Ziya Gökalp'te Yabancılaşma İlkesi
1 sayfadaki 1 sayfası
Ziya Gökalp'te Yabancılaşma İlkesi
Ziya Gökalp'te Yabancılaşma İlkesi
"Yabancılaşma" kavramı, adı konmadan da olsa, Hegel idealizminden Marksist materyalizme kadar birçok akımda varlığını hissettirir. Fakat, yabancılaşmanın cemiyetlerde ki önemi ancak son zamanlarda gelişen sosyoloji araştırmalarıyla ortaya çıkmaktadır. Ziya Gökalp ise, yarım asır öncesi , Türkiye'deki okumuş halk ikiliğini ele alarak "hars - medeniyet" ayırımını yapmakla yabancılaşma konusunda çağının ötesinde bir adım atmıştır.
1961 - 1962 ders yılı döneminde, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde konuk öğretim üyesi olarak hizmet görmüş bulunan tanınmış sosyolog Zimmerman, sosyolojiye giriş dersine şöyle başlıyordu
"Bir Üniversitede ders vermek ve onun tam Ziya Gökalp'in sosyoloji okuttuğu kısmı ile de işbirliği yapmak merakı bir hâdise ve iddiadır.
Çünkü , 18. yüzyılın sonlarındaki Fransız ve Amerikan ihtilallerinden beri son iki yüzyılda beşeriyeti alî üst eden bütün inkilâplar içinde 1919 da başlayan Türk inkılâbı alışılmışa en aykırı olanıdır ve en kısa zamanda en az tahribat ve kan kaybı ile uygun bir çözüme ulaşmıştır. Bu inkilâbın fikrî şerefi ise geniş bir anlamda Ziya Gökalp'e ve onun önderliği Ne sosyoloji doktrinleri konusundaki öğretim faaliyetine aittir (1) "
Ellinci ölüm yıldönümünde Gökalp'ı anarken, hissî olmamızın ötesinde, Zimmerman'ın belirttiği çerçeve İçinde, bizi, gerçekleri düşünmeye yönelten bir takım haklı sebeplerin bulunabileceğine inanıyoruz. Gökalp' le başlayan Türk Sosyolojisine, aradan elli yıl geçmesine rağmen, geriye dönüp bakıldığında yeniliği ve canlılığını koruyan çok yönlü problemlerle karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Yabancılaşma ilkesi bunlardan ilk akla gelenidir. Her ne kadar Gökalp, bir sistem olarak, yabancılaşma kavramı üzerinde öğretisini belirlememiş olmakla beraber, günümüz sosyolojisinin yoğun araştırma alanını teşkil eden bu ilkenin izlerine rastlamamız, sosyolojisinin ilgi çekici bir yönünü ortaya koyar. O kadar ki, Türk Sosyolojisinde bir yabancılaşma süreci üzerinde durulduğu takdirde Gökalp'ın bu noktada ağırlığını tüm gücü ile duyuracağı muhakkaktır.
Gökalp'te yabancılaşma ilkesini ana esaslarıyla ortaya koyabilmemiz için bu kavramın kültür tarihindeki yerini ve değerini kısaca belirtmemiz gerekiyor. Yabancılaşma kavramının ilk defa Hegel tarafından kullanıldığını biliyoruz (2). Hegel'in geliştirdiği bu kavrama göre : "Dünya (tabiat, eşya, öteki insanlar ve insanın kendisi), çağdaş insana yabancı gelmeye başlamıştır. İnsanoğlu, artık kendisini, düşünen, hisseden ve seven bir varlık olarak göremiyor ve kendi faaliyetlerinin bir öznesi (suje) rolünde yaşamıyor; fakat kendisini, yarattığı şeylerde ve yaratma gücünün dışa vurarak görünümlerinin bir nesnesi (obje) olarak görüp algılıyor ve ancak kendi yaratıcılığının ürünlerine teslim olduğu oranda kendisiyle ilişki kurabiliyor (3) ".
Hegel'in metafizik alanda ortaya koyduğu bu gelişme sonunda öyle bir noktaya ulaşır ki, tarihin yapıcısı olarak Tanrı - insan varlığındaki Tanrının insana yabancılaşma durumunda olduğunu ve tarihî süreç içinde Tanrı'nın kendisine döndüğüne tanık oluyoruz.
Hegel ve Feuerbach'ın Tanrı fikri üzerinde geliştirmiş oldukları yabancılaşma sürecini Marks, ekonomik alana aktarmak suretiyle yeni bir boyut kazandırmıştır. Böylece, dinî yabancılaşmadan emeğin yabancılaşması durumuna geçmiş oluyoruz. Nasıl Feuerbach'ta Tanrı fikri, insanoğlunun, kendi güçlerini kendi dışındaki bir varlığa aktarmasından doğmakta ve insanoğlu, ancak Tanrısına sığınarak kendi gücüne ulaşabilmekte; Tanrısının kuvveti ve varlığı oranında yoksullaşmaktaysa, ayni şekilde Marks'ta da "emeğin üretim gücü ve alanı genişledikçe ve ürettiği mallar arttıkça, emekçi daha güçsüz duruma düşmektedir.." Öyleki, işçi Kendisini işine verdiği oranda, kendi yarattığı nesneler dünyası güç kazanmakta; buna karşılık, işçinin iç - dünyası yoksullaşmakta ve işçi daha az kendisi olmaya başlamaktadır. Kendinden daha fazlasını vererek Tanrı'sını yücelttikçe, kişinin kendisine daha az kalması gibi (4).
Böylece kapitalist sistem içinde "emekçi çalışarak kendine düşman bir varlık yaratıyor." Bu nedenle Marks'a göre yabancılaşma beşeri bir hastalıktır. Hastalık en çok işçi sınıfında görülmekle birlikte, herkesi etkileyecek derecede yaygın ve ciddidir. Çünkü, yararlı şeylerin gereğin den fazla üretimi, çok sayıda yararsız insan yaratma sonucunu vermektedir. Bu yüzden insanın, bir defalık yaratılmış varlık olarak, kendi özüne dönebilmesi, kendini kendinde bulabilmesi için sosyalizm tek çıkar yoldur. İnsanın kapitalist toplum içinde yabancılaşması tabiî bir olaydır. Marks'a göre böyle bir sistemde insan ancak bütünü ile ya-bancılaştığı zaman yabancılaşmadan kurtulabilir ki bu da ancak sosyalizmle mümkündür.
Kişinin kendi toplumuna ve öz varlığına yabancı olması içtimaî bir hastalık olan yabancılaşma sürecini meydana getirmektedir. Ayni şekilde , XX. yüzyılın başlarında Durkheim'de de toplum yapısının ortaya koyduğu patolojik bozukluklar anomie (normların ve kuralların bozulması) denilen bir takım sapkın davranışları ortaya koyar. Durkheim'a göre anomie aslında içtimaî bir hastalıktır. Normal düzenin patolojik bir yapıya koymasıdır. "İşçilerin işlerine uyması normal bir durumdur; aksi bir gelişim ekonomik buhranlara yol açar (5). " Tıpkı Marks'ta olduğu gibi nasıl fert sosyalist sistem içinde toplumla bütünleşmeyi sağlıyor ve yabancılaşmadan kurtuluyorsa, Durkheim'de de ferdin grubu ile dayanışmayı sağlaması anomie adı verilen patolojik davranışlardan uzaklaşmasına ve normal düzene dönmesine yardım eder. İçtimaî dayanış ma, grub bilinci ferdi daha çok toplu ma bağlar. Bu tür toplumlar Durkheim'a göre çerçevelenmiş toplumlardır. Dayanışma yıkıldığı vakit, fert kalabalıklar içinde yalnız kalır güçsüzlesin Kendisini çevreleyen çerçevenin dışına taşar. İntiharlar, fuhuş ve benzeri çeşitli içtimaî hastalıklar (anomie) toplum düzenini ten dit eder. Bu bakımdan anomie, sanayi toplumlarında yabancılaşma sürecinin bir başka görünümüdür, diyebiliriz. Marks'ı aslında Durkheim'-dan ayıran yabancılaşmanın kendisi değil, kaynağı ve oluşumudur. Çünkü, Marks'ta yabancılaşmanın hare ket noktası, emeğin gücünün artma sı karşısında işçinin yoksullaşması iken, Durkheim'de toplumsal dayanışmanın zayıflaması sonucu ferdin güvenini yitirmesidir. Bu yüzden anomie, ferdin kendi öz benliğine olan gücünü yitirmesi ve kendine yabancılaşmasıdır.
Son yıllarda yabancılaşmanın kaynağının değerlendirilmesi yeni bir takım boyutlar kazanmıştır. Özellikle çağdaş sosyolojisinin önemli bir dalını teşkil eden kentleşme kavramı bunlar arasındadır. Öyle ki, kentleşmenin ortaya çıkardığı tecrit ve güçsüzlük duygusu ferdi, kendi benliğinden soyarak kendi kimliğine yabancılaştırır (6). Böylece fert, aşırı kentleşme sonucu toplumdan tecrit edilerek güçsüz kalıyor. Bu da anomie veya yabancılaşmayı yaratıyor.
Buraya kadar kentleşmenin farklı kaynaklardan doğarak yeni görüntüler kazandığını ortaya koymuş bulunuyoruz. Kaynak ne olursa olsun yabancılaşma ferdin toplumdan kopması, kendisine olan saygısını kaybetmesi ve güçsüzleşmesi, iç yaşantının yoksullaşmasıdır.
Bu açıklamanın ışığı altında bir diğer yabancılaşma türünü kitle kültürü ve elit kültürün farklılaşmasında görebiliriz . Gerçi, Le Bon'dan Emil Ledererle ve Ortega Y. Gasset'ye kadar birçok düşünür kitlelerin etkinliğinin artışını kötü bir şey, bir şans sizlik olarak değerlendirmekle beraber günümüz çoğulcu toplumlarındaki gelişim ve yaşayış tarzı fertlere kendi başına düşünme, kendi hayatını kendi bildiği gibi yaşama imkânını bırakmamaktadır. Bunun böyle olmasının sebebi kitle fertlerinin yaşadığı hayat biçimini sevmesi ya da sevmemesi değil; fertlerin nasıl bir hayat yaşadıklarının farkında bile olmamalarıdır. Gündelik hayatta her gün yaptıklarının ne olduğunu bilmeyen, yakın çevresindekilerden bu yaşantının herhangi bir şekilde eleştirildiğini görmeyen, her yaptığını öyle alıştığı için yapan kitle toplumu içindeki fertler, gündelik hayatların selleri önünde sürüklenen çakıl taşları gibi yaşamaktadırlar (8).
Çağdaş toplumun kitle yapısının köşeli gelişmesi üst katta veto grupları denilen iktidar seçkinlerini, alt katta ise siyasal yönden parça parça ufalanmış, pasif, gitgide daha da güçsüzleşen grupları meydana getirir. Bu grupların kendine göre belirlenmiş değer yargıları vardır. Mills'e göre üst ahlâksızlık Amerikan toplumundaki seçkinlerin en belirgin özelliğidir (9). Üst ahlâksızlık, sadece şirketlerde, orduda, devlette yönetimin yoldan çıkması meselesi değildir. Üst ahlâksızlık, askerîleşmiş devletin politikasıyla içice girmiş şirketler dünyasının zenginlerinin en temel özelliği durumuna gelmiştir.
Değerler düzeninin altüst olduğu bu yeni düzende kitle toplumun giderek güçsüzleşmesi karşısında "beyaz yakalılar" ın veya veto gruplarının üst ahlâksızlığı fertleri kendi öz benliklerinden sıyırarak yeni bir kimliğe dönüştürmektedir. Bu da yabancılaşma sürecinin bir başka görünümüdür.
Değerler düzeninin altüst olduğu bu yeni düzende kitle toplumun giderek güçsüzleşmesi karşısında "beyaz yakalılar" ın veya veto gruplarının üst ahlâksızlığı fertleri kendi öz benliklerinden sıyırarak yeni bir kimliğe dönüştürmektedir. Bu da yabancılaşma sürecinin bir başka görünümüdür.
Sosyoloji sisteminde önemli bir motifi teşkil eden halk - seçkinler ikiliği Ziya Gökalp'te aslında, yabancılaşma açısından üzerinde önemle durulması gereken bir hususu teşkil etmektedir. Ve yabancılaşmanın kaynağı da değerler ve moral yapık bakımından birbirinden farklı olarak halk - seçkinler ikiliğinden çıkmaktadır. Daha önceleri bir vesile ile temas ettiğimiz (10) halk - seçkini kavramı Gökalp'te çatışmacı model en güzel bir örneğini vermesi kadar yabancılaşmanın da kaynağını teşkil eder.
Halk - seçkinler farklılaşması temelde kültür - uygarlık ikiliğine dayanır. Gökalp'e göre, bir topluma kültür "milli olma" özelliğini, uygarlık ise "orta malı" olma durum nü belirler. Kültür, uygarlıkla tema! geçtiğinde bozulur. Bu yüzden seçkinler uygarlığı temsil ettiklerinden kültürün dejenerasyonu ancak l sınıf için söz konusudur. Halk, uygarlıkla teması olmadığı için ki türün canlı temsilcisidir. Bunu Gökalp şu şekilde belirtir : "Seçkin medeniyete maliktir. Halkta millî kültür vardır." Bu iki grup bir toplu içinde değerler, duygular ve inançları bakımından birbirlerinden ayrılırlar. Çünkü, seçkinlerin eğitimi, çevresi ve yetişme tarzı halktan ayrıdır. Gökalp'ın ifadesiyle: "Seçkinlerin küçükken aldıkları terbiyede millî kültür yoktu. Çünkü içinde okudukları mektepler, "halk mektebi değildi, millî mektep de değildi. Bu sebeple milletimizin seçkinleri millî kültürden mahrum olarak yetiştiler, millilikten uzaklaşarak yetiştiler..." Gerçek millî kültür halktadır. Ve halk, millî kültürün canlı bir müzesidir. "Sosyoloji ilmi bize gösteriyor ki dehâ esasen halktadır. Bir sanatkâr, ancak halktaki estetik zevkin göründüğü bir yer olduğu takdirde dâhi olabilir. Biz de dâhi sanatkârların yetişmemesi, sanatkârlarımızın, estetik zevklerini halkın canlı müzesinden almamaları dolayısıyladır. Bizde, şimdiye kadar, halkın güzellik duygusuna kim kıymet verdi? Eski Osmanlı seçkinleri, köylüleri eşek Türk diye tahkir ederdi. Halka bütün olarak verilen unvan, avam kelimesinden ibaretti." Havas ise, yalnız sarayın kullarının teşkil ettiği, Osmanlı seçkinleriydi. Halka kıymet vermedikleri içindir ki, bugün bu eski seçkinler sanatının ne dili, ne vezinleri, ne edebiyatı, ne musikisi, ne felsefesi, ne ahlâk sistemi, ne siyaseti, ne ekonomisi, hâsılı hiçbir şeyi kalmadı.."
Yukarıdaki bu tablo, halk ve seçkinlerin toplum yapımız içinde gerçekten iki grubu teşkil ettiğini açıkça göstermektedir. Bu iki grubun yaşama tarzı, dünya görüşü, estetik duyguları ve kültür çevreleri tamamıyla birbirinden farklıdır. Kuşkusuz bu durum ikili (dyadic) bir yapıyı bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Ancak bu ikili yapı Gökalp'te sonuna kadar durgunluğunu sürdürmez. Zira uygarlığın gelişmesi kültürün zayıflamasına da sebep olabilir. O zaman Gökalp'ın belirttiği gibi: "Uygarsız bir kültüre sahip olan millet sağlamdır. Fakat buna karşılık, kültürsüz uygarlığa sahip bulunan bir millet de hastadır (11) " ... Bu ise bugünkü terminoloji ile toplumdaki anomie'yi verir. Bu çıkmazdan kurtulmak için maddî kültür (medeniyet) ile manevi kültür (hars) arasın daki bütünleşmeyi sağlamak gerekir. Aksi takdirde iki kültür unsuru arasındaki uygunsuzluk kültürel gecikme dediğimiz toplumsal patalojik durumu ortaya koyar.
Görülüyor ki yabancılaşma, seçkinin halktan uzaklaşması sürecinde ortaya çıkmaktadır. Bu da eğitim düzeyi, kültür çevresi, dünya görüşü ve zihniyeti bakımından seçkinin tamamıyla halktan farklı olduğunu göstermektedir. Seçkin ile halk kültürü arasındaki bu farklılaşma bugün toplumumuzda daha da belirgin bir hal almıştır.
Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN
:study:
(1) Carle C. Zimmerman, Yeni Sosyoloji Dersleri, s. l, Çev. Amiran Kurtkan, 1964
(2) Krich Fromm,, Çağımızın Özgürlük Sorunu, s. 47 - 66, Çev. Bozkurt Güvenç, 1973
(3) E. Fromm, a.g.e.
(4) E. Fromm, a.g.e.
(5) Raymond Aron, Toplum Bilim Düşüncesinde Ana Akımlar, s. 161, Çev. Fevzi Yalım 1973.
(6) Claude S. Fischer, Os Urban Alienations and Anomie: Powerlessness and Social îsolation, American Journal Revievv, Volume 38, Number 3, 1973
(7) Wright Mills, iktidar Seçkinleri, S. 433 - 456, 482 - 509, Çev. Unsal Oskay, 1974
(8) W. Mills, a.g.e.
(9) W. Müls, a.g.e. (10) Orhan Türkdtağan, Kitle - însan ve Kitle Kültürü, Töre, Sayı 42, Kasım 1974
(10) Orhan Türkdoğan , Kitle - İnsan ve Kitle Kültürü , Töre , Sayı : 42 , Kasım 1974
(11) Ziya Gökalp, Doğu Mecmuası, Ekimi 943, Sayı : 12, s. 67.
(2) Krich Fromm,, Çağımızın Özgürlük Sorunu, s. 47 - 66, Çev. Bozkurt Güvenç, 1973
(3) E. Fromm, a.g.e.
(4) E. Fromm, a.g.e.
(5) Raymond Aron, Toplum Bilim Düşüncesinde Ana Akımlar, s. 161, Çev. Fevzi Yalım 1973.
(6) Claude S. Fischer, Os Urban Alienations and Anomie: Powerlessness and Social îsolation, American Journal Revievv, Volume 38, Number 3, 1973
(7) Wright Mills, iktidar Seçkinleri, S. 433 - 456, 482 - 509, Çev. Unsal Oskay, 1974
(8) W. Mills, a.g.e.
(9) W. Müls, a.g.e. (10) Orhan Türkdtağan, Kitle - însan ve Kitle Kültürü, Töre, Sayı 42, Kasım 1974
(10) Orhan Türkdoğan , Kitle - İnsan ve Kitle Kültürü , Töre , Sayı : 42 , Kasım 1974
(11) Ziya Gökalp, Doğu Mecmuası, Ekimi 943, Sayı : 12, s. 67.
:study:
Similar topics
» ZİYA GÖKALP
» ZİYA GÖKALP'DA Milliyetçilik ve Din Anlayışı
» Ziya Gökalp'i Rahmetle Anıyoruz
» Ziya Gökalp Ve Sosyoloji Anlayışı
» Atatürk'ün Fikir Babası: Ziya Gökalp
» ZİYA GÖKALP'DA Milliyetçilik ve Din Anlayışı
» Ziya Gökalp'i Rahmetle Anıyoruz
» Ziya Gökalp Ve Sosyoloji Anlayışı
» Atatürk'ün Fikir Babası: Ziya Gökalp
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz