Türklerin AB üyesi olmasını AB'nin federalleşmesinin
engelenmesi olarak gören Almanya ve Fransa Türkiye'nin tam üyeliğine karşı
şiddetli bir muhalefet içindedirler. Ama gerek federalist Almanya ve Fransa gerek
konfederalist İngiltere, Türkiye'yi AB kapısı önünde bekletirken Türk iç politikası
üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurmuşlardır. Türkiye, bu süreçte sürekli jeopolitik
tavizlere zorlanmaktadır. Ayrıca, kuruluş esaslarını tasfiye etmektedir. Bu sürece
artık son verilmesi gerekmektedir.
Türkiye, Avrupa Birliği tam üyelik sürecini durdurmalı ve Gümrük Birliği
sürecini serbest ticaret bölgesine dönüştürmek üzere görüşmelere
başlamalıdır. Türkiye’nin AB tam üyelik sürecini tek taraflı olarak durdurması ve
Gümrük Birliği sürecini askıya alması, bir yandan Türkiye’nin iç ve dış politikasında
hegemonik bir pozisyon kazanmaya başlayan AB’nin bu konumunu sona
erdirirken, öte yandan AB ile daha sağlıklı bir dialog zemini kurulmasını sağlayacaktır.
AB sürecinin kavuşacağı yeni yapı, Türkiye’yi Kıbrıs, Ege, insan hakları,
Ermeni meselesi, Fener Rum Patrikhanesi konularında baskı altına girmekten kurtaracaktır.
Serbest ticaret bölgesi anlayışı üzerine oturmuş Türkiye-AB ilişkileri, gerilimlerden
kurtulacak, daha sağlıklı bir zemin üzerinde şekillenecektir.

ab) ABD ile İlişkiler
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler de önümüzdeki dönemde tekrar
yapılandırılmalıdır. Türk milliyetçiliğinin ne ABD'ye ne de başka bir ülkeye yönelik
politikası, kısır bir "anti"cilik üzerine inşa edilmemelidir. Türkiye-ABD ilişkileri de
anti-Amerikancılık değil, her zaman Türkiyecilik üzerine kurulmalıdır. Bugün iki
ülke arasındaki ilişkilerin temel açmazı, ABD'ye manevî olarak teslim olmuş olan
Türk siyasal elitinin, Türkiyeci bir tavır izleyememesinden kaynaklanmaktadır.
Türkiye'nin 1940'lı yıllardan bu yana izlediği genellikle teslimiyetçi nitelik taşıyan
politikalar Washington'da ciddî bir alışkanlık yaratmıştır. ABD, Türkiye'nin kendisi
ile herhangi bir pazarlığını bile hakaret kabul etmektedir. Öte yandan, jeopolitiği
etkili bir şekilde kullanmak yerine jeopolitiği satma üzerine kurulan politikalar
ve her ekonomik krizde kredi veya hibe için ABD'in kapısının çalınması,
Washington'da Ankara'dan her şeyi talep edebileceği ve bunun da yerine getirileceği
duygusunu uyandırmıştır. Türk-Amerikan ilişkilerinde ulaşılan bu ruh hâlinin aşılması
için Türkiye, izleyeceği politikalar ile ABD’nin saygısını kazanmak zorundadır.
Bugün, Washington, Ankara’ya bir kısım yeteneksiz ve muhteris, kendi
halkını soyan politikacı sınıfı tarafından yönetilen ve ikide bir borç isteyen bir ülke
olarak bakmaktadır. Saygı duyulan bir Türkiye, itirazları daha fazla dikkate alınan,
görüşleri karar alma sürecini daha fazla etkileyen bir ülke olmalıdır.
Ayrıca, Türk milliyetçileri ABD ile ilişkileri “ABD için önemli olmak” şeklindeki
klasik Türk dış politikası anlayışının çerçevesinden çıkartmalıdır. Türkiye’nin
önemi bir ülkeye veya onun stratejisi içindeki önemine bağlı değildir. Ama, 21.
yüzyılın başındaki güçler dengesi gözönüne alınarak Türk dış politikası şekillendirilirken
ABD’nin çok önemli bir belirleyici olduğu gözönünde tutulmalıdır.
Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini tanımlamada kullanılan stratejik müttefiklik içi
yeniden doldurulan ve tanımlanan bir kavram olmalıdır. Öte yandan ortada son
dönemde çok dolaşan ve hiçbir ciddî zemini olmayan stratejik ortaklık
kavramından da vazgeçilmelidir. İki ülkenin stratejik ortak olabilmesi için her şeye
aynı gözle bakabilmeleri gerekmektedir. Bu çerçevede ABD; İsrail, İngiltere ve
Kanada ile stratejik ortak olabilir. Oysa, Kıbrıs ve Türkmenler konularında Türkiye
ile ters düşen ve düşmekte ısrar eden ABD'nin Türkiye'nin stratejik ortağı olması
mümkün değildir. Türkiye’nin çıkarları ile ters düşmekte israr eden bir ABD ile müttefikliğin
sadece NATO çerçevesinde tutulması ise en sağlıklı olanıdır. Zaman
zaman bu iki kavram bile birbiri ile karıştırılmakta ve birbirinin yerine kullanılmaktadır.
Ancak, biz burada bu iki kavramı birbirinden ayırmayı ve yeniden tanımlamayı öneriyoruz.
ABD, 21. yüzyılda Amerikan tek kutupluluğunu sürdürmek amacı ile Avrasya ve
Orta Doğu alanlarını kapsayan bir atılım içine girmiştir. Washington, Orta Doğu’da
içine girdiği sürecin bir çıkmaz olduğunu ve Türkiye'siz Orta Doğu operasyonunun
mümkün olmadığını anlamıştır. Ankara, bir yandan Orta Doğu’nun şekillenmesi
süreci üzerinde Washington ile Türkiye’nin menfaatlerinin gerçekleşmesini
sağlayan bir pazarlık yapmalı, öte yandan bugün Türkiye’nin Orta Doğu genelinde
ve Irak özelinde Kürt meselesinde önünü kesen İsrail ile yeni bir düzlemde amacı
Orta Doğu’da bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını engelleyen Türk-İsrail
stratejik pazarlığı yapılmalıdır.
İsrail kendisini Orta Doğu’da güven içinde hissetmediği sürece Türkiye’nin
güvenliğinin ABD tarafından ihanete uğraması tehdidi ortadan kalkmamış olacaktır.
Ancak, İsrail'e Kürt devleti projesini desteklemenin uzun vadede çok
pahalıya patlayacağı açık bir şekilde anlatılmalıdır. Araplığın ve Farslığın
düşmanlığı ile yaşayan İsrail, Türklüğün de düşmanlığını üzerine çekerse, kukla bir
Kürt devletinin dostluğu İsrail'e yetmeyecektir. Türkiye, Arap-İsrail çatışmasının
sona erdirilmesinde ve tarafların barışı yakalamasını sağlamak için etkin bir Orta
Doğu angajmanı gerçekleştirmelidir. Bölgeyi 400 sene yöneten güç olan
Türkiye'nin desteklediği bir barışın daha sağlam temelleri olacaktır.
ABD’nin Türkiye’ye sadece Orta Doğu’da değil, Avrasya’da da ihtiyacı vardır.
ABD’nin Afganistan üzerinden Avrasya’daki varlığı Amerikan gücüne karşı bir ittifak
yaratmıştır. ABD’nin Avrasya’nın derinliğinde bulabileceği tek Avrasya içi ve dışı
güç olan müttefik Türkiye’dir. Türkiye, Rusya ile çatışmadan hatta stratejik barış
çerçevesi için de, ABD ile Kafkasya ve Orta Asya’da işbirliğini sürdürmelidir.
Türkiye’nin ABD için önemi önümüzdeki dönemde daha da keskinleşecek olan ABÇin-
Hindistan-Rusya ile ABD arasındaki küresel boyutlu çatışmada ortaya çıkacaktır.
İlteriş Kağan
İlteriş Kağan
Yazışmalık Yöneticisi


Yazışmalık Yöneticisi


Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Turkey10
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Gencat10
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Pro10
Yaş Yaş : 43
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Turan
Lakap Lakap : ©ﻕΞתς яΞiS
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 01/10/81
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Hepsini Okudum
İletiler: İletiler: : 5564
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 06/01/09
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Pro1010
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım 290407


Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Ile10

https://ilteris.forum.st/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Empty Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım

Mesaj tarafından İlteriş Kağan Perş. 7 Mayıs 2009 - 4:41

ac) Türk Dünyası İle İlişkiler
Türk dünyası ile ısrarcı ancak acelesi olmayan bir sosyal ve ekonomik bütünleşme
süreci izlenmelidir. Esasen, böyle bir süreci kimseyi tehdit etmeden şekillendirmek
zor değildir. Ancak, Türk dünyası ile ilişkiler, hamaset ve tek taraflı
yardım esasından çıkarılarak karşılıklı somut menfaat çerçevesine oturtulmalıdır.
Türk cumhuriyetleri ile ilişkilerde, gerçekçi olmayan ve gereksiz yere Türkiye’ye
düşmanlık uyandıracak Turancı bir söylemden kaçınarak, gerçekçi bir temelde
ilişkilerin şekillendirilmesi ön plâna çıkarılmalıdır.
Taraflar arasında azalan ticaret önümüzdeki yıllarda stratejik bir plânlama
çerçevesinde hızla geliştirilmelidir. Türkiye’nin Türk cumhuriyetleri ve komşuları
ile olan ekonomik ve ticarî ilişkileri, özel bir konseptle hazırlanmış, “stratejik
ticaret plânlamasına” dayanmalıdır. Bu politika ile amaç, önceden belirlenmiş
sektörlerde devlet-özel sektör işbirliği ile yabancı piyasalar üzerinde kontrol
oluşturmak olmalıdır.
Türkiye ve Türk cumhuriyetleri kurumlarının katılacağı değişik ortak kurumsal
mekanizmalar oluşturulmalıdır. Bu ortak kurumsal mekanizmaların oluşturulmasının
temel hedefi gelecek 20 yıl içinde Arap Ligi’nden daha güçlü bir “Türk
ligi”nin oluşturulması olmalıdır.

b) Stratejik Barış
Türkiye tarihi, milletimizin yüklendiği misyon ve ülkemizin jeopolitik konumu
itibarı ile bir çok komşu ve komşu olmayan millet ile mücadele içinde olduğunu
göstermektedir. Türk milliyetçiliği açısından en sağlıklı ve en etkili mücadele yolu,
milletin ve devletin enerjisini düşmanlıkları tırmandırarak eritme değil, gerekli
politikaları geliştirerek, Türkiye’nin ekonomik gelişmesine aktarmak olmalıdır.
Stratejik barış Türkiye için bir savunma ve işbirliği politikasının temelini oluşturmalıdır.
Stratejik barış için Türkiye’nin aktif bir dış politika izlemesi, komşularını işbirliği
ve barışın faydalarına ikna etmesi gerekmektedir. Komşuları barışa ikna etmenin
değişik yolları olduğu akılda tutulmalıdır. Suriye ile başlayan barış sürecinin hemen
öncesinde bu ülkeyi savaş ile tehdit ettiğimiz unutulmamalıdır. Dış politika bir ısrar
ve akıl sürecidir. Bu süreçte, teşvik, ödül, ceza, tehdit gibi mekanizmalar eşgüdüm
içinde barış için kullanılmak zorunda kalınabilir.
Ekonomik açıdan bir dev hâline gelecek Türkiye’ye bugün düşman olan ülkeler
dahi yarın ekonomik ortak hâle geleceklerdir. Gaziantep-Adana-Hatay ekseninin
bütün bir Suriye-Ürdün-Lübnan-Irak alanını kendisine eklemleyecek şekilde
yoğun bir ekonomik işbirliği coğrafyası olarak geliştirilmesi gereklidir. Keza,
Trabzon-Erzurum-Van hattının Kafkasya-İran coğrafyasını ekonomik işbirliği ve etkileşim
alanı olarak şekillendirmesi mümkündür. İstanbul'un Balkanlar, Kafkaslar
ve Orta Doğu yanında Rusya-Ukrayna içinde önem taşıdığı ortadadır.

c) Ekonomik Yeniden Yapılanma
Dünyanın en büyük yirmi ekonomisi arasında olan Türk ekonomisi, soyguncu
bir siyasal elitin akraba-aşiret-sözde iş adamı işbirliği ile soyulmakta, kaynakları
heba edilmektedir. Türkiye, yıllardan bu yana “paran kadar değil, kredin kadar
yaşa” sloganı ile üretmediği zenginliği tüketen bir ülkedir. Kamu kaynaklarını
sömüren, istismar eden ve kamu kaynaklarına dayanarak politika yapan Türk politikacıları,
önce para basarak, sonra, dış borç alarak ve nihayet iç borç alarak Türk halkını istismar etmiştir.
Ülkemizi bir anda zengin, güçlü ve mutlu kılacak hiçbir sihirli formül
veya ittifak yoktur. Zengin, güçlü ve mutlu bir millet olmanın yolu uzun erimli,
sabırlı, etkili, verimli, sistemli ve çalışkan bir yaşam tarzının bütün bir millet
tarafından benimsenerek yaşama geçirilmesidir. Türk milliyetçiliğinin inanç
tazelemesinin temelinde hamasi çözümlemeler değil, yüksek teknoloji üretimi,
verimlilik artışı, refahın yaygınlaşması, yüksek-değer ekli meta üretimi,
dış ticaret fazlası, geniş para stoku, düşük enflâsyon, yabancı ºirketlerin
satın alınması, küresel rekabette üstün Türk firmaları, borç alan
Türkiye’den borç veren Türkiye’ye geçiş yatmaktadır. Türk milliyetçiliğinin
hedefi Türkiye’nin büyük ekonomik güç hâline gelmesidir.
Ekonomi mucizeler üzerinde yükselmez. Ekonomi, çalışma, ısrar, yaratıcılık,
rekabet, yatırım, tasarruf, yeni keşifler, yeni pazarlar gibi kavramlar/süreçler ile
gelişmenin sağlandığı bir alandır.
Ekonomik vizyonu olmayan bir siyasal milliyetçilik ile kitlelerin desteğinin
alınmasının çok zor hatta imkânsız olduğu meydana çıkmıştır. Nitekim şimdiye
değin de siyasal milliyetçilik tek başına iktidara gelecek ölçüde geniş kitlelerin
desteğini sağlayamamıştır. Çünkü kitleler çok olağanüstü kriz dönemleri hariç
olmak üzere, idealizmden uzak daha çok bireysel çıkarlarına yakındırlar. Milliyetçi
ideolojik yapı için belirli bir entelektüel düzey gerekmektedir ki, bunu kitlede bulmak
mümkün değildir.
Bu çerçeveden bakıldığı zaman gerek siyasal Türk milliyetçiliğinin başarılı olabilmesi,
gerek Türkiye’nin 21. yüzyılda küçük orta sınıf bir devletten büyük bir
devlet hâline gelmesi için milliyetçiliğin ideolojik ekseninin kültürel-siyasal milliyetçiliğini
geliştirerek jeoekonomik eksenli ekonomik milliyetçiliğine kaydırması şarttır. Siyasal-kültürel
milliyetçiliğin kitleler tarafından benimsenmesi
Türk milliyetçiliğinin ekonomik-teknolojik milliyetçiliği geliştirmesine bağlıdır.
Esasen bir sanayi politikasına, bir malî politikaya, bir dış ticaret politikasına
dönüşmeyen bir milliyetçi anlayışın ülkeye bir yön, bir vizyon vermesi mümkün
değildir.
Türk toplumu bir süreden beri umutsuzluk ve hayal kırıklığı içinde bocalamaktadır.
Vizyonsuz sistem partilerine olan inanç gittikçe zayıflamaktadır. Toplumu
ortak bir hedefe yöneltecek ve heyecan verecek bir politik-ekonomik hedefin
yokluğu bir yana, hızlı bir toplumsal kutuplaşma ve ayrışma gözlemlenmektedir.
Toplumun bütün kesimleri ciddî bir sıkıntı ve arayış içindedirler. Böyle bir ortamda
Türk milliyetçilerinin toplumu ateşleyecek bir politik vizyon ortaya koyması
ancak siyasal-kültürel milliyetçiliğin ekonomik-teknolojik milliyetçilik ile geliştirilerek,
topluma yeni bir proje sunması ile gerçekleşebilir.
Ekonomik milliyetçilik kapalı, ekonomiyi gümrük duvarları arkasında korumaya
alan değil, küresel rekabet için devlet-özel sektör-toplum işbirliğini öngören bir
yaklaşımın ürünü olmalıdır. Esasen son on yılda iyice yoğunlaşan küreselleşme-bölgeselleşme
ikilemindeki dünya ekonomisindeki rekabet savaşında Türk ekonomisinin ayaklar altında
kalmaması için hızlı bir yapısal dönüşüm sürecine girmesi şarttır.
1983’ten bu yana her ne kadar Türkiye’de temel ekonomik söylem devletin
ekonomiden çekilmesi üzerine bina edilmiş ise de bu söylemin baş temsilcisi olan
siyasal kadrolar devletin ekonomik kaynaklarını siyasal amaç ve kadroları için
sömürmek amacı ile ekonomik yapıyı sakatlamışlar ve asla devleti ekonomiden
çekmeyi düşünmemişlerdir.
Esasen hiçbir gelişmiş sanayi toplumunda, değişik kalkınma yaklaşımlarına
sahip olan ABD, Almanya ve Japonya da dâhil olmak üzere, devlet ekonominin
dışında değildir. İdare-i maslahatçı siyasal yapılar Türkiye’nin ekonomik değişimi
ve gelişimi için hiçbir kapsamlı politikaya sahip değildirler. İdare-i maslahatçıların
ekonomik yaklaşımları günü kurtarmaya yönelik olup, stratejik ve uzun vadeli bir
niteliğe sahip değildir.
İdare-i maslahatçılar gerçek ekonomik kalkınmanın toplumca ödenmesi
gereken bir bedeli olduğunu, tasarruf yapan ve üreten toplumların ciddî bir
ekonomik kalkınmayı gerçekleştirebileceği gerçeğini göz ardı ederek, nerede ise
çalışmadan iyi yaşamayı vaadetmektedirler. Bu halka söylenen en büyük yalandır.
Bu yalanın bir sonucu olarak, Türk toplumu ürettiğinden fazlasını tüketen bir tatil,
fiesta toplumu hâline dönüşmüştür. Bu durumun değişmesi için toplumun, üreten,
biriktiren bir toplumsal-ekonomik yapıya kayması şarttır.
Ekonomik milliyetçilik Türkiye’nin hem ürün bazında dışsatımının nitelik ve
nicelik değiştirmesini hem hâlihazırda yoğun ilişkide olduğu pazar sayısını ve
pazar oranını artırarak küresel plânda yoğun bir atılımı yaşamasını hedeflemelidir.
Jeoekonomik milliyetçiliğin amacı Türkiye’yi teknoloji üretme ve keşfetme
konusunda en gelişmiş ülkeler ile rekabet eder hâle getirmektir. Bu hedef ilk
bakışta imkânsız gibi görünse de esasen ciddî bir bilim politikası ve sanayi
alanında devlet-özel sektör işbirliği ile mümkündür. Türkiye’nin hedeflediği
ekonomik sıçramanın nesnel alt yapısı mevcuttur. Ancak üretken ekonomik yapı
şimdiye değin istikrarsız politikalar ile sürekli sakatlanmıştır. Sanayi devi
Japonya’nın 1980’de 2.1 milyar Dolar olan dış ticaret fazlası 1991 senesinde 110
milyar Dolar'a çıkmıştır ki bu da istikrarlı ve stratejik ekonomik politikalar izlendiği
takdirde ekonomik gelişmenin ulaşabileceği seviyeyi göstermektedir. Keza Çin’in
1978-1997 seneleri arasında kişi başına millî geliri dört katına çıkardığı düºünülür
ise Türkiye’nin çok hızlı bir ekonomik yapılanmayı daha kısa zamanda
gerçekleştirmemesi için neden olmadığı da anlaşılır.
Özetlersek, jeoekonomik milliyetçilik, ekonomiyi küresel rekabete kapatmadan,
yüksek değer ekli, görece ucuz, rekabet değeri yüksek ve küresel
geçerliliğe sahip yüksek teknoloji ürünlerini üretebilen bir refah ekonomisinin politik
alt yapısını oluşturan politik yaklaşımdır.
jeoekonomik milliyetçiliğin Japonya ve Asya Kaplanları diye anılan ülkelerin
Türkiye’ye uygulanma çabası olduğu akla gelebilir. Ancak böyle bir tespit doğru
değildir. Ekonomik milliyetçilik belirli bir ekonomik modelin kopyasından ziyade
Türkiye’nin ekonomik ihtiyaçları ile dünyanın en güçlü ekonomilerinin ekonomik
yaklaşımlarının olumlu yönlerinin sentezlenerek. ekonomik-politik bir program
haline getirilmesidir.
Bu program devlet-özel sektör stratejik yatırım ortaklığını ve araştırmageliştirme
sürecinde devlet desteğini benimsemeli; ancak devletin özel sektör
üzerindeki hâkimiyetini ve verimsiz ekonomik birimleri yaşatma ısrarını reddetmelidir.
Jeoekonomik milliyetçiliğin yaşama geçmesinin somut sonuçları şöyle sıralanabilir:
Türkiye yüksek teknoloji temelli bir stratejik sanayi politikası çerçevesinde
yeni bir üretim hamlesini gerçekleştirecektir. Türk ekonomisinin amiral gemisi olacak
stratejik sektörlerin belirlenmesi ve devlet-özel sektör işbirliği ile dünya
pazarında rekabet edecek ürünler ortaya çıkacaktır. Özel sektör, stratejik, yüksek
değer ekli ve yeni teknoloji üreten alanlara yatırım için teşvik edilecek ve desteklenecektir.
Türk ekonomisinin küresel rekabet gücünü zayıflatan ve ekonomik kalkınmayı yavaşlatan
enflâsyona karşı kapsamlı, ısrarlı ve toplumsal uzlaşmaya dayalı bir politika geliştirilecektir.
Yatırımların durmasına neden olmadan ve işsiz orduları yaratmadan devlet-iş dünyası-sendika
işbirliği ile enflasyon hızla % 5'in altına çekilecektir.
Yatırımların ve ihracatın artması için iç tasarrufun artması bir zorunluluk
olarak belirmektedir. İthalât-ihracat dengesinin sağlanması için dış satım teşvik
edilecek ve dış ticaret fazlası hedeflenecektir. İhracat politikasının temelini ucuz
ve kaliteli mal satımı oluşturacaktır. Gerçi Türk sanayiinin ürettiği malların
kalitesinin son dönemde ciddî bir artış gösterdiği şüphe götürmez. Ancak Türk
mallarının kalitesinin yarattığı olumlu ortamdan faydalanan bazı çevreler kalitesiz
mal ihraç ederek Türkiye’nin özellikle eski Doğu bloğundaki pazarının daralmasına
neden olmaktadırlar. Devlet Türk ekonomisine orta ve uzun vadede ağır
zarar veren bu tür dış satımı engelleyecek TSE kalite damgasını ihracat için ºart
koşmalıdır.
Türk sanayiinin desteklenmesi amacı ile devletin açtığı ihalelerde aynı teknolojik
düzeye sahip olması kaydı ile Türk firmalarının daha fazla fiyat verdiği durumlarda
da Türk firmalarının ürünleri tercih edilmelidir. Devlet harcamalarında ciddî
bir tasarrufa gidilmesi gerekmektedir. Ancak bu tür tasarruflarda temel ilke devlet
yatırımlarında yapılacak tasarruftan çok devlet harcamalarında tüketimde
kısıtlama olmalıdır.
Jeoekonomik milliyetçi yaklaşım topluma ait olan değerlerin yine toplumun
menfaatleri ön plânda tutularak değerlendirilmesini savunur. Bu çerçevede
toplumsal refaha ve millî güvenliğe katkısı olmayan kuruluşlar özelleştirilerek,
değer yaratır hâle getirilmelidir. Ancak teknoloji üreten kuruluşların özelleştirilmesinde
teknoloji üretme vasfının kaybolmaması için gerekli tedbirler titizlikle alınmalı ve
örneğin altın hisse uygulaması ile bu husus temin edilmelidir.
Jeoekonomik milliyetçilik ülke ekonomisinin zenginliğini artırarak genel refahı
yükseltecektir. Ekonomik başarı Türk millî kimliğinin güçlenmesini sağlayacaktır.
Yurttaşların devlete ve geleceğe olan inançları pekişecektir. Ekonomik verimlilik
sosyopolitik birçok sorunun rahatlıkla aşılmasını sağlayacaktır.
Jeoekonomik milliyetçi yaklaşım sağlıklı bir ekonomik gelişmeyi sağlıklı bir
toplumsal yapıdan ayrı düşünmez. Ekonomik sıçrama politikası ile refah devleti
politikası arasında bir zıtlaşma görmez. Gerçi birçok sanayileşmiş ülke 1980’li
yılların başlarından beri sosyal refah devletinde kısıtlamalar yaparak Pasifik
kuşağının ucuz emek politikaları ile rekabet edebilir kalmaya çalışıyorlar ve/veya
sermayelerini düşük ücretli ülkelere kaydırıyorlar. Türkiye’de ise işgücünün Avrupa
ile kıyaslandığında pahalı olduğunu söylemek mümkün değildir. Türkiye’de amaç,
işgücünün alım gücünü artırırken işçi üretkenliğini de artırarak verimli ve rekabet
edebilir kalmadır. Jeoekonomik milliyetçi yaklaşım Uzak Doğu'daki ekonomik
kalkınmanın temelinde yatan ucuz işgücü sömürüsüne dayanan ekonomik
kalkınma programlarına da terstir. Jeoekonomik milliyetçi yaklaşım Türk ekonomisine
güç katan, üretimde verimliliği artırma çabası içinde olan, teknolojik yenilik peşinde
koşan her insanımızı Türk milliyetçisi olarak değerlendirmelidir.
İlteriş Kağan
İlteriş Kağan
Yazışmalık Yöneticisi


Yazışmalık Yöneticisi


Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Turkey10
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Gencat10
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Pro10
Yaş Yaş : 43
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Turan
Lakap Lakap : ©ﻕΞתς яΞiS
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 01/10/81
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Hepsini Okudum
İletiler: İletiler: : 5564
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 06/01/09
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Pro1010
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım 290407


Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Ile10

https://ilteris.forum.st/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Empty Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Bir

Mesaj tarafından İlteriş Kağan Perş. 7 Mayıs 2009 - 4:42

Bağımsızlaşmanın en önemli boyutunu ekonomik bağımsızlık oluşturmaktadır.
Türkiye'nin ağır iç ve dış borç kısır döngüsünü aşacak bir modelin bulunması
gerekmektedir. Türkiye’nin ağır ekonomik sorunlarının aşılmasında şimdiye kadar
izlenen ekonomik politikaların ülkeyi sadece ağır hasta vaziyette tuttuğu, ancak
iyileşmesine izin vermediği anlaşılmalıdır. Bundan dolayı, ekonomik krizin aşılarak
güçlü bir ekonomik yapıya kavuşmanın ancak radikal önlemlerle
gerçekleşebileceği görülmektedir. Bu radikal süreçlerden birisini ve en önemlisini
muhakkak bugün toplumun % 44’ünü oluşturup, GSMH’nin ancak % 14’ünü
üreten tarım sektöründeki nüfusun hızlı bir şekilde % 10-6 seviyesine çekilirken,
GSMH’yi artırması için alınacak önlemler oluşturmalıdır. Bu süreç, bir yandan
toprakların birleştirilerek modern tarım ve hayvancılığa geçilmesi, öte yandan
Anadolu’nun değişik merkezlerinde yeni büyük kentler doğarken, mevcut kentlerin
de büyümesi anlamına gelmektedir.
Türk milliyetçiliği, Türk halkını zenginlik ve refah üreten ve paylaşan bir
ekonomik yaklaşım ile bir araya getirebilmelidir. Zengin olmayan bir ülkenin ulusal
menfaatlerini gerçekleştirme şansı çok zayıftır. Üstelik, ulusal çıkarlar konusunda
millî uzlaşma sağlayabilmek için zenginliğin toplumsal bölüşümünde adil olunması
gerekmektedir.
Avrupa Birliği tam üyeliği vaadi ile gerçekleşen uygulamaların şu ana değin Türk
ekonomisine değişik verilere gore 55-75 milyar ABD Doları zarar verdiği ortaya
çıkmıştır. Gümrük Birliği’nin devam etmesi durumunda Türkiye’nin ekonomik
krizi aşması mümkün olmayacaktır. Bundan dolayı, Gümrük Birliği anlaşmasının
sona erdirilmesi gerekmektedir. Ancak, Gümrük Birliği’nden çıkarken yerine AB ile
serbest ticaret bölgesi anlaşmasının imzalanması hem Türkiye hem Avrupa Birliği
için en iyi çözümdür.
Dünyanın en borçlu ülkeleri arasında gelen ülkemizde nüfusun % 18’i uluslararası
yoksulluk seviyesinin altında yaşamaktadır. %2.4’ü aşırı yoksundur ve
günde 1 ABD Doları'nın altında para kazanmaktadır. En zengin % 10 tüketimden
% 32.3 pay alırken, en fakir %10 ise %2.3 pay almaktadır. 9 milyon kiºi iºsizdir (2
milyon resmî işsiz). Kişi başına düşen yıllık 2.160 ABD Doları ile ülkemiz Peru,
Irak, Batı şeria, Fas, Bosna, Namibya ve Bulgaristan ile aynı grupta yer almaktadır.
Ekonominin % 66.2’si vergi kapsamı dışındadır ve bunun parasal büyüklüğü
202 katrilyon TL=125 milyar ABD Doları’dır (Nisan 2003 rakamları ile). Son yedi
yılda kazanılan gelirin % 63.1’i kaçırılmıştır. Yıllık olarak kaçırılan vergi tutarı 80
katrilyon TL=50 milyar ABD Doları’dır. Son yıllarda ortaya çıkarılan yolsuzlukların
Türk ekonomisine maliyeti 165 katrilyon TL=101 milyar ABD Doları’dır.
Çalışanların % 52.8’inin hiçbir sosyal güvenlik kaydı bulunmamaktadır; yani vergi
ödememektedirler. Bundan doğan yıllık vergi kaybı 86.4 katrilyon TL=52 milyar
ABD Doları’dır. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Türkiye gibi jeopolitik yüklerin sürekli ülkemizi yeni ekonomik baskılar altına
soktuğu, on beş seneden fazla bir süre düşük yoğunluklu bir savaşı yaşamanın
dışında Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’da yaşanan savaş ve gerilimlerin neden
olduğu ekonomik zararlara katlanan, güvenliğini sağlayabilmek için silâhlanmak
zorunda olan bir ülkenin güvenliğinin bu çerçevede uzun süre sağlanması
mümkün değildir. Ekonomik güvenliği kalmayan bir ülkenin, silâhlarla sınırlarının
uzun süre korunamayacağını yakın tarihte gösteren en büyük örnek, dünyanın en
büyük ikinci ordusuna sahipken çöken SSCB’dir.
Türkiye ekonomisinin içinden geçtiği krizi aşabilmesi için IMF, dış borç ve iç
borç krizlerini millî bir ekonomik politika ile denetim altına alması lâzımdır. IMF’i
suçlamakta bir anlam olmamak ile birlikte IMF ile ilişkilerimizin sona erdirilmesi,
ancak IMF tarafından önerilen birçok reçetenin “millî ihtiyaçlarımız
çerçevesinde” ısrarla uygulanmaya devam edilmesi gerekmektedir. Ekonominin
düze çıkması, ekonomik rasyonalitelere bağlı olduğu kadar, psikolojik faktörlere
de bağlıdır.
Türk ekonomisinin gelişmesinin önündeki en önemli engel, devletin ve
toplumun kaynaklarını acımasızca ve hovardaca harcayan politik sınıftır. Bundan
dolayı öncelikle alınması gereken ilk iki önlem, devlet kaynaklarının soyulmasının
durdurulması ve devletin iç borç yükü ile ekonomi üzerinde
oluşturduğu kısır döngüyü kıracak bir kararlılığın sergilenmesidir. Mevcut
ve geçmiş iktidarların sergilediği yaklaşım iç borç kısır döngüsünü kıracak bir
politika değildir. Devletin kaynak kullanımında iç borç almayı engelleyecek
ölçüde radikal bir tasarruf süreci başlatması kaçınılmazdır. Buna koşut olarak,
atılması gereken ikinci adım vergi oranlarını düşürerek, verginin gereken sert
hukuk tedbirleri ile desteklenerek tabana yayılması ve vergi kaçakçılığının %
5'lerin altına çekilmesidir. Vergi oranlarının düşürülmesi ile vergi gelirlerinde
düşme gerçekleşeceği ileri sürülse de eş zamanlı olarak verginin tabana yayılması
gelir kaybını engelleyecektir. Bu gerçekleşince devletin kredi piyasında
oluşturduğu baskı kalkacak ve faizler düşerek reel sektörün kredi kullanımı
mümkün hâle gelecektir.
Devletin, özel sektörün yatırımlar için önünü açması ve rekabet gücünü
artırması şarttır. Devletin bugünkü yaklaşımı her anlamda özel sektörün
gelişmesinin önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. Devlet, sanayinin ve yeni
istihdam alanları yaratan yatırımların önünü açmak için bedava arazi, ucuz kredi,
yatırımların kolaylaştırılması, ucuz enerji, ucuz su gibi üretim girdilerinin
ucuzlatılarak rekabet gücünün desteklenmesi yoluna gitmelidir. Devlet ile özel
sektör, tespit edilecek stratejik sektör ve stratejik pazarlarda işbirliği yapmalıdır.
Dış piyasalara açılarak rekabet ekonomik gelişmenin ana dinamiklerinden birisi
olmak ile birlikte Türk sanayiinin korunması ve teşviki için Türkiye’nin her yola
başvurması kaçınılmazdır. Ancak, bu arada üretim kalitesini artırmak amacı ile
özellikle TSE’nin bugün olduğundan çok daha farklı bir anlayışla çalışması
kaçınılmazdır.
Türkiye’nin “ekonomik güvenliğini” sağlamadan güvenliği sağlanmış
sayılamaz. Ekonomik güvenlik ise ancak yüksek teknoloji, yüksek verimlilik,
düşük işsizlik ve enflâsyon, düşük iç ve dış borç, ihracat fazlası ile sağlanabilir.
Bunların Türkiye için hayal olmadığını, Cumhuriyet'in ilk 15 yılında %7.7’lik
kalkınma sağlayan Mustafa Kemal Atatürk göstermiştir.

d)Yeniden Millî Devlet
Yeniden millî devlet politikasının temel hedefi, yıpranan ulus devlet sürecinin,
gerçekleştirilecek demokratik özlü siyasal ve bürokratik reformlarla yeniden ayağa
kaldırılmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 21. yüzyıla güçlü, demokratik, zengin bir
hukuk-refah devleti olarak taşınmasının şartı, modernleşme ve demokratikleşmenin
millî devletin korunarak gerçekleştirilmesine bağlıdır. Unutulmamalıdır ki,
gerçek bir demokrasinin yaşama geçirilebilmesi için uygun zemini hâlâ millî devlet
oluşturmaktadır.
Türk milliyetçileri, küresel rekabette başarılı olan, etkin, üretken,
hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı, etnik hastalıkları aşan ve yenen, toplumsal
talepleri karşılayan bir ulus devlet inşası ile karşı karşıyadırlar. Bu ise
devletin yasama, yürütme ve yargı alanında baştan aşağı yeniden örgütlenmesi
ve etkinleştirilmesi anlamına gelmektedir.
Küreselleşme ve AB sürecinde Türkiye ulus devlet yapılanmasından etnik
yapılanmaya doğru önemli bir mesafe kaydetmiştir. AB paradigması dışına çıkış ile
büyük bir bağımsızlık alanı elde edecek olan Türkiye millî devleti ve sosyal/etnik
bütünleşme sürecini tekrar başlatabilecektir.
Öte yandan devletin etkinleştirilmesinin ana yolu, devletin küçültülmesi gibi
sloganlar değil, bürokrasinin işler bir hâle getirilmesidir. 1980’lerde oluşan,
politikacı- bürokrat-hortumcu işbirliği mekanizmasının kırılması, bürokrasinin yeni
yasalarla yeni bir ahlâkî zemine oturtulmasıdır.
Yolsuzluk, rüşvet, politika ve mafya zincirinin çok sert tedbirlerle kırılması,
halkın devlete olan güvenini artıracaktır. Ankara ve İstanbul sokaklarında
yurttaşlar, arabalarının çizileceği korkusu ile değnekçilere haraç vermekten kurtuldukları
gün Türkiye’de bir şeylerin değişmeye başladığına inanacaklardır.
Ancak, yolsuzluk döngüsü ile sadece hukuksal plânda değil, toplumsal plânda da
mücadele edilmelidir.
Millî devletin etkinleştirilmesinde ve oluşturulmasında alınması gereken önlemlerin
başında son yirmi yıl içinde ortaya çıkan ve Türkiye Cumhuriyeti içinde parallel
bir devlet oluşturan özerk kurulların tekrar ele alınması ve bir kısmının
ortadan kaldırılması gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, bugünlerde yerel idareler
ve benzeri bu süreci tamamlayıcı kanunlarla federal bir dönüştürmenin alt yapısını
hazırlayan ve AKP iktidarı tarafından gerçekleştirilen bütün yasaları hemen tasfiye
etmek zorundadır. Kamu yönetimi reformu, etnik güdü ve bakış açısı ile değil, millî
devleti etkinleştirirken, yerel yönetimleri güçlendirecek bir bakış açısı ile gerçekleştirilmelidir.
Millî devlet aynı zamanda milletin ve millî devletin temeli olan millî kültürün
güçlü bir şekilde varlığına bağlıdır. Küreselleşme çağında millî kültürlerin sınırların
gerisine çekilerek, yerelleşerek kendisini küresel dayatmalar karşısında koruması
mümkün değildir. Millî kültürün korunmasında en etkin yol, onun evrensel bir etki
kazanmasını sağlayacak yolların bulunmasına bağlıdır. Diğer bir ifade ile millî
kültürü geri çekilerek değil, ilerleyerek savunmalıyız, sınırlarımızın gerisinde değil,
sınırlarımızın ötesinde savunmalıyız. Örneğin, Türk mutfağı ve Türk müziği ancak
küresel bir etki alanına kavuşur ise varlığını daha güçlü savunabilecektir. Yeniden
millî devletin oluşum sürecinde, yabancı dilde eğitimin yasaklanarak, yabancı dil
eğitiminin etkili bir şekilde orta öğretim sürecinde çözülmesi, yabancı dilde isimlerin
kentlerimizin görüntüleri arasından silinmesine kadar uzanan önlemler de
gerçekleştirilmelidir.

e) Demokratik Gelişim:
Demokratik anlayış ve inanç milliyetçi düşüncenin temel ilkelerinden birisidir.
Milliyetçiler, mensup oldukları milletin bir başka milletin boyundurğu altında
yaşayamayacak kadar onurlu ve kendi kendisini yönetecek kadar da erdemli
olduğu noktasından hareket ederler. Bir ulusun kendi kendisini yönetmesinin en
doğru ve etkin yolu demokrasidir. Demokratik ilkeleri kapsamayan, demokratik
temele inanmayan bir milliyetçilik eksik kalmış bir yapıya sahiptir.
Türk milliyetçiliğinin 21. yüzyıla cevap verebilmesi için yeniden yapılanması
gerekmektedir. Diğer bir ifade ile Türk milliyetçiliği, rönesansını yaşamak zorundadır.
Bu rönesansın özünü yukarıda da vurguladığımız gibi, Türk milliyetçiliğinin
devletçi-milliyetçilikten demokratik-ekonomik milliyetçiliğe geçişi
oluşturmalıdır. Bu devletin öneminin geri plâna itilmesi değil, toplumun
demokratik yollarla daha fazla devlet yönetimine katılması, idarenin demokratikleşmesi,
milletin ise zenginleşmesini hedefleyen bir milliyetçi yaklaşımdır.
Esasen milliyetçilik ve millî devlet ile demokrasi arasında tarihsel ve teorik
anlamda doğrudan ve olumlu bir ilişki vardır. Demokrasi millî devlet çerçevesinde
en rahat gerçekleşeceği kurumsal çerçeveye kavuşur. Milliyetçilik ise aile, sınıf,
kişi hâkimiyetine son vererek, insanlara bir milletin ferdi ve bir ülkenin yurttaşı
olmaktan kaynaklanan haklarını vermiş ve iktidarı millete teslim etmiştir. Bu
çerçeveden bakıldığında demokrasiye inanç Türk milliyetçileri için bir lüks değil,
bir zorunluluktur.14 Türk milliyetçileri, kendilerinden, sistemden hesap sorarken
akıllarında tutmaları gereken husus hesap sormanın demokratik bir şuur meselesi
olduğudur.
İlteriş Kağan
İlteriş Kağan
Yazışmalık Yöneticisi


Yazışmalık Yöneticisi


Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Turkey10
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Gencat10
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Pro10
Yaş Yaş : 43
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Turan
Lakap Lakap : ©ﻕΞתς яΞiS
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 01/10/81
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Hepsini Okudum
İletiler: İletiler: : 5564
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 06/01/09
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Pro1010
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım 290407


Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Ile10

https://ilteris.forum.st/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Empty Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Bir

Mesaj tarafından İlteriş Kağan Perş. 7 Mayıs 2009 - 4:43

Türk milliyetçiliği özü itibarı ile her zaman demokratik olmuştur ve
demokrasinin gelişmesini hızlandırıcı bir işlev üstlenmiştir. Türk milliyetçiliği milleti
en önemli siyasal olgu olarak değerlendirir. Millete saygı milletin kararlarına
saygıdır. Millete saygı, milletin kararlara en geniş katılımını sağlayacak demokratik
politik alt yapıyı oluşturmaktır. Türk milliyetçiliği ve demokratik değerler sistematiği
birbirlerinden ayrı düşünülemez. Ayrıca, Türk milliyetçiliği demokratik sistemi, milleti
en kısa zamanda yetkinliğini geliştirici sistem olarak görür.
Türk milliyetçiliği çoğulcu demokrasinin önündeki bütün engellerin kaldırılması
için mücadele etmelidir. Türk milliyetçiliğinin demokratik tavrı, devletin ve/veya
hâkim politik yapının kişilerin ve/veya grupların var olan özelliklerini ezici ve imha
edici siyasal yaklaşımları reddeder. Türk milliyetçiliği yüzde yüz türdeşliği ve tekdüzeliği
hedef alan totaliter bir anlayışa sahip değildir. Ancak Türk milliyetçiliği
kişiler ve gruplar arasındaki her türlü farkın vurgulanarak kurumsallaştırılmasına
karşıdır. Millî varlığımızın sürdürülmesi için, toplumsal dokumuzda zaten var olan
ve binlerce yıllık tarihsel-toplumsal birikimin neticesi olan millî türdeşliğin korunması
gerektiğine inanır.
Özetle, Türk milliyetçiliğinin 21. yüzyıla girerken demokratik-milliyetçi yapısını
geliştirmesinin bütün ideolojik-politik temeli zaten mevcuttur. Gereken bu zeminin
yaşama aktarılmasıdır.
Türk milliyetçiliği demokratik doğası gereği düşman resimleri çizerek,
tahrik üzerine kurulu olumsuz-saldırgan bir millliyetçilik değil, toplumu
daha adil ve insanca hedefler etrafında harekete geçirmeyi amaçlayan,
barışçı, toplumsal refahı hedefleyen bir milliyetçiliktir. Türk milliyetçiliği
ayırıcı, dışlayıcı ve bölücü değil, birleºtirici, uzlaştırıcı, çoğulcu ve barışcıdır.
Yeniden Türk Milliyetçiliği milliyetçiliği, diğer milliyetleri küçümseyen ve aşağılayan
saldırgan milliyetçi bir
yaklaşımı reddeder. Türk milliyetçiliği, diğer milletler ile çatışmayı ve düşmanlığı
değil, bilimde, üretimde, sanatta rekabeti ve yarışmayı hedefler. Türk milliyetçileri
saldırgan olmamak kaydı ile diğer milletlerin milliyetçi politikalarına saygı duyar.
Türk milliyetçileri iktidara, devlet kaynaklarını parti kadroları için talan amacı
ile değil, toplumu daha üretken hâle getirmek ve üretim verimliliğinin önündeki
engelleri kaldırmak amacı ile taliptirler.
Cumhuriyet'in kurulması aşamasında devletimizin kurucuları haklı endişelerle
demokrasinin kurulması sürecinde ihtiyatlı adımlar atmışlardır. Gerek tarihsel
mirasın akıllarda ve yüreklerde bıraktığı endişeler gerek iç isyanlardan dolayı
devlet merkezli bir demokratik yaklaşımı tercih etmişlerdir. Ancak, bu süreçte
ülkemizde demokratik rejime geçişin maddî alt yapısı da hazırlanmıştır.
Türk demokrasisi sağlıklı bir gelişme çizgisi izlememekle beraber, Türk halkının
demokratik rejime olan inancı asla sarsılmamıştır. Ancak, ulus devletin hızla
yıpranması sürecinde demokratik rejim etnik merkezli sözde demokrasi talepleri
ile hızlı bir yıpranmaya maruz kalmıştır. Türk demokrasisinin geliştirilmesi, hukuk
devletinin gelişmiş bir insan hakları bilinci üzerine oturtulması gerektiği konusunda
Türk milliyetçilerinin en ufak bir şüphesi olmaması lâzımdır. Esasen, en yüksek
değer olarak bilinen Türk milletinin mensuplarından bu hakları saklı tutmak
isteyen bir yaklaşımın Türk milliyetçiliği ile yakından uzaktan ilgisi yoktur.
Bağımsızlaşma ve millî devlet süreçlerine koşut olarak geliştirilmesi gereken bir
süreç de, Kopenhag Kriterleri ile etnik merkeze çekilen demokratikleşmenin tekrar
yurttaşlık merkezli insan hakları esasına oturtulmasıdır. Demokratikleºme süreci
bir yandan millî devleti güçlendirecek ve bir toplumsal uzlaşmayı sağlayacak
önlemleri almalı, öte yandan devlete sadakati artırmalıdır.
Demokratik gelişim ve insan haklarının yurttaş merkezli gelişimi devam
ederken, Türkiye etnik sorunu aşmak için etnik haklar vermek gibi sadece merkezkaç
eğilimleri artıracak bir yola gitmemeli, etnik sorunu sosyal bir sorun hâline getirmemek
için politikalar uygulanmalıdır. Türk milliyetçilerinin demokratik
gelişim anlayışı, devletin kuruluş ilkeleri ve demokratik gelişim, millî devlet içinde
en geniş yurttaşlık hakları olarak özetlenebilir.

f) İnsan Unsurunun Moral Açıdan İnşası
1071-1922 arasında 861 sene tek başına "bir uygarlığın" Türk-İslâm
medeniyetinin ve bütün bir İslâm dünyasının kılıcı ve kalkanı olan Türkler, birleşik
bir kıtaya, Hristiyan medeniyetinin bütün unsurlarına karşı tek başlarına savaşmak
zorunda kalmışlardır. Tarihte benzeri bir mücadele vermiş bir millet yoktur.
Türklüğün hak din için bu büyük ve emsalsiz mücadelesi, yüce dinimiz İslâmı Arap
yarımadasında sıkıştırılmaktan, Kuzey Afrika’dan atılarak Orta Doğu'nun dar
alanında boğulmaktan kurtarmıştır. Abbasiler çağında dinamizmini tüketmiş olan
Araplıktan devralınan emanet, büyük bir mücadele sonunda bütün küreye yayılmış
olan bir din, bir inanç sistemi hâline gelmiştir. Ancak, Türk milletinin tek başına
bir medeniyet ile giriştiği amansız mücadele, bizi sonuçlarını hâlâ tamamen
ortadan kaldıramadığımız emperyal bir yorgunlukla karşı karşıya bırakmıştır.
1000 seneye yakın bir süre dövüşen, yorulan, yıpranan, örselenen bir millet.
İstiklâl Harbi bu milletin boğazlanmamak için yaptığı son hamledir. 1774’te Küçük
Kaynarca’da başlayan nihaî geri çekiliş 154 sene sonra 1920’de Sakarya’nın
kıyılarında durmuştur. Ancak Sakarya’da düşmanı durduran, Kocatepe’de
emperyalizmin kiralık ordusunu yenen ordu, Türk ordusu, 1529’da Viyana önüne
ilk kez gelen Kanunî’nin komutasındaki ordu gibi yediği üzümlerin dallarına altın
kesesi asabilecek bir ordu değildir. İhtimaldir ki, Kanunî’nin Viyana önünde kurulan
Otagi Humayunun maddî değeri bütün bir İstiklâl Harbi’nin maddî harcamalarından
daha fazladır. Özetle, Cumhuriyet yıkılmış, geri kalmış, maddî kaynakları
tükenmiş bir Anadolu devralmıştır. 154 sene süren yenilginin ardından Batı
karşısında direniş ve galibiyeti temsil eden Kuva-yı Milliye hareketi, Türk milletine
İstanbul’u fetheden Türk ordusunun büyük moralini vermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti ile başlayan büyük uyanış ve Türk halkının moral rehabilitasyonu
Atatürk’ün ölümü ile son bulmuştur. Türkiye, Türk insanı emperyal
yorgunluğu ortadan kaldıracak adımları atamadan yeni bir yıpranma süreci içine
girmiştir. 2. Dünya Savaşı'na girmemekle birlikte savaşın ülkeye verdiği zararlar
gözle görülebilir durumdadır. DP-CHP çatışmaları, Türkiye’ye yönelik örtülü istilâ
hareketinin bir parçası olan örgütlü Marksist saldırılara karşı Türkiye'nin nefsi
müdafaasını temsil eden Türk milliyetçiliği, Alevî-Sünnî gerilimi, PKK terörü
Türkiye’ye yönelik stratejik saldırılardır. Bu noktada yapılması gereken, her şeyin
temel ölçütü olan insanın, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının güçlü bir rehabilitasyon
sürecinden geçmesinin sağlanmasıdır.
Bu yeniden yapılanma sürecinin bir yandan uzun vadeli ve yapısal niteliğe sahip
olan emperyal yoğunluğun izlerini ortadan kaldırmaya yönelmesi öte yandan kısa
bir geçmişe sahip olan krizlerin yarattığı tahribatı ortadan kaldırmak üzere şekillendirilmesi
gerekmektedir. Toplumun kısa vadeli yeniden yapılanmasında Türkiye'nin spor, eğitim, sanat
gibi alanlarda kazanacağı başarıların büyük bir önemi
olacaktır. Bu tür başarılar, toplumun kendisine olan inancını tazeleyecek, ileriye
daha güvenle bakmasını sağlayacak, toplumsal birliktelik duygusunu güçlendirecektir.
Ancak, bütün bu tür önlemler, kısa vadeli yapısal sorunları çözmekten uzak,
populist nitelikli geçici çözümlerdir. Bu çözümleri kalıcı hâle getirecek olan,
yapısal nitelikli sorunları teşhis ederek, onları ortadan kaldıracak çözümler üretmektir.
Ayrıca emperyal yorgunluğu ortadan kaldıracak olan sadece geçmişe yönelik
önlemler değil, bugün ve geleceğin değişik boyutlu saldırılarının engellenmesidir.
Emperyal yorgunluğun silinmesinde millî kimliğin onarılması da çok önemli bir rol
oynamaktadır. Bunun için millî kimliği tahrip eden her şeye karşı önlem
alınmalıdır.
Türk milliyetçiliğinin ortaya koyacağı model ile yıpranmış, örselenmiş; hedefini,
ülküsünü yitirmiş; kendine ve ülkesine olan güveni ortadan kalkmış hukuk sistemine
olan bağlılığı zayıflamış; üretkenliğe değil rantiyenin tarafına tercih koyan
Cumhuriyet yurttaşlarının kendine, ülkesine, devletine, hukuk sistemine, üretkenliğe
ve geleceğe inancını sağlayabilmelidir.

g) Etkin Hukuk Devleti
Hiçbir siyasal-toplumsal proje insanlara ve milletlere yeryüzü cenneti vadetmemelidir.
Çünkü, insanlara yeryüzü cenneti vadeden politik projelerin sağlayabildikleri
ancak yeryüzü cehennemi olmuştur. İnsanlığın gelişiminin ulaştığı
aşamada insanlık ailesinin en kadim üyelerinden birisi olan Türk milletine sunulan
milliyetçi siyasal projenin hedeflemesi gereken, insan haklarına saygılı, hukukun
üstünlüğü ilkesine sadık, yenilenmiş bir siyasal ahlâka toplumsal meşruluk ve
geçerlilik kazandırmış, demokratik sistemi ulus devlet yapısı içinde eksiksiz
olarak uygulayan, sosyal devlet ilkesini üretken bir toplum ilkesi ile birleºtirmiº,
etkin ve güçlü bir ulus devlet modelidir.
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının içinde bulunduğu çok boyutlu buhrandan
çıkarak, üretken, demokratik değer ve sisteme inancı tam, hukuk devletine saygılı,
kanunlara riayet eden, toplumsal çifte standart talep etmeyen yurttaşlar olmaları,
ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin, devletimizin mutlak bir hukuk devleti
anlayışı içinde çalıştığına kesin bir ºekilde inanmaları ile mümkündür.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Türk vatandaşları arasında güçlü bir karşılıklı
inanç ve bağlılık/sadakat bağı oluşturulmalıdır. Bugün her iki tarafta da karşılıklı
olarak sadakat ve inanç azalması yaşanmaktadır. Bir devletin yurttaşlarının
sadakati olmadan güçlenmesi nasıl mümkün değil ise bir yurttaş da devleti kendisine
güvenmez ise ona sadakatini uzun süre sürdürmesi mümkün değildir. Türk
milleti, büyük tarihsel bilinci ile devletin olmadığı yerde onurun da olmayacağını
bilerek, devlete en fazla sahip çıkan milletlerin başında gelmektedir. Ancak,
devletin Türk milletine karşı tavrının karşılık inanç ve sadakati güçlendirici şekilde
olmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşlarında bu inancı sağlayabilmesi için son 50
yılda yavaş yavaş, ancak son yirmi yılda çok büyük bir hızla mutlak bir çürümüşlük
süreci içine giren siyasal ve bürokratik yapının demokratik hukuk devletine
dayanan yeni bir siyasal ahlâk temelinde örgütlenmesi gerekmektedir.
Devlete bağlılık ve sadakatin bir başka önemli ölçütün de adalet sisteminin
hızlı ve adil işlemesidir. Bugün, adalet sistemimiz ne hızlı ne de adildir. Hukuk sis-
temimizin birçok unsuru yeniden yapılandırılmalı, cezalar kamu vicdanını tatmin
eder hâle gelirken, genel ve özel af uygulamaları anayasa ile yasaklanmalıdır.
Bugün Türk insanının içinde bulunduğu sosyal bunalımın niteliğini ortaya koymak
açısından her yedi vatandaştan birisinin sabıkalı olduğuna dikkat çekilmesi
yeter.
Bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden yapılanması anlamına gelecek bu
süreçte, siyasal ahlâkın temelini, a) tarihsel süreçte oluşmuş Türk devlet
anlayışı, b) hukuk devletinin etkin bir şekilde yaşama geçişi, c) evrensel hukuk
standartları oluşturmalıdır. Devlet, bürokrasisinin etkin ve adil çalışmasını sağlamakla
yükümlüdür. Bunu için bürokraside iç denetim mekanizmaları güçlendirilirken, sivil
toplumun denetleyici işlevi geliştirilmelidir.
Etkin hukuk devletinin vazgeçilmez bir parçası da insan haklarına saygı duyulmasıdır.
Soğuk Savaş döneminde Marksist ideolojinin insan haklarına yüklediği
ideolojik işlev ve Soğuk Savaş sonrasında ise etnik milliyetçiliğin politikanın AIDS’i
olarak insan haklarını sadece etnik haklar boyutuna indirgeyerek istismar etmesi,
Türk milliyetçilerinin tepkili bir yaklaşımla insan hakları üzerinde yeterince
düşünmelerini engellemiştir. Bu yaklaşım Türk milliyetçiliğinin kültür temelini
oluşturan en önemli unsurlardan birisi olan dinimizin insan anlayışı ile de ters
düşmektedir.
Önümüzdeki süreçte, Türk milliyetçiliği, insan hakları merkezli politika
anlayışını, iç ve dış politik kavrayışlarında muhakkak gündemin önemli bir parçası
hâline getirmelidir. Türk milliyetçiliğinin insan hakları anlayışı, gerici, etnik-merkezli,
feodal bir çerçeveyi değil, yurttaş hakları merkezli bir insan hakları anlayışını ön
plâna çıkarılmalıdır.
Toplumsal çifte standart, Türk halkının Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin adil
olmadığı inancını güçlendirmektedir. Günlük yaşamımızın her alanında görebileceğimiz
çifte standart olgusu, Türk halkının çifte standart uygulamalarından en
fazla mağdur olan özellikle dar gelirli katmanlarını, haklı bir kızgınlıkla doldurmaktadır.
Türk ulusunun devletine olan güveninin artırılması çifte standart uygulamalarını
ortadan kaldırılmasına bağlıdır.
İlteriş Kağan
İlteriş Kağan
Yazışmalık Yöneticisi


Yazışmalık Yöneticisi


Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Turkey10
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Gencat10
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Pro10
Yaş Yaş : 43
Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Nerden Nerden : Turan
Lakap Lakap : ©ﻕΞתς яΞiS
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 01/10/81
 Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? Atsız´ın hangi kitaplarını okudunuz? : Hepsini Okudum
İletiler: İletiler: : 5564
Üyelik Tarihi Üyelik Tarihi : 06/01/09
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Pro1010
Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım 290407


Milliyetçilikte Demokratik-Jeoekonomik Yaklaşım Ile10

https://ilteris.forum.st/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz